Kendimize açtığımız gereksiz cepheler

Hayat zor. Sürekli bir mücadele içindeyiz. Birçok cephede savaş veriyor, yoruluyoruz. Fakat insanı asıl yıpratan kendi açtığı gereksiz cephelerde verdiği savaşlar. İşte o 5 cephe ve onlardan kurtulmanın yolları… Prof. Dr. Aslıhan Dönmez yazdı.

Hayat zor. Sürekli bir mücadele içindeyiz. Bir yandan ekonomik sıkıntılar, bir yandan iş hayatındaki koşuşturmaca, evdeki sorumluluk, sağlık problemleri… Saymakla bitmiyor. Birçok cephede savaş veriyoruz. Doğal olarak bu durum bizleri yoruyor. Fakat insanı asıl yıpratan kendi açtığı gereksiz cephelerde verdiği savaşlar.

Hayatta olmanın gerektirdiği asıl cephelerimizin yanında bir de bizler açıyoruz gereksiz cepheleri hayatımızda. Sonuç; yıpranma, aşırı yorgunluk, tükenmişlik, psikolojik zorlanmalar ve belki de psikiyatrik hastalıklar oluyor. Hepimizin 10 birim askeri var. Bunun 9 birimini gereksiz cephelerde gereksiz savaşlara yollarsak geriye kalıyor 1 birim. Bu 1 birimle ne vermemiz gereken yaşam mücadelesini hakkıyla verebiliriz, ne de hayattan keyif alabiliriz.

Bu yazıda kendi kendimize açtığımız bu gereksiz cepheleri sizlere tanıtmak istiyorum. Bu cepheler bizi psikolojik olarak yıpratan, yaşam enerjimizi düşüren, düşünce ve davranış kalıplarımız nedeniyle kendimize yarattığımız gereksiz yaşam mücadeleleri. Bu yazının amacı sizlere bu gereksiz ve beyhude mücadele alanlarını tanıtıp o cepheleri birer birer kapamanızı, ruhsal enerjinizi sağlayan askerlerinizi o cephelerden çekip size katkıda bulunacak cephelere yönlendirmenizi sağlamak.

Cephe 1: Geçmişi düşünüp durma

Hayvanların geviş getirmesi gibi bizler de bazen bazı konuları zihnimizde herhangi bir sonuca ulaştırmadan sürekli düşünür dururuz. Ruminasyon adı verilen bu düşünme hali geviş getirmenin İngilizcesi olan rumination kelimesinden dilimize geçirilmiştir. Bilişsel geviş getirme anlamına gelir. Ruminasyon çoğunlukla geçmiş bir konu hakkında yapılır. “Niye” ve “keşke”lerle dolu düşüncelerdir. “Niye böyle dedi”, “Keşke bu olmasaydı”, “Niye böyle yapmadım” veya “Keşke şöyle deseydim” gibi düşünceler ruminasyona örnektir. Kişi zihninde halledemediği bir konuyu düşünüp durur. Bir türlü kapanmayan dosyalar gibidir. Geri planda sürekli çalışırlar. Ne zaman günlük koşuşturma sakinleşse ve kişi içine baksa bu dosyaları bulur ve tekrar tekrar inceler. Bir türlü bir karara bağlayıp dosyayı kapatamaz, zihninin derin çukurlarındaki kütüphaneye yollayamaz.

Ruminasyon bir ruh emicidir. Kişinin her alandaki enerjisini emer. Kişi ne zaman ruminasyon yapsa kendini olumsuz duygular içinde bulur. Üzüntü, suçluluk, pişmanlık, haksızlık, hayal kırıklığı, kendine acıma, başkalarını suçlama, alacaklı hissetme ruminasyona sıklıkla eşlik eden duygulardır. Ruminasyon zihni yorar. “Kafam çok dolu” diye ifade ederiz bu yorgunluğu. Andaki işe verdiğimiz dikkati ve konsantrasyonu azaltır. Sonuçta ne yaptığımız işten keyif alırız ne de yaptığımız iş işe benzer.

Fiziksel bir eylem olmamasına rağmen fiziksel bir yorgunluk da yaratır. Bol ruminasyonla geçen bir günün ardından kendimizi bir maraton koşmuş kadar yorgun hissedebiliriz. Üstelik sorun çözme becerimizi de azaltır. Bir konuyu ruminasyon şeklinde düşündüğümüzde Arap saçına döner, içinden çıkılmaz hale gelir. Kısacası ruminasyon askerlerimizi boşuna yolladığımız, enerjimizi tüketen gereksiz bir cephedir.

Cephe 2: Gelecekle ilgili endişelenip durma

Endişe aslında bir duygudan çok, gelecekle ilgili tekrarlayan bir şekilde düşünmeyi içeren bir zihinsel süreçtir. Ruminasyon geçmiş bir konuyu düşünüp durmakken, endişe gelecek bir konuyu düşünüp durmaktır. Endişe dolu düşünceler çoğunlukla “Ya olursa” ve “Ne olacak” gibi ifadeleri içerir. Kişi bu ifadelerden sonra “Şöyle olursa şunu yaparım” gibi bir planlama sürecine de girebilir.

İçinizden “Bunun neresi yanlış ki” dediğinizi duyar gibiyim. Aslında endişe üretken bir süreç de olabilir, kişinin durmadan rendelendiği bir cephe haline de dönüşebilir. Eğer hiç endişelenmeseydik sorun çıkarabilecek durumlar karşısında tedbir almazdık. Bunun sonucu olarak da hayatta birçok sorun gereksiz yere büyüyebilirdi. Sağlığımız konusunda hiç endişelenmesek bedenimize de iyi bakmayız ve hastalanırız. Sınavlar konusunda hiç endişelenmesek çalışmaz ve başarılı olamayız. Üretken endişe kişinin sorunları çözmek için plan yapmasına ve harekete geçmesine yardımcı olur, yani sonuçta bir “ürün” verir. Üstelik kişi üretken bir endişe sonucunda meseleyi kafasında bitirir, dosyayı beynin derin çukurlarındaki kütüphaneye gönderir. Yani bir çıktısı ve noktası vardır.

Gereksiz bir cephe haline dönüşen endişe iki özelliği açısından üretken endişeden farklıdır. Birincisi; kişi gelecekte olma ihtimali gördüğü birtakım olayları herhangi bir ürün vermeden düşünüp durur. Daha iyi anlaşılması açısından sizlere bu andan bir örnek vereyim. Benim bu yazıyı yazmakla ilgili üretken olmayan bir endişem olsaydı şuna benzerdi: “Ya yazıyı anlaşılır yazamazsam. Vermek istediğim mesajları doğru veremezsem. İnsanlar yazıyı okumazlarsa. Okur ama beğenmezlerse. Fikir Turu sitesi editörleri ‘Aslıhan düzgün yazamaz oldu, biz en iyisi onu yazarlar listemizden çıkaralım’ derlerse. Benim iyi yazamadığım camiada duyulursa. Yazdığım kitapların satışı düşerse. Yeni baskıları çıkmazsa…” Sizce nasıl gidiyorum? Bu düşünce silsilesi sonucunda olasılıkla kendimi çok kaygılı, telaşlı, yetersiz, ümitsiz hissederim. Bu da yazma becerimi olumsuz etkiler. Sonuçta gerçekten de kalitesi düşük bir yazı yazmama neden olabilir. İşte üretken olmayan endişe kişinin herhangi bir ürün verme sürecini olumsuz etkiler, hatta ürün vermesine engel olur.

Üretken endişeyle üretken olmayan endişenin birbirinden farklı olan bir diğer özelliği üretken olmayan endişenin bir noktasının olmamasıdır. Yani üretken olmayan endişede kişi kafasındaki senaryoyu bir türlü bitiremez. Nokta yerine virgüller koyar, ertesi gün kaldığı yerden devam eder. İşte bu tekrarlayıcı özelliği nedeniyle üretken olmayan endişe ruminasyona benzer ve gereksiz açılmış bir cephe halini alır.

Cephe 3: Başkalarının sizin hakkınızdaki düşüncelerini aşırı önemseme

Hayatımızın bizim kontrolümüzde olan ve bizim kontrolümüzde olmayan yanları var. Başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğü bizim kontrolümüzde değildir. Biz kendi seçim ve davranışlarımızdan sorumluyuz. Bu konularda elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışırız. Ama bizim seçim ve davranışlarımızın başkalarının üzerinde yarattığı etki bizim kontrolümüzde değildir. Biz elimizden gelenin en iyisini yapsak dahi başkalarının bu konuda iyi düşüneceğini garanti edemeyiz. Örneğin; ben bu yazıyı elimden gelen en iyi şekilde yazmaya çalışıyorum. Ama bu yazı hakkında sizlerin ne düşüneceğinizi bilemem ve kontrol edemem. Eğer “Okuyan herkes bu yazıyı beğenmeli” diye düşünerek yazmaya kalksaydım, kendim için gereksiz iki cephe açmış olurdum. Birincisi; çıtayı çok yükseğe koyduğum için yıkıcı bir mükemmeliyetçilik etkisi altına girer, hata yapmaktan aşırı korkardım. Muhtemelen yazdıklarımı defalarca kontrol eder ve cümleleri silip tekrar tekrar yazardım. Sonunda yazıyı bitirmem de giderek zorlaşırdı. İkincisi; hiçbir yazının tüm okuyanlar tarafından beğenilmeyeceği gerçeğini ıskalar, herhangi bir eleştiri aldığımda büyük bir hayal kırıklığı yaşar ve yıkılırdım.

Başkalarının kendileri hakkındaki düşüncelerini gereğinden fazla düşünenler için hayat adeta yüksek performans göstermeleri gereken bir sahneye dönüşür. İçlerinden geldiği gibi davranamazlar. Hep seyircinin beğenisini göz önünde tutmak zorundadırlar. Bu durum doğallıktan uzaklaşmalarına ve bir türlü rahatlayamamalarına neden olur. Performans kaygısı yaşarlar. Hayatı tüm kameralar ona çevrilmiş gibi yaşamak oldukça tüketicidir. Zamanla hassas ve kırılgan bir yapı geliştirirler. Buluttan nem kaparlar. Ufak bir eleştiri karşısında yere kapaklanırlar. Değerlerine uygun bir yaşam süremezler. Üstelik tüm bu özelliklerinden dolayı başkalarının onun hakkında olumsuz düşünme ihtimali de artmış olur. Kısacası durum bir “kendini doğrulayan kehanete” dönüşür. İşte bu nedenlerden dolayı başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğünü aşırı önemser ve onların olumlu düşünmeleri için beyhude bir çaba içerisine girersek hayatımızda gereksiz cepheler açmış oluruz.

Cephe 4: Hayatını başkalarıyla kıyaslama ve sahip olmadıklarına imrenme

Hayat şu veya bu nedenle herkese farklı deneyimler sunar. Kimine kavun, kimine kelek düşer. Bu sunumun bir algoritması varsa da biz henüz keşfedemedik. Bu algoritmayı çözmeye çalışan tüm farklı yaklaşımların “post hoc” olma özelliklerinden dolayı güvenilirlikleri düşüktür. Durum böyleyken kendi hayatımızı “onunki gibi olabilirdi” veya “keşke onunki gibi olsaydı” çerçevesinden değerlendirirsek yine kendimize gereksiz bir cephe açmış oluruz.

Herkesin yolculuğu biriciktir ve tam da olması gerektiği gibidir. Başka otobüslere bakarak kendi otobüsümüzü süremeyiz. Başka otobüslere bakarsak yavaşlar, kaza yapar, hatta yolumuzu kaybederiz. Diğer otobüsleri izlemek ve yolculuğumuzu onların yolculuğuna benzetmeye çalışmak boşa vakit kaybından başka bir şey değildir. Başkalarının hayatlarını incelemek ve bizimkiyle kıyaslamak için yolladığımız askerlerin dönüp bize getireceği bilgilerin kullanılabilirliği yoktur. Ancak imrenmemize ve sonuçta acı çekmemize neden olurlar. O askerleri o gereksiz cepheden çekip kendi hayat deneyimlerimizi anlamaya ve anlamlandırmaya yöneltirsek bu otobüsü daha huzurlu bir şekilde sürebiliriz.

Cephe 5: Sınır problemlerinin getirdiği aşırı yüklenme

Sınırlar bizim nerede başlayıp nerede bittiğimizi belirler. Gücümüz, kapasitemiz, zamanımız sınırsız değildir. 10 birim askere sahip oluşumuz bizim sınırımızdır. İlişkilerimizde de sınırlarımız vardır. İlişkilerde kendimizi rahat ve güvende hissettiğimiz alan bizim sınırımızdır. Kendi kişisel ve ilişkisel sınırımızı net bir şekilde çizmediğimiz zaman sınır ihlalleri kaçınılmazdır.

Kişisel sınırımızı çoğunlukla biz ihlal ederiz. Bazı hırslarımızdan dolayı altından kalkamayacağımız ölçüde büyük bir yükü yüklendiğimizde kendi sınırımızı ihlal etmiş oluruz. Bir işe ya da yaşam alanına aslında gerektiğinden fazla ruhsal enerji askerini yönlendirdiğimizde yine kendi kişisel sınırımızı ihlal etmiş oluruz. Zamanımızı iyi planlamaz, bazı yaşam alanlarına gerektiğinden fazla zaman ayırırsak yine kişisel sınırımızı ihlal etmiş oluruz.

İlişkilerimizdeki sınırları başkaları ihlal eder ama buna biz izin veririz. İlişkilerde sürekli veren taraf olmak, gerekli çatışmalara girmeyip daha fazla askeri gereksiz işlere yönlendirmek, hayır dememek ilişkisel alanda sınırlarımızı net çizmemekten kaynaklanır. Sonuçta sınırlı sayıdaki askerlerimizi gereksiz cephelere yolladığımız için asıl savaş vermemiz gereken alanlarda savaşamaz ve yenik duruma düşeriz.

Sınırlarımızı çok katı ve değişmez bir şekilde çizersek de gereksiz cepheler açarız. Hayatın gerektirdikleri ve bizden beklentisi sürekli değişir. Devinim olmayan su bulanıklaşır, içinde mikroorganizmalar ürer, zehirli hale gelir. Biz de hayatımız da sürekli değişir. Bu değişime uygun olacak şekilde, gerekli yerlerde ve gerekli şekillerde sınırlarımızı esnetemez ve hatta yeniden çizemezsek, gereksiz cepheleri açık bırakır, sınır korumaya gereksiz askerler yatırırız. O nedenle sınırlarımızı gerekli durumlarda esnetmek, gevşetmek hatta yeniden çizmek gereksiz cephelerde savaşmamıza engel olacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.

Aslıhan Dönmez
Aslıhan Dönmez
Prof. Dr. Aslıhan Dönmez - Psikiyatri uzmanı ve nörobilim doktoru. Çalışma alanları kaygı bozuklukları, depresyon ve yeme bozuklukları. Uzmanlık alanı Bilişsel Davranışçı Terapi. Halen Boğaziçi Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak dersler veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Kendimize açtığımız gereksiz cepheler

Hayat zor. Sürekli bir mücadele içindeyiz. Birçok cephede savaş veriyor, yoruluyoruz. Fakat insanı asıl yıpratan kendi açtığı gereksiz cephelerde verdiği savaşlar. İşte o 5 cephe ve onlardan kurtulmanın yolları… Prof. Dr. Aslıhan Dönmez yazdı.

Hayat zor. Sürekli bir mücadele içindeyiz. Bir yandan ekonomik sıkıntılar, bir yandan iş hayatındaki koşuşturmaca, evdeki sorumluluk, sağlık problemleri… Saymakla bitmiyor. Birçok cephede savaş veriyoruz. Doğal olarak bu durum bizleri yoruyor. Fakat insanı asıl yıpratan kendi açtığı gereksiz cephelerde verdiği savaşlar.

Hayatta olmanın gerektirdiği asıl cephelerimizin yanında bir de bizler açıyoruz gereksiz cepheleri hayatımızda. Sonuç; yıpranma, aşırı yorgunluk, tükenmişlik, psikolojik zorlanmalar ve belki de psikiyatrik hastalıklar oluyor. Hepimizin 10 birim askeri var. Bunun 9 birimini gereksiz cephelerde gereksiz savaşlara yollarsak geriye kalıyor 1 birim. Bu 1 birimle ne vermemiz gereken yaşam mücadelesini hakkıyla verebiliriz, ne de hayattan keyif alabiliriz.

Bu yazıda kendi kendimize açtığımız bu gereksiz cepheleri sizlere tanıtmak istiyorum. Bu cepheler bizi psikolojik olarak yıpratan, yaşam enerjimizi düşüren, düşünce ve davranış kalıplarımız nedeniyle kendimize yarattığımız gereksiz yaşam mücadeleleri. Bu yazının amacı sizlere bu gereksiz ve beyhude mücadele alanlarını tanıtıp o cepheleri birer birer kapamanızı, ruhsal enerjinizi sağlayan askerlerinizi o cephelerden çekip size katkıda bulunacak cephelere yönlendirmenizi sağlamak.

Cephe 1: Geçmişi düşünüp durma

Hayvanların geviş getirmesi gibi bizler de bazen bazı konuları zihnimizde herhangi bir sonuca ulaştırmadan sürekli düşünür dururuz. Ruminasyon adı verilen bu düşünme hali geviş getirmenin İngilizcesi olan rumination kelimesinden dilimize geçirilmiştir. Bilişsel geviş getirme anlamına gelir. Ruminasyon çoğunlukla geçmiş bir konu hakkında yapılır. “Niye” ve “keşke”lerle dolu düşüncelerdir. “Niye böyle dedi”, “Keşke bu olmasaydı”, “Niye böyle yapmadım” veya “Keşke şöyle deseydim” gibi düşünceler ruminasyona örnektir. Kişi zihninde halledemediği bir konuyu düşünüp durur. Bir türlü kapanmayan dosyalar gibidir. Geri planda sürekli çalışırlar. Ne zaman günlük koşuşturma sakinleşse ve kişi içine baksa bu dosyaları bulur ve tekrar tekrar inceler. Bir türlü bir karara bağlayıp dosyayı kapatamaz, zihninin derin çukurlarındaki kütüphaneye yollayamaz.

Ruminasyon bir ruh emicidir. Kişinin her alandaki enerjisini emer. Kişi ne zaman ruminasyon yapsa kendini olumsuz duygular içinde bulur. Üzüntü, suçluluk, pişmanlık, haksızlık, hayal kırıklığı, kendine acıma, başkalarını suçlama, alacaklı hissetme ruminasyona sıklıkla eşlik eden duygulardır. Ruminasyon zihni yorar. “Kafam çok dolu” diye ifade ederiz bu yorgunluğu. Andaki işe verdiğimiz dikkati ve konsantrasyonu azaltır. Sonuçta ne yaptığımız işten keyif alırız ne de yaptığımız iş işe benzer.

Fiziksel bir eylem olmamasına rağmen fiziksel bir yorgunluk da yaratır. Bol ruminasyonla geçen bir günün ardından kendimizi bir maraton koşmuş kadar yorgun hissedebiliriz. Üstelik sorun çözme becerimizi de azaltır. Bir konuyu ruminasyon şeklinde düşündüğümüzde Arap saçına döner, içinden çıkılmaz hale gelir. Kısacası ruminasyon askerlerimizi boşuna yolladığımız, enerjimizi tüketen gereksiz bir cephedir.

Cephe 2: Gelecekle ilgili endişelenip durma

Endişe aslında bir duygudan çok, gelecekle ilgili tekrarlayan bir şekilde düşünmeyi içeren bir zihinsel süreçtir. Ruminasyon geçmiş bir konuyu düşünüp durmakken, endişe gelecek bir konuyu düşünüp durmaktır. Endişe dolu düşünceler çoğunlukla “Ya olursa” ve “Ne olacak” gibi ifadeleri içerir. Kişi bu ifadelerden sonra “Şöyle olursa şunu yaparım” gibi bir planlama sürecine de girebilir.

İçinizden “Bunun neresi yanlış ki” dediğinizi duyar gibiyim. Aslında endişe üretken bir süreç de olabilir, kişinin durmadan rendelendiği bir cephe haline de dönüşebilir. Eğer hiç endişelenmeseydik sorun çıkarabilecek durumlar karşısında tedbir almazdık. Bunun sonucu olarak da hayatta birçok sorun gereksiz yere büyüyebilirdi. Sağlığımız konusunda hiç endişelenmesek bedenimize de iyi bakmayız ve hastalanırız. Sınavlar konusunda hiç endişelenmesek çalışmaz ve başarılı olamayız. Üretken endişe kişinin sorunları çözmek için plan yapmasına ve harekete geçmesine yardımcı olur, yani sonuçta bir “ürün” verir. Üstelik kişi üretken bir endişe sonucunda meseleyi kafasında bitirir, dosyayı beynin derin çukurlarındaki kütüphaneye gönderir. Yani bir çıktısı ve noktası vardır.

Gereksiz bir cephe haline dönüşen endişe iki özelliği açısından üretken endişeden farklıdır. Birincisi; kişi gelecekte olma ihtimali gördüğü birtakım olayları herhangi bir ürün vermeden düşünüp durur. Daha iyi anlaşılması açısından sizlere bu andan bir örnek vereyim. Benim bu yazıyı yazmakla ilgili üretken olmayan bir endişem olsaydı şuna benzerdi: “Ya yazıyı anlaşılır yazamazsam. Vermek istediğim mesajları doğru veremezsem. İnsanlar yazıyı okumazlarsa. Okur ama beğenmezlerse. Fikir Turu sitesi editörleri ‘Aslıhan düzgün yazamaz oldu, biz en iyisi onu yazarlar listemizden çıkaralım’ derlerse. Benim iyi yazamadığım camiada duyulursa. Yazdığım kitapların satışı düşerse. Yeni baskıları çıkmazsa…” Sizce nasıl gidiyorum? Bu düşünce silsilesi sonucunda olasılıkla kendimi çok kaygılı, telaşlı, yetersiz, ümitsiz hissederim. Bu da yazma becerimi olumsuz etkiler. Sonuçta gerçekten de kalitesi düşük bir yazı yazmama neden olabilir. İşte üretken olmayan endişe kişinin herhangi bir ürün verme sürecini olumsuz etkiler, hatta ürün vermesine engel olur.

Üretken endişeyle üretken olmayan endişenin birbirinden farklı olan bir diğer özelliği üretken olmayan endişenin bir noktasının olmamasıdır. Yani üretken olmayan endişede kişi kafasındaki senaryoyu bir türlü bitiremez. Nokta yerine virgüller koyar, ertesi gün kaldığı yerden devam eder. İşte bu tekrarlayıcı özelliği nedeniyle üretken olmayan endişe ruminasyona benzer ve gereksiz açılmış bir cephe halini alır.

Cephe 3: Başkalarının sizin hakkınızdaki düşüncelerini aşırı önemseme

Hayatımızın bizim kontrolümüzde olan ve bizim kontrolümüzde olmayan yanları var. Başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğü bizim kontrolümüzde değildir. Biz kendi seçim ve davranışlarımızdan sorumluyuz. Bu konularda elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışırız. Ama bizim seçim ve davranışlarımızın başkalarının üzerinde yarattığı etki bizim kontrolümüzde değildir. Biz elimizden gelenin en iyisini yapsak dahi başkalarının bu konuda iyi düşüneceğini garanti edemeyiz. Örneğin; ben bu yazıyı elimden gelen en iyi şekilde yazmaya çalışıyorum. Ama bu yazı hakkında sizlerin ne düşüneceğinizi bilemem ve kontrol edemem. Eğer “Okuyan herkes bu yazıyı beğenmeli” diye düşünerek yazmaya kalksaydım, kendim için gereksiz iki cephe açmış olurdum. Birincisi; çıtayı çok yükseğe koyduğum için yıkıcı bir mükemmeliyetçilik etkisi altına girer, hata yapmaktan aşırı korkardım. Muhtemelen yazdıklarımı defalarca kontrol eder ve cümleleri silip tekrar tekrar yazardım. Sonunda yazıyı bitirmem de giderek zorlaşırdı. İkincisi; hiçbir yazının tüm okuyanlar tarafından beğenilmeyeceği gerçeğini ıskalar, herhangi bir eleştiri aldığımda büyük bir hayal kırıklığı yaşar ve yıkılırdım.

Başkalarının kendileri hakkındaki düşüncelerini gereğinden fazla düşünenler için hayat adeta yüksek performans göstermeleri gereken bir sahneye dönüşür. İçlerinden geldiği gibi davranamazlar. Hep seyircinin beğenisini göz önünde tutmak zorundadırlar. Bu durum doğallıktan uzaklaşmalarına ve bir türlü rahatlayamamalarına neden olur. Performans kaygısı yaşarlar. Hayatı tüm kameralar ona çevrilmiş gibi yaşamak oldukça tüketicidir. Zamanla hassas ve kırılgan bir yapı geliştirirler. Buluttan nem kaparlar. Ufak bir eleştiri karşısında yere kapaklanırlar. Değerlerine uygun bir yaşam süremezler. Üstelik tüm bu özelliklerinden dolayı başkalarının onun hakkında olumsuz düşünme ihtimali de artmış olur. Kısacası durum bir “kendini doğrulayan kehanete” dönüşür. İşte bu nedenlerden dolayı başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğünü aşırı önemser ve onların olumlu düşünmeleri için beyhude bir çaba içerisine girersek hayatımızda gereksiz cepheler açmış oluruz.

Cephe 4: Hayatını başkalarıyla kıyaslama ve sahip olmadıklarına imrenme

Hayat şu veya bu nedenle herkese farklı deneyimler sunar. Kimine kavun, kimine kelek düşer. Bu sunumun bir algoritması varsa da biz henüz keşfedemedik. Bu algoritmayı çözmeye çalışan tüm farklı yaklaşımların “post hoc” olma özelliklerinden dolayı güvenilirlikleri düşüktür. Durum böyleyken kendi hayatımızı “onunki gibi olabilirdi” veya “keşke onunki gibi olsaydı” çerçevesinden değerlendirirsek yine kendimize gereksiz bir cephe açmış oluruz.

Herkesin yolculuğu biriciktir ve tam da olması gerektiği gibidir. Başka otobüslere bakarak kendi otobüsümüzü süremeyiz. Başka otobüslere bakarsak yavaşlar, kaza yapar, hatta yolumuzu kaybederiz. Diğer otobüsleri izlemek ve yolculuğumuzu onların yolculuğuna benzetmeye çalışmak boşa vakit kaybından başka bir şey değildir. Başkalarının hayatlarını incelemek ve bizimkiyle kıyaslamak için yolladığımız askerlerin dönüp bize getireceği bilgilerin kullanılabilirliği yoktur. Ancak imrenmemize ve sonuçta acı çekmemize neden olurlar. O askerleri o gereksiz cepheden çekip kendi hayat deneyimlerimizi anlamaya ve anlamlandırmaya yöneltirsek bu otobüsü daha huzurlu bir şekilde sürebiliriz.

Cephe 5: Sınır problemlerinin getirdiği aşırı yüklenme

Sınırlar bizim nerede başlayıp nerede bittiğimizi belirler. Gücümüz, kapasitemiz, zamanımız sınırsız değildir. 10 birim askere sahip oluşumuz bizim sınırımızdır. İlişkilerimizde de sınırlarımız vardır. İlişkilerde kendimizi rahat ve güvende hissettiğimiz alan bizim sınırımızdır. Kendi kişisel ve ilişkisel sınırımızı net bir şekilde çizmediğimiz zaman sınır ihlalleri kaçınılmazdır.

Kişisel sınırımızı çoğunlukla biz ihlal ederiz. Bazı hırslarımızdan dolayı altından kalkamayacağımız ölçüde büyük bir yükü yüklendiğimizde kendi sınırımızı ihlal etmiş oluruz. Bir işe ya da yaşam alanına aslında gerektiğinden fazla ruhsal enerji askerini yönlendirdiğimizde yine kendi kişisel sınırımızı ihlal etmiş oluruz. Zamanımızı iyi planlamaz, bazı yaşam alanlarına gerektiğinden fazla zaman ayırırsak yine kişisel sınırımızı ihlal etmiş oluruz.

İlişkilerimizdeki sınırları başkaları ihlal eder ama buna biz izin veririz. İlişkilerde sürekli veren taraf olmak, gerekli çatışmalara girmeyip daha fazla askeri gereksiz işlere yönlendirmek, hayır dememek ilişkisel alanda sınırlarımızı net çizmemekten kaynaklanır. Sonuçta sınırlı sayıdaki askerlerimizi gereksiz cephelere yolladığımız için asıl savaş vermemiz gereken alanlarda savaşamaz ve yenik duruma düşeriz.

Sınırlarımızı çok katı ve değişmez bir şekilde çizersek de gereksiz cepheler açarız. Hayatın gerektirdikleri ve bizden beklentisi sürekli değişir. Devinim olmayan su bulanıklaşır, içinde mikroorganizmalar ürer, zehirli hale gelir. Biz de hayatımız da sürekli değişir. Bu değişime uygun olacak şekilde, gerekli yerlerde ve gerekli şekillerde sınırlarımızı esnetemez ve hatta yeniden çizemezsek, gereksiz cepheleri açık bırakır, sınır korumaya gereksiz askerler yatırırız. O nedenle sınırlarımızı gerekli durumlarda esnetmek, gevşetmek hatta yeniden çizmek gereksiz cephelerde savaşmamıza engel olacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.

Aslıhan Dönmez
Aslıhan Dönmez
Prof. Dr. Aslıhan Dönmez - Psikiyatri uzmanı ve nörobilim doktoru. Çalışma alanları kaygı bozuklukları, depresyon ve yeme bozuklukları. Uzmanlık alanı Bilişsel Davranışçı Terapi. Halen Boğaziçi Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak dersler veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x