S-400 meselesine farklı bir bakış: ABD savunma sanayii, gücü, etkisi ve bilinmeyenleri

Türkiye’nin S-400 almasına ABD’nin itirazının altında yatan temel nedenlerden biri de şu: İlk kez bir NATO üyesi, bu kadar önemli bir silahı, ABD veya bir NATO müttefikinden almıyor ve böylece, özellikle ABD’nin stratejik silah pazarında alternatifsiz olmadığını da ortaya koyuyor.

“Bilerek veya bilmeyerek yapılsın, askeri-endüstriyel kompleksin hükümet kurumları içinde kanunî dayanağı olmayan etkilerine izin verilmemelidir. İktidarda yaşanacak olası bir yanlış güç dengesi felakete yol açacaktır.”
Dwight D. Eisenhower, ABD Başkanı, 17 Ocak 1961[efn_note]Konuşmanın tamamı için (ingilizce): https://avalon.law.yale.edu/20th_century/eisenhower001.asp[/efn_note]

Son dönemde S-400, F-35 ve Patriot tartışması ile sıkça gündeme gelen silah ithalat ve ihracatı sıradan bir alışveriş değildir; çoğu zaman silahın ne olduğu değil, kimden temin edildiği hususu ön plandadır. Türkiye’nin S-400 almasına ABD’nin itirazının altına yatan temel nedenlerden biri de şu: İlk kez bir NATO üyesi, bu kadar önemli bir silahı ABD’den almıyor ve böylece, ABD’nin silah pazarında alternatifsiz olmadığını da ortaya koyuyor.

Oysa “silah kimden alınır?” sorusuna en sık verilen cevap Amerika Birleşik Devletleri. Nitekim dünyada satılan her üç silahtan biri ABD menşeli.[efn_note]SIPRI, Mart 2019, https://www.sipri.org/sites/default/files/2019-03/fs_1903_at_2018.pdf[/efn_note] Bu ticari “başarının” arkasındaysa derin bir asker-endüstri-politika iş birliği var.

Savunma sanayii lobisini diğerlerinden ayıran çok önemli başka bir özelliği var: Emekli asker, bürokrat ve politikacıları işe alması. Generallerin ve üst düzey bakanlık veya Kongre çalışanlarının işlerini bırakıp savunma sanayii devlerinde çok yüksek maaşlarla işe başlamaları çok sık görülüyor.

Kim bu savunma devleri?

Her şeyden önce, birçok ülkedekinin aksine ABD savunma sanayii özel şirket ağırlıklı. Bu özel kuruluşların en büyük hedefi de doğal olarak kendi kârları. Ayrıca savunma şirketleri ürünlerini ağırlıklı olarak devletlere satar, barış zamanlarında devletlerin bu ürünlere ihtiyacı azalır. Dolayısıyla bu şirketler için “savaş iştir” (War is Business).

ABD savunma sanayiinin dikkat çekici başka bir özelliği de, birkaç firmanın etrafında oluşan sermaye yoğunlaşması. 1990’ların başında, dünyada oluşan ve kısa süren ılımlı uluslararası güvenlik ortamında savunma sanayii şirketleri, küçülmek zorunda kaldı. Küçülen şirketler de ayakta kalmak için birleşerek dört – beş ana şirket haline geldi. O dönemde hâkim olan fikir, Soğuk Savaş’ın da bitmesiyle birlikte Amerika’nın dünyadaki tek süper güç haline geldiği ve artık daha fazla savunma harcaması yapmasına gerek kalmadığı yönündeydi.

Fakat 11 Eylül 2001 ile birlikte başlayan “Teröre Karşı Savaş” kavramıyla birlikte bu fikir ortadan kalktı. Silahlanmaya tekrar hız veren Amerikan ordusunun ihtiyaçlarını işte bu dört-beş ana şirket karşılamaya devam ediyor.[efn_note]The Economist, 1997, Land of the giants, https://www.economist.com/special-report/1997/06/12/land-of-the-giants[/efn_note] Dahası bu firmalar kara, hava ve deniz kuvvetlerinin ihalelerini paylaşarak tekelleşmeye yakın bir sistem de oluşturdu.

Tüm bu özellikler, Amerikan savunma sanayii lobisini de haliyle diğer lobilerden ayrı bir yere koyuyor.

Milli güvenlikte önceliği belirleyen kim?

İkinci Dünya Savaşı sırasında, Başkan Roosevelt’in özel sektörün savaş eforuna katkı sağlamasını istemesiyle bu alana giren şirketler, Amerikan müesses nizamındaki yerlerini özelikle Kore Savaşı’ndan sonra iyice pekiştirmeye başladı.

Bu eğilimin farkında olan Başkan Eisenhower’ın, 1961’deki veda konuşmasında, askeri – endüstriyel kompleks olarak tanımladığı yapı için “Aman hükümet işlerinde çok da etkili olmasınlar” demeye getirmesi şaşırtıcı değil. O günden beri yaşanan gelişmelere bakınca Eisenhower’ın uyarısının dikkate alınmadığı da bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Yine de onun bu uyarısı ABD’deki savunma sanayii – devlet ilişkileri denince akla ilk gelen şeylerden biri olmaya da devam ediyor.

Elbette, milli güvenliğin sağlanması için ülkenin savunma sanayii ile devlet kademeleri arasında yakın bir ilişki olması elzem. Fakat bu ilişkide öncelikleri belirleyen, vatandaşların güvenliğinden sorumlu yetkili devlet kademeleri olmalı. Yani savunma sanayii ülkenin dış ve güvenlik politikasına tâbii olmalı. Zira aksi halde, savunma sanayii çıkarlarının dış politika ajandasının önünde tutulması, başka yollarla halledilebilecek krizlerin çok sayıda ölüme yol açacak çatışma ortamları ve savaşlara dönüşmesine yol açabilir.

Bürokratlar mı savunma sanayiine çalışıyor, savunma sanayii bürokratlara mı?

ABD savunma sanayii şirketleri ülkelerinin dış politikasını etkilemek için üç ana lobi faaliyeti kullanıyor. Bunlardan ilki, seçim dönemlerinde Kongre adaylarının kampanyalarına bağışlar yapmak. Para yardımı, hem savunma sanayii şirketlerinin politikalarını destekleyecek politikacıların seçilmesi, hem de seçilen politikacılar üzerinde bir sonraki seçim süreci üzerinden baskı yapmak için kullanılıyor. İkinci yöntem de, özellikle savunma sanayiinin toplumun önemli bir kesimine istihdam sağladığı bölgelerde, seçmenler üzerinden politikacılara yapılan baskı.

Bu iki yöntem de aslında diğer birçok sektör tarafından da kullanılır ama savunma sanayii lobisini diğerlerinden ayıran çok önemli başka bir özelliği var: Emekli asker, bürokrat ve politikacıları işe alması. Generallerin ve üst düzey bakanlık veya Kongre çalışanlarının işlerini bırakıp savunma sanayii devlerinde çok yüksek maaşlarla işe başlamaları çok sık görülüyor.[efn_note]Bu konuda detaylı rapor için: POGO, 2018, Brass Parachuts: Defense Contractors’ Capture of Pentagon Officials Through the Revolving Door, https://s3.amazonaws.com/docs.pogo.org/report/2018/POGO_Brass_Parachutes_DoD_Revolving_Door_Report_2018-11-05.pdf[/efn_note] Bunun karşılığında da savunma Bakanlığı ve Kongre’nin nasıl işlediğini birinci elden deneyimleyen ve çok değerli ilişki ağlarına sahip bu çalışanlar, özel şirketlerin ülkenin dış politikasını etkilemesine yardımcı oluyor.

Ülkenin en büyük beş savunma sanayii şirketi, Pentagon ile yalnızca yönetimsel olarak iç içe geçmekle de kalmıyor, bu şirketlerin binaları da Pentagon’a yürüme mesafesinde.

Hatırlayın; 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında, ABD’nin başlattığı ve “Teröre Karşı Savaş” dediği kampanya sürecinde aktif bir rol üstlenen Dick Cheney, -ki hem savunma bakanlığı hem de başkan yardımcılığı yaptı- Halliburton savunma sanayii şirketinin eski CEO’suydu.[efn_note]Bush yönetimi, Cheney ve Halliburton şirketi ilişkisine dair daha fazla bilgi için: David Rosenbaum, 2004, A Closer Look at Cheney and Halliburton, The New York Times, https://www.nytimes.com/2004/09/28/us/a-closer-look-at-cheney-and-halliburton.html[/efn_note]

Önemli yerlere gelen savunma sanayii yöneticilerine en son örnek, S-400 konusunda Türkiye’ye yolladığı mektup ile anılan eski geçici Savunma Bakanı Patrick Shanahan. Bu görevden önce hiçbir kamu tecrübesi olmayan Shanahan, otuz yıl boyunca ABD’nin ikinci en büyük savunma şirketi olan Boeing’de çalıştı. Geçmişte de S-400’lere alternatif olarak önerilen Patriot’ların satış sözleşmelerinde görev aldığı biliniyor.[efn_note]https://www.nytimes.com/2019/06/18/us/politics/mark-esper-acting-defense-secretary.html[/efn_note] Kısa görev süresi boyunca da, eski şirketi ile tam anlamıyla kopmayan ilişkileri yüzünden sıkça eleştirildi.

‘Yürüme mesafesinde’ milyonlarca dolarlık lobi

Savunma sanayii şirketleri lobi faaliyetlerini direkt olarak kendileri veya sayısız lobi grupları aracılığıyla yapıyor. 2018’de açıklanan lobi harcamalarında, Boeing 15 milyon dolar, Northrop Grumman 14 milyon dolar, Lockheed Martin 13 milyon dolar, General Dynamics 12 milyon dolar ve United Technologies 10 milyon dolarla en çok harcama yapan ilk 30 firma arasında yer aldı.[efn_note]Opensecrets, https://www.opensecrets.org/lobby/indusclient.php?id=D01&year=2018[/efn_note]

Bu harcamaların bazıları American Defense International (ADI) ve McKeon Grup gibi lobi firmaları aracılığıyla yapıldı. Bu lobi gruplarının yönetici kadrosunda eski Kongre üyeleri, askerler ve Pentagon çalışanları var. Aslında bu grupların müşterilerine dikkatlice bakıldığında, dış politikayı nasıl etkiledikleri de daha iyi görülebilir. Örneğin, McKeon grubu, hem dev savunma sanayi firmaları hem de Suudi Arabistan gibi dünyanın en büyük silah ithalatçısı adına lobi faaliyetleri yürütüyor.[efn_note]Ben Freeman, 2017, The Saudi lobbying machine continues to exert influence on Congress – and Trump, The Washington Post, https://www.washingtonpost.com/opinions/2019/04/18/saudi-lobbying-machine-continues-exert-influence-congress-trump/[/efn_note] Bu tarz, yani hem alıcıyı hem de satıcıyı temsil eden lobi firmaları karar alıcılar üzerinde ekstra etkiye sahip oluyor haliyle.

İşte Eisenhower’ın ‘aman ha’ diyerek vaktiyle uyardığı bu yapı, bugün gerek Kongre gerekse Savunma Bakanlığı’ndaki etki alanını ve yöntemlerini iyice geliştirmiş durumda. Ülkenin en büyük beş savunma sanayii şirketi, Pentagon ile yalnızca yönetimsel olarak iç içe geçmekle de kalmıyor, bu şirketlerin binaları da Pentagon’a yürüme mesafesinde.

ABD savunma sanayiinin Bakanlık üzerindeki etkisini azaltan yeni bir unsur var: Gelişen siber tehditler. Pentagon ile teknoloji şirketleri arasındaki ilişki her geçen gün, savunma sanayii şirketlerinin hayal bile edemeyeceği rakamlarla derinleşiyor.

Yeni dönem, yeni teknolojiler

Bu sistemin yakın gelecekte değişmesi beklenmiyor. Öte yandan, savunma sanayiinin Bakanlık üzerindeki etkisini azaltan yeni bir unsur var: Gelişen siber tehditler.

Uluslararası güvenlik konusunda siber alanın her geçen gün artan önemi, Pentagon’u Silikon Vadisi’nin dev teknoloji firmalarıyla iş birliğine yöneltiyor. Örneğin, Pentagon tarihinin en büyük ihalesi olan Jedi (Joint Enterprise Defense Infrastructure plan) için son aşamaya kalan iki aday, Amazon ile Microsoft.[efn_note]The Guardian, Temmuz 2019, Amazon and Microsoft battle for $10bn ‘war cloud’ contract with Pentagon, https://www.theguardian.com/us-news/2019/jul/09/amazon-microsoft-war-cloud-pentagon-contract-battle[/efn_note]

Jedi projesinin amacı, yapay zekâ kullanımıyla harbe hazırlık ve çatışma koşullarında daha fazla ve daha hızlı veri akışı sağlayacak bir bulut sistemi kurmak. Projenin toplam değeri de 10 milyar dolar. En popüleri Jedi projesi olmakla birlikte, Pentagon ile teknoloji şirketleri arasındaki ilişki her geçen gün, savunma sanayii şirketlerinin hayal bile edemeyeceği rakamlarla derinleşiyor.

Teknoloji firmaları da ABD’nin dış politikasını yeni dönemde etkilemeye kalkar mı? Ya da ne kadar ve hangi yönde etkilemeye kalkar? Bu soruların yanıtını şimdilik bilmiyoruz ama geleceğe yönelik bazı ipuçları da yok değil. Örneğin, Google’ın Pentagon için geliştirilmeye başladığı yapay zekalı drone projesi bazı çalışanların tepkisine neden oldu. Google çalışanlarının bir kısmı, projeyi etik bulmayarak istifa etti.[efn_note]Daisuke Wakabayashi and Scott Shane, 2018, Google Will Not Renew Pentagon Contract That Upset Employees, The New York Times, https://www.nytimes.com/2018/06/01/technology/google-pentagon-project-maven.html[/efn_note] Bazıları da şirketlerinin savaş teknolojisi geliştirmeme yönünde etik karar almasını talep eden bir dilekçeye imza attı. Ama yine de gelecekte, teknoloji firmalarının, Pentagon tarafından önerilen devasa bütçelere karşı bu etik prensiplere ne kadar sadık kalacakları muamma.

Twitter’dan takip edin: @EmreKursatKaya

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Temmuz 2019’da yayımlanmıştır.

Emre Kürşat Kaya
Emre Kürşat Kaya
Emre Kürşat Kaya, Ekonomi ve Dış Politika Çalışmaları Merkezi araştırmacısı. 2018 yılında Utrecht Üniversitesi ile Masaryk Üniversitesi’den, Avrupa Yönetimi çift diploma yüksek lisans derecesini aldı. Ağırlıklı olarak Türkiye-AB ilişkileri, Türk ve AB güvenlik ve savunma doktrinleri, siber güvenlik trendleri ve Orta Doğu’daki gelişmeler üzerine çalışıyor. Fransızca, İngilizce, Arapça biliyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

S-400 meselesine farklı bir bakış: ABD savunma sanayii, gücü, etkisi ve bilinmeyenleri

Türkiye’nin S-400 almasına ABD’nin itirazının altında yatan temel nedenlerden biri de şu: İlk kez bir NATO üyesi, bu kadar önemli bir silahı, ABD veya bir NATO müttefikinden almıyor ve böylece, özellikle ABD’nin stratejik silah pazarında alternatifsiz olmadığını da ortaya koyuyor.

“Bilerek veya bilmeyerek yapılsın, askeri-endüstriyel kompleksin hükümet kurumları içinde kanunî dayanağı olmayan etkilerine izin verilmemelidir. İktidarda yaşanacak olası bir yanlış güç dengesi felakete yol açacaktır.”
Dwight D. Eisenhower, ABD Başkanı, 17 Ocak 1961[efn_note]Konuşmanın tamamı için (ingilizce): https://avalon.law.yale.edu/20th_century/eisenhower001.asp[/efn_note]

Son dönemde S-400, F-35 ve Patriot tartışması ile sıkça gündeme gelen silah ithalat ve ihracatı sıradan bir alışveriş değildir; çoğu zaman silahın ne olduğu değil, kimden temin edildiği hususu ön plandadır. Türkiye’nin S-400 almasına ABD’nin itirazının altına yatan temel nedenlerden biri de şu: İlk kez bir NATO üyesi, bu kadar önemli bir silahı ABD’den almıyor ve böylece, ABD’nin silah pazarında alternatifsiz olmadığını da ortaya koyuyor.

Oysa “silah kimden alınır?” sorusuna en sık verilen cevap Amerika Birleşik Devletleri. Nitekim dünyada satılan her üç silahtan biri ABD menşeli.[efn_note]SIPRI, Mart 2019, https://www.sipri.org/sites/default/files/2019-03/fs_1903_at_2018.pdf[/efn_note] Bu ticari “başarının” arkasındaysa derin bir asker-endüstri-politika iş birliği var.

Savunma sanayii lobisini diğerlerinden ayıran çok önemli başka bir özelliği var: Emekli asker, bürokrat ve politikacıları işe alması. Generallerin ve üst düzey bakanlık veya Kongre çalışanlarının işlerini bırakıp savunma sanayii devlerinde çok yüksek maaşlarla işe başlamaları çok sık görülüyor.

Kim bu savunma devleri?

Her şeyden önce, birçok ülkedekinin aksine ABD savunma sanayii özel şirket ağırlıklı. Bu özel kuruluşların en büyük hedefi de doğal olarak kendi kârları. Ayrıca savunma şirketleri ürünlerini ağırlıklı olarak devletlere satar, barış zamanlarında devletlerin bu ürünlere ihtiyacı azalır. Dolayısıyla bu şirketler için “savaş iştir” (War is Business).

ABD savunma sanayiinin dikkat çekici başka bir özelliği de, birkaç firmanın etrafında oluşan sermaye yoğunlaşması. 1990’ların başında, dünyada oluşan ve kısa süren ılımlı uluslararası güvenlik ortamında savunma sanayii şirketleri, küçülmek zorunda kaldı. Küçülen şirketler de ayakta kalmak için birleşerek dört – beş ana şirket haline geldi. O dönemde hâkim olan fikir, Soğuk Savaş’ın da bitmesiyle birlikte Amerika’nın dünyadaki tek süper güç haline geldiği ve artık daha fazla savunma harcaması yapmasına gerek kalmadığı yönündeydi.

Fakat 11 Eylül 2001 ile birlikte başlayan “Teröre Karşı Savaş” kavramıyla birlikte bu fikir ortadan kalktı. Silahlanmaya tekrar hız veren Amerikan ordusunun ihtiyaçlarını işte bu dört-beş ana şirket karşılamaya devam ediyor.[efn_note]The Economist, 1997, Land of the giants, https://www.economist.com/special-report/1997/06/12/land-of-the-giants[/efn_note] Dahası bu firmalar kara, hava ve deniz kuvvetlerinin ihalelerini paylaşarak tekelleşmeye yakın bir sistem de oluşturdu.

Tüm bu özellikler, Amerikan savunma sanayii lobisini de haliyle diğer lobilerden ayrı bir yere koyuyor.

Milli güvenlikte önceliği belirleyen kim?

İkinci Dünya Savaşı sırasında, Başkan Roosevelt’in özel sektörün savaş eforuna katkı sağlamasını istemesiyle bu alana giren şirketler, Amerikan müesses nizamındaki yerlerini özelikle Kore Savaşı’ndan sonra iyice pekiştirmeye başladı.

Bu eğilimin farkında olan Başkan Eisenhower’ın, 1961’deki veda konuşmasında, askeri – endüstriyel kompleks olarak tanımladığı yapı için “Aman hükümet işlerinde çok da etkili olmasınlar” demeye getirmesi şaşırtıcı değil. O günden beri yaşanan gelişmelere bakınca Eisenhower’ın uyarısının dikkate alınmadığı da bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Yine de onun bu uyarısı ABD’deki savunma sanayii – devlet ilişkileri denince akla ilk gelen şeylerden biri olmaya da devam ediyor.

Elbette, milli güvenliğin sağlanması için ülkenin savunma sanayii ile devlet kademeleri arasında yakın bir ilişki olması elzem. Fakat bu ilişkide öncelikleri belirleyen, vatandaşların güvenliğinden sorumlu yetkili devlet kademeleri olmalı. Yani savunma sanayii ülkenin dış ve güvenlik politikasına tâbii olmalı. Zira aksi halde, savunma sanayii çıkarlarının dış politika ajandasının önünde tutulması, başka yollarla halledilebilecek krizlerin çok sayıda ölüme yol açacak çatışma ortamları ve savaşlara dönüşmesine yol açabilir.

Bürokratlar mı savunma sanayiine çalışıyor, savunma sanayii bürokratlara mı?

ABD savunma sanayii şirketleri ülkelerinin dış politikasını etkilemek için üç ana lobi faaliyeti kullanıyor. Bunlardan ilki, seçim dönemlerinde Kongre adaylarının kampanyalarına bağışlar yapmak. Para yardımı, hem savunma sanayii şirketlerinin politikalarını destekleyecek politikacıların seçilmesi, hem de seçilen politikacılar üzerinde bir sonraki seçim süreci üzerinden baskı yapmak için kullanılıyor. İkinci yöntem de, özellikle savunma sanayiinin toplumun önemli bir kesimine istihdam sağladığı bölgelerde, seçmenler üzerinden politikacılara yapılan baskı.

Bu iki yöntem de aslında diğer birçok sektör tarafından da kullanılır ama savunma sanayii lobisini diğerlerinden ayıran çok önemli başka bir özelliği var: Emekli asker, bürokrat ve politikacıları işe alması. Generallerin ve üst düzey bakanlık veya Kongre çalışanlarının işlerini bırakıp savunma sanayii devlerinde çok yüksek maaşlarla işe başlamaları çok sık görülüyor.[efn_note]Bu konuda detaylı rapor için: POGO, 2018, Brass Parachuts: Defense Contractors’ Capture of Pentagon Officials Through the Revolving Door, https://s3.amazonaws.com/docs.pogo.org/report/2018/POGO_Brass_Parachutes_DoD_Revolving_Door_Report_2018-11-05.pdf[/efn_note] Bunun karşılığında da savunma Bakanlığı ve Kongre’nin nasıl işlediğini birinci elden deneyimleyen ve çok değerli ilişki ağlarına sahip bu çalışanlar, özel şirketlerin ülkenin dış politikasını etkilemesine yardımcı oluyor.

Ülkenin en büyük beş savunma sanayii şirketi, Pentagon ile yalnızca yönetimsel olarak iç içe geçmekle de kalmıyor, bu şirketlerin binaları da Pentagon’a yürüme mesafesinde.

Hatırlayın; 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında, ABD’nin başlattığı ve “Teröre Karşı Savaş” dediği kampanya sürecinde aktif bir rol üstlenen Dick Cheney, -ki hem savunma bakanlığı hem de başkan yardımcılığı yaptı- Halliburton savunma sanayii şirketinin eski CEO’suydu.[efn_note]Bush yönetimi, Cheney ve Halliburton şirketi ilişkisine dair daha fazla bilgi için: David Rosenbaum, 2004, A Closer Look at Cheney and Halliburton, The New York Times, https://www.nytimes.com/2004/09/28/us/a-closer-look-at-cheney-and-halliburton.html[/efn_note]

Önemli yerlere gelen savunma sanayii yöneticilerine en son örnek, S-400 konusunda Türkiye’ye yolladığı mektup ile anılan eski geçici Savunma Bakanı Patrick Shanahan. Bu görevden önce hiçbir kamu tecrübesi olmayan Shanahan, otuz yıl boyunca ABD’nin ikinci en büyük savunma şirketi olan Boeing’de çalıştı. Geçmişte de S-400’lere alternatif olarak önerilen Patriot’ların satış sözleşmelerinde görev aldığı biliniyor.[efn_note]https://www.nytimes.com/2019/06/18/us/politics/mark-esper-acting-defense-secretary.html[/efn_note] Kısa görev süresi boyunca da, eski şirketi ile tam anlamıyla kopmayan ilişkileri yüzünden sıkça eleştirildi.

‘Yürüme mesafesinde’ milyonlarca dolarlık lobi

Savunma sanayii şirketleri lobi faaliyetlerini direkt olarak kendileri veya sayısız lobi grupları aracılığıyla yapıyor. 2018’de açıklanan lobi harcamalarında, Boeing 15 milyon dolar, Northrop Grumman 14 milyon dolar, Lockheed Martin 13 milyon dolar, General Dynamics 12 milyon dolar ve United Technologies 10 milyon dolarla en çok harcama yapan ilk 30 firma arasında yer aldı.[efn_note]Opensecrets, https://www.opensecrets.org/lobby/indusclient.php?id=D01&year=2018[/efn_note]

Bu harcamaların bazıları American Defense International (ADI) ve McKeon Grup gibi lobi firmaları aracılığıyla yapıldı. Bu lobi gruplarının yönetici kadrosunda eski Kongre üyeleri, askerler ve Pentagon çalışanları var. Aslında bu grupların müşterilerine dikkatlice bakıldığında, dış politikayı nasıl etkiledikleri de daha iyi görülebilir. Örneğin, McKeon grubu, hem dev savunma sanayi firmaları hem de Suudi Arabistan gibi dünyanın en büyük silah ithalatçısı adına lobi faaliyetleri yürütüyor.[efn_note]Ben Freeman, 2017, The Saudi lobbying machine continues to exert influence on Congress – and Trump, The Washington Post, https://www.washingtonpost.com/opinions/2019/04/18/saudi-lobbying-machine-continues-exert-influence-congress-trump/[/efn_note] Bu tarz, yani hem alıcıyı hem de satıcıyı temsil eden lobi firmaları karar alıcılar üzerinde ekstra etkiye sahip oluyor haliyle.

İşte Eisenhower’ın ‘aman ha’ diyerek vaktiyle uyardığı bu yapı, bugün gerek Kongre gerekse Savunma Bakanlığı’ndaki etki alanını ve yöntemlerini iyice geliştirmiş durumda. Ülkenin en büyük beş savunma sanayii şirketi, Pentagon ile yalnızca yönetimsel olarak iç içe geçmekle de kalmıyor, bu şirketlerin binaları da Pentagon’a yürüme mesafesinde.

ABD savunma sanayiinin Bakanlık üzerindeki etkisini azaltan yeni bir unsur var: Gelişen siber tehditler. Pentagon ile teknoloji şirketleri arasındaki ilişki her geçen gün, savunma sanayii şirketlerinin hayal bile edemeyeceği rakamlarla derinleşiyor.

Yeni dönem, yeni teknolojiler

Bu sistemin yakın gelecekte değişmesi beklenmiyor. Öte yandan, savunma sanayiinin Bakanlık üzerindeki etkisini azaltan yeni bir unsur var: Gelişen siber tehditler.

Uluslararası güvenlik konusunda siber alanın her geçen gün artan önemi, Pentagon’u Silikon Vadisi’nin dev teknoloji firmalarıyla iş birliğine yöneltiyor. Örneğin, Pentagon tarihinin en büyük ihalesi olan Jedi (Joint Enterprise Defense Infrastructure plan) için son aşamaya kalan iki aday, Amazon ile Microsoft.[efn_note]The Guardian, Temmuz 2019, Amazon and Microsoft battle for $10bn ‘war cloud’ contract with Pentagon, https://www.theguardian.com/us-news/2019/jul/09/amazon-microsoft-war-cloud-pentagon-contract-battle[/efn_note]

Jedi projesinin amacı, yapay zekâ kullanımıyla harbe hazırlık ve çatışma koşullarında daha fazla ve daha hızlı veri akışı sağlayacak bir bulut sistemi kurmak. Projenin toplam değeri de 10 milyar dolar. En popüleri Jedi projesi olmakla birlikte, Pentagon ile teknoloji şirketleri arasındaki ilişki her geçen gün, savunma sanayii şirketlerinin hayal bile edemeyeceği rakamlarla derinleşiyor.

Teknoloji firmaları da ABD’nin dış politikasını yeni dönemde etkilemeye kalkar mı? Ya da ne kadar ve hangi yönde etkilemeye kalkar? Bu soruların yanıtını şimdilik bilmiyoruz ama geleceğe yönelik bazı ipuçları da yok değil. Örneğin, Google’ın Pentagon için geliştirilmeye başladığı yapay zekalı drone projesi bazı çalışanların tepkisine neden oldu. Google çalışanlarının bir kısmı, projeyi etik bulmayarak istifa etti.[efn_note]Daisuke Wakabayashi and Scott Shane, 2018, Google Will Not Renew Pentagon Contract That Upset Employees, The New York Times, https://www.nytimes.com/2018/06/01/technology/google-pentagon-project-maven.html[/efn_note] Bazıları da şirketlerinin savaş teknolojisi geliştirmeme yönünde etik karar almasını talep eden bir dilekçeye imza attı. Ama yine de gelecekte, teknoloji firmalarının, Pentagon tarafından önerilen devasa bütçelere karşı bu etik prensiplere ne kadar sadık kalacakları muamma.

Twitter’dan takip edin: @EmreKursatKaya

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Temmuz 2019’da yayımlanmıştır.

Emre Kürşat Kaya
Emre Kürşat Kaya
Emre Kürşat Kaya, Ekonomi ve Dış Politika Çalışmaları Merkezi araştırmacısı. 2018 yılında Utrecht Üniversitesi ile Masaryk Üniversitesi’den, Avrupa Yönetimi çift diploma yüksek lisans derecesini aldı. Ağırlıklı olarak Türkiye-AB ilişkileri, Türk ve AB güvenlik ve savunma doktrinleri, siber güvenlik trendleri ve Orta Doğu’daki gelişmeler üzerine çalışıyor. Fransızca, İngilizce, Arapça biliyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x