Daniel M. Haybron, Mutluluk adlı eseriyle mutluluk konusunda düşünmemize vesile olurken mutluluğun anlamı ve onu oluşturan unsurlar hakkında değerlendirmede bulunmamız için de bir fırsat yaratmış oluyor.
Haybron, öncelikle maddi zenginlik ile mutluluk arasındaki ilişkiye dair günümüzde yaygın şekilde benimsenen bir önyargıyı sarsacak nitelikte açıklamalar yapıyor. Şöyle ki, insanların çoğu, zenginliğin neredeyse tek başına insanları mutlu ettiğine inanıyor ve mutsuzluğun nedenlerini yalnızca maddi koşullarda arıyor.
Oysa kitapta sunulan birçok araştırma, Batı toplumları kadar zengin olmayan birçok toplumun da mutlu olduğunu gösteriyor. Yani, “televizyonu, bulaşık makinesi, fırını, kliması, vantilatörü, telefonu ve saati” olmayan insanlar da yeterince mutlu olabiliyor.
Ancak mutluluğun salt maddi zenginliğe bağlı olmaması, bizi yerli halkları idealize etmeye ve onların adeta cennette yaşıyormuş gibi olduklarını düşünme yanılgısına sevk etmemeli… Çünkü temel insani gereksinimleri karşılayamamak anlamında bir yoksulluk, sefaletin yanı sıra birçok mutsuzluğun da asli kaynağıdır. Dolayısıyla bizim burada çıkarmamız gereken sonuç, mutluluğun salt maddi zenginlikten kaynaklanmadığı, maddi ihtiyaçların giderilmesi dışında başka unsurları da gerektirdiğidir.
Mutluluk, keyifli bir ruh hali mi?
Diğer yandan buraya kadar söylediklerimizden sanki mutluluk kolayca tanımlanabilir ya da belirlenebilirmiş gibi bir anlam çıksa da durum hiç de böyle değildir.
Genelde mutluluk sözcüğünden insanların kendilerini keyifli ya da memnun hissetmeleri anlaşılsa da bu algı, tamamen yanlış olmamakla birlikte indirgemeci bir yaklaşımın sonucudur. Öyle ki bu anlayış, mutluluğu keyifli bir ruh haliyle veya “gülen surat” hisleriyle bir tutar.
Ancak kuşkusuz bizler mutluluktan bahsederken bundan daha fazlasını kastederiz. Mutlu bir hayata neşenin, keyfin, hazzın ve memnuniyetin eşlik ettiğini düşünsek bile mutluluğun yalnızca bunlardan ibaret olduğunu da kabul etmeyiz. Bu tür duyguların yanında başka şeylerin de olmasını bekleriz.
Bunlardan ilkini Haybron, “canlılık ve akış” olarak adlandırır. Mutlu bir hayatta öznenin tutku, canlılık ve enerji de duymasını, böylece pasif bir hoşnutluğun ötesine geçmesini umarız. Akış hali, insanın kendi öz farkındalığını geride bıraktığı, zamanın geçtiğini unuttuğu anlarda yaşanır ve bu haller mutluluğun en yoğun yaşandığı anlar olarak görülürler.
Mutluluğun üçüncü boyutu…
Haybron’a göre “uyumlama” mutluluğun üçüncü boyutudur ve iç huzuru, güveni ve sakinliği ihtiva eder. Bu hal, istikrar, denge ve dinginlikle kendini gösterir. Kişi bu hal içindeyken kendisini dünyada evindeymiş gibi hisseder. Kaygısızdır, sakindir, kendini güvende hisseder. Kendisiyle ve dünyayla barış içindedir. Kişinin hayatında uyumlama boyutu eksikse kişi, keyif ve haz içinde olsa ve de tutku ve canlılıkla bir şeyler yapsa bile gerçek anlamda mutlu sayılmaz.
Mutluluğa dair ortaya konan bu boyutlar mutluluğun duygusal bileşenleridir. Peki, bu boyutları sağlayacak kaynaklar neler olabilir? Haybron, psikologların yaptığı araştırmalara dayanarak bu kaynakları maddeler halinde şu şekilde sıralar:
Güvenlik: Bu madde, mutluluğun en önemli koşullarından biridir ve kişinin kendini tehlikede veya tehdit altında hissetmemesi anlamına gelir. Ancak bu güven hissinin salt öznel bir duygu olmayıp büyük oranda dış koşullara bağlı olduğu göz ardı edilmemelidir. Yani kendimizi güvende hissetmemizi sağlayacak en büyük faktör gerçekten de güvende olmamızdır.
Bakış açısı: Bu madde, kişinin kendisine, başına gelenlere, yaşama ve dünyaya nasıl baktığının onun mutluluğunu etkilemesini anlatır. Olumlu ve iyimser bir bakış açısı, kötümser ve olumsuzluklara odaklı bir yaklaşıma kıyasla kişinin mutluluğunu müspet yönde çok daha fazla etkileyecektir. Ancak buna rağmen mutluluğun sadece bir bakış açısı meselesi olduğu ve olumlu bir bakış açısını tercih etmeyle mutluluğa erişileceği düşünülmemelidir.
Özerklik: Bununla kast edilen insanın, hayatını kendi aldığı kararlara göre belirleyebilmesidir. İnsanlar hayatları söz konusu olduğunda kendi kararlarını kendileri almak ve başkalarının yönlendirmesi olmaksızın kendi başlarına bir şeyler yapmak isterler. Bunu yapabildikleri ölçüde de kendilerini mutlu hissederler.
İlişkiler: Mutluluğun olmazsa olmaz koşullarından biri de ilişkilerdir. Aile, arkadaşlık gibi yakın ilişkiler başta olmak üzere topluluk ilişkileri de bu kapsamda yer alır. Başkalarıyla bir şeyler yapmak, bir şeyler paylaşmak ve onlarla konuşmak insana mutluluk verir. Ayrıca daha mutlu bireylerin çok güçlü ilişkileri olduğu görülmüştür. Özellikle yakın ilişkiler sayesinde kişi, sevgi, ilgi ve anlayış ihtiyacını karşılayarak kişiliğinin onaylandığını hisseder.
Beceriye dayalı anlamlı etkinlik: İlişkilerin bir mutluluk kaynağı olması insanın sosyal bir varlık olmasının neticesi iken beceriye dayalı anlamlı etkinliğin mutluluk kaynağı olmasının nedeni, insanın bu tür etkinlikle fail olabilmesidir. Bu madde insanın edilgin halde tüketerek değil, faaliyette bulunarak daha mutlu olmasını ifade eder. Ancak bunun için faaliyetin bir anlamının olması ve insani bir beceriye dayalı olarak gerçekleştirilmesi gerekir. Bunun anlamı her faaliyetin faili mutlu etmeyeceğidir.
Doğa ve diğer mutluluk kaynakları: Yapılan araştırmalar doğayla temasın, hem canlandırıcı hem de dinlendirici etkisiyle insan mutluluğu üzerinde dikkate değer bir tesirinin olduğunu göstermektedir. Bunu doğanın güzelliği ile ilişkilendirmek, hatta daha da genelleştirerek güzel, canlı ve uyumlu bir çevrenin insan ruhuna iyi geldiğini söylemek mümkündür. Ancak bunun özellikle hayatlarının bir kısmını böyle bir çevre içinde geçirenler için bir mutluluk kaynağı olduğunu, hayatlarını doğal olmayan bir çevrede geçirenlerin zaten böyle bir ihtiyaç hissetmeyeceklerini belirtmek gerekir.
İyi olmak, iyi hissetmek
Mutlulukla ilgili önemli hususlardan biri de mutluluğun yalnızca kişinin kendisini iyi hissetmesi olarak görülemeyeceğidir. İyi hissetmek meselenin sadece bir yönüdür ve bunun iyi oluşla tamamlanması gerekir. İnsanlar hem iyi olmayı hem de iyi hissetmeyi, bu şekilde mutlu olmayı isterler. Bunun anlamı onların, iyi hissetmelerinin nedeninin birtakım yanılsamalar olmamasını, gerçekten iyi nedenlere dayanarak iyi hissetmeyi istemeleridir.
Hoşnutluğumuzun nedeni, çeşitli faaliyetler ve yaşantılar bakımından zengin bir hayat sürmemiz olmalıdır. Haybron’un ifadesi ile “pek azımız, aslında pek bir şey yapmadan, hayatımızın değerli dakikalarını ucuz eğlencelerle heba eden, tek başına “televizyon karşısında yayılıp abur cubur tüketen miskin” olmayı gerçekten arzuluyoruz.”
Diğer yandan faaliyet ve yaşantı bakımından zengin bir hayat sürmek, akıl ve sağlık gibi olanaklara sahip olmaya, bunlardan yoksun olmamaya da bağlıdır.
Mutluluğa dair tüm bu açıklamalar, akla bu konuda en dikkate değer düşünceleri ortaya koyan filozoflardan biri olan Aristoteles’i getirir. Kölelikle ve kadınlarla ilgili düşünceleri, ayrıca bazı bilimsel görüşleri terk edilen Aristoteles, özellikle ahlak felsefesi ile günümüzde de ilham kaynağı olmayı sürdürür. Aristoteles’e göre mutluluk olarak tercüme edilen eudaimonia, erdemli etkinliklerle dolu bir yaşamla mümkündür. O, erdeme ahlakı dahil etmiş ancak onu ahlakla sınırlandırmamış, onunla genel olarak insanın mükemmelliğini, yani insana özgü mükemmelliklerin sergilenmesini kastetmiştir. İnsanı mutlu edecek hayat, erdemli etkinliklerle dolu bir hayattır ve bu hayat ancak insani kapasitelerimizi mümkün olduğu kadar kullanacak şekilde aktif olmayla yaşanabilir. Aristoteles, tıpkı diğer her şey gibi insanın da bir doğası olduğunu düşünür ve eudaimoniaya bu doğayı gerçekleştirmeyle ulaşılacağını ileri sürer.
Günümüzde diğer insanlarla paylaşılan ortak bir insani doğanın gerçekleştirilmesinden çok, kişisel bir kendini gerçekleştirme idealinden bahsediliyor. Ancak bu ideal ahlaki erdemlere yer vermeyebilir. Oysa geçmiş yüzyıllarda ahlaki erdemlere özellikle kişisel çıkar karşısında, en azından teorik düzeyde öncelik tanınmıştır. Sadece kişisel haklara odaklanarak ahlaki erdemleri bir kenara bırakmak arzu edilen türde insani bir hayatla neticelenmeyecektir; böylesi bir hayat birçok açıdan yoksul, gerçek anlamda mutluluktan uzak bir hayat olacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 12 Aralık 2024’te yayımlanmıştır.