Psikolog Abraham Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisinde, piramidini beslenme ve barınma ihtiyaçlarının üzerine oturtmuştu. Ona göre insanın hayatta kalmasının öncelikli yolu karnının doyması ve başını sokacak bir çatısı olmasıydı. Bu teori oldukça uzun süre epey ilgi gördü. Ta ki psikolog John Bowlbyʼnin bağlanma kuramına kadar.
Bowlby insanın hayatta kalması ve gelişmesi için öncelikli ilk şeyin, güvenli bir ilişki olduğunu söylüyordu. Yaptığı deney ve araştırmalarla da tezini doğruladı. Bugün hâlâ konuşulan, ruhsal onarıma ve sağaltıma yön veren bağlanma kuramı, güvenli bir ilişkinin hayati değerini bilimsel olarak gözler önüne seriyor.
Güvenli bir ilişki Cahit Sıtkı Tarancı’nın “hava kadar lazım, ekmek kadar mübarek, su gibi aziz bir şey” dediği ve hatta daha fazlası insan için. İlişki olmadan yaşayamıyoruz. Modern zaman her ne kadar aksini salık verir gibi bir halde olsa da ilişkiye hâlâ çok fazla ihtiyacımız var. Bağlantıda kalmazsak, bağlanmazsak yola sağlıklı devam edemiyoruz.
Nasıl ki karnımızı doyurmak ve diğer fizyolojik gereksinimimizi karşılamak için çalışmamız gerekiyorsa ve bu ciddi bir zahmeti beraberinde getiriyorsa ilişki dediğimiz şey de oldukça zahmetli ve zor. Üstelik modern hayat çalışmak için minimum insanla etkileşime geçebileceğimiz bir düzen sağladı bize; pandemi ile bunun olabilirliğini gördük. Gerçek anlamda sosyalleşmeden, fiziksel olarak vakit geçirmeden, kendi halimizde gayet de yaşayabildik. Dolayısıyla ilişkinin zahmetine bizi iten, bizi motive eden somut bir sebebimiz yokmuş gibi geliyor. Hele de çağımız gençliğinin anlamlı bir kısmının gelişme pratiğinde sorumluluğa pek yer verilmediğini hesaba kattığımızda zorlayıcı duygu ve deneyimlere karşı bağışıklıklarının oldukça zayıf olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Hal böyle olunca ilişkilerin yüklü dünyasını sırtlanmak çok daha caydırıcı bir deneyime dönüşüyor.
Bağlanmadan yaşamak mümkün mü?
Ama gerçek pek öyle değil. İlişkinin yükünden kaçındıkça, yakın ilişkilerden uzak durdukça, minimum ilişki maksimum mesafe ilkeleriyle yola devam ettikçe, zorluklardan korunuyoruz ama diğer taraftan hastalıklarımız artıyor. Kısacası, kısa vadede bizi zorluklardan koruyan şey uzun vadede dönüşü olmayan zorlukları hayatımıza sokuyor. Buna en büyük kanıt, bireyselleşmenin arttığı ülkelerdeki depresyon ve intihar oranları. Nitekim yapılan araştırmalar depresyon ve anksiyetenin ortaya çıktığı bağlamdaki en belirgin faktörün yalnızlık olduğunu ortaya koyuyor. Tekrar etmekte fayda var: Bağlanmazsak yola devam edemiyoruz.
Neyse ki (!) kapalı kapılar ardında hissettiğimiz yalnızlığı dindirecek ve gerçek bir ilişkiyi sürdürme konusundaki beceriksizliklerimizi önemsiz (!) hale getirecek bir yatıştırıcımız var artık; sosyal medya. Tüm duygusal ihtiyaçlarımıza anında yanıt veren bir sistemi içinde barındıran bu yazılım sayesinde yeni telaşlarımız, heyecanlarımız ve pek tabii yeni sorunlarımız var.
Sosyal medya “gerçek” ihtiyaçları ne kadar karşılıyor?
Günümüz insanının hayatında kocaman bir yer kaplayan sosyal medya aracılığıyla ilişkilere dair “gerçek” ihtiyaçlar yarı hakiki yarı sahte yanıtlar ile kapanıyor. Sevilmek, görülmek, onaylanmak gibi duygusal ihtiyaçlar “gerçek ilişkilerin” zahmetli dünyasından çok daha kolay olan “sanal dünyada” hızlıca karşılanıyor. Sohbetini oradan eden, içini orada döken, oradan gülen, orası ile ağlayan insanlara dönüştü birileri.
Doğal olarak gerçek ilişkiler konusundaki beceri eksikliklerini giderecek deneyimlere de ihtiyaç duyulmaz oldu. “Risk yoksa gelişim de yok” perspektifi ile düşündüğümüzde sosyal medyanın sağladığı avantajın nasıl köreltici bir etkisi olabileceğini tahmin etmek hiç de zor değil. İnsanlar gerçek hayattaki patolojilerini de sosyal medyada kurdukları ilişkilere taşıyorlar. Birebir ilişkilerde bu patolojinin bedeli oldukça ağırken sosyal medyada kurulan sanal ilişkilerde kişilerin bu bedelden kendini koruması ve kaçması da son derece kolay oluyor. Zahmetsizce kurulan ilişkiler zahmete hacet duyulmadan son buluveriyor. İlişkiler sığlaşıyor, ama sorunları zenginleşiyor ve derinleşiyor.
Öte yandan sosyal medya kişilerin kendisini olduğundan farklı tanıtması için de son derece elverişli bir platform. Nasıl görünmek istiyorsan kendini o şekilde sunabilirsin. Sunmakla kalmayıp öyleymiş gibi ilişki kurup, sunduğun o kişiymişsin gibi diyalog kurabilirsin. Hasılı gerçek hayatın pek çok zahmetinin barınmadığı sosyal medya, zorbalık ihtimali söz konusu olduğunda gerçek hayata fark attı. Bu durumun kaçınılmaz sonucu olarak yeni etiketler ve kavramlar gündeme gelmeye başladı.
İlişkilerde yeni kavramlar
Örneğin, sanal yolla tanışılan ve gayet iyi giden bir ilişkide muhatabın bir anda sırlanmasına “ghosting”, biri tarafından uzaktan uzağa izlenip asla karşı taraftan etkileşim almamaya “orbiting”, etkileşimde olduğunuz biri tarafından -neredeyse sahtekârca- sevgi ve ilgi yağmuruna tutulmaya “lovebombing”, olmadığı biri gibi davranarak ve birilerini taklit ederek ilişki yaşamaya ise “catfishing” denildi.
Örnek tanılar ve tanımlamalar çoğaltılabilir. Bu tür davranışlarla insanlarla etkileşime geçen kişilerin verdikleri hasar hiç de azımsanmayacak düzeyde; temel güven duygusunu sarsılan kişi aşırı şüpheci hale gelebiliyor, değersiz ve aşağılanmış hissediyor.
Peki, bazı insanlar neden bunları yapıyor?
Yazının en başında da anlattığım üzere ilişki hayati fakat oldukça yüklü bir deneyim. Özellikle travmatik çocukluk geçmişi olan, çeşitli psikopatolojik eğilimleri olan insanlar için bu yüklü süreci sağlıklı şekilde taşımak, yönetmek, sürdürmek ve sonlandırmak çok daha zor.
Sanal zorbalıklara ve sahtekârca davranışlara başvuran kişilerin gerçek hayatta sağlıklı ve erdemli bir aile hayatı, sağlam- derin- kapsayıcı dostlukları ve ilişkileri olduğuna pek rastlamayız. İster sanal ister gerçek dünyada yaşayın kişilik bir bütündür ve her platformda arızalarını mutlaka sızdırır.
Kimler ghosting yapar?
Örneğin, ghosting yapan kişileri düşünelim. Gerçek hayatın getirdiği yüklü ilişki deneyimine psikolojik kapasiteleri yetmez fakat duygusal açlıkları devam ettiğinden bu ihtiyaçları hızlıca karşılayabilecekleri bir alan olarak sanal ilişkileri kullanır bu kişiler. Yani aslında ghosting kişinin duygusal açlığını doyurmak için çıktığı yolun sonunda uyguladığı bir çeşit duygusal şiddet. Geçici olarak yalnızlığını, utancını, değersizlik hissini yatıştırır ve bu esnada karşısındakinin hislerine, ihtiyaçlarına, haklarına tamamen gözlerini kapatır. Bu, kişinin aslında bir çeşit acıdan kaçma stratejisidir diyebiliriz.
Ghosting’in en önemli habercilerinden biri “stashing” aslında. Bir diğer sanal ilişki teşhislerinden olan stashing, iyi giden romantik ilişkinizde partnerinizin sizi kendi ailesi ve sosyal çevresi ile tanıştırmaması anlamına geliyor. Eğer böyle bir ilişkiniz varsa ghosting mağduru olma ihtimalinizi hatırlatmakta fayda var. Zira sizi kendi çevresine sokma sorumluluğu almayan biri hayatınızdan çıkarken de veda sorumluluğunu almayabilir.
Lovebombing, ghosting’den farklı olarak kulağa sempatik gelse de ghosting yapanların büyük çoğunluğu önce lovebombingʼe başvuruyor. Karşısındakini göklere çıkaran kişi oldukça sert şekilde onun yere çakılışını izliyor -belki de sadistçe bundan zevk alıyor-. Hepsi mümkün.
Lovebombing ve ghosting gerçek hayatta çok nadir karşımıza çıkan sanal ilişki sorunu iken gaslighting hem gerçek hem sanal ilişkilerde karşımıza çıkan bir çeşit manipülasyon yapma hali. Üstelik ilişkisi ghosting ile son bulan kişiler gaslighting’e de maruz kalmış olduklarını ifade ediyor. Kişi karşısındakini manipüle ederek onun kendisini olduğundan farklı algılamasına, kendisinden şüphe etmesine, kendisi ile savaş haline girmesine sebep oluyor. Böylece kendi içindeki kırılgan, incinmiş, acıyan taraflarının yükünü ona yüklüyor ve kendi kırılganlığını karşısındakinde görmek kişiye güçlü hissettiriyor. Yani lovebombing ile başlayan hikâye, gaslighting ile devam ediyor, stashing ile alarm veriyor ve ghosting ile son buluyor.
Kendinizi nasıl korursunuz?
Kendinizi bu gibi zorbalıklardan korumanız adına birkaç ipucu vermeden evvel hatırlatmak isterim ki bu yaşadığınız zorbalık size ait bir kötülük, bir suçluluk veya bir utanç göstergesi asla değil. İnsanız ve güvenmeye muhtacız. İster gerçek ister sanal fark etmez; güvenmek zaruridir lakin risklidir de. Riskli diye güven duymaktan vazgeçmek bizi paranoyak ve güvensiz insanlara dönüştürür. Böyle biri olmak da bize yarardan çok zarar verir. O yüzden güvenmekten vazgeçmeden kendimize duyduğumuz saygı gereği daha özenli ve ilkeli hareket etmeye yönelmeliyiz.
Hepimizin kabul ettiği üzere sosyal medya ve sanal tanışıklıklar pekâlâ hayatımızın bir parçası. Fakat gerçek dünyadaki gibi mahremiyete özen göstermek ve karşımızdaki ile birebir tanışmadan ilişkiye duygusal yatırım yapmamak olası riskleri oldukça azaltacaktır. Şayet karşımızdaki görüşmekten ısrarla kaçınıyorsa o diyaloğu sürdürmemek en iyi ilk alternatif.
Sanal diyaloglarınız süresince “bu ilişkide ne hissediyorum/yaşıyorum/neye maruz kalıyorum?” gibi soruları ara ara kendinize sorun. O diyaloğa sizi bağlayan motivasyona da mutlaka bakın. Sizi bu diyaloğu sürdürmeye yönelten faktörler neler? Bu sorular sayesinde duygularınızı fark edecek ve olası tehlikelerden kendinizi koruyabileceksiniz.
Kişisel hesabımızı evimiz gibi görüp kapısını herkese açmamak adına kilitli bir hesap olarak kullanmak bir diğer koruyucu yol. Bir de tabii tanışık olduğunuz halde bakışlarından hoşlanmadığınız kişilerden de kendinizi korumalısınız. Varlığı bir anlam ifade etmiyorsa alanınızda yer işgal etmemeli.
Son olarak bu davranışlardan biri sizde var ise tedavi olmanız gerektiğini söylemeliyim. Sonuçta sanal dünya bizi gerçek hayatın acılarından sonsuza kadar koruyamaz, öyle değil mi?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 26 Ocak 2023’te yayımlanmıştır.