Edebiyat Nobel’i doğru isme mi gitti?

Nobel Edebiyat Ödülü çoğu zaman tartışmaları beraberinde getirir. Peki, bu yıl kazanan László Krasznahorkai neden farklı bir kabul gördü? Cümleleri kadar yoğun, mesajı kadar evrensel bir yazarlık anlayışı, bugün neden hepimize hitap ediyor?

2025 Nobel Ödülleri sahiplerini buldu. Her yıl edebiyat dünyasında hararetli tartışmaların fitilini ateşleyen Nobel Edebiyat Ödülü, bu kez alışılmadık biçimde oy birliğiyle karşılandı. Ödülün sahibi, uzun ve labirentimsi cümleleriyle tanınan Macar yazar László Krasznahorkai oldu.

1954 doğumlu yazar, The Melancholy of Resistance (Direnişin Melankolisi) ve Satantango (Şeytan Tangosu) gibi eserleriyle yalnızca edebi biçimleri zorlayan değil, çağının karanlığını da derinlemesine irdeleyen bir anlatıcı. Case Western Reserve Üniversitesi’nde İngilizce profesörü olan ve The Atlantic dergisinde şiir üzerine yazılar kaleme alan Walt Hunter, Krasznahorkai’nin seçiminin “mükemmel bir zamanlamayla verilmiş doğru bir karar” olduğunu düşünüyor. Hunter’ın değerlendirmesinden öne çıkan bazı bölümleri aktarıyoruz:

Okunması zor bir yazar nasıl zamanın ruhuna hitap eder?

2025 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan László Krasznahorkai, kolay okunan bir yazar değildir. Cümleleri bazen sayfalarca sürer; olay örgüsü çözülmek yerine dağılır; hâkim ruh hali ise varoluşsal bir kaygıdır.

Ancak Macar yazarın ana teması, her zamankinden daha tanıdık: Siyasi baskıların zihni köreltici etkisi ve insanların buna boyun eğmeye gönüllülüğü. Dolayısıyla eserlerinde hem umutsuzluk hem de direnme arzusu yan yanadır.

Krasznahorkai’nin karanlık manzaraları (çamurlu kasabalar, terk edilmiş alanlar, beklenmedik istilalar) onun dünyasında sıradanlaşır. 1989 tarihli The Melancholy of Resistance’ta kasabaya trenle gelen dev bir balina leşi, bu atmosferin unutulmaz bir simgesidir. Onun bitmek bilmeyen cümleleri, karakterlerinin yabancılaşmasını yansıtır, ancak aynı zamanda okuyucuları, cümleden cümleye, imgeden imgeye sonsuza dek ilerleterek uyuşukluklarından sıyrılmalarını sağlayabilir.

Nobel Komitesi gerçekten geleneklerini mi bozdu?

Son yıllarda Nobel Komitesi, genellikle açıklık ve yalınlığa öncelik vermişti.
Bu nedenle Krasznahorkai’nin seçimi, ilk bakışta bir istisna gibi görünebilir.
Ancak Walt Hunter’a göre bu karar, komitenin öz misyonuna sadık bir tercihtir: sınırların ve politik rejimlerin ötesinde, insana dair evrensel bir dil yaratmak.

Louise Glück, Czesław Miłosz ve Seamus Heaney gibi geçmiş kazananlar da benzer biçimde, kişisel ve ulusal tarihin ötesine geçen bir evrensellik duygusu taşır. Krasznahorkai’nin cümleleri ve imge dünyası da bu geleneğin sürdürülmüş hâlidir.

Bir deneysel yazarın yükselişi

1954’te Macaristan’da doğan Krasznahorkai, Sovyet baskısının gölgesinde büyüdü. İlk romanlarını 1980’lerin sonunda, komünizmin çöküşünden hemen önce yayımladı. Yazar, 1998’de ilk İngilizce çevirisi yayımlandığında uluslararası bir hayran kitlesi kazandı.

Krasznahorkai’nin ünü yalnızca romanlarıyla değil, Béla Tarr’ın sinemasıyla da genişledi. Tarr’ın yedi saatlik başyapıtı Sátántangó, yazarın uzun cümlelerini tek plan kamera hareketleriyle sinemaya taşır. Bu filmler genellikle dolambaçlı cümleleri 10 dakika veya daha uzun süren tek bir kamera çekimiyle değiştirir. Issız yollar ve çamur birikintileri, tepelerden aşağı koşan uyuz köpekler, rengini ve yaşama isteğini tamamen yitirmiş yüzler: Tarr ve Krasznahorkai’nin filmlerinden aklımda kalan görüntüler bunlar. Tarr ve Krasznahorkai’nin ortak dünyası, çökmüş manzaralar, umutsuz karakterler ve yavaş bir felaket hissi ile tanımlanır.

Krasznahorkai’nin dünyası bugünün gerçekliği mi?

Şu metni, Krasznahorkai’nin en büyük romanı ve okunması gereken ilk romanı olan The Melancholy of Resistance’ın ilk sayfalarından aldım. Bu kitap, gelmeyen bir trenle başlar; ardından aşırı işlevsizlik koşulları altında sosyal yaşamın anatomisini spiral şeklinde ortaya koyar:

Tüm normal beklentiler boşa çıktı ve kişinin günlük alışkanlıkları, geleceği öngörülemez, geçmişi hatırlanamaz ve sıradan hayatı o kadar rastgele hale getiren, her şeyi tüketen ve sürekli yayılan bir kaos hissi tarafından bozuldu. İnsanlar, hayal edilebilecek her şeyin gerçekleşebileceğini, bir binada tek bir kapı varsa artık açılmayacağını, buğdayın topraktan dışarıya değil, toprağın içine doğru baş aşağı büyüyeceğini varsaydılar. Keza parçalanmanın belirtilerini görebilmekle yetinmek zorunda kaldığımızdan, bunun nedenleri anlaşılmaz ve kavranamaz olduğundan, somut olan her şeye sıkı sıkıya tutunmaktan başka kimse bir şey yapamazdı.

Bu paragrafta 1980’lerin Macaristan’ındaki siyasete açıkça atıfta bulunan hiçbir şey yok. Aynı paragraf, Viktor Orbán’ın 2025’teki Macaristan’ında ya da Donald Trump yönetimindeki ABD’de de geçerli olabilir. Hafif sürreel metaforlar (aşağı doğru büyüyen buğday, kapıları açılmayan bina) siyasi kaos ortamında hiç de sürreel değil, aksine gerçekçilik olarak tanımlayabileceğimiz bir şey. Başka bir deyişle, çok daha garip şeyler oldu ve hâlâ oluyor ve çok geçmeden, olan her şeyi kaçınılmaz, sonra da kabul edilebilir olarak görmeye başlayabiliriz. Tarihin çarpıtılmış gerçeklerinin, bir zamanlar düşünülemez olan şeylerin gerçekleşmesinin yanında, mutasyona uğramış bir buğday sapının ne önemi var?

Krasznahorkai, 2025’te The Yale Review’a verdiği röportajda, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline ilişkin şu sözleriyle bu duyarlılığı bir kez daha gösterdi: “Gözlerimin önünde kirli, çürümüş bir savaş yaşanıyor. Dünya buna alışıyor. Ben alışamıyorum.”

Yazarın eserleri, tam da bu “alışma” tehlikesine karşı bir uyarı niteliğinde.
Nobel Komitesi’nin onu onurlandırması, sanatın politik gücünün zamanın ötesinde bir direnç biçimi olduğunu yeniden hatırlatıyor.

Kıyamet devam ediyor mu?

Krasznahorkai aynı röportajda şöyle diyor: “Kıyamet, çok uzun süredir devam eden ve uzun süre devam edecek bir süreçtir. Kıyamet şu anda yaşanıyor. Kıyamet, devam eden bir yargılamadır.”

Bu sözler, onun tüm yazarlığının özeti gibi. Dünyanın felaketine tanıklık ederken bile, insan olmanın anlamını korumaya çalışan bir yazarın sesi bu.”

Bu yazı ilk kez 13 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

Walter Hunter’ın The Atlantic’te yayınlanan “Why the Latest Nobel Prize Winner Makes Perfect Sense” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır.Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Edebiyat Nobel’i doğru isme mi gitti?

Nobel Edebiyat Ödülü çoğu zaman tartışmaları beraberinde getirir. Peki, bu yıl kazanan László Krasznahorkai neden farklı bir kabul gördü? Cümleleri kadar yoğun, mesajı kadar evrensel bir yazarlık anlayışı, bugün neden hepimize hitap ediyor?

2025 Nobel Ödülleri sahiplerini buldu. Her yıl edebiyat dünyasında hararetli tartışmaların fitilini ateşleyen Nobel Edebiyat Ödülü, bu kez alışılmadık biçimde oy birliğiyle karşılandı. Ödülün sahibi, uzun ve labirentimsi cümleleriyle tanınan Macar yazar László Krasznahorkai oldu.

1954 doğumlu yazar, The Melancholy of Resistance (Direnişin Melankolisi) ve Satantango (Şeytan Tangosu) gibi eserleriyle yalnızca edebi biçimleri zorlayan değil, çağının karanlığını da derinlemesine irdeleyen bir anlatıcı. Case Western Reserve Üniversitesi’nde İngilizce profesörü olan ve The Atlantic dergisinde şiir üzerine yazılar kaleme alan Walt Hunter, Krasznahorkai’nin seçiminin “mükemmel bir zamanlamayla verilmiş doğru bir karar” olduğunu düşünüyor. Hunter’ın değerlendirmesinden öne çıkan bazı bölümleri aktarıyoruz:

Okunması zor bir yazar nasıl zamanın ruhuna hitap eder?

2025 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan László Krasznahorkai, kolay okunan bir yazar değildir. Cümleleri bazen sayfalarca sürer; olay örgüsü çözülmek yerine dağılır; hâkim ruh hali ise varoluşsal bir kaygıdır.

Ancak Macar yazarın ana teması, her zamankinden daha tanıdık: Siyasi baskıların zihni köreltici etkisi ve insanların buna boyun eğmeye gönüllülüğü. Dolayısıyla eserlerinde hem umutsuzluk hem de direnme arzusu yan yanadır.

Krasznahorkai’nin karanlık manzaraları (çamurlu kasabalar, terk edilmiş alanlar, beklenmedik istilalar) onun dünyasında sıradanlaşır. 1989 tarihli The Melancholy of Resistance’ta kasabaya trenle gelen dev bir balina leşi, bu atmosferin unutulmaz bir simgesidir. Onun bitmek bilmeyen cümleleri, karakterlerinin yabancılaşmasını yansıtır, ancak aynı zamanda okuyucuları, cümleden cümleye, imgeden imgeye sonsuza dek ilerleterek uyuşukluklarından sıyrılmalarını sağlayabilir.

Nobel Komitesi gerçekten geleneklerini mi bozdu?

Son yıllarda Nobel Komitesi, genellikle açıklık ve yalınlığa öncelik vermişti.
Bu nedenle Krasznahorkai’nin seçimi, ilk bakışta bir istisna gibi görünebilir.
Ancak Walt Hunter’a göre bu karar, komitenin öz misyonuna sadık bir tercihtir: sınırların ve politik rejimlerin ötesinde, insana dair evrensel bir dil yaratmak.

Louise Glück, Czesław Miłosz ve Seamus Heaney gibi geçmiş kazananlar da benzer biçimde, kişisel ve ulusal tarihin ötesine geçen bir evrensellik duygusu taşır. Krasznahorkai’nin cümleleri ve imge dünyası da bu geleneğin sürdürülmüş hâlidir.

Bir deneysel yazarın yükselişi

1954’te Macaristan’da doğan Krasznahorkai, Sovyet baskısının gölgesinde büyüdü. İlk romanlarını 1980’lerin sonunda, komünizmin çöküşünden hemen önce yayımladı. Yazar, 1998’de ilk İngilizce çevirisi yayımlandığında uluslararası bir hayran kitlesi kazandı.

Krasznahorkai’nin ünü yalnızca romanlarıyla değil, Béla Tarr’ın sinemasıyla da genişledi. Tarr’ın yedi saatlik başyapıtı Sátántangó, yazarın uzun cümlelerini tek plan kamera hareketleriyle sinemaya taşır. Bu filmler genellikle dolambaçlı cümleleri 10 dakika veya daha uzun süren tek bir kamera çekimiyle değiştirir. Issız yollar ve çamur birikintileri, tepelerden aşağı koşan uyuz köpekler, rengini ve yaşama isteğini tamamen yitirmiş yüzler: Tarr ve Krasznahorkai’nin filmlerinden aklımda kalan görüntüler bunlar. Tarr ve Krasznahorkai’nin ortak dünyası, çökmüş manzaralar, umutsuz karakterler ve yavaş bir felaket hissi ile tanımlanır.

Krasznahorkai’nin dünyası bugünün gerçekliği mi?

Şu metni, Krasznahorkai’nin en büyük romanı ve okunması gereken ilk romanı olan The Melancholy of Resistance’ın ilk sayfalarından aldım. Bu kitap, gelmeyen bir trenle başlar; ardından aşırı işlevsizlik koşulları altında sosyal yaşamın anatomisini spiral şeklinde ortaya koyar:

Tüm normal beklentiler boşa çıktı ve kişinin günlük alışkanlıkları, geleceği öngörülemez, geçmişi hatırlanamaz ve sıradan hayatı o kadar rastgele hale getiren, her şeyi tüketen ve sürekli yayılan bir kaos hissi tarafından bozuldu. İnsanlar, hayal edilebilecek her şeyin gerçekleşebileceğini, bir binada tek bir kapı varsa artık açılmayacağını, buğdayın topraktan dışarıya değil, toprağın içine doğru baş aşağı büyüyeceğini varsaydılar. Keza parçalanmanın belirtilerini görebilmekle yetinmek zorunda kaldığımızdan, bunun nedenleri anlaşılmaz ve kavranamaz olduğundan, somut olan her şeye sıkı sıkıya tutunmaktan başka kimse bir şey yapamazdı.

Bu paragrafta 1980’lerin Macaristan’ındaki siyasete açıkça atıfta bulunan hiçbir şey yok. Aynı paragraf, Viktor Orbán’ın 2025’teki Macaristan’ında ya da Donald Trump yönetimindeki ABD’de de geçerli olabilir. Hafif sürreel metaforlar (aşağı doğru büyüyen buğday, kapıları açılmayan bina) siyasi kaos ortamında hiç de sürreel değil, aksine gerçekçilik olarak tanımlayabileceğimiz bir şey. Başka bir deyişle, çok daha garip şeyler oldu ve hâlâ oluyor ve çok geçmeden, olan her şeyi kaçınılmaz, sonra da kabul edilebilir olarak görmeye başlayabiliriz. Tarihin çarpıtılmış gerçeklerinin, bir zamanlar düşünülemez olan şeylerin gerçekleşmesinin yanında, mutasyona uğramış bir buğday sapının ne önemi var?

Krasznahorkai, 2025’te The Yale Review’a verdiği röportajda, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline ilişkin şu sözleriyle bu duyarlılığı bir kez daha gösterdi: “Gözlerimin önünde kirli, çürümüş bir savaş yaşanıyor. Dünya buna alışıyor. Ben alışamıyorum.”

Yazarın eserleri, tam da bu “alışma” tehlikesine karşı bir uyarı niteliğinde.
Nobel Komitesi’nin onu onurlandırması, sanatın politik gücünün zamanın ötesinde bir direnç biçimi olduğunu yeniden hatırlatıyor.

Kıyamet devam ediyor mu?

Krasznahorkai aynı röportajda şöyle diyor: “Kıyamet, çok uzun süredir devam eden ve uzun süre devam edecek bir süreçtir. Kıyamet şu anda yaşanıyor. Kıyamet, devam eden bir yargılamadır.”

Bu sözler, onun tüm yazarlığının özeti gibi. Dünyanın felaketine tanıklık ederken bile, insan olmanın anlamını korumaya çalışan bir yazarın sesi bu.”

Bu yazı ilk kez 13 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

Walter Hunter’ın The Atlantic’te yayınlanan “Why the Latest Nobel Prize Winner Makes Perfect Sense” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır.Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x