Aristo, Farabi, İhvan al-Safa, İbni Haldun gibi filozoflar astrolojiyi tabi ve riyazi (matematikle ilgili) ilimler kategorisinde değerlendirmişlerdi. Kadım düşünürler kadar günümüz bilim insanları da jeomanyetik değişikliklerin Güneş ve gezegenlerle ilişkisini araştırdılar ve bu ilişkinin Dünya’daki olaylarla korelasyonunu ve her şeyin temelinde duran insanoğlunun yapısını nasıl etkilediğini açıklayan teoriler ortaya koydular. Ancak “Astroloji bilim midir, değil midir?” tartışması ve astrolojinin işleyiş mekanizmasına dair sorular hiç bitmedi. Yeni bilimsel veriler ve yaşadığımız evrensel dönüşüm insanoğlunu farklı bir idrak aşamasına götürürken astrolojinin işleyiş mekanizmasına yönelik sorulara yanıt arayalım.
Tarihte biraz geriye giderek başlayalım.
M.Ö. 570 – M.Ö. 495 yılları arasında yaşamış olan İyonyalı filozof ve matematikçi Pisagor, gezegenlerin yörüngelerinde matematiksel bir uyum oluştuğunu ve gezegenler arasındaki uzaklıkların müzikal aralıklara tekabül ettiğini bulmuştu. Aristo, astrolojiyi tabi ilimlerin yedi kolundan biri sayarak tıp ve kimya gibi ilimlerin arasına koymuştu.
8. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar Müslüman düşünür ve filozlar, tıp, astronomi ve matematiğin yanı sıra astroloji alanında da önemli gelişmeler kaydetmiş ve bu konuda Arapça eserlere imza atmışlardı. Osmanlı döneminde astronomi ve astroloji çalışmalarında Uluğ Bey’in Semerkant’ta kurduğu rasathanede yetişen bilim insanlarının yeri önemliydi. Ali Kuşçu, Takiyüddin er-Raşid gibi bilim insanları astronominin yanı sıra astroloji ile de ilgilenmişlerdi.
Rönesans döneminde astroloji çalışmalarıyla öne çıkan önemli isimler arasında bugünün matematiğine öncülük etmiş kişi olan matematikçi, fizikçi, astrolog ve hekim Gerolamo Cardano, astrolojinin geçerliliğine inanmış ve onu reforme etmeye çalışmış bilim insanı, matematikçi ve astrolog Johannes Kepler ve logaritmayı bulan ünlü matematikçi John Napier bulunmaktaydı.
Gökyüzünün işaretlerini okuma sanatı
Doğu ve Batı düşünce dünyasının en büyük alimlerinden biri olarak kabul edilen Muhyiddin İbnü’l Arabi astrolojiyi “Alemin sembolik dili” olarak tanımlıyordu. Ona göre alemin sembolik dilini bilen, aleme arif olup nesneleri okuyabilirdi çünkü evren “büyük kitap”tı.
Büyük mutasavvıflardan Azizüddin Nesefi’nin “Kâmil İnsan” tarifiyse şöyledir: İyi sözler, iyi hareketler, iyi ahlak ve bilgi. Burada sözü edilen bilgi sadece teknolojik veya bilimsel konularla sınırlı değildir, aynı zamanda; Yaradan’ı ve eserlerini anlayıp idrak etmeyi, kâinatın işleyiş kurallarını öğrenmeyi, tekamülün amacının farkında olmayı, ona bilinçli bir şekilde katılmayı ve hizmet etmeyi de kapsar. İnsanın ruhunu tatmin edecek ve içindeki boşluğu dolduracak olan şey de işte budur. Evrenin ve alemlerin hareketlerini ve bunların dünyamızdaki hayatla bağlarını düzenleyen, hayatın manasını ve amacını kavramaya yardımcı olan, insanın karanlık yolunu aydınlatan ilahi kanunların farkına varmak çok önemlidir.
Eski alimlere göre astroloji, insani olanı kavrama, ilahi olanla bağlantıya geçme ve sonuç olarak onu idrak edebilme sanatıdır. Antik dönem, Ortaçağ ve Rönesans astronomlarının hepsi birer klasik astrolog idi, klasik dönem alimleri kendilerini “ilahi bilime” adamışlardı ve astrolojiyi bir “sanat” olarak görüyorlardı.
İlahi düzenin farkına varmayı sağlayacak önemli öğretilerden biri olan astroloji, gökyüzündeki gezegen hareketleri ile insan yaşamı arasında ilişki sağlayan bir sanattır. Güneş, Ay, gezegenler ve dünyadaki hayat arasındaki matematik temelli etkileşimi inceler. Kişiye ait olayları ele aldığı gibi, tarihsel, politik ve ekonomik olayları da ele alır.
Kökleri ve uygulamaları antik dönemlerden bugüne dek hemen her kültürü etkilemiş ilahi bilim astrolojinin doğuşu gökyüzü oluşumlarının gözlemlenmesine uzanır ve özünde de gözleme dayanır. Şüphesiz gezegenlerin üzerimizde etkileri vardır. Zira, evrende her şey birbiriyle etkileşim içerisindedir. Fakat astrolojiye daha ziyade, insanoğlunun yürüdüğü kadersel yolda, karşısına çıkması beklenen kadersel olayları önceden işaret ettiğini düşünerek yaklaşmak daha doğru olacaktır. Aslında başımıza gelen iyi veya kötü şeyleri gezegenlerin yaptığını değil, onların sadece olmuş, olmakta ve olacak olanı işaret ediyor olduklarını görmek gerekir. İşte astroloji, bu yüzden gökyüzünün işaretlerini okuma sanatı olarak nitelendirilir.
Tıbbi astroloji
Astrolojinin en eski branşları olarak tıbbi astrolojiden ve astrometeorolojiden söz etmek mümkün.
Orta Çağ’ın başlarında, astrolojiyi çekici kılan şeylerden biri insan yaşamının her yönüne tatbik edilebilir olmasıydı. Bunlardan biri de tıptı. 18. yüzyıla kadar, bazı üniversitelerde astroloji sınavını geçmeden doktor unvanı almak imkansızdı ve gezegen pozisyonlarının tanı ve teşhiste kullanılması yaygındı.
Genel uygulama, hastanın yatağa düştüğü an için bir harita oluşturulmasıydı. Haritanın belirli kaideler doğrultusunda incelenmesi, doktorlara hastalığın kaynağını, muhtemel nedenlerini ve hangi ilaçların verilmesinin uygun olacağını belirleme imkânı sağlıyordu. Bu dönemde birçok Avrupa ülkesinde astroloji kürsüleri kuruldu.
Orta Çağ’da Araplar tarafından geliştirilen Seçim Astrolojisi tekniği (Electional Astrology) çoğunlukla tıp doktorları tarafından, ilaç vermek, ameliyat yapmak, bir hastayı yataktan kaldırmak için uygun anı bulmakta kullanılıyordu.
Pandemiler ve astroloji
Epidemiyologlar hastalıkları modellemeye başlamadan önce bu astrologların işiydi. Influenza kelimesi Latince influentia “etki” kelimesinden türemiştir. “Influenza” yani “Grip” terimi, solunum hastalığının yıldızların etkisinin bir ürünü olduğu fikrinden üremiştir.
2019’dan 2020’ye geçmek üzere olduğumuz yılın son günlerinde katıldığım Teke Tek programında salgın riski üzerine uyarı yapmıştım, henüz hiçbir belirti yoktu. Daha sonra COVID-19 pandemisi yaşanınca, geçmiş salgınların gezegen pozisyonlarıyla bağlantısı üzerine bir araştırma yaptım ve kitlesel salgınlarla Jüpiter-Plüton kavuşumları arasındaki bağlantıya ulaştım. İki gezegen arasındaki kavuşumun ilkini bu yıl 5 Nisan’da, ikincisini 30 Haziran’da, üçüncü ve sonuncusunu da 13 Kasım’da yaşadık, aynı tarihlerde de salgın ve vakaların zirve yaptığına şahit olduk. Dolayısıyla uzun zamandır uyardığım gibi, en kritik aşamalardan geçiyoruz.
Meslektaşım Chris Brennan’ın hazırladığı grafik de ABD’deki COVID-19 zirveleri ile gezegen kavuşumlarının ve açılarının astrolojik öngörülerdeki etkisini ortaya koyuyor.
Astrometeoroloji ve tarım
Kültürler binlerce yıldır Ay fazlarının izini sürmüş ve uzun-dönem hava durumunu bu şekilde öngörmüş, buna göre plan yapmışlardır. Hava durumu da aslında atmosfer gelgitleridir, Ay’ın çekim gücüyle ortaya çıkar. Ay’ın gelgit etkisi gezegenimizdeki katı, sıvı ve gaz şeklindeki her şeye etki eder. Eski kültürler binlerce yıl besinlerini büyütüp biçmek için Ay’ı temel alan astronomik takvimler kullanırlardı.
İnsanoğlu, eski çağlardan beri avcılık, çiftçilik gibi alanlarda göksel değişimlerden, en çok da Ay fazlarından istifade etmiştir. Eski çiftçiler toprağı Ay fazına ya da gezegen açılarına göre ekip biçerdi.
Astroloji ile hava durumu tahmini insanoğlunun bilinen en eski bilimlerindendir ve yüzyıllardır hava durumu öngörülerini yapanlar klasik astrologlardı. Amerikan Astrologlar Akademisi’nin eski başkanlarından John McCormack da çalışmalarıyla astrometeorolojiyi 20. yüzyıla taşımıştır. McCormack’ın güncelleştirdiği hava durumu öngörüleri teknikleri temel alınarak yapılan Astronomik Hava Durumu Öngörüsü Teorisi ve Uygulaması, ABD’deki Hava Durumu Bürosu’nun Uzun Dönem Hava Durumu Görünümleri ile karşılaştırılarak test edilmiş, gezegen güçleri dikkate alınan öngörüler %94 oranında doğru çıkmıştır.
Astrolojik haritalarımız ve biyo-alanlar
İnsanlar yüzyıllardır bireysel insan davranışları ve gezegen pozisyonları arasında bir bağlantı olduğunu fark etmişlerdir. Astrologların yüzyıllar boyunca yaptığı belki de en önemli iş, gezegenlerin birbirinden farklı etkilerini tanımlamak, kategorize etmek olmuştur. Böylelikle belirli gezegen etkilerinin ve kombinasyonlarının belirli davranış kalıplarına neden olduğunun bilinmesi ile hangi türde olaylarla karşılaşılabileceği tahmin edilebilir.
Astrolojik haritalarımız bize aynı Kirlian fotoğraflarında görüldüğü gibi birbirimizden farklı biyo-alanlarımız olduğunu gösterir. Bu nedenle belirli gezegen kombinasyonlarına bazılarımız diğerlerinden daha farklı tepki verir ve farklı düzeylerde etkileniriz.
Göksel cisimlerin hareketlerini izleyenler, dışsal cisimlerle insanlardaki değişimlerin bağlantılı olduğunu fark ederler. Şüphesiz bu bağlamda en dikkat çekici gök cismi Ay’dır. Çevremizde milyarlarca yıldız, gezegen ve gök cismi vardır ve hepsi evrenin yapısının mükemmel tasarımı sayesinde bir denge durumu içindedirler. Bu hassas dengede meydana gelen değişiklikler haliyle bizi de etkiler.
Ay insanı nasıl etkiler?
Bulunduğumuz Güneş Sistemi içerisinde en belirgin etkiler Ay ve Güneş nedenlidir. Buna örnek olarak gelgit etkisini verebiliriz. Bu; Ay’ın Dünya’nın çevresindeki eliptik yolundan ve Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki 24 saatlik döngüsünden kaynaklanır. Yalnızca bu mekanizma nedeni ile bile Ay insanın günlük işleyişini etkiler. Bunun yanı sıra bilmediğimiz bir mekanizmayla tüm canlıların biyolojik saatini ve zihinsel tavırlarını da etkiler. Ay’ın Dünya üzerindeki çekim gücü Güneş’inkinin yaklaşık iki buçuk katıdır ve sadece bu özelliğiyle bile günlük hayatımız üzerinde ne denli etkin olduğunu anlayabiliriz. Ay’ın etkisi altında tüm insan, hayvan ve bitkiler değişime uğrarlar.
Dolunay döneminde Dünya’nın alanında ekstra iyonizasyon yani bir nevi hal değişimi olur ve biyolojik hayat daha fazla etkilenir. Bu esnada pozitif iyon girişi geçici olarak daha fazla olduğundan, insanlar ve hayvanlar üzerinde yarattığı etki daha fazla ve rahatsız edicidir.
Bazı bilim insanları dolunay zamanlarında geniş bir elektromanyetik dalga yelpazesinin insanı sürekli bir bombardımana tuttuğunu ifade eder. Dünya negatif yüklüdür ama dolunayda pozitif yüklenir çünkü Ay, Güneş’in enerjisini Dünya’ya yansıtır. İnsanlar da negatif yüklü oldukları için bu değişiklikten etkilenirler ve bu bazı kişilerde rahatsızlığa neden olur.
Huzursuz mizaçlı kişiler de bu durum diğerlerinden daha abartılı tepkiler vermeye sebep olabilir. Şiddete meyilli insanlar şiddet içeren eylemlere yönelebilirler. Dolunay zamanlarında intiharların, psikozların, trafik kazalarının ve kalp krizi nedenli ölümlerin arttığına yönelik bulgular olmakla birlikte bu konu halihazırda üzerine çalışılmayı bekliyor.
Astrolojinin “bilimsel” temelleri
Astrofizik ve kozmik manyetizma alanında saygın bir otorite olan İngiltere Playmouth Üniversitesi’nden gökbilimci/astrofizikçi Dr. Percy Seymour bir röportajında,1 Güneş, Ay ve diğer gezegenlerin etkilerini manyetik sinyaller aracılığı ile bize ilettiğini ifade etmiştir. Evrenin her yerinde mevcut olan manyetizmanın, tüm Dünya üzerinde insanlar da dahil olmak üzere, birçok sayıda canlının biyolojik döngülerini etkilediği bilinmektedir. Seymour’ın çok bağlantılı teorisi, gezegenlerin Güneş’teki gazların dalgalanmasını artırdığını, Güneş lekelerine ve partikül emisyonuna neden olduğunu ve bunların daha sonra Dünya’nın manyetosferine çarparak tıpkı bir zil gibi çaldıklarını öne sürer. Bu gezegenlere ait manyetik sinyaller daha sonra anne karnındaki fetusun sinir ağları tarafından algılanarak bebeğin doğumunu haber verir.
Seymour’un teorisine göre, astroloji bedene yönelik manyetik etkilere dayanır, astrolojik etkiler Güneş’in Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerle ilişkili manyetik aktivitesi ile ilişkilidir. Bebek de doğduğunda; Güneş’in manyetik alanından dolaylı olarak etkilenen Dünya’nın manyetik alanından etkilenir. Doğum sırasında bebeğin algısal sinir sistemi aktive olur, tüm sinir sistemi hücresel düzeyde jeomanyetik olarak kodlanır.
Dr. Jane Blizard’ın NASA için 1960’lı yıllarda yaptığı araştırmanın2 sonuçlarına göre, gezegenler arası kavuşum, karşıt ve bazı 90 derecelik dizilimler Güneş’te şiddetli bozulmalara yol açar. Teori aynı zamanda Güneş alanının kabaca 11 yılda bir kez gerçekleşen düzenli manyetik değişimlerinin Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’ün çekim etkileri nedeniyle oluştuğunu da ileri sürer. Güneş, on yıldan uzun periyodlarla Güneş Sistemi kütlesinin ortak merkezine ilerler ve bunun da ana nedeni Jüpiter ve Satürn’ün çekimidir. Güneş sistemi kütlesinin ortak merkezini haşin bir şekilde çeken Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün, Güneş’in manyetik alanının değişmesine ya da bir yönden diğerine dönmesine neden olan küçük girdap akımlarına neden olurlar. Bu dört gezegen Güneş’in manyetik alanının yön değiştirmesine neden olduğu ve Güneş ekvatorunun kutuplarından daha hızlı döndüğü için bu güç hatları kanallara dönüşür. Sonra bütün gezegenler sırasıyla Güneş’in manyetik kanallarını bozmada rol oynayabilir. Böylelikle bazı gezegenlerin Dünya’nın manyetik alanını doğrudan etkilediği ortaya çıkar.
Gezegen dizilimlerinin yarattığı etkiler üzerine açıklamalar 1950’lerden itibaren dikkat çekici bir şekilde artmıştır. İstatistikçi ve fizikçi Michel Gauquelin’in Kozmik Saatler kitabında, yukarıda sözünü ettiğimiz çeşitli gezegen konfigürasyonlarının radyo sinyallerinin alınmasında bozukluğa yol açtığı yazar. California Teknoloji Enstitüsü’nden J.A. Roberts’da 1963’te Gezegen Bilimleri Araştırma dergisindeki makalesinde, Venüs, Jüpiter ve Satürn’ün Dünya tarafından alınan güçlü radyo dalgalarının kaynağı olduğunu ifade etmiştir.
Astrolojinin istatikselliği
Astrolojik hipotezleri istatistiksel olarak test etmeye yönelik çalışmalarıyla dikkat çeken Fransız istatistikçiler Michel ve Françoise Gauquelin’in çalışmalarının olumlu sonuçları ve başkalarının da aynı sonuçları elde etmesi, astroloji geleneğine muazzam bir referans noktası sağlamış, astrolojinin egemen modern dünya görüşüyle daha doğrudan bir etkileşime girmesine yol açmıştır.
Michel Gauquelin astrolojinin geçerliliği konusunda oldukça şüpheciydi. Kişilerin meslek seçimi ve doğum haritaları arasında bir ilişki olup olmadığını araştırdı.3 Benzer mesleklerdeki insanların doğum haritalarının kritik yerlerinde benzer gezegenlerin olduğunu gördü, bu veri istatistiksel olarak da çok barizdi. Üstelik bulgulara göre mesleğinde daha başarılı olan kişilerde bu çok daha belirgindi. Gauquelin buna “Doruk Teorisi” (Theory of eminence) adını verdi.
Gauquelin aynı zamanda insanların biyolojik saatlerinin gezegenler ile bağlantılı olduğuna dayanan çalışmalar da yapmıştır. Anne-babanın ve çocuklarının doğum haritalarındaki vurucu gezegen benzerliklerini gösteren Gauquelin’in bu çalışmaları günümüzdeki astroloji çalışmalarına en büyük bilimsel kanıtı sunar. Astrolojiye hiç sıcak bakmayanlar bile Gauquelin’in araştırmalarını göz ardı edememişlerdir. Bunlardan biri olan psikolog Hans Eysenck (David Nias ile birlikte Astroloji: Bilim mi Hurafe mi? kitabını yazmıştır) Gauquelin’in araştırmalarını derinlemesine inceledikten sonra şöyle demiştir: “Sırf hoşumuza gitmiyor ya da bilimin günümüzdeki kurallarıyla örtüşmüyor diye bu sonuçları silip atamayız. Belki de alenen yeni bir bilimin doğmakta olduğunu ilan etme zamanı gelmiştir.”
Astrolojiyi çürütme çabaları boşa gitmiştir
Her disipline eleştiri yapılabilir. Ama bu eleştirileri yapanlar, eleştiri yaptıkları konu üzerinde etraflıca çalışma yapmış olmalıdır. Aksi takdirde yapılan eleştiri abesle iştigalden öteye geçemez. Çok değerli bir bilim insanı olan Isaac Newton, astroloji çalıştığı için kendisini eleştiren bir meslektaşına şöyle demişti: “Beyefendi, ben konuyu etüt ettim, siz ise bunu yapmadınız!”
Astrolojiye çürütme gayretleri her dönemde olduğu gibi son dönemde de olmuştur. Gaugelin’in çalışmalarına en yoğun eleştiri ve saldırı bilim insanlarından gelmiştir.
Kendine has bir metodolojisi olan astrolojinin çalışma mekanizmalarını henüz günümüz bilimi izah edebilir durumda değil. Ama insanoğlu evrenin yasalarını giderek daha iyi idrak ediyor ve görünen o ki önümüzdeki yaklaşık 200 yıllık süreçte bu çok daha hızlanacak.
Bizim neslimiz yeni bir düzenin başlangıcına şahit olmak üzere. İnsanoğlunun sadece maddi olana ağırlık vererek kurduğu düzen artık sona eriyor. Jüpiter ve Satürn gezegenlerinin 21 Aralık 2020’de Kova burcundaki kavuşumuyla birlikte, hava elementi burçlarındaki kavuşumları dönemine giriyoruz. Buna Büyük Mutasyon deniyor. Toprak elementindeki son mutasyon bizi Endüstri Devrimi’ne itmişti, şimdi de böylesi bir devrim dönemine giriyoruz. Bu kez topraktan havaya geçiyoruz yani bakışımızı yerden göğe çeviriyoruz. Mutlak gerçeklik anlayışından olasılıklar evrenine yelken açıyoruz. Jüpiter ve Satürn’ün toprak elementindeki 200 yıllık döngüsünü tamamlıyoruz ve 200 yıllık hava elementi döngüsüne giriyoruz.
Bir önceki Büyük Mutasyon dönemi Jüpiter ve Satürn’ün 5 Mart 1226’da Kova burcundaki kavuşumuyla başlamıştı. Yeni olan her şeyin reddedilmesine dair geleneksel zihniyetin terk edilmesine sebep olan bu dönemin değerlerinde bir değişimin gerçekleştiğini gösteren en önemli işaret yaşanan reformlar ve Rönesans olmuştu. Avrupa’da üniversiteler açılmıştı. Bu süreçte astroloji değer görmüş, bilimin doğal bir sonucu olarak ele alınmıştı. Bologna Üniversitesi’nden matematikçi, astronom ve astrolog Guido Bonatti’nin yazdığı Liber Astronomiae kitabı 13.yüzyılda entelektüel camianın astrolojiye olan ilgisini arttırmıştı. Önümüzdeki dönemde astrolojiye kuşkucu veya küçümser bakanların da bu bakış açıları değişmek durumunda olacak. Astrolojiye “bilimsel değil” demenin modası geçmiş olacak; çünkü “bilimsel” teriminin tanımı değişmeye başlayacak.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 30 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.