Kişisel hikâyeler ister iş yaşamı olsun ister özel hayat, hemen her alanda çok etkilidir. İyi bir hikâye ise ancak iyi anlatıldığında etki yaratabilir.
Hikâye anlatıcısı, eğitimci ve hikâye editörü Micaela Blei, Psyche internet sitesinde yayımlanan yazısında iyi bir hikâye anlatıcısı olmanın adımlarını sıralıyor.
Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“İnsanlar her zaman hikâyeler anlatır: Aile veya arkadaşlarla akşam yemeğinde, iş yerinde, iş görüşmelerinde, randevularda. (…) Bazı insanlar grup önünde çok daha rahat konuşur ama bunun ‘hikâye anlatıcılığı geni’ ile ilgisi yoktur. (…) Hikâye anlatma yeteneği doğuştan gelmez. Herkes bunu öğrenebilir, pratik yapabilir ve keyfini çıkarabilir. (…)
Örneğin bir öğretmenin, okumayı öğrenme konusunda kaygılı bir anaokulu öğrencisiyle paylaşabileceği bir kişisel hikâyesi olabilir. Fon arayan bir araştırmacı, ilgili biriyle önemli bir keşfin hikâyesini paylaşabilir. İnsanlarla tanışmaktan endişe ediyorsanız (diyelim ki yeni eşinizin ebeveynleri) birkaç hikâyenizin olması, ortam sessizleştiğinde oyunun kurallarını değiştirebilir.
Kişisel bir hikâyenin özel bir yanı vardır: Sadece dinleyicilerinizi eğlendirmekle veya bilgilendirmekle kalmaz, aynı zamanda sizi daha iyi tanımalarını sağlar. Kişisel hikâyeler ikna edicidir de. Olaylar ilk ağızdan anlatıldığında, hikâye daha güvenilir bulunur, çünkü siz oradaydınız.
Bir hikâye, anlaşılması zor bir kavramı resmedebilir, insanları harekete geçmeye teşvik edebilir veya birinin bir konu hakkındaki fikrini değiştirebilir. Niyet ve amaçla anlatılan kişisel hikâyeler, sınıflarda, iş yerindeki sunumlarda, bağış toplama etkinliklerinde, müzakerelerde vb. değerlidir.” (…)
Yazar, hikâye anlatmanın “doğru yolu” olmadığını, ancak zaman, hedef ve kitle için doğru bir yolun olduğunu belirtiyor: “(…) Kişisel bir hikâye anlatma süreci birkaç ana aktiviteye ayrılabilir: Onu seçmek, şekillendirmek, paylaşmak ve üzerinde düşünmek. (…)
Anlatacağınız hikâyeyi seçin
Hikâye anlatım sürecini daha bilinçli hale getirmek için kendinize birkaç soru sorabilirsiniz:
- Hedef kitlem kim?
- Hikâyemin dinleyicide nasıl bir etki uyandırmasını istiyorum? İlham vermesini mi? Onlara yeni bir yanımı göstermesini mi? Projeme katılmaya ikna etmesini mi?
- Bu hikâyeyi anlatırken nasıl hissetmek istiyorum? (…)
Beyin fırtınası yapmayı deneyin
Basit bir yazma egzersizi, anılarınızı ‘haritalamanıza’ ve olası hikâyeleri belirlemenize yardımcı olabilir. Buna kalp haritası veya yaşam ağı diyorum. Ortaya çıkan fikirlerin hedef odaklı olması gerekmez. Buradaki amaç, zihninizin gerçekten dolaşmasına izin vermek ve ardından belirli amaçlarınız için işe yarayabilecek bazı hikâye fikirleri seçmektir. Bunların ‘iyi’ fikirler olup olmadığı konusunda fazla endişelenmeyin.
İşte adımlar:
- Boş bir kâğıda (veya bilgisayarınıza), sizin için önemli olan dört ila beş şeyi yazın ve her birinin altında biraz boşluk bırakın. Bir kişi, yer, grup, sanat türü, spor takımı olabilir. Bunlar sevdiğiniz, öncelik verdiğiniz veya çok düşündüğünüz şeylerdir. (…)
- Altlarına, o şeye dair unutulmaz ve bağ hissettiren birkaç an ve alışkanlık yazın. Bu, çaldığınız enstrümanı ilk keşfettiğiniz an olabilir; o yerde kaybolduğunuz bir zaman olabilir vs. Tüm hikâyeyi yazmanıza gerek yok; sadece hatırlatacak bir cümle yeterlidir. (…)
- Şimdi de bir anıyı hikâyeye dönüştürebilecek adımdayız. (…) Her anı için, kendinize, bunun sadece bir anı mı yoksa o anıda yaşayan bir hikâye mi olduğuna karar vermenize yardımcı olacak şu soruyu sorun: Bu olay sayesinde benim için değişen ne oldu? (…)
Hikâyenizi şekillendirin
Hikâyeleri her zaman doğaçlama anlatıyorsak, onları ‘şekillendirmeyi’ düşünmek garip gelebilir. (…) Elbette her hikâyeyi önceden planlamanız ve prova etmeniz gerekmez. Ancak ne söylemek istediğinize dair bazı seçimler yapmak ve bunu hedef kitlenize ‘gerçekten’ anlatmadan önce birkaç kez yüksek sesle denemek, hikâyenizin mümkün olan en iyi versiyonunu anlatmanıza yardımcı olabilir. (….)
Bağlam katın: Bazen bir hikâyenin gerçekten ihtiyacı olan şey, başlangıçta doğru bilgi vermektir. Hikâyenizin aksiyonuna girmeden önce, dinleyiciye olayın gerçekleştiği sırada kim olduğunuz veya anlamaları gereken diğer şeyler hakkında bilgi verin. Örneğin, okulun tiyatro oyununda yıldız olmakla ilgili bir hikâye anlatıyorsanız, son derece utangaç veya müzikal tiyatroya tutkulu olduğunuzu belirtmeniz anlaşılmanıza yardımcı olacaktır. (…)
Ayrıca izleyicilerinizi de düşünün. Sizi hâlihazırda iyi tanıyorlar mı yoksa onlar için yeni misiniz? Bu, ne tür bir bağlam sunmanız gerektiğine karar vermenizi sağlayacaktır.
Önemini belirtin: (…) Anlattığınız durum esnasında neyi kazanmanız veya kaybetmeniz gerekti? Dinleyicilere ‘önemliydi’ deyip nedenini söylemezseniz, bakış açınızla bağlantı kurmakta zorluk çekerler. Bu yüzden sadece ne olduğunu değil, o anlarda ne hissettiğinizi, beklediğinizi, umduğunuzu veya neden korktuğunuzu da paylaştığınızdan emin olun. (…)
Bir tema seçin: (…) Kendinizi iyi hissettiğiniz bir hikâyeniz olduğunda, onu istediğiniz gibi, alakalı olduğunda anlatabilirsiniz. Ancak tek bir hikâyenin, o hikâyenin ne yapmasını istediğinize bağlı olarak birçok farklı şekilde anlatılabileceğini unutmayın. Hikâyenin amacına karar verdikten sonra, bu özel anlatım için gerçekten önemli olan ayrıntıları veya fikirleri seçebilirsiniz. (…)
Bu, ayrıca her yeni amaç için her zaman yepyeni bir hikâye düşünmek zorunda olmadığınız anlamına gelir. Zaten bildiğiniz bir hikâyeyi yeni bir bağlama uyacak şekilde yeniden işleyebilirsiniz. (…)
Ayrıntıları dikkate alın: Deneyiminizi fotografik bir hassasiyetle yeniden yaratma konusunda endişelenmeyin. Sonuçta bir hikâye sohbet havasında olmalıdır ve genellikle her şeyi tam olarak anlatmayız.
O sırada sizin için neyin önemli olduğunu düşünün. Bu şekilde paylaştığınız ayrıntılar, dinleyicilere hikâyede kim olduğunuza dair bir fikir verecektir. (…) Öte yandan hikâyenizin tüm ayrıntılarını anlatmak zorunda da değilsiniz. Çok kişisel veya acı verici kısımları atlamak istiyorsanız, bu sizin kontrolünüzdedir.
Mutlu sonu zorlamayın: Çoğumuz deneyimimizi ‘düzeltmeye’, mutlu sona meyilliyizdir. Ancak hayat her zaman böyle işlemiyor ve öyleymiş gibi davranmak zorunda değilsiniz. Deneyime bir son bulmanıza gerek yok, hikâyeniz için son bir satır yeterlidir. Hatta ileride ne olmasını umduğunuzu bile söyleyebilirsiniz.
‘Hikâye omurgası’nı kullanmayı deneyin: Bu kavram, bir doğaçlama ustası olan Kenn Adams tarafından yaratıldı. Pixar senaryo yazarları filmlerini yazmak için bu çerçeveyi kullanıyor. Ve çok basit. Hikâyenizin nasıl başlaması, devam etmesi ve bitmesi gerektiğini görmek için cümleler kurun, sonra da ayrıntıları ekleyin.
- Bir zamanlar…
- Her gün… (Burada biraz bağlam verebilirsiniz.)
- Ama bir gün… (Hikâyenizi başlatan neydi?)
- Bu yüzden… (Tüm aksiyonların bir önceki aksiyondan kaynaklandığından emin olun.)
- Bu yüzden…
- Bu yüzden…
- Sonunda… (Bu, hikâyenin ‘doruk noktası’dır.)
- Ve o zamandan beri… (Bu hikâyenin sonucunda ne değişti?)
Hikâyenizi paylaşın
Bir hikâyeniz olduğunda ve onu kendi zevkinize göre şekillendirdiğinizde, sıra onu yüksek sesle anlatmaya hazırlanmaya gelir.
Pratik: Önce yazmalı mısınız yoksa yüksek sesle anlatmalı mısınız? Bu, bir hikâye anlatıcısı olarak tamamen size kalmıştır. Bazı insanlar bir kelime etmeden önce tüm hikâyelerini yazmayı; bazıları da madde madde not alıp bunlardan doğaçlama yapmayı sever. Ben genellikle ‘doğaçlama’ taraftarıyım. Yazılı bir hikâyeyi ezberlemek cazip gelebilir, çünkü tam olarak ne söyleyeceğinizi bilirsiniz; ancak bu, hikâyenizi paylaşırken tamamen doğal hissetmenizi de engelleyebilir. Bu yüzden, büsbütün bir senaryo yazmaktan kaçınmanızı öneririm. (…)
Paylaşım: Bir hikâyeyi paylaşmanın doğru bir yolu yoktur; sizin kendi yolunuz vardır. Bana göre önemli olan, rahatlıktır. Bir grup önünde hikâye anlatmak için işe yarayan birkaç ipucu:
- Sürekli göz teması kurmak zorunda değilsiniz. İnsanlar genellikle sohbette bunu yapmaz, bu yüzden hikâye anlatırken bunu yapmanıza gerek yok.
- Normalde yaptığınız gibi ellerinizi kullanın. (…)
- Sunumunuzu geliştirebileceğiniz yerleri bulmak için hikâyenizi güvendiğiniz dinleyicilerinizle deneyebilir ve onlara şunu sorabilirsiniz: Çok mu yüksek sesle/yumuşak/hızlı/yavaş konuştum? Dikkatinizi dağıtacak bir şey yaptım mı?
- Duraksamalar ve ‘ee’ler: Bunlardan tam olarak kurtulmanıza gerek yok. Çok fazla düşünmek, hikâyenizi paylaşırken sizi daha fazla strese sokabilir. Biraz duraksama ve ‘ee’ler hikâyeyi daha sohbet havasına sokabilir. Hikâyenizi biraz prova ettiğinizde, bunlar genellikle kendiliğinden ortadan kaybolur.”
Hikâyeniz üzerine düşünün
Yazarı, hikâyenizi anlattıktan sonra üzerinde düşünmenin yeni olası anlamları ve açıları ortaya çıkarabileceğini söylüyor: “(…) Bu sayede, dinleyiciler beklenmeyen bir tepki gösterdiğinde veya hikâyeniz istediğiniz etkiyi yaratmadığında neyi değiştirmek isteyebileceğinizi kendinize sorma fırsatı bulursunuz. (…)
Hikâyeler zamanla değişir ve büyür: Sadece hikâyenin sizin için ne anlama geldiği değil, aynı zamanda onu nasıl anlattığınız da. Bunu ne kadar çok yaparsanız o kadar iyi olursunuz ve aynı hikâye yeni kitleler için yeni bir önem kazanabilir. O halde daha önce üzerinde çalıştığınız bir hikâyeyi farklı bir bağlamda keşfetmeyi deneyin. (…)”
Bu yazı ilk kez 12 Kasım 2024’te yayımlanmıştır.