Cem Karaca – Gerçek bir halk sanatçısı

Nâzım Hikmet bir şiirinde şöyle der: “İnsan/ ya hayrandır sana, ya düşman/ Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun/ ya bir dakika bile çıkmazsın akıldan...' Cem Karaca da aşağı yukarı böyle biriydi. Ya çok sevildi ya da yokmuş gibi unutuldu. Michael Kuyucu yazdı.

Cem Karaca, Türk rock müziğinin efsane yorumcusu. Besteci, söz yazarı, sosyal bilimci ve her şeyden önemlisi çok yönlü bir sanatçı.

Kocaman gözlüklerini giyerek çıktığı sahnelerde tozu toprağı ayağa kaldıran, on binleri coşturan, sıradan pop şarkılar üretmek yerine içi dolu, içinde felsefe içeren toplumsal sorunlara değinen şarkılar seslendiren… Halkçı bir vizyona sahip gerçek bir halk sanatçısı.

Cem Karaca’yı tarif etmek kolay değil. Onun müziği ayrı, kişiliği ayrı, düşünce yönü ve felsefesi ayrı özellikler taşır.

İlk başkaldırı gözlüklere

Cem Karaca opera ve tiyatro sanatçısı Toto Karaca ile tiyatro sanatçısı Mehmet İbrahim Karaca’nın oğlu olarak 5 Nisan 1945’te İstanbul’da dünyaya geldi. Onunla özdeşleşen kocaman gözlükleri ile daha küçükken tanıştı. Gözlerinde ileri derecede rahatsızlık olduğu için çocuk yaşta kalın camlı gözlükler kullanmak zorunda kaldı. Hayatla ilk kavgası bu gözlükler sayesinde başladı. Hiç sevmedi o gözlükleri, takmak istemedi, gelecekte şarkılarında yapacağı gibi direndi o gözlüklere.

Bu, aslında onun ilk direnci değildi. Direnmek ve mücadele etmek zorunda olduğu bir şey daha vardı. O da ailesiydi. Babası onun eğitim alıp asker olmasını istiyordu, o ise çoktan kararını vermişti. Okul orkestralarında şarkılar söyleyerek geçen ergenlik yıllarında Cem Karaca’nın popülerliği artıyordu. Baba bunun bir hevesten çıkıp gelecekte bir tutkulu işe dönüşmesinden endişe duymaya başlamıştı bile. Baba yavaş yavaş Cem’e eğitimine devam etmesi için telkinlerde bulunuyordu.

Bu ilk telkinler yavaş yavaş yerini tartışmalara ve çetin kavgalara bıraktı. Cem Karaca babasına müzik ile uğraşmak istediğini söylüyordu, lakin babası buna şiddetle karşı çıkıyordu.

Babasının ona aynı anda yaptığı iyilik ve kötülük

Cem Karaca’nın askerlik yaşı yaklaşıyordu. Babasının oğlunu hariciyeci yapma hayalleri her geçen gün suya düşüyordu. Cem ısrarla müzik diyordu, derken babası ona hem bir iyilik hem de ders çıkartmak için bir kötülük yapma kararı aldı. Baba Karaca, oğul Cem Karaca’yı askere gitsin diye askerlik şubesine şikâyet etti. Böylelikle Cem Karaca’nın kendisini askerî kışlada bulması bir oldu. Bu, Cem Karaca için büyük bir şoktu. Bu şok zamanla yerini bir derse bıraktı.

Cem askerlik yaptığı dönemlerde çok yalnız kaldı. Bu yalnızlık onun kendisini ve daha çok etrafını dinlemesine katkıda bulundu. Askerlikte Anadolu insanının kültürü ile tanıştı, türkülerle tanıştı ve bu türkülere tek kelime ile âşık oldu. Bu aşk öylesine derin bir etki bıraktı ki, gelecekte yapacağı müziğin adının “Anadolu Rock” olarak tanımlanmasına kadar vardı.

İlk plak, ilk Anadolu rock denemesi

Askerden döner dönmez grubu Apaşlar ile sahne çalışmalarına başladı; sahnelerde askerlik yaptığı dönemde edindiği Anadolu müziğini kullandı. Daha doğrusu türküleri rock müziği ile harmanlamayı denedi.

1967 yılında o dönemin en büyük müzik olaylarından biri, “Altın Mikrofon” yarışmasına katıldı ve bu yarışmada ikinci oldu. Bu ikincilik ona ilk plağını yayınlamanın kapılarını araladı.

Hemen Apaşlar ile çalışmalara başladı ve 1967 yılında bir yüzünde “Emrah” diğer yüzünde “Karacaoğlan” adlı eserlerin yer aldığı ilk 45’liğini yayınladı. İlk plak ses getirince aynı yıl dört plak daha yayınladı.

1970 yılında sinema dünyasına transfer oldu ve “Kralların Öfkesi” adlı filmde rol aldı.

Müziğinin politize olduğu yıllar

1971 yılında daha sonra hayatının en sıkıntılı dönemlerini yaşayacağı ülke olan Almanya’ya gitti. Burada grubu Apaşlar ile müzik yaptı. Bu, aynı zamanda Cem Karaca’nın ilk yurt dışı müzik denemesi oldu.

70’li yıllar Karaca’nın hem yıldızının parladığı hem de müziğinin politize olduğu yıllardır. Politize olmanın ilk meyvesini 1971 yılında aldı, aynı yıl “Oy Gülüm Oy” adlı plağı toplatıldı. Bu, Cem Karaca’nın piyasadan çeşitli gerekçelerle toplatılan ilk plağı oldu.

1974 yılında müzik şirketi sahibi Yavuz Asöcal’ın girişimleriyle Moğollar grubu ile bir araya geldi ve Yavuz Plak’ın da destekleriyle Moğollar ile plaklar yapmaya başladı. Moğollar ile müthiş verimli bir dönem geçirdi. Karaca’nın klasikleri arasında yer alan “Namus Belası”, “Gurbet” gibi şarkılar bu dönem yayınlandı.

Cem Karaca toplumsal olaylara duyarlı bir sanatçı kimliğine sahipti. Eşitlik, barış ve evrensellik, ama yerel kokan, Anadolu kokan evrensellik onun vazgeçilmezleriydi. Konserlerinde “Adiloş Bebe” adlı şarkıyı Filistin Kurtuluş Örgütü için seslendirdi. 1975 yılının sonlarında yayınladığı 45’lik plakta “Mutlaka Yavrum” adlı şarkıyı da yine Filistin Kurtuluş Örgütü’ne ithaf etti.

Dış güçlerin oyununun ortasında geçen yıllar

1970’lerin sonları Türkiye için zor yıllardı. Sağ – Sol kavgası ve onun getirdiği kutuplaşma kanların dökülmesine neden oluyordu. Ülkeyi karıştırmak isteyen dış güçlerin planı yavaş ilerliyor ve ülke bir iç karışıklığa ve sonrasında dış güçlerin emrindeki bir komuta zincirinin yöneteceği bir darbeye doğru ilerliyordu. Cem Karaca ise bütün bunlardan habersiz müziğini yapıyordu. Şarkılarında işçileri savunan teması Batı emperyalistleri rahatsız ediyordu.

Türkiye’de sosyalist düşüncenin yaygınlaşmasından rahatsız olan emperyalistler Türkiye’nin olası S.S.C.B. ile yakınlaşmasından kaygı duyuyor ve buna vesile olabilecek her şeyi engellemeye çalışıyordu.

Cem Karaca emperyalistlerin sevmediği bir adamdı, ama bir yandan da Cem Karaca istedikleri iç çatışmaları çıkartmak için de mükemmel bir fırsattı. Bu fırsatı kaçırmadılar ve Cem Karaca konserlerini bombaların patladığı, arbedelerin yaşandığı bir kaotik ortama dönüştürdüler. Hemen hemen her Cem Karaca konserinde olay çıkıyordu. Başta ailesi olmak üzere onu seven herkes bu durumdan rahatsızdı. Babası Cem’e, “Oğlum neden sadece senin konserlerinde olaylar oluyor?” diye sorduğunda, Cem babasına “Ben nerden bileyim; sadece işimi yapıyorum, şarkı söylüyorum” diyordu.

Bu süreçte 1979 yılında grubu Edirdahan ile bir rock opera yayınladı. “Safinaz” adlı bu plak Türkiye’nin o güne kadar görmediği bir çalışmaydı. 18 dakikalık bir rock opera yayınlayan Cem Karaca, yenilikçi sanatçı kimliğini bu plağında da gösterdi. Bu plakla beraber bir ilke daha imza atan Cem Karaca 1979 yılında Londra’da Rainbow Arena’da konser verdi.

Cem Karaca kendi dediği gibi işini yapıyor ve şarkı söylüyordu, ama birileri onun da içinde bulunduğu ortamdan bir kaos çıkartmak istiyordu. Bu kaostan faydalanan bir kesim vardı. Bunlar hem bu kaostan faydalanıyordu hem de bu kaosu yönetiyordu. Çünkü kontrolden çıkacak bir Cem Karaca ve kitle planlarını bozabilirdi.

1979 yılında yayınlanan “1 Mayıs” plağı o iç karmaşadan siyasi rant çıkaran o belirli kesimin duyduğu rahatsızlığı arttırdı. Fısıltı gazetesi Cem Karaca’nın yargılanacağını yayıyordu, 12 Eylül darbesi yaklaşıyordu, ülkede huzur kalmamıştı. Cem Karaca ailesinin zoruyla Almanya’ya gitti. Gidiş o gidiş oldu; hemen ardından 12 Eylül 1980 darbesi yaşandı ve Cem Karaca komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla yargılanmaya başladı.

Almanya yılları, sürgün yılları

Cem Karaca 12 Eylül sürecinde Almanya’daydı. Daha önceden de Almanya tecrübesi olan Karaca, orada da müzik yapmaya devam etti. Konserler verdi, albümler yaptı.

1982 yılında Almanya’daki iki müzisyen arkadaşı ile “Bekle Beni” adlı albümü yayınladı. 1984 yılında çoğu Almanca seslendirdiği şarkılardan oluşan “Die Kanaken” adlı albümü yayınladı.

Bu süreçte Türkiye’de 12 Eylül darbecileri Batı’dan aldıkları emirle bir sağdan bir soldan alıp dar ağacına yolluyordu, işkenceler ve siyasi sansürler… Akla gelebilecek her türlü propagandayı yapıyor ve kendi çaplarınca Türkiye’ye çeki düzen veriyorlardı.

6 Ocak 1983 tarihinde Cem Karaca, Yılmaz Güney ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartıldı. Onlarca dava dosyası vardı, bu davaları İstanbul’daki avukatı ile birlikte takip eden Cem Karaca bir yandan çaresizlik içinde vatan hasreti ile yanıp tutuşuyor diğer yandan da müziğini icra etmeye devam ediyordu.

1983 yılı ile beraber Türkiye’de Turgut Özal devrinin ışıkları göründü. 12 Eylül öncesinde ekonomiden sorumlu olan Turgut Özal, 12 Eylül darbecilerinin bütün itirazlarına rağmen seçimlerde birinci çıktı. Bu, Türkiye’de yeni bir devrin başlangıcıydı. Aslında 12 Eylül’den önce başlayan planın bir devamıydı bu dönem. Yani sosyal devletten liberal devlete geçiş ve Türkiye’yi Amerikalaştırma girişiminin son virajıydı. Askerî cunta görevini tamamlamış yerine sivil bir iktidar gelmişti. Bu yeni iktidar biraz daha cici çocuk görünümlü bir iktidar olmalıydı. Nitekim de öyle oldu. Tonton bir başbakan sevimli söylemlerle bir yandan halka kök söktüren üç yıllık askerî darbe yönetimini unutturmak diğer yandan da liberalleşme şırıngasını toplumun genlerine enjekte etmeye başlamıştı.

Yasaklar kalkıyordu, McDonalds’lar açılıyordu. Özetle bir şeyler oluyordu memlekette. Tam zamanıydı; Cem Karaca arkadaşı Mehmet Barı aracılığı ile Turgut Özal’a haber yolladı. Tonton Amca Özal artık komünizm propagandasından etkilenmeyecek, sindirilmiş bir topluma Cem Karaca’nın olumsuz bir etkide bulunamayacağını biliyordu. Turgut Özal onu affetti (!), vatandaşlıktan çıkartılmasına neden olan davadan beraat ettirildi ve ona yurda dönmesinde bir sakınca olmadığı tebliğ edildi. Bunun üzerine Cem Karaca 29 Haziran 1987 tarihinde Türkiye’ye döndü.

Muhteşem dönüş ve ikinci bahar

Hem vatan hasreti hem de müzik hasreti taşıyan Cem Karaca hemen albüm çalışmalarına başladı ve yurda döndüğü yıl olan 1987’de “Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar” adlı albümü yayınladı.

Sadece Cem Karaca özlememişti Türkiye’yi, Türkiye de Cem Karaca’yı özlemişti. Bu özlem albüme yansıdı ve Cem Karaca Türkiye’de 8 yıl aradan sonra yayınladığı albümünden ciddi bir tiraj elde etti.

1988 yılında “Töre” adlı albümünü yayınladı ve uzun zamandır yasaklı olduğu TRT ekranlarına geri döndü.

Cem Karaca’nın Türkiye’ye dönmesi büyük coşkuyla karşılansa da eski sosyalistler onu “dönek” olmakla suçladı. Dönüş şeklinin bir rica ile olması ve bir liberal liderin onayı ile olması idealist solcuları rahatsız etti. Zeki bir sanatçı olan Cem Karaca, onlara “Oh Be” adlı şarkısıyla yanıt verdi ve “Ben döneksem döndüm diye memleketime, döndüm baba döndüm işte oh be..” dedi. Bu şarkı onu eleştirenlere tokat gibi bir cevap oldu.

1992 yılında o dönemin en popüler müzik yarışması Altın Güvercin Müzik Yarışması’na katıldı ve bestesi Cahit Berkay’a sözleri ise kendisine ait olan “Kahya Yahya” adlı şarkıyla birinci oldu. “Kahya Yahya” Cem Karaca’nın yetmişlerdeki klasiği “Tamirci Çırağı”na bir atıfta bulunuyordu. Tamirci çırağı doksanlarda bu kez bir kâhya olarak karşımıza çıkıyordu.

Cem Karaca’nın Türkiye’ye dönüşü muhteşem oldu. Albümleri ve konserleri eski başarılarını aratmadı. Popülerliğine popülerlik kattı ve müziğine kaldığı yerden devam etti. Televizyon programları yaptı, filmlerde oynadı, hit şarkılar çıkarttı ve ikinci baharını yaşadı. Son albümü 1999 yılında yayınladığı “Bindik Bir Alamete…” adlı albüm oldu.

Cem Karaca, 8 Şubat 2004 yılında 58 yaşında geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu. Geriye yorgun bir kariyer, onlarca klasik ve “Ben döneksem döndüm diye memleketime, döndüm baba döndüm işte oh be…” efsane sözü kaldı.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Nisan 2024’te yayımlanmıştır.

Michael Kuyucu
Michael Kuyucu
Doç. Dr. Michael Kuyucu – Akademisyen, müzik eleştirmeni, radyo programcısı ve köşe yazarı. Aslen Yunan asıllı bir Türk olan Michael (Mihalis) Kuyucu 1972 yılında doğdu. İstanbul Üniversitesi İngiliz ana bilim dalında lisans eğitimi gördü. Yeditepe Üniversitesi Pazarlama ana bilim dalında yüksek lisans yaptı. Marmara Üniversitesi, Basın Ekonomisi ve İşletmeciliği ana bilim dalından doktor unvanını aldı. 2017 yılında iletişim uygulamaları alanında çalışmalarıyla doçent oldu. Halen çeşitli üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Müziğe olan ilgisi sebebiyle Melih Kibar’ın Klavyeli Çalgılar Okulu’na gitti. Çağdaş Müzik Merkezi’nde Timur Selçuk’un solfej -armoni ve orkestrasyon sınıflarında iki yıl üst seviyede armoni eğitimi gördü. Bir yıl Kurtalan Expres’in fenomen bas virtüözü Ahmet Güvenç’ten caz armonisi eğitimi aldı. Öte yandan medya ve iletişim alanında çalıştı. 1994’ten bu yana hiç ara vermeden radyoculuk yaptı. Alem Fm, Süper Fm, Radyo Mega, Number One Türk, Number One TV, TRT FM, TRT Müzik, CRI Türk, RS Fm gibi pek çok ulusal çapta yayın yapan radyo ve televizyon kanallarında program hazırladı. Başlıca eserleri: “Pop İnfilakı” (2005), “Türkiye’nin Eurovision Serüveni” (2005), “Sürgün Gibi Masallarda İlhan İrem’in Hayatı” (2008), “Türkiye’de Medya Ekonomisi” (2012)

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Cem Karaca – Gerçek bir halk sanatçısı

Nâzım Hikmet bir şiirinde şöyle der: “İnsan/ ya hayrandır sana, ya düşman/ Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun/ ya bir dakika bile çıkmazsın akıldan...' Cem Karaca da aşağı yukarı böyle biriydi. Ya çok sevildi ya da yokmuş gibi unutuldu. Michael Kuyucu yazdı.

Cem Karaca, Türk rock müziğinin efsane yorumcusu. Besteci, söz yazarı, sosyal bilimci ve her şeyden önemlisi çok yönlü bir sanatçı.

Kocaman gözlüklerini giyerek çıktığı sahnelerde tozu toprağı ayağa kaldıran, on binleri coşturan, sıradan pop şarkılar üretmek yerine içi dolu, içinde felsefe içeren toplumsal sorunlara değinen şarkılar seslendiren… Halkçı bir vizyona sahip gerçek bir halk sanatçısı.

Cem Karaca’yı tarif etmek kolay değil. Onun müziği ayrı, kişiliği ayrı, düşünce yönü ve felsefesi ayrı özellikler taşır.

İlk başkaldırı gözlüklere

Cem Karaca opera ve tiyatro sanatçısı Toto Karaca ile tiyatro sanatçısı Mehmet İbrahim Karaca’nın oğlu olarak 5 Nisan 1945’te İstanbul’da dünyaya geldi. Onunla özdeşleşen kocaman gözlükleri ile daha küçükken tanıştı. Gözlerinde ileri derecede rahatsızlık olduğu için çocuk yaşta kalın camlı gözlükler kullanmak zorunda kaldı. Hayatla ilk kavgası bu gözlükler sayesinde başladı. Hiç sevmedi o gözlükleri, takmak istemedi, gelecekte şarkılarında yapacağı gibi direndi o gözlüklere.

Bu, aslında onun ilk direnci değildi. Direnmek ve mücadele etmek zorunda olduğu bir şey daha vardı. O da ailesiydi. Babası onun eğitim alıp asker olmasını istiyordu, o ise çoktan kararını vermişti. Okul orkestralarında şarkılar söyleyerek geçen ergenlik yıllarında Cem Karaca’nın popülerliği artıyordu. Baba bunun bir hevesten çıkıp gelecekte bir tutkulu işe dönüşmesinden endişe duymaya başlamıştı bile. Baba yavaş yavaş Cem’e eğitimine devam etmesi için telkinlerde bulunuyordu.

Bu ilk telkinler yavaş yavaş yerini tartışmalara ve çetin kavgalara bıraktı. Cem Karaca babasına müzik ile uğraşmak istediğini söylüyordu, lakin babası buna şiddetle karşı çıkıyordu.

Babasının ona aynı anda yaptığı iyilik ve kötülük

Cem Karaca’nın askerlik yaşı yaklaşıyordu. Babasının oğlunu hariciyeci yapma hayalleri her geçen gün suya düşüyordu. Cem ısrarla müzik diyordu, derken babası ona hem bir iyilik hem de ders çıkartmak için bir kötülük yapma kararı aldı. Baba Karaca, oğul Cem Karaca’yı askere gitsin diye askerlik şubesine şikâyet etti. Böylelikle Cem Karaca’nın kendisini askerî kışlada bulması bir oldu. Bu, Cem Karaca için büyük bir şoktu. Bu şok zamanla yerini bir derse bıraktı.

Cem askerlik yaptığı dönemlerde çok yalnız kaldı. Bu yalnızlık onun kendisini ve daha çok etrafını dinlemesine katkıda bulundu. Askerlikte Anadolu insanının kültürü ile tanıştı, türkülerle tanıştı ve bu türkülere tek kelime ile âşık oldu. Bu aşk öylesine derin bir etki bıraktı ki, gelecekte yapacağı müziğin adının “Anadolu Rock” olarak tanımlanmasına kadar vardı.

İlk plak, ilk Anadolu rock denemesi

Askerden döner dönmez grubu Apaşlar ile sahne çalışmalarına başladı; sahnelerde askerlik yaptığı dönemde edindiği Anadolu müziğini kullandı. Daha doğrusu türküleri rock müziği ile harmanlamayı denedi.

1967 yılında o dönemin en büyük müzik olaylarından biri, “Altın Mikrofon” yarışmasına katıldı ve bu yarışmada ikinci oldu. Bu ikincilik ona ilk plağını yayınlamanın kapılarını araladı.

Hemen Apaşlar ile çalışmalara başladı ve 1967 yılında bir yüzünde “Emrah” diğer yüzünde “Karacaoğlan” adlı eserlerin yer aldığı ilk 45’liğini yayınladı. İlk plak ses getirince aynı yıl dört plak daha yayınladı.

1970 yılında sinema dünyasına transfer oldu ve “Kralların Öfkesi” adlı filmde rol aldı.

Müziğinin politize olduğu yıllar

1971 yılında daha sonra hayatının en sıkıntılı dönemlerini yaşayacağı ülke olan Almanya’ya gitti. Burada grubu Apaşlar ile müzik yaptı. Bu, aynı zamanda Cem Karaca’nın ilk yurt dışı müzik denemesi oldu.

70’li yıllar Karaca’nın hem yıldızının parladığı hem de müziğinin politize olduğu yıllardır. Politize olmanın ilk meyvesini 1971 yılında aldı, aynı yıl “Oy Gülüm Oy” adlı plağı toplatıldı. Bu, Cem Karaca’nın piyasadan çeşitli gerekçelerle toplatılan ilk plağı oldu.

1974 yılında müzik şirketi sahibi Yavuz Asöcal’ın girişimleriyle Moğollar grubu ile bir araya geldi ve Yavuz Plak’ın da destekleriyle Moğollar ile plaklar yapmaya başladı. Moğollar ile müthiş verimli bir dönem geçirdi. Karaca’nın klasikleri arasında yer alan “Namus Belası”, “Gurbet” gibi şarkılar bu dönem yayınlandı.

Cem Karaca toplumsal olaylara duyarlı bir sanatçı kimliğine sahipti. Eşitlik, barış ve evrensellik, ama yerel kokan, Anadolu kokan evrensellik onun vazgeçilmezleriydi. Konserlerinde “Adiloş Bebe” adlı şarkıyı Filistin Kurtuluş Örgütü için seslendirdi. 1975 yılının sonlarında yayınladığı 45’lik plakta “Mutlaka Yavrum” adlı şarkıyı da yine Filistin Kurtuluş Örgütü’ne ithaf etti.

Dış güçlerin oyununun ortasında geçen yıllar

1970’lerin sonları Türkiye için zor yıllardı. Sağ – Sol kavgası ve onun getirdiği kutuplaşma kanların dökülmesine neden oluyordu. Ülkeyi karıştırmak isteyen dış güçlerin planı yavaş ilerliyor ve ülke bir iç karışıklığa ve sonrasında dış güçlerin emrindeki bir komuta zincirinin yöneteceği bir darbeye doğru ilerliyordu. Cem Karaca ise bütün bunlardan habersiz müziğini yapıyordu. Şarkılarında işçileri savunan teması Batı emperyalistleri rahatsız ediyordu.

Türkiye’de sosyalist düşüncenin yaygınlaşmasından rahatsız olan emperyalistler Türkiye’nin olası S.S.C.B. ile yakınlaşmasından kaygı duyuyor ve buna vesile olabilecek her şeyi engellemeye çalışıyordu.

Cem Karaca emperyalistlerin sevmediği bir adamdı, ama bir yandan da Cem Karaca istedikleri iç çatışmaları çıkartmak için de mükemmel bir fırsattı. Bu fırsatı kaçırmadılar ve Cem Karaca konserlerini bombaların patladığı, arbedelerin yaşandığı bir kaotik ortama dönüştürdüler. Hemen hemen her Cem Karaca konserinde olay çıkıyordu. Başta ailesi olmak üzere onu seven herkes bu durumdan rahatsızdı. Babası Cem’e, “Oğlum neden sadece senin konserlerinde olaylar oluyor?” diye sorduğunda, Cem babasına “Ben nerden bileyim; sadece işimi yapıyorum, şarkı söylüyorum” diyordu.

Bu süreçte 1979 yılında grubu Edirdahan ile bir rock opera yayınladı. “Safinaz” adlı bu plak Türkiye’nin o güne kadar görmediği bir çalışmaydı. 18 dakikalık bir rock opera yayınlayan Cem Karaca, yenilikçi sanatçı kimliğini bu plağında da gösterdi. Bu plakla beraber bir ilke daha imza atan Cem Karaca 1979 yılında Londra’da Rainbow Arena’da konser verdi.

Cem Karaca kendi dediği gibi işini yapıyor ve şarkı söylüyordu, ama birileri onun da içinde bulunduğu ortamdan bir kaos çıkartmak istiyordu. Bu kaostan faydalanan bir kesim vardı. Bunlar hem bu kaostan faydalanıyordu hem de bu kaosu yönetiyordu. Çünkü kontrolden çıkacak bir Cem Karaca ve kitle planlarını bozabilirdi.

1979 yılında yayınlanan “1 Mayıs” plağı o iç karmaşadan siyasi rant çıkaran o belirli kesimin duyduğu rahatsızlığı arttırdı. Fısıltı gazetesi Cem Karaca’nın yargılanacağını yayıyordu, 12 Eylül darbesi yaklaşıyordu, ülkede huzur kalmamıştı. Cem Karaca ailesinin zoruyla Almanya’ya gitti. Gidiş o gidiş oldu; hemen ardından 12 Eylül 1980 darbesi yaşandı ve Cem Karaca komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla yargılanmaya başladı.

Almanya yılları, sürgün yılları

Cem Karaca 12 Eylül sürecinde Almanya’daydı. Daha önceden de Almanya tecrübesi olan Karaca, orada da müzik yapmaya devam etti. Konserler verdi, albümler yaptı.

1982 yılında Almanya’daki iki müzisyen arkadaşı ile “Bekle Beni” adlı albümü yayınladı. 1984 yılında çoğu Almanca seslendirdiği şarkılardan oluşan “Die Kanaken” adlı albümü yayınladı.

Bu süreçte Türkiye’de 12 Eylül darbecileri Batı’dan aldıkları emirle bir sağdan bir soldan alıp dar ağacına yolluyordu, işkenceler ve siyasi sansürler… Akla gelebilecek her türlü propagandayı yapıyor ve kendi çaplarınca Türkiye’ye çeki düzen veriyorlardı.

6 Ocak 1983 tarihinde Cem Karaca, Yılmaz Güney ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartıldı. Onlarca dava dosyası vardı, bu davaları İstanbul’daki avukatı ile birlikte takip eden Cem Karaca bir yandan çaresizlik içinde vatan hasreti ile yanıp tutuşuyor diğer yandan da müziğini icra etmeye devam ediyordu.

1983 yılı ile beraber Türkiye’de Turgut Özal devrinin ışıkları göründü. 12 Eylül öncesinde ekonomiden sorumlu olan Turgut Özal, 12 Eylül darbecilerinin bütün itirazlarına rağmen seçimlerde birinci çıktı. Bu, Türkiye’de yeni bir devrin başlangıcıydı. Aslında 12 Eylül’den önce başlayan planın bir devamıydı bu dönem. Yani sosyal devletten liberal devlete geçiş ve Türkiye’yi Amerikalaştırma girişiminin son virajıydı. Askerî cunta görevini tamamlamış yerine sivil bir iktidar gelmişti. Bu yeni iktidar biraz daha cici çocuk görünümlü bir iktidar olmalıydı. Nitekim de öyle oldu. Tonton bir başbakan sevimli söylemlerle bir yandan halka kök söktüren üç yıllık askerî darbe yönetimini unutturmak diğer yandan da liberalleşme şırıngasını toplumun genlerine enjekte etmeye başlamıştı.

Yasaklar kalkıyordu, McDonalds’lar açılıyordu. Özetle bir şeyler oluyordu memlekette. Tam zamanıydı; Cem Karaca arkadaşı Mehmet Barı aracılığı ile Turgut Özal’a haber yolladı. Tonton Amca Özal artık komünizm propagandasından etkilenmeyecek, sindirilmiş bir topluma Cem Karaca’nın olumsuz bir etkide bulunamayacağını biliyordu. Turgut Özal onu affetti (!), vatandaşlıktan çıkartılmasına neden olan davadan beraat ettirildi ve ona yurda dönmesinde bir sakınca olmadığı tebliğ edildi. Bunun üzerine Cem Karaca 29 Haziran 1987 tarihinde Türkiye’ye döndü.

Muhteşem dönüş ve ikinci bahar

Hem vatan hasreti hem de müzik hasreti taşıyan Cem Karaca hemen albüm çalışmalarına başladı ve yurda döndüğü yıl olan 1987’de “Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar” adlı albümü yayınladı.

Sadece Cem Karaca özlememişti Türkiye’yi, Türkiye de Cem Karaca’yı özlemişti. Bu özlem albüme yansıdı ve Cem Karaca Türkiye’de 8 yıl aradan sonra yayınladığı albümünden ciddi bir tiraj elde etti.

1988 yılında “Töre” adlı albümünü yayınladı ve uzun zamandır yasaklı olduğu TRT ekranlarına geri döndü.

Cem Karaca’nın Türkiye’ye dönmesi büyük coşkuyla karşılansa da eski sosyalistler onu “dönek” olmakla suçladı. Dönüş şeklinin bir rica ile olması ve bir liberal liderin onayı ile olması idealist solcuları rahatsız etti. Zeki bir sanatçı olan Cem Karaca, onlara “Oh Be” adlı şarkısıyla yanıt verdi ve “Ben döneksem döndüm diye memleketime, döndüm baba döndüm işte oh be..” dedi. Bu şarkı onu eleştirenlere tokat gibi bir cevap oldu.

1992 yılında o dönemin en popüler müzik yarışması Altın Güvercin Müzik Yarışması’na katıldı ve bestesi Cahit Berkay’a sözleri ise kendisine ait olan “Kahya Yahya” adlı şarkıyla birinci oldu. “Kahya Yahya” Cem Karaca’nın yetmişlerdeki klasiği “Tamirci Çırağı”na bir atıfta bulunuyordu. Tamirci çırağı doksanlarda bu kez bir kâhya olarak karşımıza çıkıyordu.

Cem Karaca’nın Türkiye’ye dönüşü muhteşem oldu. Albümleri ve konserleri eski başarılarını aratmadı. Popülerliğine popülerlik kattı ve müziğine kaldığı yerden devam etti. Televizyon programları yaptı, filmlerde oynadı, hit şarkılar çıkarttı ve ikinci baharını yaşadı. Son albümü 1999 yılında yayınladığı “Bindik Bir Alamete…” adlı albüm oldu.

Cem Karaca, 8 Şubat 2004 yılında 58 yaşında geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu. Geriye yorgun bir kariyer, onlarca klasik ve “Ben döneksem döndüm diye memleketime, döndüm baba döndüm işte oh be…” efsane sözü kaldı.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Nisan 2024’te yayımlanmıştır.

Michael Kuyucu
Michael Kuyucu
Doç. Dr. Michael Kuyucu – Akademisyen, müzik eleştirmeni, radyo programcısı ve köşe yazarı. Aslen Yunan asıllı bir Türk olan Michael (Mihalis) Kuyucu 1972 yılında doğdu. İstanbul Üniversitesi İngiliz ana bilim dalında lisans eğitimi gördü. Yeditepe Üniversitesi Pazarlama ana bilim dalında yüksek lisans yaptı. Marmara Üniversitesi, Basın Ekonomisi ve İşletmeciliği ana bilim dalından doktor unvanını aldı. 2017 yılında iletişim uygulamaları alanında çalışmalarıyla doçent oldu. Halen çeşitli üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Müziğe olan ilgisi sebebiyle Melih Kibar’ın Klavyeli Çalgılar Okulu’na gitti. Çağdaş Müzik Merkezi’nde Timur Selçuk’un solfej -armoni ve orkestrasyon sınıflarında iki yıl üst seviyede armoni eğitimi gördü. Bir yıl Kurtalan Expres’in fenomen bas virtüözü Ahmet Güvenç’ten caz armonisi eğitimi aldı. Öte yandan medya ve iletişim alanında çalıştı. 1994’ten bu yana hiç ara vermeden radyoculuk yaptı. Alem Fm, Süper Fm, Radyo Mega, Number One Türk, Number One TV, TRT FM, TRT Müzik, CRI Türk, RS Fm gibi pek çok ulusal çapta yayın yapan radyo ve televizyon kanallarında program hazırladı. Başlıca eserleri: “Pop İnfilakı” (2005), “Türkiye’nin Eurovision Serüveni” (2005), “Sürgün Gibi Masallarda İlhan İrem’in Hayatı” (2008), “Türkiye’de Medya Ekonomisi” (2012)

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x