Bugünlerde kuşak tartışmalarının ağırlık merkezi genellikle gençler. 1997-2012 yılları arasında doğan Z kuşağı, ekranların, algoritmaların ve iklim krizinin ortasında kaybolmaktan şikâyet ediyor. 1981-1996 yılları arası doğan Y kuşağı ise düşük ücretler ve uçup giden konut fiyatları arasında sıkışmış durumda. 1946-1964 yılları arası doğan baby-boomer’lar da giderek yaşlanıyor, emeklilik planlarının belirsizliğiyle karşı karşıya kalıyor. Ancak bu resmin tam ortasında, neredeyse hiç konuşulmayan bir grup var: 1965-1980 yılları arasında doğan X kuşağı. Ne medya onların derdine eğiliyor ne de sosyal medyada trend oluyorlar. Oysa asıl kaybeden, X kuşağı olabilir.
Bir toplumun refahı, yalnızca gençliğe yatırım yapmakla değil, yaşlanan nüfusun yükünü taşıyanların sürdürülebilirliğini sağlamakla da mümkündür. X kuşağı, tam da bu görünmeyen yükün taşıyıcısı konumunda. Kültürel olarak gençlik ideallerinin gölgesinde kaldılar; ekonomik olarak ise hem neoliberal dönüşümün hem de küresel krizlerin ortasında savruldular. Ne refah devletinin sunduğu imkânlardan tam anlamıyla faydalanabildiler ne de dijital ekonominin vaat ettiği yeni fırsatlara erişebildiler. Bu da X kuşağını, yapısal belirsizlikle bireysel yükümlülük arasında sıkışmış, görünmeyen bir ara kuşak haline getirdi.
The Economist‘te yayımlanan yazı, X kuşağının neden “kaybeden kuşak” olarak adlandırılabileceği; ekonomik kırılmalar, sosyal sorumluluklar ve kültürel temsilsizlik üzerinden katmanlı biçimde inceliyor. Yazıda, X kuşağının hem finansal krizlerin hem de dijital dönüşümün tam ortasında kalışını, ne tam anlamıyla refah içinde yaşlanabilen bir nesil ne de gelecek vaat eden gençlik olarak tanımlanamayışını verilerle destekleniyor. Aynı zamanda, X kuşağının sinema ve edebiyatta nasıl temsil edildiğine de değinerek, bireysel tercihler ile yapısal engeller arasındaki karmaşık ilişkiye değiniliyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Stoacı filozof Seneca, ‘Zihnimizde yaşadığımız acılar, gerçekte yaşadıklarımızdan daha fazladır’ demişti. Sanki kuşaklardan bahsediyormuş gibi. 1997–2012 arasında doğan Z kuşağı, sosyal medyanın çocukluklarını mahvettiğini söylüyor. 1981–1996 doğumlu Y kuşağı da ev alamamaktan yakınıyor. 1946–1964 arası doğan baby-boomer kuşağıysa, emekliliklerinin nasıl geçeceğini bilemiyor.
Ama bir kuşak var ki kimse pek hatırlamıyor: 1965–1980 yılları arasında doğan X kuşağı. Google aramalarına bakıldığında dünya, Y ve Z kuşağına ya da baby-boomer’lara gösterdiği ilginin çok daha azını X kuşağına gösteriyor. Bu kuşak hakkında neredeyse hiç podcast yok, herhangi bir espri malzemesi yapılmıyor. Douglas Coupland’ın 1991’de yayımlanan Generation X: Tales for an Accelerated Culture (X Kuşağı: Hızlandırılmış Bir Kültür İçin Masallar) romanı dışında bu kuşağı anlatan kayda değer bir kitap da yok. İngiltere’de insanlar arasında, hangi kuşağa ait olduğunu bilmeyenlerin oranı en yüksek grup yine X kuşağı.
Popüler kültürde pek yer bulamıyor olabilirler ama X kuşağı gerçekten zor bir dönemden geçiyor. Üstelik sadece yaşları nedeniyle değil, bu kuşağın yükü de oldukça ağır. Ipsos’un 30 ülkede yaptığı bir araştırmaya göre, X kuşağının %31’i kendini ‘çok da mutlu hissetmediğini’ ya da ‘hiç mutlu olmadığını’ söylüyor. Bu oran, diğer tüm kuşaklardan yüksek. Dartmouth College’dan ekonomist David Blanchflower da mutsuzluk, kaygı ve umutsuzluk gibi duyguların en yoğun yaşandığı dönemin 50’li yaşlar olduğunu söylüyor. Bu da ‘hayat eğrisi’ diye bilinen teoriyle uyumlu: İnsanlar gençken ve yaşlandıklarında daha mutlu, orta yaşta ise daha mutsuz olurlar. Baby-boomer’lar bu dönemden geçti, Y kuşağının da sırası gelecek.
Hayal edilen gelecekler, gerçekleşmeyen hedefler
Bu mutsuzluk sadece psikolojik değil. Orta yaşla birlikte sağlık sorunları baş göstermeye başlıyor. Kariyer hedeflerinin bir kısmının asla gerçekleşmeyeceği gerçeğiyle yüzleşiliyor. Üstelik X kuşağından birçok insan hem çocuklarına hem de yaşlanan anne babasına aynı anda destek olmak zorunda. Amerika’da X kuşağı, harcamalarının %5’ini 18 yaş altı ya da 65 yaş üstü kişilere bakım için harcıyor. Baby-boomer’larda bu oran sadece %2. İtalya’da 18–34 yaş arasındaki gençlerin aileleriyle yaşama oranı son 20 yılda %61’den %68’e yükseldi. İspanya’da bu artış daha da büyük. Peki bu gençlerin ebeveynleri kim? Çoğu X kuşağından.
Hayatın en keskin iniş çıkışları San Francisco’da yaşanıyor. Şehrin genç ve idealist sakinleri, büyük bir yapay zekâ şirketi kuracaklarına inanıyorlar; bu hayalle yüksek kira fiyatlarına ve suç oranlarına göz yumuyorlar. Diğer uçta ise baby-boomer kuşağından zenginler Pacific Heights’ta dev evlerde oturuyorlar, şirket yönetimlerinde yer alıyorlar. X kuşağı ise tam ortada kalmış durumda: Ne gençlerin heyecanı, ne yaşlıların rahatı var. 2022’de yerel gazete San Francisco Standard’ın yaptığı ankete göre, X kuşağının sadece %37’si şehirdeki hayatından memnun. Z kuşağında bu oran %63. Daha büyük bir ev isteyen X kuşağı mensuplarının çoğu için tek çare Oakland’a taşınmak oluyor, ki bu da onların pek istediği bir seçenek değil.
Zamanla X kuşağı bu sıkışmışlıktan biraz sıyrılabilir ama yine de bazı açılardan kaybetmeye devam edecek gibi gözüküyor. Gelir artışı buna iyi bir örnek. Enflasyon hesaba katıldığında, önceki kuşaklara göre daha çok kazanıyorlar, bu zaten uzun süredir devam eden bir eğilim. Y ve Z kuşakları da bu durumdan faydalanıyor. Ancak X kuşağının kazanç artışı oldukça yavaş ilerliyor. Amerikan Enterprise Institute’tan Kevin Corinth ve ABD Merkez Bankası’ndan Jeff Larrimore’un yaptığı bir araştırmaya göre, X kuşağının 36–40 yaşlarındaki hane geliri, kendilerinden önceki kuşağa göre sadece %16 daha fazla. Bu, kuşaklar arasındaki en düşük artış.
Yarını hayal edemeyen kuşak
Bu durumun sebebi biraz da X kuşağının kendine has duruşu olabilir. Psikolojik araştırmalar, bu kuşağın kurumsal hayatın çarklarına girmek istemediğini, iş-yaşam dengesi ve özgürlük gibi değerleri daha çok önemsediğini gösteriyor. Bu ruh hali, 1999’da çıkan iki kült filmde de çok net görülüyor. Matrix’te Thomas Anderson adındaki bir yazılımcı, yaşadığı dünyanın aslında bir simülasyon olduğunu keşfediyor. Fight Club’da (Dövüş Kulübü) ise sıradan bir beyaz yakalı, yeraltı dövüş kulübüne katılarak hayatının iplerini yeniden eline alıyor. Bu iki hikâye de oldukça heyecan verici ama sağlam bir kariyer için pek de ilham verici sayılmazlar.
Üstelik X kuşağı sadece kendi tercihlerinin değil, denk geldikleri zamanın da kurbanı oldu. Normalde insanlar 30’lu ve 40’lı yaşlarında yöneticilik gibi pozisyonlara gelerek daha çok kazanır. Ama X kuşağı bu yaşlardayken 2007–2009 küresel finansal krizi iş piyasalarını vurmuştu. 2011’de Britanya’da 30’lu yaşlarındaki kişilerin ortalama maaşı sadece %1,1 arttı. Euro krizinden ağır darbe yiyen İtalya’da da tablo pek farklı değildi. Kanada’da ise 2011–2017 yılları arasında, 35–44 yaş arasındaki kişilerin reel gelirlerinde hiç artış olmadı.
X kuşağı servet biriktirme konusunda da pek parlak bir tablo çizemedi. 1980’lerde, baby-boomer’lar 30’lu yaşlarındayken dünya borsaları dört katına çıktı. Bugünün 30’larındaki Y kuşağı da şimdiye kadar güçlü piyasa getirilerinden yararlandı. Ama 2000’li yıllar, X kuşağının yatırım yapmaya heveslendiği dönemdi ve o dönemde piyasalar ya yerinde saydı ya da düştü. ABD borsaları için bu yıllar, internet balonunun patlamasıyla başlayıp 2008 krizine kadar süren kayıp bir on yıl olarak hatırlanıyor.
Paraları yok, evleri yok, şansları da yok
Ev sahibi olmak genellikle kuşaklar arası adaletsizliğin en çarpıcı örneği olarak gösterilir. En yaygın kanıya göre, Y kuşağı yıllarca kira ödemek zorundayken, baby-boomer’lar geniş evlerinde oda seçmekle meşgul. Ancak Amerikan Merkez Bankası’nın St. Louis şubesinden ekonomist Victoria Gregory’nin verileri, bu ezberi bozuyor. Asıl büyük düşüş, baby-boomer’lardan X kuşağına geçerken yaşanmış. X kuşağının 30’larının sonu ve 40’larının başındaki ev sahipliği oranı, Y kuşağının bugünkü oranlarına oldukça yakın.
Bazı X kuşağı bireyleri için ev sahibi olmamak bilinçli bir tercih de olabilir. Belki de Coupland’ın meşhur romanındaki şu sözden etkilenmişlerdir: ‘Biri ‘ev aldım’ dediğinde, artık kişiliğini yitirdiğini de söylemiş olur.’ Ama bu tercihten çok, o dönemin koşulları daha belirleyici olmuş gibi görünüyor. İnsanların genelde ev sahibi olmaya başladığı yaşlarda, X kuşağı 2008 finans krizinin tam ortasındaydı. Bankalardan kredi almak zordu. Hatta birçok kişi mevcut kredilerini ödeyemeyip evlerini kaybetti, kiraya döndü.
Tüm bu eğilimleri sayılar da destekliyor. Central Arkansas Üniversitesi’nden ekonomist Jeremy Horpedahl, Amerikan Merkez Bankası verileriyle kuşakların ortalama servetini karşılaştırıyor. Buna göre, bugünkü 31 yaşındaki Y/Z kuşağı, aynı yaştaki X kuşağına kıyasla yaklaşık iki kat daha fazla servete sahip. Avrupa Merkez Bankası’nın verileri de benzer bir tablo çiziyor. 2010–2021 arasında euro bölgesindeki Y kuşağı, nominal servetini üçe katlamış. X kuşağında ise bu artış ikiye bile ulaşmamış.
Üstelik işler bundan sonra da pek kolay görünmüyor. X kuşağı, bozulmakta olan emeklilik sistemlerinin ilk kurbanı olabilir. ABD’de sosyal güvenlik fonunun 2033’e kadar tükeneceği öngörülüyor, bu da X kuşağının emekli olmaya başladığı döneme denk geliyor. Eğer Kongre harekete geçmezse, emekli maaşlarında %20–25 oranında kesinti gündeme gelebilir. Kısacası, bir dahaki sefer Bir dahaki sefere 50’li yaşlarında biriyle karşılaşırsan, ona en azından gülümsemeyi ihmal etme. İşleri gerçekten zor.”
Bu yazı ilk kez 16 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.
