Batı toplumlarının toplumsal, siyasi ve ekonomik yaşamına hâkim olan liberal siyaset teorisi, bireyi ve bireysel özgürlüğü merkeze yerleştirir. Birey özgürse toplum özgürdür; birey mutluysa toplumsal ve siyasal yapı iyi işliyordur.
Bu düşünce, uzunca dönem toplum içindeki çeşitli ulusal veya kültürel farklılıklara karşı kör kalmıştır.
Çokkültürlülük düşüncesi ise toplum içinde azınlık konumundaki çeşitli etnik, ulusal veya kültürel farklılıkların toplumun çoğunluğu tarafından tanınmasıyla ve bu farklılıkların toplumsal huzursuzluğa yol açmaması için ne gibi önlemler alınması gerektiği ile ilgilenir.
Çokkültürlülük kuramının dönüşümünü ise üç aşamaya ayırabiliriz.
Birinci aşama çokkültürlülük, liberalizme yönelik cemaatçi kuramın eleştirisini desteklemek anlamına gelir. Nitekim cemaatçi düşünce, liberalizmi bireysel hak ve özgürlüklere fazlaca önem atfetmekle ve bireyin kimliğini oluşturan etnik veya ulusal kimlik ve kültür gibi toplumsal fenomenlere karşı kör kalmakla eleştirmiştir. Dolayısıyla bu aşamada çokkültürlülük, aşırı bireyselleşmenin toplumsal yaşam üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmaya çalışır. Basit bir ifadeyle, kendimizi yalnızca bireysel ya da kişisel özelliklerimizle değil, toplumsal kimliğimizle de tanımlamamız gerektiğini savunur. Böylece örneğin birey kendini yalnızca üniversite mezunu, zeki, çalışkan, hoşgörülü ya da orta boylu, kumral, yuvarlak yüzlü vb. kişisel özelliklerle tanımlamaz. Bunun yanı sıra Müslüman, Türk, Laz, Antepli, gibi kendinden olanlarla kendiliğinden duygusal bir yakınlık kurabildiği etnik, ulusal ya da kültürel kimliklerle de tanımlayabilir.
Çokkültürlülük liberalizme yenildi
Çokkültürlülüğün ikinci aşamasını, liberal bağlamda ortaya çıkan tartışmalar oluşturur. Tartışmaların odağında liberal değerlerle zaten bir sorunu olmayan Batılı toplumlardaki ulusal veya etnik farklılıklar vardır. Yani yukarıdaki örneğimizde kendini etnik, ulusal ya da kültürel kimliklerle tanımlayan birisinin aynı zamanda Batılı liberal değerleri de benimsediği kabul edilir. Bu açıdan çokkültürlülük, artık liberal toplumsal değerlerle daha uzlaşı halindedir. Sadece azınlıklara ulusal ya da kültürel kimliklerini toplumsal hayata daha iyi yansıtabilecekleri haklar tanınmasıyla ilgilenir. Bu anlamda örneğin Fransa’da yaşayan Cezayir göçmeni bir Müslümanın Cezayirli veya Müslüman kimliğini, Batının liberal değerleri ve bireysel yaşam kültürü içinde eritmiş olduğunu kabul eder. Bu anlamda aslında çokkültürlülük, ulusal aidiyet ya da ulusal kimlikten önce liberalizme yenilmiştir.
Azınlıkları adaletsizliklerden korumak
Çokkültürlülüğün üçüncü aşamasını ise ulus düşüncesi merkezli tartışmalar oluşturur. Buna göre Batılı demokrasilere özgü olduğu kabul edilen yurttaş milliyetçiliği düşüncesi[1], zannedildiği gibi etnik kimliğe karşı kayıtsız değildir. Dolayısıyla herhangi bir toplumun etnik veya kültürel çeşitliliğe sahip olması, onun tümüyle yurttaş milliyetçiliğine dayandığı anlamına gelmez. Bu açıdan bütün Batılı liberal demokrasiler, modernleşme sürecinde ortak bir etnik/ulusal kimlik, kültür ve dil yaratma ve ulusal kimliği bunlara dayandırma politikası izlemiştir. Örneğin Fransa Fransızların ülkesidir. Siyasi sınırları Fransızca konuşulan yerleri kapsar ve Fransızlar yalnızca Fransız devletine vergi öderler. Dolayısıyla Batılı toplumların ulusal kimlik ve aidiyet yaratma politikaları, “liberal-milliyetçi” uzlaşının bir parçasıdır. Yani örneğimizdeki Fransızlar, kendi başlarına liberal değerleri benimsemiş bireyler oldukları kadar milliyetçiliğin yarattığı Fransızlık bilincini de taşımaktadırlar. Liberalizm ve milliyetçilik arasındaki bu uzlaşının farkına varan çok sayıda çokkültürlülük kuramcısının katkılarıyla, ulusal aidiyeti ve ulus kimliğini önemseyen yeni bir çokkültürlülük düşüncesi ortaya çıkmıştır. Çokkültürlülüğün bu formülasyonunda temel soru, çoğunluğun baskın ulusal kimlik ve aidiyetinin azınlıklar açısından çeşitli adaletsizlikler ortaya çıkarıp çıkarmadığı ve çıkarması durumunda azınlıkların söz konusu adaletsizliklerden nasıl korunması gerektiğidir. Yani artık mesele, Fransa’da yaşayan Cezayirli Müslümanın bu kimliğini Fransız toplumu içinde ama Fransız kimliğine de tehdit oluşturmadan yaşayabilmesidir.
Çoğu kimse, miras aldıkları ulusal kimlik ve aidiyet duygularına bunların yok sayılmasına göz yumamayacak kadar bağlıdır. Dolayısıyla günümüzün çoğu çokkültürlülük kuramcısına göre çoğunluğun kimliği ve kültürü, azınlıkları dışlamadan çoklu kimliklere ve kültürlere izin vermeli ve bunlar birbiri ile uyum içinde olmalıdır. Ancak öte yandan, her halükârda azınlıklar, siyasal ve toplumsal hayattan belli ölçüde dışlanabilir. Bu dışlanmanın yaratacağı gerilimlerin çözülmesi ise son derece zordur. Yani bunca Fransız içinde bir avuç Cezayirli Müslüman nasıl hem Hristiyan Fransız toplumuyla uyum içinde ve onlara karşı bir tehdit oluşturmadan hem de Cezayirli Müslüman kimliğiyle yaşayabilecektir. Bu gibi sorunlara ilişkin tartışmalar, günümüzde çokkültürlülük tartışmalarının merkezinde yer alır. Bu tartışmalar ışığında günümüzün çokkültürlülük kuramı, ulus bilinci ve ulusal kimlik düşüncesiyle iç içe geçmiş bir toplum tasavvuruna sahiptir. “Kozmopolitan milliyetçilik”, “çoğulcu milliyetçilik”, çokkültürlü ulusal kimlik” ve “çokkültürlü milliyetçilik” gibi pek çok yeni tanımlama bu tasavvuru yansıtmaktadır. “Çokkültürlülüğün ulus merkezli yorumu” şeklinde tanımlayabileceğimiz bu yaklaşıma göre milliyetçilik hem ulusal bir kimlik oluşturmanın hem de farklılıkları tanıyarak birbiriyle uyumlu hale getirmenin bir aracı olabilir. Böylece çokkültürlülük ile milliyetçilik de birbiriyle uyumlu hale gelir. Tabii burada kastedilen milliyetçilik, dışlayıcı, ırkçı ya da şovenist milliyetçilik değil, ulusal kimliği ve aidiyeti temel alan fakat ötekine karşı düşmanca tutum göstermeyen, kapsayıcı milliyetçiliktir.
Nitekim bizatihi çokkültürlülük kavramındaki kültürden kasıt, zaten ulusal ya da etnik kimliğe dayalı bir kültürel kimliktir. Yani çokkültürlülüğün içindeki “kültür” hippi ya da rapci gibi yaşam tarzı ya da müzik zevkine dayalı bir kültür değil; Cezayirli, Fransız, Arap veya Türk gibi etnik veya ulusal kimliğe dayalı bir kültürdür. Dolayısıyla özünde bu farklı kimliklerin varlık sebebi olan milliyetçilik, pek tabii bu kimlikleri bir araya getiren çokkültürlü bir milliyetçilik de olabilir. Kısacası milliyetçilik, çokkültürlülük düşüncesinin kurucu unsurlarından birisi olabilir.
Hâkim ulusu korumak
Böylesi çokkültürlü bir toplumda öncelikle hâkim ulusal kimliğe dair bir koruma gereklidir. Nitekim toplumda yükselen kültürel çeşitlilik, dışlayıcı-milliyetçi tepkilere yol açabilir. Kültürel çeşitliliğin artması, insanlarda kimlik kaybı duygusuna yol açarak tepkisel bir savunma stratejisi olarak milliyetçiliğin yükselmesine yol açabilir. Dolayısıyla çoğunluk kültürü kendi kimliğini güvende hissetmezse azınlık grupların topluma entegrasyonu zaten mümkün olmayacaktır. Bu, ulus merkezli çokkültürlülük kuramının en temel argümanıdır.
İlk bakışta bunda bir çelişki var gibi görünmektedir. Fakat üçüncü aşama çokkültürlülüğe göre dışlayıcı, saldırgan ya da şovenist tarzda milliyetçiliğin çözümü milliyetçiliği toptan terk etmek değil, azınlıkların topluma entegrasyonuna imkân tanıyacak kapsayıcı bir milliyetçilik inşa etmektir. Böylece azınlıkların çoğunluk kültürüne uyumu ve entegrasyonu da milliyetçiliğin bir özelliği haline getirilmiş olur. Bu nedenle, çokkültürlü toplumlarda çeşitliliğe saygı duymanın ve imkân tanımanın yanı sıra bu çeşitliliği aynı çatı altında tutacak bir ulusal aidiyet duygusunun da oluşturulabilmesi için devlete daha fazla iş düşmektedir.
Örneğin günümüzde çokkültürlü toplumlara örnek gösterilen Avustralya, çoğunluğun ulusal kimliğinin etnik-milliyetçi yönlerinin liberal-demokratik yönlerini aşmasına izin vermeyecek şekilde politikalar gütmektedir. Avustralya özelinde yapılan bir araştırma[2] Avustralyalıların güçlü bir ulusal aidiyet duygusuna sahip olduklarını ama aynı zamanda kültürel farklılıkları da bir tür zenginlik olarak gördüklerini ve bu zenginliğin topluma faydalarının farkında olduklarını ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak milliyetçiliği dışlamayan çokkültürlülük düşüncesi, bu iki kavramı ortak bir noktada birleştirir. Bu bileşimde milliyetçilik ya da ulusal aidiyet dışlayıcı, şovenist, popülist vb. olumsuz sıfatlardan arındırılır. Böylece çoğunluk kültürün ulusal kimliğinden ödün vermeden ve azınlıkların kendi kimliğini ve kültürünü de tanıyarak bir arada yaşamanın formülü ortaya konmuş olur. Yani aslında başlangıçta bir ütopya gibi formüle edilen çokkültürlülük, son tahlilde ulus bilincinin ve ulusal aidiyetin toplumsal zeminini tanımak zorunda kalmış olur. Ancak öte yandan, çokkültürlü-milliyetçi toplumlarda milliyetçilik de dışlayıcı karakterinden arınmak zorunda bırakılır.
Peki bütün bu çerçeveyi Türkiye resmine uyarladığımızda nasıl bir tablo ortaya çıkar?
Suriyeliler meselesini tanımlamak
Öncelikle belirtmek gerekir ki Türkiye, Suriye’deki iç savaşın yol açtığı mülteci akınından önce de neredeyse her büyük toplum gibi çokkültürlü bir toplumdu. Ancak Suriyelilerin gelişi yeni bir uyum ve entegrasyon sorununu ortaya çıkarmış oldu. Zira çokkültürlülüğün esası, uyum ve entegrasyondur.[3] Azınlık gruplar ile çoğunluk toplum arasındaki uyum sorunlarının entegrasyon politikalarıyla aşılamadığı durumlarda toplumsal çatışma ve huzursuzluk halinin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Dolayısıyla “Suriyeliler” meselesine artık bir mülteci ya da sığınmacı meselesi olarak değil, göçmen meselesi olarak bakmak; ki bundan da önce bu kavramlar arasındaki farkların ayırdında olmak gerekmektedir. Zira bugün Suriye’de bir mucize eseri her şey bir anda normale dönecek olsa dahi ülkemizdeki Suriyelilerin büyük çoğunluğu yine de ülkesine dönmeyi tercih etmeyecektir. Bu da onları göçmen statüsüne sokmaktadır.[4] Tıpkı bundan yaklaşık 60 yıl önce bir gün mutlaka geri dönmek üzere Avrupa’ya çalışmaya giden ama bir daha geriye dönemeyen gurbetçi Türkler gibi…
Bu nedenle artık günümüzde Türkiye’nin mülteci ya da sığınmacı meselesinden önce bir göçmen meselesi vardır. Göçmenleri artık bu toplumun bir parçası olarak tanıma ve dolayısıyla göçmenler karşısında çoğunluk toplumun ulusal kimliğine dair bir koruma meselesi vardır.
Şu hâlde, birincisi, meselenin bir göçmen meselesi olarak ele alınması ve Suriyelilerin ülkemizde çoğunlukla kalıcı olacaklarının öngörülmesi gerekmektedir. Bu bir kez kabul edildiğinde, çokkültürlü milliyetçiliğin ilk şartı devreye girer: öncelikle hâkim ulusal kimliğe dair bir korumanın gerekliliği. Çoğunluk kültürü, kendi kimliğini güvende hissetmezse azınlık grupların -yani Suriyelilerin- topluma entegrasyonu zaten mümkün olmayacaktır. Bu noktada en büyük sorumluluk politika yapıcılara[5] düşmektedir. Politika yapıcılar, Türklüğün kendi kimliğini güvende hissetmesini sağlayacak tedbirler almalıdır. Buna, yalnızca Suriyelilerin yaşadığı mahallelerin oluşumunu önlemek ya da yalnızca Suriyelilerin çocuklarının okuduğu okulların kurulmasını önlemek gibi çoğunluk kültürün kendi ulusal hakimiyetini yaymak istediği coğrafi, kurumsal ya da düşünsel alanlarda hakimiyet kaybı hissetmesini engellemek gibi tedbirler örnek gösterilebilir. Öte yandan bu gibi tedbirler aynı zamanda Suriyelilerin barınma ya da eğitim haklarının engellenmesine yol açmayacak tedbirler olmalıdır. Dolayısıyla bu bir denge meselesidir ve bu gözetilmesi oldukça da zor bir dengedir.
Sorun çözülmez değil
Çoğunluk kültüre dair bir koruma sağlandıktan sonra, ikincisi, meselenin bir entegrasyon meselesi olarak görülmesi gerekmektedir. Suriyelilere yönelik, göçlerin başından itibaren geliştirilmiş, zamanla şartlara ve değişen konjonktüre göre uyarlanan tam teşekküllü bir entegrasyon politikasının eksikliği, entegrasyon meselesini oldukça çetrefilli hale getirmiştir. Ancak bu durum meselenin çözülemez bir hâl aldığı anlamına da gelmemektedir. Nitekim görünen o ki toplumumuz nezdinde Suriyelilere karşı olumsuz tutum toplumun genelinin kanaatini yansıtmıyor.[6] En azından bu konuda iyimser kalmak için sebepler hâlâ var. Bu da entegrasyon konusunda doğru politikalar izlenebilirse, çoğu kimlik kaybı duygusundan kaynaklandığı düşünülen mevcut toplumsal huzursuzlukların da üstesinden gelinebileceğine işaret ediyor.[7]
Sonuç olarak, bu iki hususta -hâkim ulusal kimliğe dair bir koruma ve tam teşekküllü bir entegrasyon politikası- doğru adımlar atılabilirse, uzun vadede Türkiye’nin de çokkültürlü-milliyetçiliğin öngördüğü toplumsal dokuya sahip olması mümkün olabilir. Böylece Türk toplumu, ulusal aidiyet duygusunu korurken aynı zamanda kültürel farklılıkları da bir tür zenginlik olarak görebilir ve bu zenginliklerin topluma faydalarının bilincinde olabilir. Bunun nasıl gerçekleştirileceğine dair somut öneriler ise bir başka yazının konusu…
Not: Metne katkılarından dolayı Sakarya Üniversitesi Diaspora Araştırmaları Merkezi’nden Dr. Zehra Hopyar’a teşekkür ederim.
Kaynakça
Ashcroft, R. T., & Bevir, M. (2019). Comparative Perspectives on the Theory and Practice of Multiculturalism. In R. T. Ashcroft & M. Bevir (Eds.), Multiculturalism in the British Commonwealth: Comparative Perspectives on Theory and Practice (pp. 229-252). University of California Press.
Carls, P. (2022). Multiculturalism and the Nation in Germany: A Study in Moral Conflict. Routledge.
Chin, C. (2021). Multiculturalism and nationalism: Models of belonging to diverse political community. Nations and Nationalism, 27(1), 112-129. https://doi.org/10.1111/nana.12657
Dikici, E. (2022). Nationalism is dead, long live nationalism! In pursuit of pluralistic nationalism: A critical overview. Ethnicities, 22(1), 146-173. https://doi.org/10.1177/14687968211063694
Hall, S. (2000). Conclusion: The Multicultural Question. In B. Hesse (Ed.), Un/settled Multiculturalisms: Diasporas, Entanglements, Transruptions (pp. 209-241). Bloomsbury Academic.
Koopmans, R. (2005). Contested Citizenship: Immigration and Cultural Diversity in Europe (R. Koopmans, Ed.). University of Minnesota Press.
Kymlicka, W. (2003). Multicultural Citizenship: A Liberal Theory of Minority Rights. Clarendon Press.
Kymlicka, W. (2016). Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş (E. Kılıç, Çev.). İstanbul Bilgi Üniversitesi.
Levey, G. B. (2008). Multiculturalism and Australian National Identity. In G. B. Levey (Ed.), Political Theory and Australian Multiculturalism (pp. 254-276). Berghahn Books.
Levey, G. B. (2019). Australia’s “Liberal Nationalist” Multiculturalism. In R. T. Ashcroft & M. Bevir (Eds.), Multiculturalism in the British Commonwealth: Comparative Perspectives on Theory and Practice (pp. 83-103). University of California Press.
Miller, D. (1995). On Nationality. Clarendon Press.
Modood, T. (2019). Essays on Secularism and Multiculturalism. ECPR Press/Rowman & Littlefield International, Limited.
Modood, T. (2020). Multiculturalism as a New Form of Nationalism? Nations and Nationalism, 26(2), 308-313. https://doi.org/10.1111/nana.12571
Parekh, B. (2000). Çokkültürlülüğü Yeniden Düşünmek: kültürel çeşitlilik ve siyasi teori. Phoenix Yayınevi.
Pinar, W. F. (2010). Hand in Hand: Multiculturalism, Nationality, Cosmopolitanism. Multicultural Education Review, 2(1), 25-53. https://doi.org/10.1080/2005615X.2010.11102868
Rajkhowa, A. (2015). IDENTITY: “Team Australia”: Reviewing Australian nationalism. Pacific Journalism Review : Te Koakoa, 21(1), Article 1. https://doi.org/10.24135/pjr.v21i1.150
Spektorowski, A., & Elfersy, D. (2020). From Multiculturalism to Democratic Discrimination: The Challenge of Islam and the Re-emergence of Europe’s Nationalism. University of Michigan Press.
Tamir, Y. (1993). Liberal Nationalism. Princeton University Press.
Taras, R. (2018). Nationhood, Migration and Global Politics: An Introduction. Edinburgh University Press.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 13 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.
[1] Yurttaş milliyetçiliği ve etnik milliyetçilik şeklinde yapılan kaba ayrıma göre bu milliyetçilik türlerinden birincisi, toplumun tümünü kapsayıcı, toplum içindeki farklılıklara karşı daha hoşgörülü ve dışarıya karşı daha barışçıl iken; ikincisi, etnik anlamda daha homojen toplum idealine dayalı, farklılıklara kapalı ve dış dünyaya karşı da daha düşmancadır.
[2] Brett, J., & Moran, A. (2011). Cosmopolitan nationalism: Ordinary people making sense of diversity†. Nations and Nationalism, 17(1), 188-206. https://doi.org/10.1111/j.1469-8129.2010.00451.x
[3] Uyum ve entegrasyon Türkçe literatürde sıklıkla birbirinin yerine kullanılsa da uluslararası literatürde ayrıldıkları noktalar çerçevelenmiştir. İki kavramı aynı anlama gelecek şekilde düşünürsek bunun karşısında olan “toplumsal kabul” kavramına da bakmak gerek. Zira bu entegre olma süreci karşılıklı ve birbiriyle sürekli etkileşimli biçimde gelişen bir süreç. Çokkültürlülükte de entegre olunması kadar toplumsal kabul sürecinin de işletilmesi önem arz etmektedir.
[4] Hatta sadece göçmenliği değil diasporalaşmayı da düşünmek ve konuşmak gerek.
[5] Günümüzde politika yapıcılar denilince çoğunlukla hükümet anlaşılmaktadır. Hükümet, en etkin politika yapıcı aktörlerden birisi olmakla birlikte politika yapıcılar hükümetle sınırlı değildir. İktidar ve muhalefet partilerinden bürokrasiye, yerel yönetimlerden sivil toplum kuruluşlarına kadar pek çok aktör politika yapıcıları arasında yer alır.
[6] Son günlerde özellikle Kayseri’de yaşananlar olmak üzere benzeri pek çok üzücü hadise meydana gelmiş olsa da bu olaylara karşı gösterilen kamusal tepki, yine de ümitvar olmamıza yetiyor.
[7] Ancak bu oldukça zorlu bir süreç gibi görünüyor. Zira başta ekonomik koşulların kötüleşmesi vb. etkenler meselenin var olan dinamiklerini belirgin biçimde dönüştürüyor. Öte yandan saha verilerine göre, uzun bir süredir Suriyelilerin ülkede bulunması da başka önemli bir faktör. Süre uzadıkça kalıcılık artıyor, kalıcılık arttıkça tolerans azalıyor. Buna eklenen kültür, kimlik gibi faktörler meseleyi daha da derinleştiriyor.