Günümüzün akışkan aşkları ve Bauman

Aşk ve bağlılık, modern dünyada hızla değişen bir meta mı oldu? Zygmunt Bauman’ın 'akışkan aşk' kavramı, günümüz insan ilişkilerinin kırılganlığını nasıl açıklıyor? Özgürlüğün ve aidiyet açlığının çelişkisi içinde, sevgi hâlâ mümkün mü?" Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Onun tıpkı Emmanuel Levinas gibi etik ve siyaseti keskin hatlarla birbirinden ayıran, kavmiyetçiliğe kapı aralayan Postmodern Etik’teki bakışına karşı çıktım ve eleştirdim, ama “Günümüz dünyasındaki insan ilişkilerini, özellikle kadın-erkek ilişkilerini en iyi biçimde tasvir eden düşünür kimdir?” deseniz, cevabım kesinlikle 2017’de vefat eden büyük düşünür Zygmunt Bauman olacaktır.

Bauman, başka düşünürlerin postmodern diye aktardığı günümüzü en iyi ifade eden kavramın “akışkanlık” olduğu kanaatindedir; o yüzden yaşadığımız zamanlara “akışkan modernlik” adını verir. Henüz aramızdan ayrılmadan önce 2012’de yazdığı Akışkan Aşk adlı kitabında bizi aşk ve kadın-erkek ilişkileri konusunda uyarmayı görev bilir. Gelin bu fevkalade önemli çalışmadaki saptamalara birlikte göz atalım.

Özgürlük ihtiyacı – Aidiyet açlığı

Kamusal insan çökmüştür. Politik kategorileri psikolojik kategorilere indirgeyen bir mahremiyet ideolojisi yükselmektedir. Bir yanda özgürlük ihtiyacı, diğer yanda aidiyet açlığı; bir yanda yalnızlık, diğer yanda topluluğun içinde erime korkusu… “Senin hayatın, senin seçimlerin, senin kimliğinin parçası…” insana dair en çok duyduğumuz sözlerdendir. Herkes kendi kimliğine yakın olanları “biz” olarak niteleyip, onları kardeşleri olarak görürken diğerlerini dışlar. Hiç tanımadığı insanların hayali cemaatine üye olduğuna inandırır, kimlikleri insanları.

Yalnızlıktan kurtulabilmek için küçük pohpohlamalar, yakınlaşmalar, hayali cemaatine mümkün olduğunca kendisi hakkında ifşaatta bulunma, herkes gibi olmaya çalışmaktan başka bir yol kalmamıştır. Böyle bir dünyada karşılıklı olarak teşvik edilen benlik ifşaatları üzerinde temellenen içsel benlerin birliği aşk ilişkisinin çekirdeğini oluşturabilir. Aşk bu dünyada da vardır, ama kalıcı, sağlıklı bir ilişkiye dönüşmesi çok zordur. Aşk adasının ötesindeki dünya, şaşkına çeviren ses ve görüntü potporisiyle doludur. Aşk adasındaki iki hayalperest âşık, kendi dışlarındaki dünyayı ehlileştirmeye, evcilleştirmeye muktedir değildir; eninde sonunda anlaşmazlık, fikir ayrılığı ve uyumsuzluklar karşısında güçsüz kalacak, bir süre sonra birbirinden kaçıp kurtulma arzusu baş gösterecektir.

Her şey gibi ilişkiler de akışkandır

Günümüzde insan ilişkilerinin en belirgin özelliği kırılganlık olduğu için, Bauman “akışkan” sıfatıyla tanımlamaya çalışıyor zamane aşklarını. Ona göre aralarında gerçek ilişki bulunmayan günümüz insanı, hiç durmaksızın yeniden yeniden, kablolu ve kablosuz, akışkan bir modernite içinde bağlar kurup bir süre sonra bağsız kalıyor. Özgürlük ihtiyacını ve aidiyet açlığını eşzamanlı olarak gidermeye çalışıyor; modern gündelik hayatın içinde başvurduğu yollar bu iki özlemin yenilgilerini gizlemeye yarıyor.  İki ucu keskin bıçak gibi ilişkilerde, düş ile kâbus arasında gidip geliyor. Deneyimini ve insan ilişkisinden beklentisini “ilişkiye girme”, “ilişki yaşama” terimlerinden ziyade, “bağlantıda olma”, “hatta kalma” sözleri açıklıyor. “Eş”ten ziyade “ağ”dan söz ediyor. “Kendine bir ağ oluşturma”ya, “ağ üzerinde sörf yapma”ya çalışıyor.  “Bağlantı” dediği ise, sanal ilişki; kolayca girilip çıkılıveren, ayrıca bakım, özen ve ciddiyet gerektirmeyen, şık ve kullanıcı dostu, “delete” tuşuna basınca kurtulması mümkün ilişki.

Görünüşte bireymiş gibi duruyor, ama tam da değil, adeta kararnameyle birey olmuş gibi. İncecik bir buz tabakasında paten kayan, düşmemek, soğuk suda hem donup hem boğulup ölmemek için sürekli sürat yapmak zorunda kalan, güven ve taahhütten uzak bir yaşama sürmeye mahkûm olan günümüz insanı… Sadece bazı noktalardan, dünya görüşü, yaşama tarzı gibi açılardan bize benzeyenlerle “benzerlik cemaatleri”ne katılma şansımız var, ama artık onlar bile yerlerini, olaylar, idoller, panikler ya da modalar etrafında oluştuğu varsayılan “durum cemaatleri”ne bırakıyorlar…

“Danışma patlaması”

İnternet üzerinden, cep telefonuyla ve mesajlarla gevezeliklerimiz içinde ve bunlar aracılığıyla içebakışın yerini, en mahrem sırlarımız ve alışveriş listemizle birlikte sergileyen çılgınca ve uçarı bir etkileşim almış görünüyor. Herkesin her şeyden haberdar olduğu, ama hiçbir şey hakkında fikri olmadığı bir dünya…

Böyle bir görünüm sergileyen insanın temel aktör olmasıyla açıklıyor günümüzdeki “danışma patlaması”nı Bauman. Günümüz insanının görevleri fazlasıyla karmaşık ve yoğun; tek başına altından kalkamayacağı, tahlil edemeyeceği kadar güç; bu yüzden insan, her fırsatta soluğu danışma verdiğini söyleyen uzmanların yanında alıyor. Uzmanların sonu gelmez öğütlerinden yararlananlar, haftalık ve aylık lüks dergilerin ve ciddi ve daha az ciddi gazetelerin haftalık eklerinin “ilişki” sütunlarına göz gezdirerek, “haberdar” kişilerden işitmeyi diledikleri şeyi işitmeye çalışıyorlar. Çünkü kendi adlarına bunu yapamayacak; “kendilerine benzer” kişilerin yapıp ettiklerini dikizleyecek ve ikilemle baş etme çabalarında yalnız olmadıkları konusunda uzmanların onayladıkları bilgiden neyi edinmek onları rahatlatacaksa onu çıkartacak kadar utangaçtırlar.

“Böylece okur, danışmanların dolaşıma soktukları başka okurların deneyiminden, ‘elde var ilişkiler’, yani ‘ihtiyaç duyduklarında ellerinin altında bulabilecekleri’ ama ihtiyaçları olmadığında ceplerinin derinine atabilecekleri ilişkiler deneyebileceklerini öğreniyor günümüzde insanlar. Ama bu ilişkiler hazır portakal suları gibidir: Konsantre olduklarından mide bulandırırlar ve sağlığı ciddi biçimde tehlikeye atarlar. Tıpkı bunlar gibi ilişkiler de kullanırken sulandırılmalıdır. Bu ‘yarı-bağımsız çiftler’, ikili olmanın boğucu baloncuğunu patlatma şerefine ermiş devrimci ilişki kurucuları olarak övülürler. Bu ilişkiler, otomobiller gibi, hala trafiğe çıkabilir olduklarından emin olmak için düzenli araç muayenesine katlanmak zorundadırlar. Sonuçta öğrendikleri şey, taahhüdün, özellikle de uzun vadeli taahhüdün tuzak olduğudur ve ‘ilişki kurma’ çabası herhangi bir başka tehlikeden çok bundan uzak durmayı bilmelidir.”

Oysa gerçek aşk…

Oysa gerçek aşk yaşantısı, böyle bir dünya görüşü, böyle bir insan ilişkileri ağıyla taban tabana zıttır. Zaten Bauman da bunu anlatabilmek, bu konuda bizi uyarabilmek için yazmıştır. Aşktaki ötekine zevk verme yetimizi tecrübe etme, benlik ve his farkındalığımız sayesinde ilişkinin anlamını genişletmeyi başarabiliriz. Kişi aldığını bir, onu hisseder, sözlü olarak onaylasın ya da onaylamasın deneyimine katar ve bunun için minnettar kalır. Bir birlik hissi, karşılıksız, çıkarsız bir sevgi ortaya çıkar.

Bir toplumda insanlar arasında arkadaşlık, dostluk hisleri çok güçlüyse aşk için uygun vasat var demektir. “Kullan-at” türü ürünleri teşvik eden, hızlı çözümlere, anlık tatminlere, riskten kaçınmaya ve garantiye dayanan bizimkisi gibi bir tüketim toplumunda alçakgönüllülük ve cesaret yoksa olmayacak olan aşka yer bulmak neredeyse imkânsızdır. Tüketim nesneleri caziptir; atıklar iticidir. Arzunun ardından atıklar ıskartaya çıkarılır. Aşk ise özen göstermektir ve özen gösterilen nesneyi koruma arzusudur. Arzu oburca tüketmek isterken aşk sahip çıkmak ister. Tüketim arzusu ne kadar bencil ve merkezcilse, aşk o kadar adanmış ve merkezkaç güçle çalışır; hizmette olma, her an hazır olma, emre amade olma anlamına gelir.

Aslında aşk ve arzuyu değil de, geçici istekler ve dileklerle, uzun süreli emek ürünü aşk arzusunu karşı karşıya koymak gerekir. Aşk, bir kişiyi, güveni özgürlüğün önüne alabilmeyi gerektirir. Aşkın ardından sevgiye dayalı gerçek bir çift olabilmek için eşlerin sürekli birbirilerini övme becerisini gösterebilmeyi, her halükarda kabul edici, sahiplenici, huzurlu bir liman olduğunun gösterilebilmesi gerekir. Çift olmak, bir insanı tanımlı kılmak adına, belirsiz bir geleceğe rıza gösterebilmek demektir. İnsanın uzun süren, döllenmeyi ve büyümeyi gerektiren aşk arzusunun yanı sıra bir de kısa ömürlü, gelip geçici dilekleri vardır.

Bir dileğin peşinden gitmek

Günümüzde alışveriş merkezleri, dileklerin kısa süreli uyanma ve sönme hızlarını dikkate alarak tasarlanmışlardır. Kısa süreli, bir gecelik ilişki istekleri bu anlamda bir dileğin peşinden gitmek, kapıyı başka ihtimallere hep açık bırakmak anlamına gelir. Bu durumu tıpkı günümüzün borsasındaki işleyişe benzetir Bauman. “Hisseler satın alıyorsunuz ve onları bir değer artışı görülene dek elinizde tutuyorsunuz, sonra karlar düşer düşmez ya da başka hisseler yüksek bir gelir habercisi olduğunda alel acele satıyorsunuz (bütün numara, uygun anı kaçırmamakta)” der. Bugün ilişkilere de tıpkı yatırım aracı gibi bakıyoruz. Ancak bir yandan da hala evlilik gibi eski geleneksel alışkanlıklarımızı sürdürüyoruz. Borsanın tek farkı, satın aldığımız hisselere sadakat yemini etmememiz, “varlıkta ve yoklukta, hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırana kadar bir yastıkta kocayacağımıza…” diye söz vermememiz. Tabii böyle sözler verince de kimse pek de inanmadığı halde sadakatsizlik, aldatma vs. gibi temalar da hâlâ alıcı bulabiliyor.

Nitelik olmadığında selameti nicelikte ararız. Belirli bir sürenin anlamı kalmamışsa sizi kurtaracak olan şey, değişimin hızıdır. Her şeyin sayılarla ifade edildiği ve başka türlü anlaşılmadığı, kitapların kalitesinin satış sayısıyla, bir filmin veya bir olayın performansının izlenme oranlarıyla, hatta Bauman’ın sözleriyle “tanınmış bir kişinin niteliğinin cenazesini izleyen kişi… entelektüelin kalitesinin alıntı yapılma” sayısıyla ölçüldüğü bir  zamanda, bir ilişkiden diğerine atlanma dileğinde bulunmaya da şaşmamak gerekir. Zaten ilişki danışanları da bizi ilişkilerin, “‘Her an çekilip atılabilecek hafif bir palto gibi omza atılmalıdır’ ve en çok kaçınılması gereken şey, bu ilişkilerin iradedışı ve kaçamak şekilde ‘çelik cendere’ye dönüşmesi” olduğuna inandırmaya çalışırlar. “Yakalanmayın! Sıkı sıkı sarılmayın. Unutmayın ki bağlılıklarınız ve vaatleriniz ne kadar derin ve yoğun olursa riskler de o denli büyük olacaktır… Bütün bu yumurtaları tek bir sepete koymanın budalalığın dik alası olduğunu ise hiç unutmayın!” derler.  Modern akışkanlık, çelik cendereye benzeyen kalıcı bağlılıkları reddeder, hafif giysiler önerir Bauman’a göre.

Üstat o kadar önemli tespitler yapıyor, gülle gibi sözler söylüyor ki, günümüz insanı ve yaşantılarımız hakkında, şimdiye kadar söylediklerimizi sindirelim, daha sonra devam ederiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 30 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Günümüzün akışkan aşkları ve Bauman

Aşk ve bağlılık, modern dünyada hızla değişen bir meta mı oldu? Zygmunt Bauman’ın 'akışkan aşk' kavramı, günümüz insan ilişkilerinin kırılganlığını nasıl açıklıyor? Özgürlüğün ve aidiyet açlığının çelişkisi içinde, sevgi hâlâ mümkün mü?" Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Onun tıpkı Emmanuel Levinas gibi etik ve siyaseti keskin hatlarla birbirinden ayıran, kavmiyetçiliğe kapı aralayan Postmodern Etik’teki bakışına karşı çıktım ve eleştirdim, ama “Günümüz dünyasındaki insan ilişkilerini, özellikle kadın-erkek ilişkilerini en iyi biçimde tasvir eden düşünür kimdir?” deseniz, cevabım kesinlikle 2017’de vefat eden büyük düşünür Zygmunt Bauman olacaktır.

Bauman, başka düşünürlerin postmodern diye aktardığı günümüzü en iyi ifade eden kavramın “akışkanlık” olduğu kanaatindedir; o yüzden yaşadığımız zamanlara “akışkan modernlik” adını verir. Henüz aramızdan ayrılmadan önce 2012’de yazdığı Akışkan Aşk adlı kitabında bizi aşk ve kadın-erkek ilişkileri konusunda uyarmayı görev bilir. Gelin bu fevkalade önemli çalışmadaki saptamalara birlikte göz atalım.

Özgürlük ihtiyacı – Aidiyet açlığı

Kamusal insan çökmüştür. Politik kategorileri psikolojik kategorilere indirgeyen bir mahremiyet ideolojisi yükselmektedir. Bir yanda özgürlük ihtiyacı, diğer yanda aidiyet açlığı; bir yanda yalnızlık, diğer yanda topluluğun içinde erime korkusu… “Senin hayatın, senin seçimlerin, senin kimliğinin parçası…” insana dair en çok duyduğumuz sözlerdendir. Herkes kendi kimliğine yakın olanları “biz” olarak niteleyip, onları kardeşleri olarak görürken diğerlerini dışlar. Hiç tanımadığı insanların hayali cemaatine üye olduğuna inandırır, kimlikleri insanları.

Yalnızlıktan kurtulabilmek için küçük pohpohlamalar, yakınlaşmalar, hayali cemaatine mümkün olduğunca kendisi hakkında ifşaatta bulunma, herkes gibi olmaya çalışmaktan başka bir yol kalmamıştır. Böyle bir dünyada karşılıklı olarak teşvik edilen benlik ifşaatları üzerinde temellenen içsel benlerin birliği aşk ilişkisinin çekirdeğini oluşturabilir. Aşk bu dünyada da vardır, ama kalıcı, sağlıklı bir ilişkiye dönüşmesi çok zordur. Aşk adasının ötesindeki dünya, şaşkına çeviren ses ve görüntü potporisiyle doludur. Aşk adasındaki iki hayalperest âşık, kendi dışlarındaki dünyayı ehlileştirmeye, evcilleştirmeye muktedir değildir; eninde sonunda anlaşmazlık, fikir ayrılığı ve uyumsuzluklar karşısında güçsüz kalacak, bir süre sonra birbirinden kaçıp kurtulma arzusu baş gösterecektir.

Her şey gibi ilişkiler de akışkandır

Günümüzde insan ilişkilerinin en belirgin özelliği kırılganlık olduğu için, Bauman “akışkan” sıfatıyla tanımlamaya çalışıyor zamane aşklarını. Ona göre aralarında gerçek ilişki bulunmayan günümüz insanı, hiç durmaksızın yeniden yeniden, kablolu ve kablosuz, akışkan bir modernite içinde bağlar kurup bir süre sonra bağsız kalıyor. Özgürlük ihtiyacını ve aidiyet açlığını eşzamanlı olarak gidermeye çalışıyor; modern gündelik hayatın içinde başvurduğu yollar bu iki özlemin yenilgilerini gizlemeye yarıyor.  İki ucu keskin bıçak gibi ilişkilerde, düş ile kâbus arasında gidip geliyor. Deneyimini ve insan ilişkisinden beklentisini “ilişkiye girme”, “ilişki yaşama” terimlerinden ziyade, “bağlantıda olma”, “hatta kalma” sözleri açıklıyor. “Eş”ten ziyade “ağ”dan söz ediyor. “Kendine bir ağ oluşturma”ya, “ağ üzerinde sörf yapma”ya çalışıyor.  “Bağlantı” dediği ise, sanal ilişki; kolayca girilip çıkılıveren, ayrıca bakım, özen ve ciddiyet gerektirmeyen, şık ve kullanıcı dostu, “delete” tuşuna basınca kurtulması mümkün ilişki.

Görünüşte bireymiş gibi duruyor, ama tam da değil, adeta kararnameyle birey olmuş gibi. İncecik bir buz tabakasında paten kayan, düşmemek, soğuk suda hem donup hem boğulup ölmemek için sürekli sürat yapmak zorunda kalan, güven ve taahhütten uzak bir yaşama sürmeye mahkûm olan günümüz insanı… Sadece bazı noktalardan, dünya görüşü, yaşama tarzı gibi açılardan bize benzeyenlerle “benzerlik cemaatleri”ne katılma şansımız var, ama artık onlar bile yerlerini, olaylar, idoller, panikler ya da modalar etrafında oluştuğu varsayılan “durum cemaatleri”ne bırakıyorlar…

“Danışma patlaması”

İnternet üzerinden, cep telefonuyla ve mesajlarla gevezeliklerimiz içinde ve bunlar aracılığıyla içebakışın yerini, en mahrem sırlarımız ve alışveriş listemizle birlikte sergileyen çılgınca ve uçarı bir etkileşim almış görünüyor. Herkesin her şeyden haberdar olduğu, ama hiçbir şey hakkında fikri olmadığı bir dünya…

Böyle bir görünüm sergileyen insanın temel aktör olmasıyla açıklıyor günümüzdeki “danışma patlaması”nı Bauman. Günümüz insanının görevleri fazlasıyla karmaşık ve yoğun; tek başına altından kalkamayacağı, tahlil edemeyeceği kadar güç; bu yüzden insan, her fırsatta soluğu danışma verdiğini söyleyen uzmanların yanında alıyor. Uzmanların sonu gelmez öğütlerinden yararlananlar, haftalık ve aylık lüks dergilerin ve ciddi ve daha az ciddi gazetelerin haftalık eklerinin “ilişki” sütunlarına göz gezdirerek, “haberdar” kişilerden işitmeyi diledikleri şeyi işitmeye çalışıyorlar. Çünkü kendi adlarına bunu yapamayacak; “kendilerine benzer” kişilerin yapıp ettiklerini dikizleyecek ve ikilemle baş etme çabalarında yalnız olmadıkları konusunda uzmanların onayladıkları bilgiden neyi edinmek onları rahatlatacaksa onu çıkartacak kadar utangaçtırlar.

“Böylece okur, danışmanların dolaşıma soktukları başka okurların deneyiminden, ‘elde var ilişkiler’, yani ‘ihtiyaç duyduklarında ellerinin altında bulabilecekleri’ ama ihtiyaçları olmadığında ceplerinin derinine atabilecekleri ilişkiler deneyebileceklerini öğreniyor günümüzde insanlar. Ama bu ilişkiler hazır portakal suları gibidir: Konsantre olduklarından mide bulandırırlar ve sağlığı ciddi biçimde tehlikeye atarlar. Tıpkı bunlar gibi ilişkiler de kullanırken sulandırılmalıdır. Bu ‘yarı-bağımsız çiftler’, ikili olmanın boğucu baloncuğunu patlatma şerefine ermiş devrimci ilişki kurucuları olarak övülürler. Bu ilişkiler, otomobiller gibi, hala trafiğe çıkabilir olduklarından emin olmak için düzenli araç muayenesine katlanmak zorundadırlar. Sonuçta öğrendikleri şey, taahhüdün, özellikle de uzun vadeli taahhüdün tuzak olduğudur ve ‘ilişki kurma’ çabası herhangi bir başka tehlikeden çok bundan uzak durmayı bilmelidir.”

Oysa gerçek aşk…

Oysa gerçek aşk yaşantısı, böyle bir dünya görüşü, böyle bir insan ilişkileri ağıyla taban tabana zıttır. Zaten Bauman da bunu anlatabilmek, bu konuda bizi uyarabilmek için yazmıştır. Aşktaki ötekine zevk verme yetimizi tecrübe etme, benlik ve his farkındalığımız sayesinde ilişkinin anlamını genişletmeyi başarabiliriz. Kişi aldığını bir, onu hisseder, sözlü olarak onaylasın ya da onaylamasın deneyimine katar ve bunun için minnettar kalır. Bir birlik hissi, karşılıksız, çıkarsız bir sevgi ortaya çıkar.

Bir toplumda insanlar arasında arkadaşlık, dostluk hisleri çok güçlüyse aşk için uygun vasat var demektir. “Kullan-at” türü ürünleri teşvik eden, hızlı çözümlere, anlık tatminlere, riskten kaçınmaya ve garantiye dayanan bizimkisi gibi bir tüketim toplumunda alçakgönüllülük ve cesaret yoksa olmayacak olan aşka yer bulmak neredeyse imkânsızdır. Tüketim nesneleri caziptir; atıklar iticidir. Arzunun ardından atıklar ıskartaya çıkarılır. Aşk ise özen göstermektir ve özen gösterilen nesneyi koruma arzusudur. Arzu oburca tüketmek isterken aşk sahip çıkmak ister. Tüketim arzusu ne kadar bencil ve merkezcilse, aşk o kadar adanmış ve merkezkaç güçle çalışır; hizmette olma, her an hazır olma, emre amade olma anlamına gelir.

Aslında aşk ve arzuyu değil de, geçici istekler ve dileklerle, uzun süreli emek ürünü aşk arzusunu karşı karşıya koymak gerekir. Aşk, bir kişiyi, güveni özgürlüğün önüne alabilmeyi gerektirir. Aşkın ardından sevgiye dayalı gerçek bir çift olabilmek için eşlerin sürekli birbirilerini övme becerisini gösterebilmeyi, her halükarda kabul edici, sahiplenici, huzurlu bir liman olduğunun gösterilebilmesi gerekir. Çift olmak, bir insanı tanımlı kılmak adına, belirsiz bir geleceğe rıza gösterebilmek demektir. İnsanın uzun süren, döllenmeyi ve büyümeyi gerektiren aşk arzusunun yanı sıra bir de kısa ömürlü, gelip geçici dilekleri vardır.

Bir dileğin peşinden gitmek

Günümüzde alışveriş merkezleri, dileklerin kısa süreli uyanma ve sönme hızlarını dikkate alarak tasarlanmışlardır. Kısa süreli, bir gecelik ilişki istekleri bu anlamda bir dileğin peşinden gitmek, kapıyı başka ihtimallere hep açık bırakmak anlamına gelir. Bu durumu tıpkı günümüzün borsasındaki işleyişe benzetir Bauman. “Hisseler satın alıyorsunuz ve onları bir değer artışı görülene dek elinizde tutuyorsunuz, sonra karlar düşer düşmez ya da başka hisseler yüksek bir gelir habercisi olduğunda alel acele satıyorsunuz (bütün numara, uygun anı kaçırmamakta)” der. Bugün ilişkilere de tıpkı yatırım aracı gibi bakıyoruz. Ancak bir yandan da hala evlilik gibi eski geleneksel alışkanlıklarımızı sürdürüyoruz. Borsanın tek farkı, satın aldığımız hisselere sadakat yemini etmememiz, “varlıkta ve yoklukta, hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırana kadar bir yastıkta kocayacağımıza…” diye söz vermememiz. Tabii böyle sözler verince de kimse pek de inanmadığı halde sadakatsizlik, aldatma vs. gibi temalar da hâlâ alıcı bulabiliyor.

Nitelik olmadığında selameti nicelikte ararız. Belirli bir sürenin anlamı kalmamışsa sizi kurtaracak olan şey, değişimin hızıdır. Her şeyin sayılarla ifade edildiği ve başka türlü anlaşılmadığı, kitapların kalitesinin satış sayısıyla, bir filmin veya bir olayın performansının izlenme oranlarıyla, hatta Bauman’ın sözleriyle “tanınmış bir kişinin niteliğinin cenazesini izleyen kişi… entelektüelin kalitesinin alıntı yapılma” sayısıyla ölçüldüğü bir  zamanda, bir ilişkiden diğerine atlanma dileğinde bulunmaya da şaşmamak gerekir. Zaten ilişki danışanları da bizi ilişkilerin, “‘Her an çekilip atılabilecek hafif bir palto gibi omza atılmalıdır’ ve en çok kaçınılması gereken şey, bu ilişkilerin iradedışı ve kaçamak şekilde ‘çelik cendere’ye dönüşmesi” olduğuna inandırmaya çalışırlar. “Yakalanmayın! Sıkı sıkı sarılmayın. Unutmayın ki bağlılıklarınız ve vaatleriniz ne kadar derin ve yoğun olursa riskler de o denli büyük olacaktır… Bütün bu yumurtaları tek bir sepete koymanın budalalığın dik alası olduğunu ise hiç unutmayın!” derler.  Modern akışkanlık, çelik cendereye benzeyen kalıcı bağlılıkları reddeder, hafif giysiler önerir Bauman’a göre.

Üstat o kadar önemli tespitler yapıyor, gülle gibi sözler söylüyor ki, günümüz insanı ve yaşantılarımız hakkında, şimdiye kadar söylediklerimizi sindirelim, daha sonra devam ederiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 30 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x