Kırşehir’in Kırtıllar köyünde Döne ve Muharrem çiftinin çocuğu olarak 1938’de dünyaya gelen Neşet Ertaş, bugün artık kadim bir geleneğin, abdallığın en önemli temsilcisi olarak görülüyor. Muharrem Ertaş’ın köy meydanına oturup, amfi olmayan bir dönemde ‘meydan bağlaması’ ve gür sesiyle insanlara düğün ve sünnet mevsimini haber vermesi göz önünde bulundurulduğunda bu tanımlamanın yetersiz kaldığını da belirtmek gerek.
Buradaki figürün boy boylayıp soy soylayan Dede Korkut’un ruhunu taşıdığını söylemek mümkünse de değişen koşulların şamanın itibarını elinden aldığını ve onu yalnızca toplumun gereksinimlerinin sınırlarına hapsettiğini de belirtmek gerekir. Bu nedenle bu insanlar bir yandan, Çingene, abdal, teber, kara suratlı gibi adlandırmalarla ötekileştirilir, bir yandan da eğlence (çalgıcılık, köçeklik) ve hatta törel olarak ne kadar önemli olursa olsun Allah’ın yarattığı bütünlüğe dokunduğu için loncaya alınmayan sünnetçilik vasfıyla donatılır.
Abdalın vazifesi destan söylemek değil, eğlendirmek ve toplumun el sürmediği meslekleri yerine getirmektir artık. Böyle bir toplumda kendilerini ifade edebilecekleri başka bir kürsü yoktur önlerinde. O nedenle aşağıdaki örnekte Neşet Ertaş’ın yaptığı gibi yalnızca oyun havalarında dile getirebilirler dertlerini:
Zengin isen ya bey derler ya paşa
Fukaraysan ya Abtal derler ya Cingan haşa
Yoksulluk, ötekilik ve açlık
Bunlar Neşet Ertaş’ın var olduğu koşulların bir kısmını anlamak için ipuçları. Erken öksüz kalması, evlatlarına açık açık şefkat göstermeyen babasının kısa sürede yeniden evlenmesi, yoksulluktan ötürü ailesiyle birlikte yayan yapıldak deşirmek (dilenmek) mecburiyetinde olması, açlık nedeniyle leş olup olmadığını bile bilmedikleri sorgulama şansına sahip olmaksızın yemek zorunda kalması, öteki kimlik olduğu için şapkanın siperliğini kaldırıp etrafa bakarak yürüyememesi; bununla birlikte, hasat zamanından sonra düğün ve sünnetlerde başköşeye oturtulmaları, sabahlara kadar sofrada kalmaları, eğlence için beklenmeleri bu çerçevede anlamlandırılabilir.
Yine de kötü muamele görmekten kaçınmaları pek mümkün değildir. Nitekim on iki yaşındaki Neşet Ertaş’ın, babasının ekibinde köçeklik yaparken ortamdaki birisinin eşcinsel olduğunu ima etmesi üzerine bu işi bırakıp cümbüş, keman ve saz çalmaya başlaması da bunun bir örneğidir. Açıkçası, böyle bir olay yaşanmasa büyük ihtimalle Neşet Ertaş’ın ismi de kendinden önceki pek çok bozlak ustasının ismi gibi kimselerin dikkatini bile çekmeyecek, belki de unutulup gidecekti.
İlk dersler Hacı Taşan’dan
Babasının göbeğine koymasıyla tanıdığı, annesinin uslu dursun diye eline verdiği tokaçla hevesini giderdiği ve Hacı Taşan’dan ilk derslerini alarak öğrendiği sazda babasının ve ilk ustasının akort düzenini (la) terkedip, Çekiç Ali gibi Bayram Arıcı’nın akort düzenine (re) geçerek yeni bir yola girmesi belki de o günlerde kimsenin dikkatini çekmemişti.
Oysa bu değişiklik, kendinin de ifade ettiği gibi sazın klavyesinde daha geniş bir özgürlük alanı tanımıştı Neşet Ertaş’a. Böyle bir geçiş döneminin sonunda, yani 1950’lerin başında ustası ve aynı zamanda akrabası da olan Hacı Taşan gibi TRT Ankara Yurttan Sesler’de şansını denemek için Muzaffer Sarısözen ile tanışmaya gitmiştir. Ne yazık ki bu ilk denemede ilgi görmemiş, fakat inat edep iki ay sonraki ikinci denemesinde dikkat çekmiştir. Muzaffer Sarısözen ondaki cevheri görmüş olsa gerek ki onu hemen kayıt yapmak üzere konservatuara götürmüştür:
Geleli gülmedim ben bu cihana
Şu âlemi başıma yârdir dar eden
TRT’de mahalli sanatçı
Bu tanışma onun hayatında, eserlerinde dinleyenlerin anlamayacağı kelimeler kullanmama kararı alması dolayımında iz bırakmıştır. Neşet Ertaş’ın TRT’de mahalli sanatçı kadrosunda çalışması ise Nida Tüfekçi’nin İstanbul TRT’den Ankara TRT’ye geçip repertuvarı yeniden düzenlemesiyle son bulmuştur.
TRT’de çalışırken Almanya konserinin ardından Yugoslavya’da ehliyetsiz kullandığı arabayla kaza yapmış ve bir süre hapis yatmıştır. Birçok kişi Mapushanelere Güneş Doğmuyor’u o sıralarda yazdığını söylese de bu türkünün sözlerini daha öncesinde yazdığını ifade etmiştir.
‘Bozkırın Tezenesi’ lakabını da hapishanedeyken ona gönderilen Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi kitabında kendisine öyle hitap edilmesi nedeniyle almıştır.
Orhan Gencebay ile tanışma
Ankara’dan sonra cebindeki az bir parayla İstanbul’da da şansını denemeye karar verir Neşet Ertaş ve çaldığı türküyle İsmail Şençalar’ı etkileyip ilk plak sözleşmesini imzalar.
Bu sırada pavyonlarda çekingen olduğu için uzak bir masada sahne sırasının gelmesini bekler ve yaşamını kazandığı parayla zorlukla sürdürebilir.
İşten arta kalan zamanında tel almak için gittiği bir sazevinin sahibi onu, TRT’deki yorumunu dinleyip etkilenen Orhan Gencebay ile tanıştırmış ve ikili yakın arkadaş olmuşlardır.
Onların buluşmalarına farklı zamanlarda Arif Sağ da katılır. Amaçları eğlenceli vakit geçirmek kadar birbirlerinin çalış biçimini yakından tanımak olsa da bu buluşmalarda sabaha kadar çalan genellikle Neşet Ertaş olmuş ve Orhan Gencebay ile Arif Sağ onun özgün tekniğinden kayda değer biçimde yararlanmışlardır.
Düğün ve pavyonlarda aranan isim
İstanbul macerasından sonra tekrar artık tanınan bir kişi olduğu Kırşehir’e dönen Neşet Ertaş, bir süre sonra Ankara’da çalışmakta karar kılmıştır. Artık düğünlerde ve pavyonlarda aranan bir isim olmuştur.
Ayrıca bir saz atölyesinde de saz teknesi oymaya başlamıştır. Bir gün atölyede saz oyarken, bir mühendisin evinde temizlikçi olarak çalışan Leyla ile bir arkadaşı oraya gelmiş ve ustasına radyoda dinledikleri kişinin o olup olmadığını sormuşlardır. Neşet Ertaş, Leyla’dan etkilenmiş olacak ki çalıştıkları evin telefonunu alıp aramış ve onların doğru söylediklerini görmüştür. Heyhat Leyla ve arkadaşı evin telefonunu erkeklere verdikleri için işten atılmışlardır.
Bunun üzerine Neşet Ertaş, Leyla’yı evini temizlemesi ve yemek yapması için kendi evinde işe almıştır.
O sıralarda ustası Neşet Ertaş’ı önce atölyesine ortak etmiş ardından da tamamıyla ona devretmiştir. İhtiyacı olan parayı tanıdığı bir bakkaldan borç isteyen Neşet Ertaş ret cevabı almış, ancak bu duruma kulak misafiri olan bakkalın karılarından biri geri ödemek şartıyla kocasının haberi olmadan altınlarını ona vermiştir.
Leyla ile evlenmesi de o günlere denk düşer; Muharrem Ertaş bu evliliğe onay vermemesi ve baba-oğulun arasının açılması da. Muharrem Ertaş şu dizelerle senlenmiştir oğluna:
Temiz ruhlu saf kalplisin şöhretsin
Hakkın vardır evlenmeye evladım
Mevlam sebep olanları kahretsin
Aslı bozuk alma dedim evladım
[…]
Küsmedim Neşedim kahrettim sana
Baban değil miydim sormadın bana
Olan olmuş yavrum ne deyim sana
Neşet Ertaş ise ancak ölümünden sonra babasının sözlerine zarif bir şekilde şu karşılığı verir:
Yazımızı felek yazdı, Mevlâ’dan değil
Senin dediklerin, evlâdan değil
Her hata suç bende; Leylâ’dan değil
Aslı bozuk deme gel şu insana
Çekiç Ali’nin başına gelen…
Bununla birlikte Leyla ile Neşet’in evliliği yolunda gitmemiş ve yedi seneden sonra ayrılmışlardır.
Neşet Ertaş, ayrılığın nedenini çocukluk aşkını unutamamasına bağlasa da bugün çok sevilen türkülerinde o çocukluk aşkını değil de üç çocuğunun annesi Leyla’yı anması oldukça dikkat çekicidir:
Yazımı kışa çevirdin
Karlar yağdı başa Leyla’m
Viran oldu evim yurdum
Ne söylesem boşa Leyla’m
Çekiç Ali’nin başına gelenlerin Neşet Ertaş’ın da başına gelmesi ve şu an bu türkünün İzzet Altınmeşe adına kayıtlı olması ne acı.
Leyla Ertaş’tan Neşet Ertaş’a yanıt
Bu arada Leyla, Ertaş soyadını kullanarak kasetler doldurmuş ve Neşet Ertaş’ın,
Ben yandım aşkın nârına
Meyletmem dünya malına
Ölürsem ben, mezarıma
Gelme gayrı; gelme leyli leyli.
dörtlüğünü
Asıl beni yaktı narın
Kim sever ki dünya malın
Ölürsen, bulan mezarın
Gelem yarim, gelem yarim
dörtlüğüyle yanıtlamıştır.
Zeki Müren’in jesti
Leyla ile ayrılmasının ardından Neşet Ertaş alkol ve sigarayı iyice artırır. Pavyonlarda ve düğünlerde çaldığı dönemde bir yandan da konserlere katılır. Bunlardan birinde konser düzenleme maliyetini karşılayabileceğini düşünerek genç Musa Eroğlu’nun da dahil olduğu bir ekip kurarak turneler düzenlemeye karar verir ve bu turnelerde Trakya hariç Türkiye’nin tamamını iki kere dolaşır.
Zeki Müren’in özel bir araç göndererek onu İzmir Fuarı’na getirtmesi de bu döneme rastlar. Zeki Müren kendisine hayran olduğundan onu çalıp söylemesi için Ankara’da Şato Pavyon’a davet eder. Şato Pavyon kapatılır o gece. Kadehler dolar boşalır. Sıra Zahidem’e geldiğinde Zeki Müren de yüksek perdeden girer ve bir ara başını duvarlara vurmaya başlar. Mecnunluğuna tanık olmuştur Neşet Ertaş Zeki Müren’in.
Ve Neşet Ertaş felç geçirir
Artık eserleri Selda Bağcan, Cem Karaca, Edip Akbayram başta olmak üzere pek çok isim tarafından seslendirilen Neşet Ertaş’ın bir konser sırasında parmaklarını etkileyen bir felç geçirmesi nedeniyle sazı çalamaz hale gelmesi işte tam bu döneme denk gelir.
Nihayetinde kardeşi imdadına yetişir ve tedavi olması için Almanya’ya davet eder. Neyse ki tedavi başarılı olur ve Neşet Ertaş düğünlerde çalmaya başlar tekrardan.
Tam da bu esnada babası Muharrem Ertaş’ın ölümü nedeniyle Türkiye’ye gelir:
Garib’im, babamdı, Muharrem, Usta
Bilirim, âşıktı sevdiği dosta
Sazımın emaneti, diyen, en son nefeste
Sazın ulusunu n’eyledin dünya?
Kalan Müzik ve külliyatı
Uzun süre Almanya’da kalan Neşet Ertaş, 2000’de Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda bir konser vererek Türkiye’de sahnelere döner. 2000 yılbaşında TRT’de boncuk boncuk terleyerek Gitme Bülbül Gitme Bahar Erişti’yi icra eder. (Bu türkü, daha önceleri, sesinin kulağını doldurduğunu ifade ettiği Neriman Sarısözen (Altındağ Tüfekçi) tarafından yorumlanmıştır.)
Kısa süre içinde Kalan Müzik külliyatını yayımlar ve nota bilmeyen, içinden geldiği gibi çaldığı için bir türküyü aynı şekilde yeniden çalamayan Neşet Ertaş’ın eserleri ilk defa Erol Parlak tarafından notaya dökülür.
Kendisiyle uzun söyleşiler yapılır, hakkında kitaplar yazılır ve belgeseller çekilir. O artık UNESCO Yaşayan İnsan Hazinesi olarak kayıtlıdır.
Onun kalplerde yer etmesinin en önemli sebeplerinden biri de devlet sanatçısı ünvanını reddetme nedenlerini açıklarken kullandığı şu sözlerdir:
“Devlet sanatçılığını bana teklif ettiler. Ben, ‘hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor’ diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından verilen Üstün Hizmet Ödülü’nü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdadımız adına aldım.”
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 25 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.