Su, doğada katı, sıvı ve gaz hâllerinde görülebilen, kimyasal olarak 2 hidrojen ve 1 oksijen atomundan meydana gelen, canlılar için hayati öneme sahip bir “şey”.
Öyle bir şey ki, en küçük canlı organizmadan, en büyük canlı varlığa kadar bütün biyolojik hayatı ayakta tutuyor.
Dahası; insan organizmasının önemli bir kısmı su. Kan dolaşımının olabilmesi, vücudun zararlı maddelerini atabilmesi, iç zarlarının kurumadan görevini yapabilmesi için hep suya ihtiyaç var.
Deniyor ki, her insan, eğer aşırı terlemiyor yahut ishal değilse, günde en az 1,5 litre su içmeli.
Ancak biraz araştırınca farklı şeyler de söylendiğini görmeniz an meselesi.
Gudrun Heise, bu alandaki son gelişmeleri derleyip Deutsche Welle için yazmış.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
Yeni doğan bir bebeğin vücudunun yüzde 80’i su
“Bilinen altın kurala göre, bir insan oksijensiz üç dakika, beslenmeden otuz gün, ancak su içemeden ya da sıvı alımı yapmadan sadece üç gün yaşayabilir. Bedenimizin su olmadan işlevlerini görebilmesi mümkün değil.
Yeni doğan bir bebeğin vücudunun yaklaşık yüzde 80’i sudan oluşur. Yaşlandıkça, vücuttaki bu su içeriği giderek azalır ve daha sonra bu oran yaklaşık yüzde 60 seviyelerine düşer. Yağ hücreleri diğer vücut hücrelerine göre daha düşük su içeriğine sahiptir. Benzer şekilde, kilolu insanlar da zayıf olan kişilere göre daha az su oranına sahiplerdir. Kadınların da, erkeklere göre daha az su oranına sahip oldukları bilinmektedir.
Şurası kesin: Vücudumuza düzenli olarak içme yoluyla sıvı sağlamak hayatta kalmamız için hayati önem taşıyor.
Vücudumuzda bazı organlarımız aşırı miktarda su içerir. Örneğin gözlerimizin camsı yüzeyi yüzde 99 oranında sudan oluşur. Kaslarımız da öyle. Yüzde 80’lik bir oranla en fazla sıvı seviyesine sahip olan organlarımızdan.
Öte yandan, vücudumuza yeterli besin sağlayabilmek adına yapmamız gereken tek bir şey var, o da şu: su içmek, su içmek ve tekrar su içmek.
Su içmek bir zorunluluk
Vücudumuz, deri yolu ve diğer organlar vesilesiyle her gün yaklaşık iki litre sıvı kaybeder. Deri yoluyla sıvı kaybı özellikle sıcak havalarda yoğun biçimde yaşanır. Ancak benzer biçimde kuru ısıtma gibi iklim değişikliğine uğratılmış hava da bedenimizi susuz bırakabilir.
Vücudumuzu toksinlerden arındıran böbrekler, idrar yoluyla sıvı atar. Gün içerisinde yeteri kadar sıvı almadığımız takdirde, idrarımız yoğun sarı renkte olur. Şayet bu renk kahverengiye dönecek olursa, bu bir şeylerin yanlış gittiğine dair ciddi bir uyarı işaretidir. Sıvılar aynı zamanda, bağırsaklar yoluyla dışkı ile de atılır ve nefes aldığımızda da küçük damlacıklar şeklinde su kaybederiz.
Bu kayıpları telafi etmemiz ve bu nedenle her gün yaklaşık 1,5 ila 2 litre sıvı içmemiz gerekiyor. Fiziksel efor, spor, yüksek sıcaklıklar, ateş, kusma ve ishal sırasında gereksinim çok daha fazla artar. Ancak sıvı alımı demek, her zaman su içilmesi anlamına gelmez. Çorbalar, meyveler veya çeşitli sebzeler de vücut için iyidir ve depoların yenilenmesine yardımcı olur.
Bunun yapılması kesinlikle gereklidir, çünkü vücudumuz zaten daha yüzde bir ila iki oranında sıvı kaybında dahi sorun olduğuna dair ilk belirtileri göstermeye başlar. Yaklaşık yüzde yedilik bir kayıp sonrasında, hızlanan nabız ve yaşanılan kafa karışıklığıyla bedenimiz tehlikeli bir duruma düşer, çünkü vücuttaki tüm kimyasal reaksiyonlar ve işlemler için sıvıya ihtiyaç duyulur. Olası en kötü durumda, örneğin yüzde on ikilik bir sıvı kaybında şok durumu, hatta koma durumu bile yaşanılabilir.
Beynimiz kendini korumak için sıvıya ihtiyaç duyar
Beynimiz ve omuriliğimiz de sıvı olmadan çalışamaz. Tıbbi olarak “Liquor cerebrospinalis” olarak tanımlanan yaklaşık 140 mililitre sinir veya beyin sıvısına sahibiz. Bu sıvı beynimizin kafatası içerisinde yüzmesini sağlayan ve onu olası şoklardan koruyan şeffaf bir sıvıdır. Bedenimiz her gün bu sıvının yaklaşık yarım litresini kendi kendine oluşturur ve bu sıvı da gün içerisinde aktiviteler vesilesiyle tekrar bozulduğundan elbette yenilenmesi gerekir. Vücudumuzun acilen suya ihtiyacı olduğunun ilk belirtileri baş ağrısı ve baş dönmesi, ağız ve boğazda kuru mukus zarları ve muhtemelen yutma güçlüğüdür. Çabuk yoruluruz ve kendimizi halsiz hissederiz, ancak elbette tüm bu belirtiler yeterince sıvı alımıyla da ilişkilendirilemez.
Isı ve terleme yoluyla ek sıvı kaybında, dolaşımımızın başarısız olması ve bedenimizin hızlıca çökmesi de mümkündür. Vücut, kan basıncımız da yükseldiği için acilen bir şeyler içme zamanının gelip gelmediğini belirsiz olmayan bir şekilde söyler. Yeterli sıvı olmadan kanımız koyulaşır ve kan dolaşımını artık kolayca yapamayacak duruma gelir.
Yaş ilerledikçe insan suya daha az ihtiyaç duyar
Yaşlandıkça, daha az susuzluk hissederiz. Ayrıca yaşlı insanların yeterince su içmeyi unutması da nadir görülen bir durum değildir. Bu, baş dönmesine, kafa karışıklığına, bilinç bozukluğuna veya bilinç kaybına neden olabilir. Aşırı sıvı eksikliği varsa, doktorlar vücuda uygun miktarlarda serumla sıvı takviyesinde bulunabilirler.
Bununla birlikte, bazı yaşlı insanlar bilinçli olarak yeterince içmekten kaçınırlar, çünkü yaşlılık döneminde çoğu genç insanlar kadar idrar yapma dürtüsünü artık kontrol edemeyecek duruma düşmektedirler. İstemeden idrar kaçırma veya geceleri çok sık tuvalete gitme korkusu, pek çok kişinin çok az su içmesi veya hiç içmemesi anlamına gelir.
Ne zaman yüksek oranda sıvıya ihtiyaç duyarız?
İshal veya kusma durumu söz konusuysa, vücudumuzun günde minimum 1,5 litreden fazla suya ihtiyacı olur. Su dengesi mümkün olduğu kadar çabuk eski haline getirilmezse, vücut kurur. Örneğin idrar söktürücüler gibi belirli ilaçları alırken de çok fazla sıvı alınması gerekir. Bu tür ilaçlar idrar söktürücü etkiye sahiptirler ve örneğin ödemi, yani su tutulmasını önlemek için vücudu boşaltırlar.
Alkol, idrar söktürücü etkisi olduğu için vücudumuzu susuz bırakır. Böbrekler toksik maddeleri vücuttan atmaya çalışır, bu nedenle idrardan kurtulmak için sık sık tuvalete gitmemiz gerekir.
Alkol, hipotalamusta sözde vazopressin salınımının engellenmesini sağlar. Vazopressin böbreklerdeki su dengesini düzenleyen bir hormondur. Ancak vücutta bu önemli hormon yeterli miktarda yoksa böbreklerimiz çok fazla su salgılar. Su dengesi bozulur, her şey karışır.
İyi bir şeyin fazlası zararlı da olabilir
Birkaç saat içinde beş litre veya daha fazla su içecek olursak, bu da hayati tehlike oluşturabilir ve hiperhidrasyon, yani vücudun aşırı su alması ile sonuçlanabilir. Böbrekler artık bu derece büyük miktarda sıvıyı düzenleyemez ve vücuttan atmayı başaramaz. En kötü sonuçlardan bir ise beyin ödemi oluşumudur.
Örneğin su içme yarışmaları esnasında yüksek oranlarda sıvı yutulur. Bu durum bedenin çok fazla zorlanmasına neden olur. Böbrekler çalışmalarına ayak uyduramamakla kalmaz, tuz dengesi de bozulur. Bir vücudun bu kadar çok şeyle nasıl ve ne şekilde başa çıkabileceği yaşa, kiloya ve genel duruma bağlıdır. Aynı durum elbette sıvı alımı açısından da geçerlidir, burada bedenin nasıl tepki vereceğini sıvı alımının miktarı belirler.”
Bu yazı ilk kez 9 Haziran 2022’de yayımlanmıştır.