Son yıllarda insan davranışlarının fiziksel temelleri üzerine çok sayıda bilimsel çalışma yürütülüyor. Nörologlar tüm davranış ve tutumlarımızın nedenini beynin dehlizlerinde arıyor. Ancak 21’nci yüzyıl, “inovasyon çağı” olarak tanımlanıp, hayal gücü ve yaratıcılığa atfedilen öneme rağmen, hayal kurmanın fiziksel temelleri üzerine çok az çalışma yapıldı. İngiliz bilim yazarı Philip Ballis, Aeon.co’da yayınlan yazısında, yapılan az sayıda bilimsel çalışmanın sonuçları üzerinden hayal kurma süreçleri, bu kabiliyetin bireysel ve toplumsal işlevi konusunda sürprizlerle dolu bilgileri paylaşıyor. Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Ressam ve şair William Blake, 1799’da, ‘Bana göre bu dünya tek ve sürekli bir hayal ya da fantezinin devamlı bir imgelemidir’ demiş. Daha sonra, hayal gücü, ‘bir durum değildir, insanın varoluşunun ta kendisidir’ diye eklemiş. Romantikler için hayal gücü ilahi bir nitelikti. Hayal gücü, yalnızca uydurma ‘fantezi’lerden farklı olarak, kullanılabilecek güçlü bir yetiydi. Bugün de hayal gücü çoğu zaman böyle anlaşılıyor.
Blake, modern bilimsel çalışmaların nöronların yanıp sönme örüntüleri arasında hayal gücü bulmaya yönelik çabalarından etkilenmezdi. Bu girişimler hayal gücünü motor kontrol veya koku algılama gibi, beynin bir başka bilişsel işleviymiş gibi ele alıyor. Blake, aynı şekilde, bazı bilişsel bilimciler tarafından tercih edilen, hayal gücünün daha ‘önemli’ zihinsel işlevlerin yalnızca bir yan ürünü olduğu ve başka nedenlerle evrimleştiği fikrini küçümserdi. Nitekim bilişsel bilim insanı Steven Pinker, müziğin sesi işitmek için gerekli becerilerin üzerine bindirilmiş ‘işitsel bir pasta’ olduğunu ileri sürmüştü.
Hayal gücü zihnin bir yan ürünü mü?
Müziği ve sesi, dili ve imgelemi nasıl işlediğimize dair uzun süredir devam eden araştırmalarla karşılaştırıldığında, hayal gücünün kavramı ve sinirbilimini anlama çabaları hâlâ emekleme aşamasında… Yine de, hayal gücünün karmaşık zihinlerimizin tuhaf bir yan ürünü, bizi geceleri eğlendiren bir tür evrimsel ikramiyeden çok daha fazlası olduğunu varsaymak için nedenler var. Çok sayıda nörolog, filozof ve dilbilimci, hayal gücünün bir tür zihinsel ihtiyaç fazlasından çok uzak, insan bilişinin özünde yer aldığı konusunda birleşiyor. Bu, zihinlerimizin mükemmelleşmek üzere evrimleştiği ve bize dünyamızda gezinmek için çok güçlü bir bilişsel akışkanlık sağlayan özelliğin ta kendisi olabilir.
Evrimsel bakış açısıyla hayal gücünün temel gizemi, yalnızca hiç yaşamayacağınız şeyleri değil, aynı zamanda asla yaşayamadığınız şeyleri de varsaymanızı, hayal etmenizi ve tanımlamanızı sağlamasıdır. Çünkü bunlar dünyayı yöneten yasaları ihlal ederler. Bir karınca büyüklüğünde olmayı, havada yürümeyi veya Ay’da yaşamayı hayal edebilirsiniz.
Fakat uçuşan zihinlere sahip olmamız bize nasıl fayda sağlayabilir? Sonuçta, görüş veya hafızadan farklı olarak, hayal gücü, doğal dünyada yaygın olarak dağıtılan bilişsel bir nitelik gibi görünmüyor. Problem çözme, aritmetik ve toplumsal işbirliği gibi bilişsel beceriler çok daha faydalı görünüyor.
Bilimin bize anlattığı evrim hikayesinde kazandığımız alet yapmak, ayakları üzerinde yürümek ve nihayet ‘homo sapiens’, yani ‘bilge adam’ haline gelmek kilometre taşlarını oluşturuyor. Peki, bundan emin miyiz? Aletleri kullanma konusunda yalnız değiliz. Maymunlar, filler, kargalar ve papağanlar bunu yapabilen diğer hayvanlar arasında. Dik yürümek goriller için sorun değil. Bilgiliğe gelince kendi kendimizin neslini yok etmeye doğru gittiğimizi düşünürsek bu konuda yargıya varmakta acele etmeyelim. Hafıza, empati, öngörü ve planlama, sosyallik ve sosyal bilinç gibi diğer değerli bilişsel niteliklerimizin çoğu diğer türlerde de mevcuttur.
Hepimiz “Homo Imaginatus” muyuz?
Bizi gerçekten farklı kılabilecek tek zihinsel kapasite, tam olarak bir beceri değil, daha çok bir zihin kalitesidir. Belki de kendimize Homo Imaginatus demeliydik: Bizi insan yapan hayal gücü olabilir.
Hayal gücü gerçekten bu kadar önemliyse, onun en iyi araştırılmış bilişsel fenomenlerden biri olduğunu düşünebilirsiniz. Tam tersine insan organizmasının hayal gücünü nasıl harekete geçirdiğini anlamak için yapılan çalışmalar nispeten daha az ilgi gördü ve hâlâ gizemini büyük ölçüde koruyor.
‘Hayal gücü’, sinirbilimsel literatürde insani deneyimin gerçek derinliğini ve aralığını kucaklayan bir tanımdan ziyade, ‘zihinde görsel imgeler oluşturma veya hatırlama yeteneği’ olarak dar bir kalıba alınır. Örneğin bir aslan ile bir kartal başlı aslan gövdeli ejderha hayal etmek arasında bir fark vardır. Bir aslan görüntüsünü akla getirebilmek hayatta kalmayı sağlayabilir, çünkü kaçınmamız gereken bir senaryoyu zihinsel olarak prova edebiliriz. Ama aslan gövdeli ve kuş başlı bir yaratık hayal etmenin değeri nerede? Neden sadece hiç var olmamış, asla var olamayacak tehditleri akla getiriyorsunuz?
Hayal gücü, hayal kurmanın ötesine geçerek zihin ve dünya arasındaki sınırı bulanıklaştırır. Hayal gücüyle ilgili sorun, nerede duracağını bilmemesidir. Öyle olsa bile, evrimsel psikologlar, imkânsızı hayal etme yeteneğimizin arkasında bir neden olduğunu ileri sürebilir. Beynimiz evrimleşirken, türümüz fizik yasaları bilinmediğine göre, hayal gücünün fizik yasalarını kasten ihlal etmesi şaşırtıcı mı? Kendi deneyiminin ötesindeki olasılıkları tasavvur edebilen bir zihin, beklenmedik durumlara hazırlanabilir. Şaşırmaktansa tahminde aşırıya kaçmak daha iyidir.
Olasılıkların aşırı üretiminin ve ardından bunların deneyim yoluyla budamanın tutarlı bir evrimsel strateji olduğunu zaten biliyoruz. Bağışıklık sistemi, yalnızca bir tanesi belirli bir antijenin yok edilmesini sağlayabilecek çok sayıda farklı antikor üretir. Bebek beyni ise, deneyimler biriktikçe sinirsel bağlantılarını kademeli olarak bağlamak yerine dünyayla başa çıkmak için yararlı olanı bırakmak için beyin gelişimi sırasında seyreltilen geniş bir rastgele bağlantı dizisi ile işe başlar.
Hayal gücü geleceği üretir
Aynı şekilde, belki de insan zihni, bugünü planlamak için olası gelecekleri gereğinden fazla üretiyor. Fransız şair Paul Valéry, ‘Bir zihnin görevi geleceği üretmektir’ diye yazmıştı.
Böylesi olası gelecekleri nasıl inşa ederiz? Temel zihinsel aygıt, ‘geleceğin simülatörü’ olarak hareket edebilen dünyanın içsel bir tasarımı gibi görünüyor. Mekânsal biliş kapasitemiz, örneğin, dünyanın zihinsel bir haritasını oluşturmamıza izin verir. Hipokampus adı verilen beyin bölgesinde ‘mekân hücreleri’ olarak adlandırılan nöronlara sahibiz ve bu nöronlar hatırladığımız bir yere geldiğimizde harekete geçer. Ayrıca nesnelerin ve insanların nasıl davrandığına dair zihinsel modeller geliştiririz. Karşılaştığımız veya gözlemlediğimiz şeylerin anılarını yaratarak, bu bilişsel ağları deneyimlerden doldurur ve iyileştiririz.
Yine de aklımızda tuttuğumuz şeyler, ister istemez ‘gerçekliğin’ düzensiz, yarım yamalak ve hantal versiyonlarıdır. Çoğu gerektiğinde yeterince iyidir, ama boşluklar, yanlış varsayımlar ve anılarla doludur. Şaşırtıcı olan kusurlar değil, onları ne kadar az fark ettiğimizdir. Bunun nedeni, bizlerin usta hikâyeciler olan ‘Homo Imaginatus’ olmamızdır. Dünyayı anlamlandırmamıza yardımcı olan anlatılara özlem duyarak, hikâye işe yarayana kadar bilinçsizce ve zahmetsizce ayrıntıları doldurur veya gözden geçiririz. Bu anlamda hayal gücü, her zaman yaptığımız şeyin normal bir parçasıdır.
Ruminasyon, yani yansıma ve amaçsız ‘düşünme’ anları içsel hayatımızın önemli bir bölümünü işgal eder. Bu anlarda beynimiz, odaklanmamış ve rüyada gibi görünen, ama aslında oldukça aktif bir durumdadır. Akşam yemeğini planlarsınız, eşinizle bir tartışmayı hatırlarsınız, dün gece duyduğumuz bir melodiyi mırıldanırsınız. Bu düşünme tarzı, beyinde, korteksin ve hipokampüsün çeşitli kısımlarının dahil olduğu iyi tanımlanmış bir aktivite örüntüsü ile ilişkilidir. ‘Varsayılan Mod Ağı’ olarak bilinen bu örüntü, geçmiş olayları hatırladığımızda da devreye girer (epizodik bellek).
Beyin taramaları, beynin geçmişteki olayları hatırlamak için ve gelecekteki olayları hayal etmek için aynı ağları kullandığını gösteriyor. Her iki durumda da, öncelikle belirli bir göreve odaklanmadığımızda devreye giren ‘varsayılan mod ağı’dır.
Sahte anılar nasıl oluşuyor?
Toronto Üniversitesi’nden bilişsel sinirbilimci Donna Rose Addis, hayal gücünün yalnızca olaysal bellekle örtüşen kaynaklardan yararlanmadığını söylüyor.
Bu görüşe göre, hem hayal edilen hem de hatırlanan olaylar, aynı şeyi yapan beyin tarafından ortaya çıkartılır. Addis buna, ‘deneyimin zihinsel yorumu’ diyor. Hayal gücü ve bellek, duyusal deneyimin ham bileşenlerini yalnızca ses ve eylemle değil, duygusal tepkiler, yorumlama ve değerlendirme ile dolu bir tür içsel filme dönüştüren ‘simülasyon’ için bilişsel bir ağ kullanır. Addis, bunun sadece dünü ya da yarını düşündüğümüzde gerçekleşmediğini, şimdiyi deneyimlerken şu anda yaptığımız şeyin de bu olduğunu söylüyor. Basitçe söylemek gerekirse bu, zihnin dünyasıdır. Yaratıcı kabiliyetin, deneyim ipleriyle örüldüğünü söylüyor.
Addis, hayal gücünün bir tür zihinsel zaman yolculuğu olduğunu, ‘geçmişteki kişisel olayların ve gelecekteki olası olayların zihinsel olarak yeniden yapılandırılması’ olduğunu söylüyor. Hayal gücü kabiliyeti, bir tür zihinsel olasılıklar yelpazesi yaratmak için bir dizi başka karmaşık bilişsel işlevden yararlanır.
Bu yetenek tuhaf bir şekilde asimetrik görünebilir. Zira geçmiş gerçekten oldu ama gelecek sadece bir varsayım, değil mi? Pek değil. ‘Olan’ları hatırladığımızı düşünmek istesek de, çok sayıda kanıt, anılarımızın gerçek ve fantezinin bir karışımı olduğunu gösteriyor. Dünyanın sağladığı ve zihnin kaydettiği kusurlu, kopuk malzemelerden bir anlatı oluşturuyoruz. Hepimizin sahte anıları olmuştur, bazıları o kadar zengin detaylı ve inandırıcıdır ki, gerçekten olmadığına inanamayız. Fransa’daki Grenoble Alpes Ünversitesi’nden Kourken Michaelian ile Denis Perrin’in dediği gibi, ‘hatırlamak, geçmişi hayal etmektir’. O halde gerçekliği kavramamız, gerçek ile hayali arasında ayrım yapmaya değil, biri gerçeklikle iç içe, diğeri ondan daha uzak iki tür hayal gücü arasında ayrımın farkında olmaya bağlıdır. Aksi takdirde bazıları beynin varsayılan mod ağının işlev bozukluklarıyla ilişkili birçok akıl hastalığı ortaya çıkabilir.
Addis şimdi hayal gücü yeteneğinin salt geçici bir şeyden daha fazla olduğunu düşünüyor ve beynin simülasyon sisteminin, olaylar, kavramlar ve duygular gibi deneyimin çeşitli unsurlarını bir araya getirme yeteneği sayesinde, bu tür fanteziler üretebileceğini savunuyor. Yüzlere isim ve nesneleri tanımlayacak kelimeler koymamıza ya da koku gibi tek bir duyusal tetikleyiciden geçmişten gelen çağrışıma imkân tanıyan böyle bir çağrışımsal biliştir. Bu şekilde, yalnızca bölük pörçük bilgilerden tutarlı ve zengin bir deneyim üretebilir, boşlukları o kadar çaba harcamadan doldurabiliriz ki, bunu yaptığımızın farkına bile varmayız.
Addis haklıysa, sanatsal hayal gücünün yalnızca yarın yiyeceğimiz yemeği planlama yeteneğinin evrim geçirmiş aşırı bir hali olduğunu varsaymak oldukça yanlış olur. Aksine, sanatın yaratıcı boyutları, tahmin ve sezinleme becerilerimizin paradigmatik ifadesi olabilir. Auckland Üniversitesi’nden edebiyat profesörü Brian Boyd, hikayeler icat etme eğilimimizin buradan geldiğini düşünüyor. Bilhassa beynin sosyal kaslarını esnetmeye hizmet ettiklerini düşünüyor.
Hayal gücü ilk öğretmenimiz
Bazı evrimsel biyologlar, sosyalliğin insan zihninin evriminin anahtarı olduğuna inanırlar. Atalarımız gruplar halinde yaşamaya ve çalışmaya başladıkça, başkalarının tepkilerini tahmin edebilmeleri gerekiyordu. Boyd, On the Origin of Stories (2009) adlı kitabında, ‘Anlatı, özellikle kurgu, edebiyata egemendir, çünkü toplumsal zihni meşgul eder’ diye yazmıştı. Alman edebiyat eleştirmeni, düşünür, kültür tarihçisi ve estetik kuramcısı Walter Benjamin’in dediği gibi, peri masalı ‘insanlığın ilk öğretmeni’dir. Hikâyenin büyüsü altındayken, hayali karakterlerin başına gelenler, yaşadığımız dünyadan daha gerçek görünebilir.
Hayal gücü burada değerlidir, çünkü öğrenme için güvenli bir alan yaratır. Bunun yerine gerçek yaşanmış deneyimlerden bir şeyler öğrenmeyi beklersek, pahalıya mal olacak hatalar yapma riskini alırız. Edebi, müzikal, görsel ve hatta bilimsel hayal gücü beynin amansız örüntü ve anlam arayışını prova etmek için malzeme sağlar. Bu yüzden hikayelerimizin doğa yasalarına saygı duyması gerekmiyor. Aksine, gerçekliğin zincirlerinden kurtulduklarında, çoğu zaman en değerli oldukları zamanlardır.
Eğer hayal gücü bizim benzersiz özelliğimizse, insanlara özgü görünen bir özellik olan dili de harekete geçirebilir. Bakteriler ve bitkiler de dahil olmak üzere birçok organizma birbiriyle iletişim kurarken, hiçbiri bunu insan dilinin karmaşıklığında yapamaz. Bu nedenle dil en önemli teknolojimizdir. Tel Aviv Üniversitesi’nden dilbilimci Daniel Dor, ‘Önce dili icat ettik. Sonra dil bizi değiştirdi.’ diyor.
Dil ve hayal gücünün ilişkisi
İnsan dili, hayvanların daha küçük seslendirme veya jest repertuarından daha sarih iletişim için bir araç olarak görülüyor. Ancak Dor’un görüşüne göre, dilin gerçek işlevi ‘hayal gücünün talimatı’ ile ilgilidir: ‘Bir kelimeyi söylemek, hayal gücünün klavyesine bir tuşa dokunmak gibidir. Muhataplarımızın hayalleriyle doğrudan iletişim kurmak için kelimeleri kullanıyoruz. Bu, aramızdaki gerçek deneyimleri aktarmanın bir yoludur ve böylece insan sosyalliği için bir alan açar’.
Bunun anlamı, Ohio’daki Case Western Reserve Üniversitesi’nden psikolog Merlin Donald’ın deyişiyle, dilin ‘esasında hikâye anlatmak için’ olduğudur. Tabii ki, selamlamak, istekte bulunma, tavsiye vermek, uyarı bulunmak ve tartışmak gibi başka birçok şey için de kullanıyoruz. Ama orada bile dil, genellikle dolaysız nesnenin ötesindeki şeylere atıfta bulunur. Etimolojik olarak hayal etmek, bir resim, imge veya kopya oluşturmayı ima eder. Ama aynı zamanda bunun özel, içsel bir faaliyet olduğu çağrışımını da taşır. Latincede imaginari kökü, kişinin resmin bir parçası olduğunu hissettirir. Kelimenin kendisi, olası bir dünyada yaşadığımıza dair bir hikâye anlatır.
Hayal gücü, zihnimizin nasıl çalıştığının en iyi örneği olabilir. Zihnimiz bir dizi izole modül olarak değil, daha yüksek dereceli yeteneklerin düşük dereceli yeteneklerden doğduğu entegre bir ağ olarak çalışır. Bu, insan bilişinin odağı ve mantığı kadar bilişsel bir yetenek değildir.
İnsanlar ‘hayal gücü iyi’ olarak doğmazlar. Bu çok boyutlu bir niteliktir ve hepimiz bunun potansiyeline sahibiz. Bazı insanlar görselleştirmede, bazıları ilişkilendirmede, bazıları zengin dünya inşa etmede veya sosyal empatide iyidir. Ayrıca herhangi bir zihinsel beceri gibi hayal gücü de geliştirilebilir ve beslenebilir. Buna karşılık yetersiz eğitim ona ket vurabilir.
Beynin hayal ettiğinde ne yaptığını ve neden bu kadar iyi bir hayal etme aracı olduğunu daha iyi anlamaya başladığımızda, hayal gücünü çevreleyen önyargıları yıkmaya başlayabiliriz. Mesela hayal gücünün şairler, hayalperestler ve vizyonerler gibi seçkin bir grubun ayrıcalığı olduğu konusunda ısrar etmekten vazgeçebiliriz. Hayal gücü, insanlığın özüdür. Beynimizin yaptığı budur ve belki de beyin büyük ölçüde bunu yapmak için vardır.”
Bu yazı ilk kez 12 Kasım 2021’de yayımlanmıştır.