İdlib’de kriz nasıl çözülecek?

İdlib’te çatışmalar şiddetlenecek mi, durulacak mı? Hangi koşullarda, hangi seçenek ağır basabilir? Sorunları çözecek üçüncü bir seçenek nasıl uygulanabilir? Suriye uzmanı Serhat Erkmen yazdı.

İdlib’de Suriye Ordusu’nun operasyonlarıyla artan gerilim sıcak çatışmaya dönüştü. İdlib’deki gözlem noktalarına takviye kuvvet olarak giden Türk askerlerini Suriye topçuları vurdu, Türkiye de bu saldırıya yine topçu ateşiyle karşılık verdi.

Aslında, İdlib’de şehir merkezinden sonraki ikinci büyük yerleşimi olan Maarat El Numan’ın Suriye Ordusu’nun eline geçmesinin İdlib’deki gelişmeleri yeni bir aşamaya sokması bekleniyordu. Zaten son birkaç ayda olup bitenleri izleyenler için gelinen nokta şaşırtıcı değil. Suriye Ordusu, İran yanlısı milislerin insan gücünü, Rusya’nın yoğun hava desteği, planlama tecrübesi ile teknolojik üstünlüğünü ve elindeki en iyi birliklerin tamamını dar bir alana konuşlandırarak muhaliflere karşı askeri üstünlük sağlamıştı. Nitekim, önceki analizde beklendiği üzere üç ana kola doğru ilerlemeye başladı.

Gerginliğin başka bir noktaya geleceğinin anlaşıldığı an

28 Ocak’ta, Türkiye’nin Serakib yakınlarında kurduğu yeni kontrol noktasıyla geri adım atmayacağını göstermesinden itibaren gerginliğin bir başka noktaya geleceği netleşmişti. 31 Ocak’ta Türkiye, Serakib’in üç tarafına yeni kontrol noktaları kurarak Suriye Ordusu’nun girmesine izin vermeyeceğini gösterdi. Ayrıca ertesi gün muhalif Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) El Bab’tan Halep’e yönelik uyarı taarruzu, tansiyonun düşmemesi halinde yaşanacakların bir provası gibiydi. Buna rağmen Suriye Ordusu durmadı.

1 Şubat’ta İdlib’den HTŞ’nin, El Bab’dan Suriye Milli Ordusu’nun taarruzu Suriye rejim Ordusu’nu kısa süre için duraklatmış olsa da ertesi gün özellikle 25. Tümen ilerlemeye devam etti.

Bölgeye ilgi duyan herkesin adını ezberlediği küçük kasaba ve kavşaklara yenilerinin eklendiği son günlerde olanı haritaya gerek duymaksızın anlatabileceğimiz bir cümleyle özetleyelim:

Suriye Ordusu, son bir haftada ele geçirdiği küçük ama kritik yerlerle İdlib’in ana güzergahlarını, ekonomik merkezlerini, tarım alanlarının önemli kısımlarını ve büyük yerleşim yerlerinin çoğunu ya kontrol etti ya da yaşanmaz hale getirdi. Bu nedenle, yüz binlerce insanın kitleler halinde göç hareketi başladı.

Gelişmelerin Türkiye için anlamı ne?

Türkiye, İdlib’i bir güvenlik meselesi olarak değerlendiriyor. Bu güvenlik meselesinin temelinde bölgeden kaynaklanabilecek büyük göç dalgası bulunuyor. Ayrıca, Zeytin Dalı Harekât Bölgesi’nin güney hattının korunması gibi pek konuşulmayan ama taktik açıdan son derece önemli bir faktör daha bulunuyor. Fakat yaşanan gelişmelere bakıldığında açıkçası en önemli sorun göçün engellenmesi.

2019 Mayıs’ından beri sayıları yüz binleri bulan insanlar, kademeli olarak evlerini terk edip kuzeydeki ve İdlib merkezdeki güvenli alanlara sığınmıştı. Ancak, son operasyonlardan sonra artık İdlib merkez dahi güvenli değil. Suriye Ordusu’nun Maarat El Numan’ın batısından ilerlemesi ve Serakib’in de batısına ulaşarak, ekonomik ve stratejik değeri olan iki yoldan (M4 ve M5) M4’ü keserek Ariha’ya yönelmesi bölgeyi tamamen güvensiz kıldı. M5’in çatışma güzergâhı haline gelmesiyle birlikte batıdaki dağ yolu da yollara dökülen on binlerce sivil yüzünden kilitlendi.

Sözün özü, birçok insan için İdlib merkezinde sıkışıp kalmaktan kurtulmanın tek yolu, güvenli alanlara sığınmak. Bu durum tahmin edilenden çok daha kısa bir süre önce beklenenin iki katı nüfus hareketliliği anlamına geliyor. Yani, 2019 Mayıs’ından aralık ayına kadar geçen sürede evlerini terk eden kadar insan birkaç gün içinde kendisini aynı durumda buldu. Bu insanlar ya Türkiye sınırında hâlihazırda bir milyondan fazla insanın yaşadığı dar bir alana sığınacaklar ya da Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı gibi güvenli bölgelere geçecekler.

Tüm bunların Türkiye için anlamı milyonları aşkın insanın sınıra yığılmasıyla ortaya çıkacak insani sorunlar, mali yük ve güvenlik sorunu demek. Bu noktadan sonra sorunun çözümü için seçenekler gittikçe azalıyor.

Tüm bunların Türkiye için anlamı milyonları aşkın insanın sınıra yığılmasıyla ortaya çıkacak insani sorunlar, mali yük ve güvenlik sorunu demek. Bu noktadan sonra sorunun çözümü için seçenekler gittikçe azalıyor.

Yakın gelecekte ne olabilir?

Aslında elimizde iki ana senaryo var: Bunlar çatışmanın tırmanmasına veya durdurulmasına dayanıyor.

Suriye Ordusu’nun operasyonu sürdürmesi, Türkiye ile Suriye’yi çok ağır bir çatışmanın eşiğine getirebilir. Bunun ilk örneği 3 Şubat sabaha karşı yaşandı. Açıkçası, rüzgârı arkasına alan Suriye Ordusu hızını kesmek istemiyor. Belki de umduğundan daha kolay ve çabuk bir biçimde kontrol ettiği alanları genişletme hedefi olduğu söylenebilir. Savunma hatları yarılmış olan HTŞ ve SMO’nun artık kısa süreli dirençler dışında Suriye Ordusu’nu durdurması olasılığı çok düşük. Anti-tank silahları Suriye Ordusu’nu yavaşlatıyor olsa da hava üstünlüğü ibrenin kalıcı olarak değişmesini engelliyor. Bu noktada sürecin en kilit aktörü Türkiye haline geldi.

Türkiye, Astana Süreci’nin işlevini yitirmeye başladığını ve bundan sonra gerekli tedbirlerin alınacağını ilan ettikten sonra Suriye Ordusu’nun M4 ve M5 üzerindeki olası ilerleme noktaları üzerinde yeni kontrol noktaları oluşturdu. Ancak bu noktalar, içerik ve kapasite bakımından Gözlem Noktaları’nın kurulduğu hallerinden çok daha güçlü muharip unsurlar içeriyordu. Yani, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin son birkaç gün içinde Suriye’de yaptığı yığınak, ateşkesi gözlem misyonundan öte çatışmanın gerekmesi halinde kuvvet kullanarak durdurabilecek nitelikte. İşte bu nedenle, eğer Suriye Ordusu, kendi isteği ya da Rusya’nın telkinleriyle durmazsa karşımıza büyük ihtimalle tırmanma senaryosu çıkacak. Yani, Türkiye’nin İdlib’deki durumdan vahim bir biçimde etkilenmemesi için ciddi miktarda kuvvet kullanabileceği bir çatışma süreci yaşanabilir.

Bu çatışma, tarafların kısa sürede bir orta nokta bulmaması halinde El Bab’dan Ariha’ya kadar bir hatta aralıklı, kesintili ancak yoğun bir hal alabilir. Sonuçta, muhaliflerin de Halep’teki dengeleri bozma potansiyeli var; yani nasıl İdlib’de sükunetin sağlanması Halep’teki dengelerle ilişkiliyse, Halep’in sakin kalabilmesi de İdlib’deki dengeye bağlı. Elbette, bu her iki taraf için de istenilen bir durum değil ama zorda kalınırsa başvurulacak bir kaybet-kaybet seçeneği.

Tırmanma senaryoları neden herkes için riskli?

Suriye Ordusu’nun dar bir coğrafyada uyarılarla caydırılamaması halinde çatışmanın geniş bir satha yayılarak durdurulması ihtimal dışı değil.

Bu durumda Rusya’nın oynayacağı rol yabana atılmamalı. Zira, halen Suriye Ordusu’nun stratejik kararlarda Moskova’dan sahadaki taktik hamlelerde Rus üssü olan Humeim’den bağımsız olmadığı biliniyor.

Tırmanma senaryosu bütün aktörler açısından riskli. Fakat en büyük riske girecek olanın Şam Yönetimi olduğu unutulmamalı. İdlib’de pek çok yeri kontrol etmişken alacağı büyük bir askeri darbe, kontrol ettiği alanlarda da çözülmeye neden olabilir. Bu nedenle, tırmanma güçlü bir olasılık olsa da tercih edilmesi pek akıllıca bir seçenek değil.

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/idlibde-korkulan-oluyor-41437901

Çatışmanın durdurulması mümkün mü?

Diğer senaryo ise çatışmanın durdurulmasına dayanıyor.

İdlib’de daha önce de ateşkesler ilan edildi. Bu ateşkeslerin bir sonraki çatışmaya hazırlık için yapıldığı artık su götürmez bir gerçek. Ancak, gerilimin bu denli arttığı bir ortamda geçici bir süre için bile olsa ateşkes ortamı soğutabilir.

Astana’nın garantörleri doğrudan ya da dolaylı yollardan geçici çözümler üretebilir. Suriye Ordusu bazı hayati kazanımlarını korur ve belki genişletirken, sivillerin yaşayabileceği daha geniş alanlar bırakarak bazı bölgelerden çekilebilir. Kış aylarının siviller için yaşanabilir kılındığı ortak çözümler bulunması sağlanabilir.

Böylece Şam hayati yolları önemli ölçüde tutarken, Türkiye’nin algıladığı ağır tehdit kısmen ve geçici olarak azaltılabilir. Fakat, bugüne kadar yapılan tüm ateşkesler sonunda operasyonların yeniden başlayacağını gösteriyor.

İdlib’de güvenli bölge mümkün mü?

Bu tartışma, Suriye’de kalıcı bir çözüm sağlanıncaya dek, İdlib’te bir güvenli bölge oluşturulması. Bu güvenli bölge, HTŞ başta olmak üzere terör örgütlerinden arınmış, ancak Suriye Ordusu’nun operasyonlarına da tamamen kapatılmış bir alanı içerebilir.

Bu nedenle belki de yeni bir tartışmayı gündemimizde bulabiliriz. Bu tartışma, Suriye’de kalıcı bir çözüm sağlanıncaya dek, İdlib’de bir güvenli bölge oluşturulması.

Bu güvenli bölge, HTŞ başta olmak üzere terör örgütlerinden arınmış, ancak Suriye Ordusu’nun operasyonlarına da tamamen kapatılmış bir alanı içerebilir. Türkiye bunu diplomasi ya da kuvvet kullanarak hayata geçirebilecek kapasiteye sahip.

Peki, bunun birkaç ay önceki durumdan ne farkı var?

İdlib’de hiçbir zaman tam olarak bir güvenli bölge kurulmadı. Gerginliği azaltma bölgeleri ilan edildiğinde Suriye Ordusu ile karşısındaki silahlı gruplar arasında ateşkesin denetlenmesi söz konusu idi. Bu nedenle İdlib sınırı boyunca oluşturulan gözlem noktalarının işlev, kapsam ve kapasiteleri de bu çerçevede belirlenmişti. Oysa güvenli bölge, milyonlarca insanın günlük olarak bombardıman altında yaşamak zorunda olmadığı, yaşamın kısmen normalleşebildiği bir alan olabilir.

Bu tür bir uzlaşıya Astana’nın temel aktörleri arasında varılmadığı sürece ne işlerliği olabilir ne de uzlaşı sürekli kalabilir. Ayrıca, İdlib’deki mevcut yıkım dikkate alınacak olursa bölgenin yaşanabilir hale gelmesi için büyük bir maddi kaynağa ihtiyaç olduğu da ortada. Yani, sadece Türkiye, Rusya ve İran arasındaki bir uzlaşı yeterli olmayacaktır. Olası bir göç dalgasından kaçınılmaz olarak etkilenecek Avrupa ülkelerinin de bu tartışmanın bir parçası olmasına şahit olabiliriz.

Elbette, bu tür bir bölgenin sınırları, iç düzeni, güvenliğinin sağlanması gibi detaylı hususlar göz ardı edilerek tartışma bitirilemez. Ancak, tırmanmanın riski ile kısa süreli ateşkeslerin sorunu daha vahim noktaya taşımaya hizmet etmesi dışında, İdlib’de bir güvenli bölge inşa edilmesi fikrinin kısa süre içinde gündeme oturması sürpriz olmasın.

Bu olasılığı hangi aktör kabul eder, hangisi reddeder ayrı bir tartışma konusu; ancak İdlib’deki tırmanmanın bölge ülkeleri için fayda getirmediğini görmek için uzman olmaya gerek yok.

Twitter: @SerhatErkmen

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Şubat 2020’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İdlib’de kriz nasıl çözülecek?

İdlib’te çatışmalar şiddetlenecek mi, durulacak mı? Hangi koşullarda, hangi seçenek ağır basabilir? Sorunları çözecek üçüncü bir seçenek nasıl uygulanabilir? Suriye uzmanı Serhat Erkmen yazdı.

İdlib’de Suriye Ordusu’nun operasyonlarıyla artan gerilim sıcak çatışmaya dönüştü. İdlib’deki gözlem noktalarına takviye kuvvet olarak giden Türk askerlerini Suriye topçuları vurdu, Türkiye de bu saldırıya yine topçu ateşiyle karşılık verdi.

Aslında, İdlib’de şehir merkezinden sonraki ikinci büyük yerleşimi olan Maarat El Numan’ın Suriye Ordusu’nun eline geçmesinin İdlib’deki gelişmeleri yeni bir aşamaya sokması bekleniyordu. Zaten son birkaç ayda olup bitenleri izleyenler için gelinen nokta şaşırtıcı değil. Suriye Ordusu, İran yanlısı milislerin insan gücünü, Rusya’nın yoğun hava desteği, planlama tecrübesi ile teknolojik üstünlüğünü ve elindeki en iyi birliklerin tamamını dar bir alana konuşlandırarak muhaliflere karşı askeri üstünlük sağlamıştı. Nitekim, önceki analizde beklendiği üzere üç ana kola doğru ilerlemeye başladı.

Gerginliğin başka bir noktaya geleceğinin anlaşıldığı an

28 Ocak’ta, Türkiye’nin Serakib yakınlarında kurduğu yeni kontrol noktasıyla geri adım atmayacağını göstermesinden itibaren gerginliğin bir başka noktaya geleceği netleşmişti. 31 Ocak’ta Türkiye, Serakib’in üç tarafına yeni kontrol noktaları kurarak Suriye Ordusu’nun girmesine izin vermeyeceğini gösterdi. Ayrıca ertesi gün muhalif Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) El Bab’tan Halep’e yönelik uyarı taarruzu, tansiyonun düşmemesi halinde yaşanacakların bir provası gibiydi. Buna rağmen Suriye Ordusu durmadı.

1 Şubat’ta İdlib’den HTŞ’nin, El Bab’dan Suriye Milli Ordusu’nun taarruzu Suriye rejim Ordusu’nu kısa süre için duraklatmış olsa da ertesi gün özellikle 25. Tümen ilerlemeye devam etti.

Bölgeye ilgi duyan herkesin adını ezberlediği küçük kasaba ve kavşaklara yenilerinin eklendiği son günlerde olanı haritaya gerek duymaksızın anlatabileceğimiz bir cümleyle özetleyelim:

Suriye Ordusu, son bir haftada ele geçirdiği küçük ama kritik yerlerle İdlib’in ana güzergahlarını, ekonomik merkezlerini, tarım alanlarının önemli kısımlarını ve büyük yerleşim yerlerinin çoğunu ya kontrol etti ya da yaşanmaz hale getirdi. Bu nedenle, yüz binlerce insanın kitleler halinde göç hareketi başladı.

Gelişmelerin Türkiye için anlamı ne?

Türkiye, İdlib’i bir güvenlik meselesi olarak değerlendiriyor. Bu güvenlik meselesinin temelinde bölgeden kaynaklanabilecek büyük göç dalgası bulunuyor. Ayrıca, Zeytin Dalı Harekât Bölgesi’nin güney hattının korunması gibi pek konuşulmayan ama taktik açıdan son derece önemli bir faktör daha bulunuyor. Fakat yaşanan gelişmelere bakıldığında açıkçası en önemli sorun göçün engellenmesi.

2019 Mayıs’ından beri sayıları yüz binleri bulan insanlar, kademeli olarak evlerini terk edip kuzeydeki ve İdlib merkezdeki güvenli alanlara sığınmıştı. Ancak, son operasyonlardan sonra artık İdlib merkez dahi güvenli değil. Suriye Ordusu’nun Maarat El Numan’ın batısından ilerlemesi ve Serakib’in de batısına ulaşarak, ekonomik ve stratejik değeri olan iki yoldan (M4 ve M5) M4’ü keserek Ariha’ya yönelmesi bölgeyi tamamen güvensiz kıldı. M5’in çatışma güzergâhı haline gelmesiyle birlikte batıdaki dağ yolu da yollara dökülen on binlerce sivil yüzünden kilitlendi.

Sözün özü, birçok insan için İdlib merkezinde sıkışıp kalmaktan kurtulmanın tek yolu, güvenli alanlara sığınmak. Bu durum tahmin edilenden çok daha kısa bir süre önce beklenenin iki katı nüfus hareketliliği anlamına geliyor. Yani, 2019 Mayıs’ından aralık ayına kadar geçen sürede evlerini terk eden kadar insan birkaç gün içinde kendisini aynı durumda buldu. Bu insanlar ya Türkiye sınırında hâlihazırda bir milyondan fazla insanın yaşadığı dar bir alana sığınacaklar ya da Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı gibi güvenli bölgelere geçecekler.

Tüm bunların Türkiye için anlamı milyonları aşkın insanın sınıra yığılmasıyla ortaya çıkacak insani sorunlar, mali yük ve güvenlik sorunu demek. Bu noktadan sonra sorunun çözümü için seçenekler gittikçe azalıyor.

Tüm bunların Türkiye için anlamı milyonları aşkın insanın sınıra yığılmasıyla ortaya çıkacak insani sorunlar, mali yük ve güvenlik sorunu demek. Bu noktadan sonra sorunun çözümü için seçenekler gittikçe azalıyor.

Yakın gelecekte ne olabilir?

Aslında elimizde iki ana senaryo var: Bunlar çatışmanın tırmanmasına veya durdurulmasına dayanıyor.

Suriye Ordusu’nun operasyonu sürdürmesi, Türkiye ile Suriye’yi çok ağır bir çatışmanın eşiğine getirebilir. Bunun ilk örneği 3 Şubat sabaha karşı yaşandı. Açıkçası, rüzgârı arkasına alan Suriye Ordusu hızını kesmek istemiyor. Belki de umduğundan daha kolay ve çabuk bir biçimde kontrol ettiği alanları genişletme hedefi olduğu söylenebilir. Savunma hatları yarılmış olan HTŞ ve SMO’nun artık kısa süreli dirençler dışında Suriye Ordusu’nu durdurması olasılığı çok düşük. Anti-tank silahları Suriye Ordusu’nu yavaşlatıyor olsa da hava üstünlüğü ibrenin kalıcı olarak değişmesini engelliyor. Bu noktada sürecin en kilit aktörü Türkiye haline geldi.

Türkiye, Astana Süreci’nin işlevini yitirmeye başladığını ve bundan sonra gerekli tedbirlerin alınacağını ilan ettikten sonra Suriye Ordusu’nun M4 ve M5 üzerindeki olası ilerleme noktaları üzerinde yeni kontrol noktaları oluşturdu. Ancak bu noktalar, içerik ve kapasite bakımından Gözlem Noktaları’nın kurulduğu hallerinden çok daha güçlü muharip unsurlar içeriyordu. Yani, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin son birkaç gün içinde Suriye’de yaptığı yığınak, ateşkesi gözlem misyonundan öte çatışmanın gerekmesi halinde kuvvet kullanarak durdurabilecek nitelikte. İşte bu nedenle, eğer Suriye Ordusu, kendi isteği ya da Rusya’nın telkinleriyle durmazsa karşımıza büyük ihtimalle tırmanma senaryosu çıkacak. Yani, Türkiye’nin İdlib’deki durumdan vahim bir biçimde etkilenmemesi için ciddi miktarda kuvvet kullanabileceği bir çatışma süreci yaşanabilir.

Bu çatışma, tarafların kısa sürede bir orta nokta bulmaması halinde El Bab’dan Ariha’ya kadar bir hatta aralıklı, kesintili ancak yoğun bir hal alabilir. Sonuçta, muhaliflerin de Halep’teki dengeleri bozma potansiyeli var; yani nasıl İdlib’de sükunetin sağlanması Halep’teki dengelerle ilişkiliyse, Halep’in sakin kalabilmesi de İdlib’deki dengeye bağlı. Elbette, bu her iki taraf için de istenilen bir durum değil ama zorda kalınırsa başvurulacak bir kaybet-kaybet seçeneği.

Tırmanma senaryoları neden herkes için riskli?

Suriye Ordusu’nun dar bir coğrafyada uyarılarla caydırılamaması halinde çatışmanın geniş bir satha yayılarak durdurulması ihtimal dışı değil.

Bu durumda Rusya’nın oynayacağı rol yabana atılmamalı. Zira, halen Suriye Ordusu’nun stratejik kararlarda Moskova’dan sahadaki taktik hamlelerde Rus üssü olan Humeim’den bağımsız olmadığı biliniyor.

Tırmanma senaryosu bütün aktörler açısından riskli. Fakat en büyük riske girecek olanın Şam Yönetimi olduğu unutulmamalı. İdlib’de pek çok yeri kontrol etmişken alacağı büyük bir askeri darbe, kontrol ettiği alanlarda da çözülmeye neden olabilir. Bu nedenle, tırmanma güçlü bir olasılık olsa da tercih edilmesi pek akıllıca bir seçenek değil.

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/idlibde-korkulan-oluyor-41437901

Çatışmanın durdurulması mümkün mü?

Diğer senaryo ise çatışmanın durdurulmasına dayanıyor.

İdlib’de daha önce de ateşkesler ilan edildi. Bu ateşkeslerin bir sonraki çatışmaya hazırlık için yapıldığı artık su götürmez bir gerçek. Ancak, gerilimin bu denli arttığı bir ortamda geçici bir süre için bile olsa ateşkes ortamı soğutabilir.

Astana’nın garantörleri doğrudan ya da dolaylı yollardan geçici çözümler üretebilir. Suriye Ordusu bazı hayati kazanımlarını korur ve belki genişletirken, sivillerin yaşayabileceği daha geniş alanlar bırakarak bazı bölgelerden çekilebilir. Kış aylarının siviller için yaşanabilir kılındığı ortak çözümler bulunması sağlanabilir.

Böylece Şam hayati yolları önemli ölçüde tutarken, Türkiye’nin algıladığı ağır tehdit kısmen ve geçici olarak azaltılabilir. Fakat, bugüne kadar yapılan tüm ateşkesler sonunda operasyonların yeniden başlayacağını gösteriyor.

İdlib’de güvenli bölge mümkün mü?

Bu tartışma, Suriye’de kalıcı bir çözüm sağlanıncaya dek, İdlib’te bir güvenli bölge oluşturulması. Bu güvenli bölge, HTŞ başta olmak üzere terör örgütlerinden arınmış, ancak Suriye Ordusu’nun operasyonlarına da tamamen kapatılmış bir alanı içerebilir.

Bu nedenle belki de yeni bir tartışmayı gündemimizde bulabiliriz. Bu tartışma, Suriye’de kalıcı bir çözüm sağlanıncaya dek, İdlib’de bir güvenli bölge oluşturulması.

Bu güvenli bölge, HTŞ başta olmak üzere terör örgütlerinden arınmış, ancak Suriye Ordusu’nun operasyonlarına da tamamen kapatılmış bir alanı içerebilir. Türkiye bunu diplomasi ya da kuvvet kullanarak hayata geçirebilecek kapasiteye sahip.

Peki, bunun birkaç ay önceki durumdan ne farkı var?

İdlib’de hiçbir zaman tam olarak bir güvenli bölge kurulmadı. Gerginliği azaltma bölgeleri ilan edildiğinde Suriye Ordusu ile karşısındaki silahlı gruplar arasında ateşkesin denetlenmesi söz konusu idi. Bu nedenle İdlib sınırı boyunca oluşturulan gözlem noktalarının işlev, kapsam ve kapasiteleri de bu çerçevede belirlenmişti. Oysa güvenli bölge, milyonlarca insanın günlük olarak bombardıman altında yaşamak zorunda olmadığı, yaşamın kısmen normalleşebildiği bir alan olabilir.

Bu tür bir uzlaşıya Astana’nın temel aktörleri arasında varılmadığı sürece ne işlerliği olabilir ne de uzlaşı sürekli kalabilir. Ayrıca, İdlib’deki mevcut yıkım dikkate alınacak olursa bölgenin yaşanabilir hale gelmesi için büyük bir maddi kaynağa ihtiyaç olduğu da ortada. Yani, sadece Türkiye, Rusya ve İran arasındaki bir uzlaşı yeterli olmayacaktır. Olası bir göç dalgasından kaçınılmaz olarak etkilenecek Avrupa ülkelerinin de bu tartışmanın bir parçası olmasına şahit olabiliriz.

Elbette, bu tür bir bölgenin sınırları, iç düzeni, güvenliğinin sağlanması gibi detaylı hususlar göz ardı edilerek tartışma bitirilemez. Ancak, tırmanmanın riski ile kısa süreli ateşkeslerin sorunu daha vahim noktaya taşımaya hizmet etmesi dışında, İdlib’de bir güvenli bölge inşa edilmesi fikrinin kısa süre içinde gündeme oturması sürpriz olmasın.

Bu olasılığı hangi aktör kabul eder, hangisi reddeder ayrı bir tartışma konusu; ancak İdlib’deki tırmanmanın bölge ülkeleri için fayda getirmediğini görmek için uzman olmaya gerek yok.

Twitter: @SerhatErkmen

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Şubat 2020’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x