Aldığımız kararlar, hayatımızdaki her davranışımızı belirler ve aynı zamanda çok vaktimizi alır. Aşağıda bir insanın bazı rutin kararlar için haftada ne kadar zaman harcadığını görüyorsunuz:
- Ne yemek istiyorsun? Haftada 150 dakika.
- Netflix’te ne izlemek istersin? Haftada 50 dakika.
- Ne giymek istiyorsun? Haftada 90 ila 115 dakika.
Ortalama bir insanın ne yiyeceğine, ne izleyeceğine ve ne giyeceğine karar vermek için harcadığı zaman yılda 250 ila 275 saate (10-11 gün) ulaşır. Bu, sezgisel olarak önemsiz gibi görünen kararlar için harcanan çok fazla zaman demektir.
Ne zaman daha hızlı ve ne zaman daha yavaş karar vermeniz gerektiğini anlama becerisi, geliştirilmesi gereken çok önemli bir beceridir.
Karar verme süreci nasıl şekillenir?
Karar verme süreci, insanın günlük yaşamındaki en temel ve aynı zamanda karmaşık zihinsel faaliyetlerden biridir. Bu süreç, bir kahve seçmekten hayatımızı değiştirecek iş teklifine kadar her durumda devreye girer.
Karar verme süreçlerimiz, farkında olmadığımız birçok faktörün etkisi altında şekillenir. Genellikle mantıklı ve bilinçli seçimler yaptığımızı düşünsek de, beynimiz kısa yollar ve sezgiler kullanarak hızlı sonuçlara ulaşmaya çalışır. Bu süreçte bilinçaltımız, daha önce yaşadığımız deneyimlerden, öğrenilmiş kalıplardan ve duygularımızdan faydalanır. Örneğin, bir markete gittiğimizde çok fazla düşünmeden favori markamızı seçmemiz, beynimizin hızlı karar verme mekanizmasının bir ürünüdür. Bu mekanizma zaman kazandırsa da, her zaman en doğru kararı vermemizi sağlamaz.
Peki, nasıl karar vereceğiz?
Bir konuda karar verme durumunda tüm seçenekleri değerlendirir, artıları ve eksileri tartar ve en kapsamlı olanı seçersiniz, değil mi? Ancak bilim, bunun çoğu zaman böyle olmadığını gösteriyor.
Karar almamızı sağlayan iki sistem
Her gün verdiğimiz onlarca kararın ardında, aslında beynimizin iki farklı işleyiş sistemi var:
Sistem 1: Hızlı, otomatik kararlar vermemizi sağlar.
Sistem 2: Daha yavaş, düşünerek karar vermemizi sağlar.
Daniel Kahneman’ın Hızlı ve Yavaş Düşünme kitabında tanımladığı bu iki sistem, gün içinde aldığımız kararların arka planını anlamamızı sağlar. Çay mı, kahve mi; tatil mi, iş mi; evlenmek mi, beklemek mi gibi seçimlerimiz, bu iki sistemin birbirine karşı oynadığı bir denge oyunu gibidir.
Ancak bazen bu iki sistem arasındaki denge bozulabilir. Sezgilerimiz ve otomatik tepkilerimiz (Sistem 1), bazen mantıklı ve bilinçli analizlerimizi (Sistem 2) gölgede bırakabilir. Bu da karar verme süreçlerimizin her zaman rasyonel olmadığını gösterir.
Sistem 1 sezgilere dayalıdır ve neredeyse refleksif olarak çalışır. Rutin konularda genellikle Sistem 1’i kullanırız; örneğin, marketten hangi markayı alacağımızı seçerken geçmiş deneyimlerimiz, markayla ilgili hislerimiz ve alışkanlıklarımız, kararımızı saniyeler içinde verir. Ancak bir iş değişikliği ya da önemli bir yatırım kararı alırken, Sistem 2 devreye girer. Bilgi toplar, seçenekleri karşılaştırır ve en iyi kararı vermek için daha derinlemesine düşünürüz. Düşünmek, analiz yapmak ve her açıdan değerlendirmek bu yavaş, analitik sistemin işidir.
Fakat Sistem 2’nin etkin olduğu durumlarda bile Sistem 1’in kararlarımıza etkisi kaçınılmazdır. Örneğin, bir araba almayı düşündüğünüzde, fiyat, performans ve güvenlik gibi mantıksal kriterleri değerlendirmeye çalışırken bile arabanın rengi, markası ve hatta önceki deneyimleriniz kararınızı büyük ölçüde etkiler.
Sezgilerimizin ve geçmiş deneyimlerin kararlarımızı nasıl yönlendirdiğini fark etmek, daha bilinçli ve dengeli kararlar almamıza yardımcı olabilir.
Karar verirken ne gibi tuzaklarla düşeriz?
İnsan beyni, zaman ve enerji tasarrufu yapmak için sezgilere, otomatik tepkilere ve öğrenilmiş kalıplara, kısayollara başvurur. Çoğu kararımızı bu hızlı düşünce sistemi ile alırız, çünkü enerji tasarrufuna yardımcı olur. Ancak bu hızlı karar verme süreci, bizi çeşitli tuzaklara da sürükleyebilir.
İşte bu noktada bilişsel yanlılıklar devreye girer. Karar vermede karşılaştığımız yaygın tuzaklar, bilişsel yanlılıklar ya da bilişsel önyargılar olarak adlandırılır.
Karar verme sürecimizde sıkça karşılaştığımız bilişsel tuzaklar, bizi mantıksız sonuçlara götürebilir.
Benmerkezci önyargı
Benmerkezci önyargı, olayları ve durumları kendi bakış açımızdan değerlendirirken farklı perspektifleri dikkate almayı zorlaştırır.
Örneğin, bir proje yöneticisi olarak ekibinizin karşılaştığı sorunların sizden değil dışsal faktörlerden kaynaklandığını düşünebilirsiniz. Bu, başkalarının durumunu ve karşılaştıkları zorlukları anlamanızı zorlaştırabilir. Kendi açımızdan haklı olduğumuzu düşündüğümüzde, diğer insanların katkılarını ya da zorluklarını göz ardı etme eğiliminde oluruz.
Benmerkezci önyargı, halka açık bir konuşma yapan birinin, gerginliğinin dinleyiciler için gerçekte olduğundan daha açık olduğunu varsaymasına neden olabilir, çünkü bu kendisi için çok açıktır. Bu önyargıya bir başka örnek, utanç verici bir şey yapan birinin, kendisi de bunu çok iyi hatırladığı için başkalarının bunu hatırlayacağı olasılığını abartmasına neden olabilir.
Empati boşluğu
Ben merkezci önyargıyla yakından ilişkili bir başka bilişsel önyargı da insanların mevcut durumlarından farklı olan zihinsel durumları anlamada zorluk yaşamalarına veya bu tür durumların insanların muhakeme ve karar verme süreçlerini nasıl etkilediğini düşünmekte zorluk yaşamalarına neden olan empati boşluğudur.
Örneğin, rahat bir işte çalışan birisi, stresli ve zor bir işte çalışan bir arkadaşının şikayetlerini anlamakta zorlanabilir. “Ne var canım, herkes çalışıyor, çok mu abartıyorsun?” gibi ifadelerle arkadaşının stresini küçümseyebilir. Ya da mutlu bir ilişki içinde olan bir kişi, ayrılık acısı yaşayan bir arkadaşının duygularını küçümseyebilir. Örneğin, “O kadar da üzülmeye değer biri değilmiş, unut gitsin” diyebilir. Fakat aynı kişi bir ayrılık yaşadığında, o acının derinliğini ve etkilerini kendisi deneyimleyip başkalarının yaşadığı ayrılık acısına empati geliştirebilir.
Onay yanlılığı
Karar tuzaklarından en yaygın olanlarından biri de onay yanlılığıdır.
Onay yanlılığı, bir konuda zaten inandığımız görüşleri destekleyen bilgileri arama eğilimimiz olup bizi sadece zaten inandığımız bilgilere yönlendirir ve zaten inandığımız bir bilgiye daha fazla ağırlık vermemize, farklı bakış açılarını göz ardı etmemize neden olur.
Diyelim ki yatırım yapmayı düşünüyorsunuz. Eğer belirli bir hisse senedine zaten sıcak bakıyorsanız, o hisseyi öven makalelere ve analizlere daha fazla dikkat edersiniz. Aynı şekilde, karşıt görüşleri göz ardı eder ya da önemsiz görürsünüz. Sonuç? Tarafsız bir analiz yapmadan, sadece hislerinize göre hareket ettiğiniz için potansiyel riskleri görememenize ve yanlış bir karar almanıza neden olabilir.
Devekuşu etkisi
Bir diğer karar tuzağı ise devekuşu etkisidir.
Devekuşu etkisi, insanların potansiyel olarak rahatsız edici olarak algıladıkları bilgilerden kaçınmalarına neden olan bilişsel bir önyargıdır. Örneğin, bir kişi ödemelerinin ne kadar gerisinde kaldığını görmekten endişe ettiği için faturalarına bakmaktan kaçınabilir veyahut sağlık sorunları yaşayan biri, doktor kontrollerini erteleyip sorunlarla yüzleşmekten kaçınabilir.
Bilgiye ulaşmak yerine onu görmezden gelmek, kısa vadede daha az stresli olabilir, ancak uzun vadede daha büyük sorunlara yol açar. İnsanların bilgiden kaçınmasının temel nedeni, daha sonra daha büyük bir duygusal maliyete yol açsa bile, en azından kısa vadede, bunun yol açmasını bekledikleri hoş olmayan duygusal etkilerden kaçınmaktır. Bilgiden kaçınmayı bırakmanın ana yolu, daha iyi kararlar verebilmek için elde edebileceğiniz ve analiz edebileceğiniz ek bilgilerin olduğu gerçeğini belirlemek, bilgiyi otomatik olarak alacağınız bir sistem kurmaktır.
Kayıptan kaçınma
İnsan beyni kaybetmektense kazanmamayı tercih eder.
Psikolog Daniel Kahneman ve Amos Tversky’nin bulgularına göre, insanlar kaybetmeyi, kazanmaktan daha fazla önemserler. Bu nedenle, riskli bir karar alırken, kazanç ihtimalinden çok, kaybetme korkusuna odaklanırız. Araştırmalar, bir insanın 100 TL kaybetmesinin verdiği acının, 100 TL kazanmanın verdiği mutluluktan daha fazla olduğunu göstermiştir.
Bu durum, bizi aşırı temkinli yapabilir ve daha iyi fırsatları kaçırmamıza neden olabilir. Örneğin, mevcut işinizden memnun olmadığınız halde, daha iyi bir fırsat karşısında riske girmemek için o işte kalmayı seçebilirsiniz. Çünkü kaybetme korkusu, kazanç ihtimalinden daha baskın gelir.
Statüko yanlılığı
Statüko yanlılığı ise mevcut durumu değiştirmektense, aynı şekilde devam etmeyi tercih etme halidir. Bunun sebebi belirsizlik ve değişikliğin riskli gelmesidir.
Değişim korkusu veya endişesi, mevcut durumun düzenlenmesine yol açar. Bazen kötü bir durumda kalmak, yenilik yapmaktan daha kolay gelir. Değişim korkusu ve değişim kaygısı, mevcut duruma koruma eğilimini arttırır. Örneğin, kariyer değiştirme kararı sırasında mevcut işimizde çalışmayı sürdürmeyi tercih edebiliriz.
Karamsarlık önyargısı
Karamsarlık önyargısı, gelecekte olacak olayları olduğundan daha olumsuz değerlendirme eğilimidir. Örneğin, bir iş görüşmesinden çıktığınızda her şeyin kötü geçtiğini düşünebilir ancak karşı tarafın görüşlerinizden etkilendiğini fark etmeyebilirsiniz. Bu önyargı, genellikle karar süreçlerinde güvenimizi sarsarak daha fazla hata yapmamıza yol açar.
Diğer karar tuzakları
Temel yükleme hatası da bir başka karar tuzağıdır. İnsanlar başkalarının davranışlarını değerlendirirken durumsal faktörleri göz ardı edip, davranışı kişisel özelliklere dayandırma eğilimindedir. Örneğin, bir iş arkadaşınızın projede başarısız olduğunu gördüğünüzde, onun beceriksiz olduğunu düşünebilirsiniz, oysa arka planda teknik sorunlar ya da dışsal engeller olabilir.
Erken optimizasyon tuzağı da henüz tam olarak ihtiyaçlar belirlenmeden mükemmel çözümü bulmaya çalışmak anlamına gelir. Örneğin, bir projeye başlarken, henüz netleşmeyen kriterlere göre hızlıca plan yapmanız, ileride bu planın işlevsiz kalmasına neden olabilir. Bu yüzden, süreç ilerledikçe ihtiyaçlar netleştikçe kararları optimize etmek daha doğru olabilir.
Karar vermenin matematiği ne?
Verilen her kararda aslında beklenen değer denilen bir matematiksel yapı vardır.
Herhangi bir kararın olası sonuçları ve bu sonuçların gerçekleşme olasılıkları üzerinden hareket ederek, gelecekte ne kadar kazanç ya da kayıp elde edeceğimizi hesaplayabiliriz. Ancak bu teori her zaman insanların gerçek hayattaki davranışlarını tam olarak yansıtmaz. Matematiksel hesaplamalar her zaman duygularımızla uyumlu çalışmaz çünkü insanlar sadece mantıkla değil, duygularla da karar verirler.
Örneğin, bir piyango bileti aldığınızda kazanma olasılığınız son derece düşük olabilir, ancak büyük ikramiye ihtimali insanları bu riski almaya iter. Bu durumda, beklenen değer düşük olsa bile, insanlar olası kazancı göz önünde bulundurarak risk almayı seçebilirler.
Beklenen değer teorisine göre, bir kararı alırken sadece kazanç ihtimaline değil, bu ihtimalin gerçekleşme olasılığına da bakmanız gerekir. Ancak çoğu insan, bu tür hesaplamalar yapmadan duygusal olarak hareket eder. Kazanma ihtimali ne kadar düşük olursa olsun, potansiyel kazanç onları harekete geçirir. Matematiksel olarak düşük riskli bir seçenek daha avantajlı olabilir, ancak duygusal olarak büyük kazanç ihtimali bizi risk almaya teşvik eder.
Seçeneklerin çoğalması karar verme sürecimizi nasıl etkiliyor?
Hiç market raflarında onlarca çeşit ürün arasında dakikalarca karar veremediğiniz oldu mu?
Modern dünyada seçeneklerin çoğalması, karar verme süreçlerimizi hem kolaylaştırıyor hem de zorlaştırıyor. Bir yandan, daha fazla seçeneğimiz olduğunda, bize en uygun olanı bulma ihtimalimiz artar. Ancak öte yandan, tercih paradoksu[1] olarak bilinen bir kavram devreye girer; seçenekler arttıkça, karar vermek daha zor hale gelir, en iyisini seçememe korkusu yaşarız ve sonunda aldığımız karardan memnuniyetimiz azalır. Yanlış karar verme ihtimali arttıkça, bu süreç stresli bir hale gelir.
Bu durum, özellikle teknoloji çağında daha da belirgin hale geldi. Online alışveriş sitelerinde binlerce ürün arasından seçim yapmaya çalışmak, kafa karışıklığı ve karar yorgunluğuna yol açabilir. Bu yüzden, seçeneklerin çoğalması bizi yavaşlatabilir ve hatta karar verememe noktasına getirebilir.
İnsan beyni, sınırlı seçenekler arasında daha mutlu olur ve karar vermede daha rahat davranır. Ancak seçeneklerin artması her zaman kötü değildir. Bazen, daha fazla seçenek bize gerçekten en uygun olanı bulma şansı sunar. Önemli olan, fazla seçenek karşısında nasıl bir strateji izlediğimizdir.
Karar alma süreçlerimizi nasıl daha verimli hale getirebiliriz?
Karar alma süreçlerini daha verimli hale getirmek için birkaç strateji önerilebilir.
İlk adım, öncelik belirlemektir. Tüm seçenekleri aynı anda değerlendirmek yerine sizin için neyin önemli olduğuna odaklanmak süreci hızlandırır. Örneğin, bir tatil planlarken konaklama mı, bütçe mi yoksa eğlence mi daha önemli? Bu önceliklere göre seçenekleri daraltmak karar sürecini daha yönetilebilir kılar. Karşılaştığınız her seçenekte aynı derecede düşünmek yerine, gerçekten neyin önemli olduğunu belirleyip, o doğrultuda kararlar alabilirsiniz.
Seçenekleri sınırlamak da etkili bir strateji olabilir. Örneğin, bir kıyafet mağazasında alışveriş yaparken, ilk başta sadece belli bir renk ya da fiyat aralığındaki ürünlere bakmak, karar verme sürecini hızlandırabilir.
Karar yorgunluğunun önlenmesi de önemlidir. Gün boyunca birçok küçük karar almak, zihinsel enerjimizi tüketir. Bu nedenle, büyük ve önemli kararların günün erken saatlerinde alınması daha faydalı olabilir. Ayrıca bazı rutinler için oluşan karar verme süreçlerini otomatikleştirmek de faydalı olabilir. Bu sayede her gün tekrarlayan küçük kararlardan kurtulup zihinsel enerjimizi daha önemli kararlara yönlendirebiliriz.
Bilgi yüklemesinden de kaçınmak gerekir. Sonsuz sayıda veriyi toplamak sizi daha bilgili yapmaz, aksine kararsızlığa sürükler. Yeterince bilgi topladığınızda durmayı bilmeli ve karar vermelisiniz. Her zaman daha fazla bilgiye ulaşmaya çalışmak karar almayı ertelemekten başka bir işe yaramaz. Mükemmelin peşinde koşmak, karar alma süreçlerini uzatır ve hatta hiç karar alamamaya yol açabilir.
“Yeterince iyi, yeterince iyidir” ilkesi karar alma süreçlerini daha verimli hale getirmek için göz önünde bulundurabileceğimiz stratejilerden biridir. Mükemmeliyetçilik işleri bitirmeyi zorlaştırabilir. Örneğin, bir sunumu hazırlarken her ayrıntıyı mükemmel yapmak yerine, ana mesajınızı net bir şekilde ilettiğinizden emin olmanız yeterli olabilir.
Parkinson Yasası da verimliliği artırmada etkili bir yöntemdir. Bu yasa, işlerin kendilerine ayrılan süre kadar genişlediğini ifade eder. Yani, bir işi bitirmek için kendinize sınırsız zaman tanırsanız, o iş gereğinden fazla uzar. Oysa belirli bir zaman sınırı koyduğunuzda, işi daha hızlı ve etkin bir şekilde tamamlayabilirsiniz. Örneğin, bir raporu yazmak için sadece bir gününüz olduğunu düşünün; o süre zarfında gereksiz ayrıntılara takılmadan, en önemli bilgileri öne çıkarmaya odaklanırsınız.
Karar verme sürecinde ön taahhüt de faydalı olabilir. Gelecekteki seçeneklerinizi kasıtlı olarak sınırlamak, sizi kararsızlıklardan kurtarır. Örneğin, spor yapmayı hayatınıza entegre etmek istiyorsanız, haftanın belirli günlerinde belirli saatlerde bu aktiviteyi sabitlemek, o gün geldiğinde sporu sorgulamanızın önüne geçer.
Duygularınızı da hesaba katmayı unutmayın. Duygularımızın karar verme üzerindeki etkisini fark etmek, bilinçli seçimler yapmamıza yardımcı olur. Örneğin, bir iş teklifini değerlendirirken sadece maaş ve kariyer imkanlarına odaklanmak yerine, bu işin size nasıl hissettirdiğini de göz önünde bulundurmak, daha dengeli ve tatmin edici bir karar vermenizi sağlar.
Son olarak, kişisel mesafe oluşturmak, kararlarınıza dışarıdan bir gözle bakmanıza yardımcı olabilir. Bu mesafe, duygusal açıdan daha soğukkanlı ve mantıklı kararlar almanızı sağlar. Başlangıç noktası, iç gözlem zamanlarında ikinci şahıs zamirini (“sen”) kullanarak ya da kendiniz hakkında düşünürken birinci şahıs zamiri (“ben”) yerine kendi adınızı (örneğin “Ali”) kullanarak kişisel mesafeyi artırabilirsiniz. Basketbol oyuncusu LeBron James eski takımından ayrılma kararını anlatırken kullandığı aşağıdaki ifade kişisel mesafe oluşturmaya, kendini mesafelendirmeye güzel bir örnektir.
“Duygusal bir karar vermek istemedim. LeBron James için en iyi olanı ve onu mutlu edecek olanı yapmak istedim.”
Karar verme, hayatımızın her alanında karşılaştığımız karmaşık bir durumdur. Bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde seçimler, yaşamımızı şekillendirir. Bununla birlikte, karar tuzaklar dediğimiz bilişsel önyargılarımızın ve seçeneklerin çokluğunun kararlarımızın nasıl devam edeceğini bilmek, bu süreci daha iyi yönetmemize yardımcı olabilir. Unutmayın, en iyi karar her zaman mükemmel olan değil, yeterince iyi olandır.
Kaynakça ve İleri Okumalar
Kahneman, D. (2018). Hızlı ve yavaş düşünme (9. b.). F. Deniztekin, ve OÇ Deniztekin, Çev.) İstanbul: Varlık Yayınları.
Kahneman, D. (2011). Thinking, Fast and Slow. Farrar, Straus and Giroux.
Schwartz, B., & Odabaş, Ş. (2008). Bolluk paradoksu: çok seçenek özgürlük mü mutsuzluk mu?. MediaCat.
Evans, J. St. B. T. (2008). Dual-Process Accounts of Reasoning, Judgment, and Social Cognition. Annual Review of Psychology, 59, 255-278.
Krueger, J. & Clement, R. W. (1994). The Truly False Consensus Effect: An Ineradicable and Egocentric Bias in Social Perception. Journal of Personality and Social Psychology, 67(4), 596-610.
Ross, L. & Ward, A. (1996). Naive Realism in Everyday Life: Implications for Social Conflict and Misunderstanding. In T. Brown, E. Reed, & E. Turiel (Eds.), Values and Knowledge. Lawrence Erlbaum Associates.
Thaler, R. H. & Sunstein, C. R. (2008). Nudge: Improving Decisions About Health, Wealth, and Happiness. Yale University Press.
Thaler, R. H., & Sunstein, C. R. (2019). Dürtme. İstanbul: Pegasus Yayınları.
Gigerenzer, G. (2007). Gut Feelings: The Intelligence of the Unconscious. Viking.
Bazerman, M. H. & Moore, D. A. (2009). Judgment in Managerial Decision Making. Wiley.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 29 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.
[1] Psikolog Barry Schwartz Seçim Paradoksu adlı kitabında bu kavramı anlatır.