Ölene kadar kendini aç bırakma: Anoreksiya nervozanın soğuk koridorlarında yolculuk

Bir insan, göz göre göre neden kendini aç bırakır? Bedenini eritmenin ötesinde, neyi kontrol etmeye çalışır? Anoreksiya nervoza, görünenden çok daha derin bir psikolojik savaşın adı olabilir mi? Prof. Dr. Aslıhan Dönmez yazdı.

Geçtiğimiz günlerde basına da yansıdığı gibi bir genç kadın anoreksiya nervoza hastalığı nedeniyle hayatını kaybetti. Bu ölümle birlikte bir insanın kendi bedenini bilerek ve isteyerek aç bırakmasına hatta bunun için ölüm riskini bile göze almasına neden olacak psikolojik süreçler merak konusu oldu. Bu hazin olayın yeme bozukluğu konusunda insanları bilgilendirmek ve bilinçlendirmek açısından önemli bir fırsat olduğunu düşünerek bu yazıyı kaleme alıyorum. Nitekim yeme bozukluklarının bir abartılı diyet süreci, ilgi çekme yöntemi veya şımarıklık olduğuna dair yanlış algılar var. Oysa yeme bozuklukları ölüme yol açabilen, birçok bedensel hasarla sonuçlanabilen, kişinin hem kendisinin hem de çevresindekilerin hayatını birçok açıdan olumsuz etkileyebilen ciddi bir psikiyatrik hastalıktır.

Anoreksiya nervoza nedir?

Anoreksiya nervozayı bir nevi kilo alma fobisi veya zayıflama takıntısı gibi düşünebiliriz. Kişi zayıf bir bedene sahip olmak için yoğun bir istek duyar ve kilo almaktan çok korkar. Bu korkusu nedeniyle günlük aldığı kalori miktarını kısıtlar ve kilo almasına neden olacak yağlar ve karbonhidratlar gibi besin gruplarını beslenmesinin dışında bırakır. Çoğunlukla günlük 1000 kilo kalorinin altında olacak şekilde, çok tek düze olan ve titizlikle hesapladığı bir beslenme programı vardır. Bu programın dışına çıkmak veya bu programın aksaması kişide yoğun bir kaygıya yol açar.

Bu kalori kısıtlaması kilo kaybıyla sonuçlanır. Kişi yaşı ve boy uzunluğu için beklenen kilonun altındadır. Beklenenin altında bir vücut ağırlığına sahip olmasına karşın kilo almaktan ve şişman biri olmaktan aşırı korkar. Bu duruma kişinin vücut ağırlığını ya da biçimini algılama bozukluğu (beden algı bozukluğu) da eşlik eder. Yani kişi aynaya baktığında aslında zayıf olmasına rağmen tüm bedenini veya bedenin belirli bir bölgesini (kalçalar, basenler, göbek vb.) olduğundan daha kilolu olarak algılar. Bu nedenle de kalori kısıtlamaya devam eder.

Kilo vermek ve fit görünmek için kalori kısıtlamaya ilaveten çoğunlukla yoğun bir egzersiz yapma davranışı da ortaya çıkar. Fakat yapılan bu egzersiz de aynı kaloriyi kısıtlama davranışındaki gibi takıntılı bir süreçtir. Saatler süren, artık bedeni tüketme veya sakatlama raddesine gelecek kadar yoğun bir fiziksel aktivite söz konusudur. Gün içindeki her fırsatı kalori yakmak için kullanır. Örneğin; sabit bir şekilde oturup bekleyemez, mutlaka gezinmesi gerekir. Günlük işlerini adım sayısını belirli bir rakamın altına düşürmeyecek şekilde planlar.

Bu bozuklukta yemeklerle takıntılı bir ilişki göze çarpar. Yemekle ilgili uyaranlarla aşırı ilgilenirler. Yemek sitelerine ve tariflerine karşı meraklıdırlar, hatta iyi birer aşçıdırlar. Değişik lezzetler pişirmeyi ve denemeyi severler, başkalarına yaptıkları yemeği ikram etmekten ve onları yerken izlemekten zevk alırlar. Yemek yemeyi adeta bir ritüel, bir ziyafet haline getirirler.

Bu hastalar yaşadıkları açlıkla baş etmek için yedikleri yemekten aldıkları hazzı maksimum seviyeye çıkarmak ve kendilerine daha fazla yiyormuş hissi yaratmak için bazı tuhaf yeme davranışları geliştirebilirler. Bu davranışlar içerisinde aşırı yavaş yeme, yiyeceği çok ufak parçalara bölme, yemeği en ufak lokmasına kadar yeme, tabağını yalama, yemekle oynama, değişik karışımlar ve bulamaçlar hazırlama sayılabilir. Açlık duygusunu bastırmak için yemeği aşırı sıcak tüketme, buz yeme, sakız çiğneme gibi davranışlar gösterebilirler.

Yemekle kurdukları bu takıntılı ilişkiye benzer şekilde bedenleriyle de takıntılı bir ilişki kurabilirler. Kilo ve diğer beden ölçülerini yakından takip etmek isterler. Bu amaçla gün içinde birkaç defa kendilerini tartıp bel, kol çevrelerini ölçebilirler. Aynanın karşısında bedenlerini uzun uzun inceleme eğilimi gösterebilirler. Kendi bedenlerini iyi göründüğünü düşündükleri diğer insanların bedenleriyle ve daha zayıf göründükleri fotoğraflardaki halleriyle kıyaslayabilirler. En zayıf görünen kişi olmak için adeta bir yarış içine girebilirler.

Anoreksiya nervozalı bireylerin önemli bir kısmı zamanla bulimik belirtiler gösterebilir; bu durum anoreksiyanın ‘bulimik alt tipi’ olarak adlandırılır. Bu hastalara anoreksiyanın bulimik alt tip denir. Bulimia tıkınma atakları ve hemen peşinden kilo alma korkusu nedeniyle yaptıkları telafi edici davranışların olduğu bir klinik tablodur. Kendini kusturma, yediklerini tükürme, bağırsak hızlandırıcı, idrar sökücü, metabolizma hızlandıran ve kilo verdiren ilaçların fazla kullanımı ve aşırı egzersiz telafi edici davranışlar arasındadır. Bu hastalar kalori kısıtlamayla geçen günlerin ardından tıkınma atakları ve telafi edici davranışların oluğu günlerin geldiği, sonra tekrar kalori kısıtlamaya geçilen bir döngünün içinde yaşarlar. Hastaların geri kalan %15’inde bulimik belirtiler hiçbir zaman ortaya çıkmaz. Anoreksiyanın kısıtlayıcı alt tipi olarak adlandırılan bu hastalıkta ciddi kilo kaybı ve kronik bir az beslenme söz konusudur.

Anoreksiya nervoza kimlerde görülür?

Yeme bozuklukları genellikle ergenlik öncesi veya ergenlik döneminde başlamakla birlikte, her yaşta başlayabilir. Ergenlikle birlikte gelen fiziksel değişimler ve görünümün sosyal alandan kabul açısından giderek daha önemli hale gelmesi bu süreci yeme bozukluğu gelişimi açısından riskli hale getirmektedir. Özellikle bu dönem kilo ve görünümüyle ilgili yapılan eleştiriler ve görünümü nedeniyle zorbalığa maruz kalma yeme bozukluğu gelişimi açısından tetikleyici olabilir.

Yeme bozuklukları kadınlarda erkeklere oranla 10 kat daha fazla görülür. Bunun nedeni zayıf olma konusunda toplumsal baskıların kadınlar üzerinde daha fazla olmasıdır. Bu toplumsal baskıya göre; zayıf kadın beğenilen, özenilen, başarılı ve iradeli bulunan kadındır. Aslında birçok kadın tarafından mutlak bir doğru olarak kabul edilen bu mit, 1980’li yıllardan itibaren bazı sektörlerin para kazanmak amacıyla geliştirdikleri bir algı operasyonundan ibarettir. Üstelik maalesef bu yanlış bakış açısı çok erken yaşlardan itibaren kadınları baskı altında hissettirir. Ergenlik döneminde bu toplumsal baskı, sosyal baskıyla da birleşerek yeme bozukluğu gelişimi açısından ciddi bir risk oluşturur.

Yeme bozukluğu, şaşırtıcı olmayacak şekilde kilonun ve dış görünümünün önemli olduğu mesleklerde (mankenler, balerinler, jimnastikçiler) çalışanlarda daha sık görülür. Bazen yemek sektöründe çalışıyor olmak (aşçılık, restoran işletmeciliği gibi meslekler) da yeme bozukluğu gelişimi açısından riskli olabilir.

Yeme bozukluğu olan hastaların hastalık gelişim öykülerine baktığımızda başlatıcı etken olarak çoğunlukla hızlı kilo vermek amacıyla yaptıkları sağlıksız, sıkı diyetlere rastlarız. Sağlıksız sıkı diyetten kasıt; belirli bir yiyecek gurubunu dışlayan (örneğin karbonhidrat tüketimine izin vermeyen), 1000 kkal/gün’ün altında kalori alımına izin veren, öğün atlatan diyetlerdir. Çünkü bu diyetler açlığa neden olur ve açlığın yarattığı birçok etki kişide yeme bozukluğu gelişimini tetikleyebilir.

Yeme bozuklukları gelişiminde bazı kişilik özellikleri de risk etkenidir. Kısıtlayıcı alt tip anoreksiya daha sıklıkla mükemmeliyetçi, hırslı, kendini disiplinize etme özelliği iyi gelişmiş, çoğunlukla içe dönük kişilerde görülürken, diğer yeme bozuklukları daha dürtüsel, duygusal anlamda coşkulu, duygudurum dalgalanmaları çok olan, sosyal anlamda daha dışa dönük kişilerde görülür. Bu kişilerin tıkınma ve çıkarma ataklarını olumsuz duygularını ifade etmenin ve duygu düzenlemenin (sağlıksız) bir yöntemi olarak kullandıkları öne sürülmüştür.

Genetik etkenler de yeme bozukluğun gelişimde risk etkeni olarak belirtilir fakat bu konu oldukça tartışmaya açıktır. Çünkü yeme bozukluğu olan bir annenin kızında gelişen yeme bozukluğu genetik etkenlerin dışında model alma ve sosyal öğrenme ile de ortaya çıkabilir.

Anoreksiya kafası: Bir insan neden kendine bunu yapar?

Bir anoreksiya hastasının yakınıysanız veya böyle bir hastanın tedavisini üstlenmiş bir ruh sağlığı çalışanıysanız, bu hastaların bazen oldukça inatçı ve tedaviye dirençli olduğunu bilirsiniz. Onunla konuşurken adeta kalın duvarlar arkasından konuşuyor gibisinizdir, çünkü söylediğiniz birçok şeyi reddeder ve yeme ve kilo konusundaki fikir ve tutumlarında oldukça katıdırlar, esneyemezler. Üstelik bir deri bir kemik kalmış görüntüsüne bakıp bir insanın kendine bunu nasıl yapabildiğini anlamak güç olabilir.

Anoreksiyanın düşünce ve davranış şeklinin ortaya çıkmasında iki önemli etkenin olduğunu söylemek mümkündür. Birincisi; açlığın yarattığı psikolojik etki, ikincisi; bu durumu büyük bir başarı gibi görüp yaptıkları işten gurur duyuyor olmaları. Bir süre aç yaşamak birçok insanda yeme bozukluğuna benzer belirtiler ortaya çıkarabilir. Literatürde çeşitli nedenlerle (örneğin; toplama kamplarında kalmak, bir adada mahsur kalmak gibi) bir süre yarı aç yaşamak zorunda kalmış olan insanların yeme bozukluklarına benzer belirtiler yaşadıklarını görebiliriz. Bu belirtiler arasında günlük aktivitelere karşı ilgi kaybı, konsantrasyonda azalma, depresif hissetme, duygudurum dalgalanmaları, öfkede artış, kişisel bakımda azalma ve uyku bozukları gibi genel belirtilerin yanında yemekle ilgili takıntılı düşünceler ve davranışlar ile yiyeceğe ulaştıklarında yaşanan tıkınma atakları yer almaktadır. Dolayısıyla yarı aç yaşıyor olmak anoreksiyada görülen birçok belirtinin nedenidir.

Ama bunun ötesinde bu hastaların kendilerince çok “özel” ve “önemli” bir iş yaptıklarını anlamak önemlidir. Kilo vermeyi ve hatta bunu herkesten daha iyi ve daha fazla yapmayı adeta nefsi kontrol altına alma, kendini disiplinize etmenin had safhası gibi görürler ve bunu yapabiliyor olma nedeniyle kendileriyle gurur duyarlar. Birçok hastam iyileşme dönemindeyken, anoreksiyanın en ‘sert’ dönemini “Kimsenin yapamadığı bir şeyi başarıyor olmak bana büyük bir haz veriyordu” diye anlatmıştır. Bu nedenle bu ‘kutsal’ işi bırakmaları konusunda dışarıdan gelecek herhangi bir müdahaleye karşı aşırı tepkisel davranırlar. Onların bu halinden aşırı kaygılanan ebeveynlerini/yakınlarını, onları iyileştirmek için tedavi önerileri sunan ruh sağlığı çalışanlarını birer düşman gibi görürler. Tedavideki direnç bundan kaynaklanır. Bu kafa yapılarını bilmeden ve anlamadan onlara yardım etmek mümkün değildir. Ayrıca bu zor işi başarabilmeleri için hem kendilerine hem de en yakınlarındakilere bile zaman zaman zayıflıklarını inkâr etmek ya da gerçekleri çarpıtmak zorunda kalabilirler. Çok zayıfken bile “aç değilim ki” derken aslında bunu yapıyorlar. Oysa bu tavırları en yakınlarındaki kişilerin bile onlara kızmasına ve onlardan uzaklaşmasına neden olabilir, ki maalesef sosyal izolasyonun varlığı yemekle daha takıntılı bir şekilde uğraşmalarına neden olur.

İşte bu kafa yapısı ve açlığın yarattığı olumsuz bilişsel etkiler nedeniyle anoreksiyanın kısıtlayıcı alt tipi olan hastalarda hastalık iç görüsü çoğunlukla yoktur yani bu hastalar çoğunlukla hasta olduklarının farkında değildirler. Bu nedenle de genelde tedaviye başvurma konusunda isteksizlerdir ve bazen yakınları tarafından zorla tedaviye getirilirler.

Anoreksiya nervozanın tedavisi mümkün müdür?

Anoreksiya nervoza tedavi edilebilen ama tedavi edilmediği takdirde uzun sürme eğilimi gösteren ve maalesef ölümle sonuçlanabilen bir hastalıktır. Tüm tedavi yaklaşımlarındaki temel nokta iç görünün geliştirilmesi, tedavi iş birliğinin sağlanması ve motivasyonun arttırılmasıdır. Bunlar sağlanamadığı durumlarda, uygulanan tedavi ne olursa olsun başarısız olunacaktır.

Bu hastaların tedavisinde verilecek ilk karar hastanın yatarak mı ayaktan mı tedavi edileceğidir. Özellikle kilo kaybı belirgin olan, burundan veya damardan beslenmeye gereksinim duyan, belirgin kalp hızı azalması, tansiyon düşüklüğü, potasyum kaybı olan, kusma davranışının ayaktan kontrol edilemediği hastalarla intihar riski olan hastalar yatarak tedavi edilmelidir.

Yeme bozukluğunda kullanılan temel tedavi yöntemleri biyolojik tedaviler ve psikoterapi yöntemleri olarak ikiye ayrılabilir. Biyolojik tedaviler içerisinde ilaçlar yer alır. Yeme bozukluğu tedavisinde kullanılan temel ilaçlar antidepresanlardır. Özellikle hastalık inkârının yoğun olduğu,  yeme ve kiloyla ilgili düşünceleri oldukça katı ve dirençli olan hastalarda atipik antipsikotiklerin kullanımı söz konusu olabilir. Bazı duygudurum dengeleyici ilaçların kullanımını destekleyen az sayıda kontrolsüz çalışma da vardır.

Yeme bozukluklarının tedavisinde etkili olduğu bilimsel araştırmalarla en fazla gösterilmiş olan psikoterapi yöntemi Bilişsel Davranışçı Terapi’dir. Bu terapide hastalığa yol açan olumsuz düşünceler ve hastalığın sürmesine neden olan davranışlar ele alınır ve bunları değiştirmeye yönelik teknikler öğretilir. Hastalık gelişiminde, erken dönem bakım veren kişilerle oluşan çözülmemiş çatışmaların etkisi olduğu düşünülen hastalarda psikanalitik yönelimli psikoterapinin faydası olabilir. Bu terapide daha çok bilinçdışı çatışmalar, kimlik oluşumu, bağımlılık ihtiyacı, büyümeye karşı direnç, sağlıksız başa çıkma mekanizmaları gibi konular ele alınır. Hastalık seyrinde aile ilişkilerinin önemli olduğu olgularda tedaviye aile terapisi eklenebilir. Aile zaten tedavinin mutlaka bir parçası olmalıdır. Çünkü hastalığın ortaya çıkmasında ve devam etmesinde aile içindeki etkileşimler önemli rol oynayabilir ve aile bireylerinin hastaya doğru yaklaşım konusunda eğitilmesi gerekmektedir. Destek grupları da etkili olabilir.

Yeme bozukluğu tedavisi bir ekip işidir. Bu ekipte olması gereken kişiler bir psikiyatrist, psikoterapist, yeme bozukluğu ile çalışma konusunda deneyimli bir beslenme uzmanı ve tıbbi durumun değerlendirilmesi açısından bir dahiliyecidir. Yatan hastalarda bu hastalarla çalışma konusunda deneyimli bir hemşirenin varlığı da çok önemlidir.

Bu yöntemlerle yeme bozukluğunun tedavisi mümkündür. Tedavi edilmediği takdirde kendiliğinden iyileşme oldukça nadir olur, yıllar içerisinde dalgalı bir seyir göstererek (bazen iyi olup, bazen kötüleşerek) devam etme eğilimindedir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Haziran 2025’te yayımlanmıştır.

Aslıhan Dönmez
Aslıhan Dönmez
Prof. Dr. Aslıhan Dönmez - Psikiyatri uzmanı ve nörobilim doktoru. Çalışma alanları kaygı bozuklukları, depresyon ve yeme bozuklukları. Uzmanlık alanı Bilişsel Davranışçı Terapi. Halen Boğaziçi Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak dersler veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Ölene kadar kendini aç bırakma: Anoreksiya nervozanın soğuk koridorlarında yolculuk

Bir insan, göz göre göre neden kendini aç bırakır? Bedenini eritmenin ötesinde, neyi kontrol etmeye çalışır? Anoreksiya nervoza, görünenden çok daha derin bir psikolojik savaşın adı olabilir mi? Prof. Dr. Aslıhan Dönmez yazdı.

Geçtiğimiz günlerde basına da yansıdığı gibi bir genç kadın anoreksiya nervoza hastalığı nedeniyle hayatını kaybetti. Bu ölümle birlikte bir insanın kendi bedenini bilerek ve isteyerek aç bırakmasına hatta bunun için ölüm riskini bile göze almasına neden olacak psikolojik süreçler merak konusu oldu. Bu hazin olayın yeme bozukluğu konusunda insanları bilgilendirmek ve bilinçlendirmek açısından önemli bir fırsat olduğunu düşünerek bu yazıyı kaleme alıyorum. Nitekim yeme bozukluklarının bir abartılı diyet süreci, ilgi çekme yöntemi veya şımarıklık olduğuna dair yanlış algılar var. Oysa yeme bozuklukları ölüme yol açabilen, birçok bedensel hasarla sonuçlanabilen, kişinin hem kendisinin hem de çevresindekilerin hayatını birçok açıdan olumsuz etkileyebilen ciddi bir psikiyatrik hastalıktır.

Anoreksiya nervoza nedir?

Anoreksiya nervozayı bir nevi kilo alma fobisi veya zayıflama takıntısı gibi düşünebiliriz. Kişi zayıf bir bedene sahip olmak için yoğun bir istek duyar ve kilo almaktan çok korkar. Bu korkusu nedeniyle günlük aldığı kalori miktarını kısıtlar ve kilo almasına neden olacak yağlar ve karbonhidratlar gibi besin gruplarını beslenmesinin dışında bırakır. Çoğunlukla günlük 1000 kilo kalorinin altında olacak şekilde, çok tek düze olan ve titizlikle hesapladığı bir beslenme programı vardır. Bu programın dışına çıkmak veya bu programın aksaması kişide yoğun bir kaygıya yol açar.

Bu kalori kısıtlaması kilo kaybıyla sonuçlanır. Kişi yaşı ve boy uzunluğu için beklenen kilonun altındadır. Beklenenin altında bir vücut ağırlığına sahip olmasına karşın kilo almaktan ve şişman biri olmaktan aşırı korkar. Bu duruma kişinin vücut ağırlığını ya da biçimini algılama bozukluğu (beden algı bozukluğu) da eşlik eder. Yani kişi aynaya baktığında aslında zayıf olmasına rağmen tüm bedenini veya bedenin belirli bir bölgesini (kalçalar, basenler, göbek vb.) olduğundan daha kilolu olarak algılar. Bu nedenle de kalori kısıtlamaya devam eder.

Kilo vermek ve fit görünmek için kalori kısıtlamaya ilaveten çoğunlukla yoğun bir egzersiz yapma davranışı da ortaya çıkar. Fakat yapılan bu egzersiz de aynı kaloriyi kısıtlama davranışındaki gibi takıntılı bir süreçtir. Saatler süren, artık bedeni tüketme veya sakatlama raddesine gelecek kadar yoğun bir fiziksel aktivite söz konusudur. Gün içindeki her fırsatı kalori yakmak için kullanır. Örneğin; sabit bir şekilde oturup bekleyemez, mutlaka gezinmesi gerekir. Günlük işlerini adım sayısını belirli bir rakamın altına düşürmeyecek şekilde planlar.

Bu bozuklukta yemeklerle takıntılı bir ilişki göze çarpar. Yemekle ilgili uyaranlarla aşırı ilgilenirler. Yemek sitelerine ve tariflerine karşı meraklıdırlar, hatta iyi birer aşçıdırlar. Değişik lezzetler pişirmeyi ve denemeyi severler, başkalarına yaptıkları yemeği ikram etmekten ve onları yerken izlemekten zevk alırlar. Yemek yemeyi adeta bir ritüel, bir ziyafet haline getirirler.

Bu hastalar yaşadıkları açlıkla baş etmek için yedikleri yemekten aldıkları hazzı maksimum seviyeye çıkarmak ve kendilerine daha fazla yiyormuş hissi yaratmak için bazı tuhaf yeme davranışları geliştirebilirler. Bu davranışlar içerisinde aşırı yavaş yeme, yiyeceği çok ufak parçalara bölme, yemeği en ufak lokmasına kadar yeme, tabağını yalama, yemekle oynama, değişik karışımlar ve bulamaçlar hazırlama sayılabilir. Açlık duygusunu bastırmak için yemeği aşırı sıcak tüketme, buz yeme, sakız çiğneme gibi davranışlar gösterebilirler.

Yemekle kurdukları bu takıntılı ilişkiye benzer şekilde bedenleriyle de takıntılı bir ilişki kurabilirler. Kilo ve diğer beden ölçülerini yakından takip etmek isterler. Bu amaçla gün içinde birkaç defa kendilerini tartıp bel, kol çevrelerini ölçebilirler. Aynanın karşısında bedenlerini uzun uzun inceleme eğilimi gösterebilirler. Kendi bedenlerini iyi göründüğünü düşündükleri diğer insanların bedenleriyle ve daha zayıf göründükleri fotoğraflardaki halleriyle kıyaslayabilirler. En zayıf görünen kişi olmak için adeta bir yarış içine girebilirler.

Anoreksiya nervozalı bireylerin önemli bir kısmı zamanla bulimik belirtiler gösterebilir; bu durum anoreksiyanın ‘bulimik alt tipi’ olarak adlandırılır. Bu hastalara anoreksiyanın bulimik alt tip denir. Bulimia tıkınma atakları ve hemen peşinden kilo alma korkusu nedeniyle yaptıkları telafi edici davranışların olduğu bir klinik tablodur. Kendini kusturma, yediklerini tükürme, bağırsak hızlandırıcı, idrar sökücü, metabolizma hızlandıran ve kilo verdiren ilaçların fazla kullanımı ve aşırı egzersiz telafi edici davranışlar arasındadır. Bu hastalar kalori kısıtlamayla geçen günlerin ardından tıkınma atakları ve telafi edici davranışların oluğu günlerin geldiği, sonra tekrar kalori kısıtlamaya geçilen bir döngünün içinde yaşarlar. Hastaların geri kalan %15’inde bulimik belirtiler hiçbir zaman ortaya çıkmaz. Anoreksiyanın kısıtlayıcı alt tipi olarak adlandırılan bu hastalıkta ciddi kilo kaybı ve kronik bir az beslenme söz konusudur.

Anoreksiya nervoza kimlerde görülür?

Yeme bozuklukları genellikle ergenlik öncesi veya ergenlik döneminde başlamakla birlikte, her yaşta başlayabilir. Ergenlikle birlikte gelen fiziksel değişimler ve görünümün sosyal alandan kabul açısından giderek daha önemli hale gelmesi bu süreci yeme bozukluğu gelişimi açısından riskli hale getirmektedir. Özellikle bu dönem kilo ve görünümüyle ilgili yapılan eleştiriler ve görünümü nedeniyle zorbalığa maruz kalma yeme bozukluğu gelişimi açısından tetikleyici olabilir.

Yeme bozuklukları kadınlarda erkeklere oranla 10 kat daha fazla görülür. Bunun nedeni zayıf olma konusunda toplumsal baskıların kadınlar üzerinde daha fazla olmasıdır. Bu toplumsal baskıya göre; zayıf kadın beğenilen, özenilen, başarılı ve iradeli bulunan kadındır. Aslında birçok kadın tarafından mutlak bir doğru olarak kabul edilen bu mit, 1980’li yıllardan itibaren bazı sektörlerin para kazanmak amacıyla geliştirdikleri bir algı operasyonundan ibarettir. Üstelik maalesef bu yanlış bakış açısı çok erken yaşlardan itibaren kadınları baskı altında hissettirir. Ergenlik döneminde bu toplumsal baskı, sosyal baskıyla da birleşerek yeme bozukluğu gelişimi açısından ciddi bir risk oluşturur.

Yeme bozukluğu, şaşırtıcı olmayacak şekilde kilonun ve dış görünümünün önemli olduğu mesleklerde (mankenler, balerinler, jimnastikçiler) çalışanlarda daha sık görülür. Bazen yemek sektöründe çalışıyor olmak (aşçılık, restoran işletmeciliği gibi meslekler) da yeme bozukluğu gelişimi açısından riskli olabilir.

Yeme bozukluğu olan hastaların hastalık gelişim öykülerine baktığımızda başlatıcı etken olarak çoğunlukla hızlı kilo vermek amacıyla yaptıkları sağlıksız, sıkı diyetlere rastlarız. Sağlıksız sıkı diyetten kasıt; belirli bir yiyecek gurubunu dışlayan (örneğin karbonhidrat tüketimine izin vermeyen), 1000 kkal/gün’ün altında kalori alımına izin veren, öğün atlatan diyetlerdir. Çünkü bu diyetler açlığa neden olur ve açlığın yarattığı birçok etki kişide yeme bozukluğu gelişimini tetikleyebilir.

Yeme bozuklukları gelişiminde bazı kişilik özellikleri de risk etkenidir. Kısıtlayıcı alt tip anoreksiya daha sıklıkla mükemmeliyetçi, hırslı, kendini disiplinize etme özelliği iyi gelişmiş, çoğunlukla içe dönük kişilerde görülürken, diğer yeme bozuklukları daha dürtüsel, duygusal anlamda coşkulu, duygudurum dalgalanmaları çok olan, sosyal anlamda daha dışa dönük kişilerde görülür. Bu kişilerin tıkınma ve çıkarma ataklarını olumsuz duygularını ifade etmenin ve duygu düzenlemenin (sağlıksız) bir yöntemi olarak kullandıkları öne sürülmüştür.

Genetik etkenler de yeme bozukluğun gelişimde risk etkeni olarak belirtilir fakat bu konu oldukça tartışmaya açıktır. Çünkü yeme bozukluğu olan bir annenin kızında gelişen yeme bozukluğu genetik etkenlerin dışında model alma ve sosyal öğrenme ile de ortaya çıkabilir.

Anoreksiya kafası: Bir insan neden kendine bunu yapar?

Bir anoreksiya hastasının yakınıysanız veya böyle bir hastanın tedavisini üstlenmiş bir ruh sağlığı çalışanıysanız, bu hastaların bazen oldukça inatçı ve tedaviye dirençli olduğunu bilirsiniz. Onunla konuşurken adeta kalın duvarlar arkasından konuşuyor gibisinizdir, çünkü söylediğiniz birçok şeyi reddeder ve yeme ve kilo konusundaki fikir ve tutumlarında oldukça katıdırlar, esneyemezler. Üstelik bir deri bir kemik kalmış görüntüsüne bakıp bir insanın kendine bunu nasıl yapabildiğini anlamak güç olabilir.

Anoreksiyanın düşünce ve davranış şeklinin ortaya çıkmasında iki önemli etkenin olduğunu söylemek mümkündür. Birincisi; açlığın yarattığı psikolojik etki, ikincisi; bu durumu büyük bir başarı gibi görüp yaptıkları işten gurur duyuyor olmaları. Bir süre aç yaşamak birçok insanda yeme bozukluğuna benzer belirtiler ortaya çıkarabilir. Literatürde çeşitli nedenlerle (örneğin; toplama kamplarında kalmak, bir adada mahsur kalmak gibi) bir süre yarı aç yaşamak zorunda kalmış olan insanların yeme bozukluklarına benzer belirtiler yaşadıklarını görebiliriz. Bu belirtiler arasında günlük aktivitelere karşı ilgi kaybı, konsantrasyonda azalma, depresif hissetme, duygudurum dalgalanmaları, öfkede artış, kişisel bakımda azalma ve uyku bozukları gibi genel belirtilerin yanında yemekle ilgili takıntılı düşünceler ve davranışlar ile yiyeceğe ulaştıklarında yaşanan tıkınma atakları yer almaktadır. Dolayısıyla yarı aç yaşıyor olmak anoreksiyada görülen birçok belirtinin nedenidir.

Ama bunun ötesinde bu hastaların kendilerince çok “özel” ve “önemli” bir iş yaptıklarını anlamak önemlidir. Kilo vermeyi ve hatta bunu herkesten daha iyi ve daha fazla yapmayı adeta nefsi kontrol altına alma, kendini disiplinize etmenin had safhası gibi görürler ve bunu yapabiliyor olma nedeniyle kendileriyle gurur duyarlar. Birçok hastam iyileşme dönemindeyken, anoreksiyanın en ‘sert’ dönemini “Kimsenin yapamadığı bir şeyi başarıyor olmak bana büyük bir haz veriyordu” diye anlatmıştır. Bu nedenle bu ‘kutsal’ işi bırakmaları konusunda dışarıdan gelecek herhangi bir müdahaleye karşı aşırı tepkisel davranırlar. Onların bu halinden aşırı kaygılanan ebeveynlerini/yakınlarını, onları iyileştirmek için tedavi önerileri sunan ruh sağlığı çalışanlarını birer düşman gibi görürler. Tedavideki direnç bundan kaynaklanır. Bu kafa yapılarını bilmeden ve anlamadan onlara yardım etmek mümkün değildir. Ayrıca bu zor işi başarabilmeleri için hem kendilerine hem de en yakınlarındakilere bile zaman zaman zayıflıklarını inkâr etmek ya da gerçekleri çarpıtmak zorunda kalabilirler. Çok zayıfken bile “aç değilim ki” derken aslında bunu yapıyorlar. Oysa bu tavırları en yakınlarındaki kişilerin bile onlara kızmasına ve onlardan uzaklaşmasına neden olabilir, ki maalesef sosyal izolasyonun varlığı yemekle daha takıntılı bir şekilde uğraşmalarına neden olur.

İşte bu kafa yapısı ve açlığın yarattığı olumsuz bilişsel etkiler nedeniyle anoreksiyanın kısıtlayıcı alt tipi olan hastalarda hastalık iç görüsü çoğunlukla yoktur yani bu hastalar çoğunlukla hasta olduklarının farkında değildirler. Bu nedenle de genelde tedaviye başvurma konusunda isteksizlerdir ve bazen yakınları tarafından zorla tedaviye getirilirler.

Anoreksiya nervozanın tedavisi mümkün müdür?

Anoreksiya nervoza tedavi edilebilen ama tedavi edilmediği takdirde uzun sürme eğilimi gösteren ve maalesef ölümle sonuçlanabilen bir hastalıktır. Tüm tedavi yaklaşımlarındaki temel nokta iç görünün geliştirilmesi, tedavi iş birliğinin sağlanması ve motivasyonun arttırılmasıdır. Bunlar sağlanamadığı durumlarda, uygulanan tedavi ne olursa olsun başarısız olunacaktır.

Bu hastaların tedavisinde verilecek ilk karar hastanın yatarak mı ayaktan mı tedavi edileceğidir. Özellikle kilo kaybı belirgin olan, burundan veya damardan beslenmeye gereksinim duyan, belirgin kalp hızı azalması, tansiyon düşüklüğü, potasyum kaybı olan, kusma davranışının ayaktan kontrol edilemediği hastalarla intihar riski olan hastalar yatarak tedavi edilmelidir.

Yeme bozukluğunda kullanılan temel tedavi yöntemleri biyolojik tedaviler ve psikoterapi yöntemleri olarak ikiye ayrılabilir. Biyolojik tedaviler içerisinde ilaçlar yer alır. Yeme bozukluğu tedavisinde kullanılan temel ilaçlar antidepresanlardır. Özellikle hastalık inkârının yoğun olduğu,  yeme ve kiloyla ilgili düşünceleri oldukça katı ve dirençli olan hastalarda atipik antipsikotiklerin kullanımı söz konusu olabilir. Bazı duygudurum dengeleyici ilaçların kullanımını destekleyen az sayıda kontrolsüz çalışma da vardır.

Yeme bozukluklarının tedavisinde etkili olduğu bilimsel araştırmalarla en fazla gösterilmiş olan psikoterapi yöntemi Bilişsel Davranışçı Terapi’dir. Bu terapide hastalığa yol açan olumsuz düşünceler ve hastalığın sürmesine neden olan davranışlar ele alınır ve bunları değiştirmeye yönelik teknikler öğretilir. Hastalık gelişiminde, erken dönem bakım veren kişilerle oluşan çözülmemiş çatışmaların etkisi olduğu düşünülen hastalarda psikanalitik yönelimli psikoterapinin faydası olabilir. Bu terapide daha çok bilinçdışı çatışmalar, kimlik oluşumu, bağımlılık ihtiyacı, büyümeye karşı direnç, sağlıksız başa çıkma mekanizmaları gibi konular ele alınır. Hastalık seyrinde aile ilişkilerinin önemli olduğu olgularda tedaviye aile terapisi eklenebilir. Aile zaten tedavinin mutlaka bir parçası olmalıdır. Çünkü hastalığın ortaya çıkmasında ve devam etmesinde aile içindeki etkileşimler önemli rol oynayabilir ve aile bireylerinin hastaya doğru yaklaşım konusunda eğitilmesi gerekmektedir. Destek grupları da etkili olabilir.

Yeme bozukluğu tedavisi bir ekip işidir. Bu ekipte olması gereken kişiler bir psikiyatrist, psikoterapist, yeme bozukluğu ile çalışma konusunda deneyimli bir beslenme uzmanı ve tıbbi durumun değerlendirilmesi açısından bir dahiliyecidir. Yatan hastalarda bu hastalarla çalışma konusunda deneyimli bir hemşirenin varlığı da çok önemlidir.

Bu yöntemlerle yeme bozukluğunun tedavisi mümkündür. Tedavi edilmediği takdirde kendiliğinden iyileşme oldukça nadir olur, yıllar içerisinde dalgalı bir seyir göstererek (bazen iyi olup, bazen kötüleşerek) devam etme eğilimindedir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Haziran 2025’te yayımlanmıştır.

Aslıhan Dönmez
Aslıhan Dönmez
Prof. Dr. Aslıhan Dönmez - Psikiyatri uzmanı ve nörobilim doktoru. Çalışma alanları kaygı bozuklukları, depresyon ve yeme bozuklukları. Uzmanlık alanı Bilişsel Davranışçı Terapi. Halen Boğaziçi Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak dersler veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x