Her ailenin rüyasıdır, söz dinleyen bir bebek ya da çocuk! Otur dediğinde oturan, kalk dediğinde kalkan, ye dediğinde yiyen, tuvaleti geldiğinde haber veren, eve geç gelme dediğinde eve vaktinde gelen…
Öte yandan çocuğumuzun birey olmasını da isteriz. İradeli davranmasını, kendi kararlarını kendisinin almasını… Zorluklarla mücadele etmesini öğrenmesini…
Velhasıl ebeveyn olmak zordur. Çelik gibi irade, güçlü önseziler, bitmek bilmeyen bir sabır ve hoşgörü yetmez; biraz da halden anlamak ve çözüm odaklı olmak gerekir. Lakin bunların da yetip yetmeyeceği muamma…
Berlinli psikolog Juliane Vogler içinden çıkılması zor bu maamma konuyu Psychologie-Magazin adlı siteye iki makale halinde yazmış. Bütünlüğünü koruma kaygısıyla birleştirip veriyoruz:
Çocukların özerklik evresi
“Çocuklar büyümeye başlayarak artık birer bağımsız kişiliklere dönüşürken, ebeveynlerin güçlü sinirlere ihtiyacı vardır, çünkü çocuklar bu süreçte anne babanın sözünden sık sık çıkıp, kendi yollarında ilerlemeyi tercih ederler. Tavırları günden günde değişir.
Bu noktada iyi bir ebeveyn olmanın temel taşlarını; çocuğa karşı sınırlar koymayı başarabilmek, kendinizi kandırmadan yaşanılanlarla net bir biçimde yüzleşmek ve çocuğun iradesine teslim olmamak oluşturmaktadır.
Ancak, “Çocuğum beni dinlemiyor” veya “Ama bu çocuk ne kadar uslu” demek yerine, ebeveynler her defasında yeni izahlar bulup farklı yaklaşımlar geliştiriyorlar.
Çocuklar, bazen bu evrelerinde ebeveynlerine karşı korkunç bir meydan okuma aşamasına geçiyorlar. Buna uzmanlar “özerklik evresi” diyorlar.
Çocukların bu evrelerinde genel olarak itaat yerine eşitlik konuşuluyor. Ebeveynler tarafından belirlenen sınırlar yerine genel olarak çocuklara uygulanan kurallar ortaya çıkıyor.
Özellikle özerklik evresinde hangi yaklaşımın, neden ve nasıl işe yarayabileceği çok önemlidir. Çocuk veya ergenin söz dinlememesinin neden bu kadar kötü olamayacağını belki de bilmek istersiniz.
Öğrenmeyi modelleme nedir?
Modelleyerek öğrenme,[efn_note]Bandura, A. (1976). Lernen am Modell. Stuttgart: Klett[/efn_note] hayvanlar âleminde belki çok ciddiye alınmasa da, en önemli öğrenme biçimlerinden biri olarak kabul edilir. Uygulaması basit olduğu kadar karmaşıktır; eğer ebeveynler katı ve güç odaklı davranırlarsa, çocuklar da çocukluk döneminde olmasa da en geç ergenlik döneminde muhtemelen aynısını başkalarına karşı yapacaklardır.
Öte yandan, ebeveynler düşünceli davranırlar, onları dinler, iddialarını ve itirazlarını ciddiye alırlarsa, gelecekte aynı davranışı yavrularından da bekleyebilirler.
Çocuğa odasını toplamasında yardım ederseniz, yardım istediğinizde yardım etmeye istekli bir çocukla karşılaşma olasılığınız her zaman yüksek olacaktır.
Kısacası, sürekli çevresine bağırıp çağıran ebeveynler, karşılarında her zaman bağırıp çağıran çocuklar; sağduyulu ebeveynler ise karşılarında her zaman sakin çocuklar bulacaktır.
Peki, ama çocuk söz dinlemiyorsa…
Elbette sınırlar olmalıdır; ancak bu sınırlar öncelikle ebeveynler tarafından keyfi olarak belirlenmemiş sınırlar olmalıdır ve çocukların da kişisel alanlarına dâhil olan sınırlar da korunmalıdır.
Terapist ve zamanımızın önde gelen “ebeveynlik uzmanlarından” biri olan Jesper Juul’a[efn_note]Juul, J. (2013). Aggression: Warum sie für uns und unsere Kinder notwendig ist. Frankfurt am Main: S.Fischer.[/efn_note] göre, çocukların kendi sınırlarına saygı duymayı öğrenebilmeleri için güçlü ebeveynlerin kendilerine kişisel sınırlar koyması gerekiyor.
Buna bir örnek vermek istersek; “Şimdi yatmalısın!” yerine, “eğer şimdi yatmayacak olursan yarın kendini çok daha yorgun hissedebilirsin” veya “istersen şimdi yatarken sana bir hikâye okuyabilirim” diyerek daha açık ifadeler kullanmanız, bu konuda sorun yaşamanızı engelleyecektir.
Öte yandan çocukların ihtiyaçları da özellikle göz önünde bulundurularak, onların da kabul edilmesi gerekir. Çocuğun daha sonra oyunu kendi başına bitirebilmesi adına oynadığı oyun hususunda birkaç dakika daha süresi olduğu belirtilerek onunla bir anlaşmaya varmak da mümkün olabilir.
Alışkanlık ve günlük yaşamın yapılanması da zor durumlarla başa çıkmayı kolaylaştırır. Çünkü kurallar herkes için gereklidir!
Çocukların istekleri kontrolle kontrol edilebilir mi?
Tüm aile içinde geçerli olan kuralların olması elbette ki en doğal olanıdır. Ve çoğu zaman çocuğun iradesine uyulmaz, ancak reddetmenin arkasında her zaman mantıklı bir açıklama olmalıdır.
Çocukta (çocuk ve ebeveynler tarafından) ortaya çıkan hayal kırıklıklarına karşı tam bir empati yapılabilmeli ve onun bu durumu atlatabilmesi için ona yardımcı olunmalıdır. Örneğin; “Şu anda tatlı yok” demek ve çocuğun bu durumu dinlememesi, neden izin verilmediğini anlamaması ve duruma karşı itiraz ederek karşı çıkmasına sebebiyet vermek, tüm aile üyeleri için herkesin yapabileceği sabit ve kutlanan bir tatlı günü uygulamak her şeyin çok daha huzurlu ve mutlu bir biçimde çözümlenmesini sağlayabilir. Ek olarak, çok fazla tatlının neden sağlıksız olduğu hususunda çocuk sakince aydınlatılabilir ve sonuçlar kendisine onun idrak edebileceği biçimde gösterilebilir. Ancak çoğu zaman tatlı isteği bilişsel kontrolle kontrol edilemez, belki çocuğun seçebileceği küçük bir şey üzerinde hemfikir olursunuz, ancak bunun karşılığında çocuğunuz ile belli bir anlaşma yaparak, her gün taze sebzeler yemesi karşılığında belli tatlılardan yiyebileceği konusunda uzlaşabilir, tabiri caizse bir anlaşmaya varabilirsiniz.
Genel olarak, nihai kontrol yetkisi ebeveynlere aittir, mümkün olup olmadığına ve ne kadar serbestliğin mümkün olduğuna onlar karar verir. Ancak kimse kendisine karşı patronluk taslanılmasından hoşlanmaz. Bu, bu hem çocuk için hem de ebeveynler için geçerlidir. Ve sosyal etkileşimde bulunduğunuz kişilerle küstahça konuşuyor, bir patron gibi emir veriyor yahut haksız yere cezalar yağdırıyor, karşınızdakine saygısız davranıyorsanız, bir sonraki neslin sizden farklı olmasını bekleyemezsiniz. Çünkü sizi örnek almaktadır çocuğunuz.
Bununla birlikte elbette ki insanların geleneklerinden kopması da cesaret ister.
Bu tür bir yetiştirme tarzının sonucu olarak çocukların daha sonraki toplumsal gerçekliğe veya çalışma yaşamına hazır olamayacaklarına ilişkin korkular doğrulanmış gibi görünmektedir.
Durum tam tersi gibi görünüyor olsa da, istikrarlı bir kişilik ve kişinin kendi egosunu koruması için çocuğun özerklik aşaması evresinde, ölçülemez şeylerle daha iyi başa çıkmalarına izin verilebilir.
Çocuğum nasıl daha özgüvenli hale gelir?
Bir çocuğun, özellikle özerklik evresinde kendine daha fazla güvenmesi için kişisel sınırlarına saygı duymak çok önemlidir. Her insanda olduğu gibi, çocuklarda da kendilerine değer verildiğini ve ciddiye alındıklarını hissettikleri anda özgüvenleri gelişir ve yaklaşmakta olan önemsiz şeylerle daha iyi başa çıkabilirler.
Sağlam bir iç dünyası, çocuğu daha güvenli hale getirir.
Danimarkalı aile terapisti Jesper Juul, bir çocuğun nasıl daha özgüvenli hale gelebileceğini veya öz güvenini nasıl geliştirebileceğini göstermek için Sizin Yetkin Çocuğunuz adlı kitabında bir benzetme kullanmıştır. Juul, çocuğun kişiliğini, onun varlığını destekleyen bir direğe benzetir. Sağlıklı bir benlik duygusu gelişimi olması açısından önemli bulur. Ona göre ancak bunun sonucunda çocuğun özgüveni ortaya çıkabilir.
Her şeyden önce, kendine güven veya özfarkındalık ile tam olarak ne denmek isteniyor, bunun anlaşılması gerekir. O halde düşünelim, özfarkındalık nedir?
Bireysel psikolojide, kendine güven veya kendinin farkında olma,[efn_note]Fröhlich, W.D. (2000). Wörterbuch Psychologie. München: Deutscher Taschenbuch Verlag.[/efn_note] en geniş anlamda, mevcut zorluklarla kendi başınıza başa çıkabilmenin içsel inancıyla eşitlenmelidir. Ayrıca, bu durum “kişinin kendi değer standartlarının geçerliliğinin kesinliğinden hareketle düşünmesi ve hareket etmesi” anlamına gelmektedir.
İçsel kesinliğe ve dinginliğe nasıl ulaşırız?
Bunun için benlik duygusunun gelişmesi en önemli ön koşuldur.
Juul’a göre bahsettiği benlik duygusu açısından bu içsel direği ya da içsel istikrarı yaratabilmek için çocuğa şu şekilde davranılmasında yarar vardır:
- Çocuğu ihtiyaçlarıyla, doğasıyla algılayın,
- Duygularını kabul edin,
- Korkularını ciddiye alın ve bunlara yanıt verin,
- Birbirleriyle ilişkilerde işbirliği ve eşitliği öğrenin,
- Tüm aile üyeleriyle ilgili kişisel sınırlar koyun ve çocuğun sınırlarını kabul edin (modellenmenin öğrenilmesi),
- Çocuğun reddedilmeyle, kendi duygularıyla başa çıkmayı öğrenmesi için hayal kırıklıklarını yakalayarak ve bunlara katlanarak, onun başa çıkmasında destek olun, böylece öz-düzenleme süreçlerini ve çocuğun bunaltıcı duygulardan (öfke, meydan okuma) kurtulabileceğini bilerek hayatta kalabileceğinden emin olmasını sağlayın
- İlgi alanlarını, doğasını tanıyın, ona belli anlamda özgürlük verin,
- Çocuk; kendi öğrenme deneyimlerini yapabilmeli, çocuklarla ortak projeler yapabilmeli, onlardan yardım isteyebilmeli,
- Güvenli, sevgi dolu bir aile evi sayesinde, ebeveynlere ve diğer bakıcılara güvenli bağlanabilmeli.
Bununla birlikte, tüm yukarıda bahsi geçen hususlar sağlanmasına rağmen, sonuç olarak ebeveynlerin yine de günlük yaşamın yapılandırılması, çocuğu zorlaşabilecek durumlara hazırlaması veya bunlardan kaçınmaya karar vermesi, aile kurallarını belirlemek adına sorumluluk ve liderliği elinde tutması gerekmektedir. Bunun için gerekli olan en önemli unsur, ebeveynlerin çocuğu bir disiplin içerisinde yetiştirmeye uğraşmak yerine, onunla doğru bir ilişki kurarak, onun takdir duyguların geliştirmektir.
İpucu: Zor durumlarda bir yetişkinle nasıl başa çıkacağınızı hayal edin ve hareketlerinizi buna göre belirleyin.
Bu içsel istikrar, diğer şeylerin yanı sıra kim olduğunuzu bilmeyi ve kendinize değer vermeyi içeren bu benlik duygusu, sağlıklı bir özgüvenin gelişimi ile bağlantılıdır. Çünkü benliği gelişmiş ve kendisine değer veren bir çocuk, kendine güvenen bir yetişkin haline gelecektir.
Burada sıralanan ve kutupları netleştirmeyi amaçlayan biraz abartılı iki örnek konu dışında, işbirlikçi ve eşit yetiştirilen bir çocuğun neden toplumun değerli bir parçası haline gelebileceğini açıklamak için daha fazla söze ihtiyaç duyulmayacaktır. Kendine daha fazla güvenen bir çocuğun, öz değerlendirmelerini başkalarına bağımlı hale getirmemesi çok muhtemeldir. Çünkü bu çocuklar kendilerine ne kadar çok güvenirlerse ve kim olduklarını bilirlerse, o kadar dış etkilere daha az duyarlı olacaklar, böylece kendini, bedenini ve kimliğini korumayı, ayakta durmayı ve başkalarının ihtiyaçlarını kabul etmeyi öğrenmiş olan birer birey haline geleceklerdir.
Ya benlik saygısı gelişmezse?
Peki, böyle bir çocuk, akranlarına güçlü bir şekilde yönelme ve sadece gruba kabul edilmek için kendine zarar verici davranışları kabul etme riskini taşır mı?
Ve sırf ebeveynleri tarafından ona güçlü sınırlar ve katı bir yetiştirme tarzı dayatılarak anne-babasının kabulü için mücadele etmeye alışmış, ihtiyaçları, doğası gereği görülmeyen, kendini tanıyamadığı ve takdir edemediği için istikrarlı bir benlik saygısı geliştiremeyen bir çocuk için bu ne kadar olasıdır?
Böyle bir çocuk, akranlarından kabul görme ve tanınma için mücadele etme ve ebeveynlerinin güçlü davranışlarını kopyalamaya ve diğerlerinden farklı olabilmek adına kendi hayal kırıklıklarından bir çıkışa sahip olmak ve onay almak için daha az şanslı olanlara uygulamaya çalışmaktan çok daha büyük bir tehlike altında olmaz mıydı?
Kendine güvenen, kendine yeten, işbirliği içinde yaşamaya alışmış, kişisel sınırları kabul etmeye ve kendileri için sorumluluk almaya alışmış bir çocuk, olgunlaşarak istikrarlı, sorumlu, sosyal açıdan yetkin bir yetişkine dönüşebilir. Böyle bir çocuk başarısızlık korkusu olmadan üstesinden gelmenin içsel kesinliği ile zorluklarla mümkün olduğunca başa çıkabilecektir, çünkü istikrarlı olmayı, iç huzurunu sağlamayı tam anlamıyla öğrenmiş bir bireydir. Ebeveynlerle olan bağ, eşitlikçi bir arada yaşama ve çocuğun kendine daha fazla güvenmesini sağlamak çocuğun benlik saygısını geliştirmesi açısından en önemli unsurdur.
Bu yazı ilk kez 4 Ekim 2022’de yayımlanmıştır.