2017 yılı ekim ayında ilk kez bir robota vatandaşlık statüsü verildi. Hem de Suudi Arabistan’da. Çoğu okuyucu hatırlayacaktır, Sophia adlı robota vatandaşlık verilmesi, Türk medyasında daha ziyade bir magazin haberi gibi ele alındı. Kadınların otomobil kullanma hakkının bile olmadığı bir ülkede Sophia’nın akıbeti ne olacaktı? Şer’î yasalara göre başını örtmesi gerekecek miydi? Uzun süredir teknoloji-toplum meseleleri ile ilgili gözlem ve okuma yapmama rağmen Suudi vatandaşı bir “kadın robot”u nasıl bir çerçeve içinde değerlendireceğim meselesi, uzun süre zihnimi meşgul etti.
Birkaç ay sonra, uluslararası bir teknoloji konferansında Sophia’ya mikrofon uzatıldı. “Gelecekte aile kurmak istiyorum, aile çok önemli bir olgu”, diyordu bu röportajında. Parklarda yaşlılara ve ziyaretçilere yardım etmek üzere kadın izlenimi verecek şekilde tasarlanmış bir robot, aile olmaktan bahsediyordu. Aynı günlerde vizyonda Blade Runner 2049 (Bıçak Sırtı 2049) filmi vardı. Philip Dick’in romanından uyarlanan bir devam filmi. Robotların, ancak doğurduklarında yaşama hakkı kazanacakları bir geleceğe dair, belki de bizi böyle bir geleceğe hazırlayan bir bilim kurgu filmi. Sophia, bilim kurgu filmleri ve robot hakları arasında bir ilişki kurmak bizi nereye götürürdü?
İnsandan fazla robotun yaşayacağı mega şehir: NEOM
Oysa Sophia’nın vatandaşlığının ilanından hemen sonraki beyanatı –ki ben çok sonra, akıllı şehirlerle ilgili bir makale okurken haberdar oldum–, Suudi bir robot vatandaşı nereye yerleştireceğimizi çok açık bir şekilde ortaya koyuyordu: “Yapay zekamı insanların gelecekte daha iyi bir hayat sürmesi için, akıllı evler tasarlamak ve daha iyi şehirler inşa etmek üzere kullanacağım.” Onun bu cümlelerinin ardından Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman NEOM’u ilan etmişti: Kızıl Deniz kıyılarından 10 bin metrekarelik bir alanda kurulacak olan ve robotların sayısının insan nüfusunu geçeceği “tam otomatik” bir mega şehir.
Latince “yeni” anlamına gelen “neo” ifadesi ile Arapça “gelecek” anlamına gelen “müstakbel” kelimesinin baş harfinden oluşan NEOM, yani “yeni gelecek” ile ilgili daha sonraki basın bildirileri, web sitesindeki bilgiler ve reklam filmleri, planlamacıların idealini şöyle ortaya koyuyordu: Şehir yenilenebilir enerji kullanacak, dikey çiftlikler ve güneş enerjili yeşil alanlar sayesinde kendi kendine yetecek bir yiyecek üretimine sahip olacak. Ulaşım otomatik araçlar tarafından sağlanacak. Prens Selman’ın özellikle vurguladığı üzere her şey “yapay zeka ve nesnelerin interneti ile bağlantı halinde” olacak.
NEOM danışmanlarından McKinsey’in ifadesine göre, yapay bulutlar sayesinde çöle yağmur yağdırılacak; insanları daha güçlü ve daha zeki hale getirmek için genetik manipülasyonlar yapılacak. İnsan vatandaşlar, biyoteknoloji, dijital bilim gibi alanlarda çalışırken ev işlerine robot hizmetçiler -Sophia gibi “vatandaşlar”- bakacak, şehir yönetimi de tamamen otomatik olacak. Drone’lardan yapılma yapay bir ay geceleri şehri aydınlatırken yapay bir adada robot dinozorlar insanlara eğlenceli vakitler geçirtecek.
İnsanların gündelik işleri yapmak zorunda kalmayacakları, yapay zeka bütün sorunları çözerken daha yaratıcı faaliyetlerle meşgul olacakları bir şehir ütopyası, günümüzde teknolojinin imkanları dahilinde görünüyor.
Bir bilim kurgu uygulaması gibi görünse de NEOM, petrol dışında ve sürdürülebilir alanlar arayan Suudi Arabistan sermayesine dayanan uluslararası bir girişim. Ürdün, İsrail, Suriye, Mısır gibi ülkelere yakın bir konumda inşasına başlanan böyle bir “akıllı şehir”in jeopolitik risk ve sonuçlarını, Körfez’deki siyasi dengeyi nasıl etkileyeceğini, dünyadaki siyasal ve finansal ilişkiler açısından anlamını analiz etmeyi, konunun uzmanlarına bırakalım diyeceğim de… Konuyla ilgili eleştirel düzeyde ilginç bir “istikrar” var. Bizde medya Sophia’nın başörtüsü ve otomobil kullanması gibi magazin düzeyindeki konulara yoğunlaşmıştı. İlginçtir, tanıtım filmlerinin devamı gibi formüle edilmiş haber ve yazılarda da benzer temalara değiniliyor. Jeopolitik, ekonomik, siyasal sonuçlardan neredeyse hiç bahsedilmiyor da dünyanın her tarafından sakinleri barındıracak bu şehirdeki sosyal hayata, tutucu din adamlarının tavrının sorun teşkil edeceği vurgulanıyor. Sanki tek sorun eğlence mekanları, kadın erkek karışık kamusal alanlar ve Suudi şeriat kanunlarının ve muhafazakâr din adamlarının bu konuda yeterince hoşgörülü ve geniş görüşlü olup olamayacağı imiş gibi.
“Akıllı şehir”ler tüm sorunları çözer mi?
Halbuki, örneklerini Güney Kore’deki Songdo ve Abu Dabi’deki MASDAR’da gördüğümüz, NEOM gibi çevreden tecrit edilmiş “akıllı şehirler”, finans kapitalizminden tekno-otoriter sistemlere ve siyasetin sonunu getiren otomasyona değin pek çok çerçevede düşünülüp tartışılması gereken bir mesele. Teknoloji şirketleri, modern kentlerde trafikten sağlık yönetimine pek çok sorun için tek çözümün, otomasyon ve yapay zeka olduğu iddiasında. “Akıllı şehir” önerileri, otomasyonun bütün kent sorunlarını çözeceği ve robotik yapay zekanın kent planlaması ile ilgili yakıcı tartışmalara bir son vereceği inancından kaynaklanıyor. Siemens, Amazon, IBM, Cisco, Huawei, Microsoft, Google ve Alibaba, son yirmi yıldır, hükümetlere ve belediyelere bu vaatlerle teklifte bulunuyorlar. Barselona’dan New York’a pek çok şehir, sorunlarının çözümü için bu vaatlerin müşterisi konumunda.
NEOM ise bu vaatlerin hemen hepsini karşılama ve buna ilaveten ekoloji, enerji, nüfus gibi küresel sorunlara da çözüm olma iddiasında. Bu yönüyle, şehir ve mimarlık tarihinde birkaç yüzyıl öncesine kadar uzanan “mükemmel bir makine olarak şehir” temasının ütopik örneklerinden biri. Geçen yüzyılın ortalarında Le Corbusier, evlerin “yaşanabilecek makineler” olarak tasarlanması gerektiğini savunuyordu. Constant Nieuwenhuy ise insanların çalışmakla zaman kaybetmeyip sadece yaratıcı faaliyetlerde bulunacakları gezegenvari bir makine-şehrin rüyasını görüyordu, mimarsız bir mimari ütopya denilebilecek “Yeni Babil” adlı projesinde.
İnsanların gündelik işleri yapmak zorunda kalmayacakları, yapay zeka bütün sorunları çözerken daha yaratıcı faaliyetlerle meşgul olacakları bir şehir ütopyası, günümüzde teknolojinin imkanları dahilinde görünüyor. Dosyalarla başa çıkamayan memurların yerine veri toplayan sensörler, yönetemeyen bürokratlar yerine her şeyi ince ince hesaplayıp optimum çözümü bulan yapay zeka, otomatik işleyişe sahip, insan ihtiyaçlarını önceden hesaplayıp karşılayan, bakıcı-koruyucu-kuşatıcı bir şehir… Günümüzde akıllı şehir deyince böyle cazip ve insan hatasından münezzeh bir sistem canlanıyor gözümüzde.
Her işlem için bir yerin var olduğu; neredeyse Fordist bir üretim bandı gibi planlanmış; “yabancı” ile karşılaşma ihtimaline, sürprizlere, karmaşaya yer olmayan böyle bir şehir, Richard Sennett’e göre, gerçek şehir değildir. Bu aşırı belirlenmişlik, gündelik hayatı esnekliğe izin vermeyecek şekilde otomatikleştiren bu “akıllı uygulamalar”, insanı aptallaştırır.1
Literatüre “global şehir” kavramını kazandıran sosyolog Saskia Sassen ise, akıllı şehir uygulamalarını, şehrin sakinlerine söz hakkı bırakmayan yapılanmalar arasında zikrediyor. Güçsüzler, ancak şehirlerde, kültürel, toplumsal ve ekonomik bir iz bırakma şansına sahiptirler ve bu etki, etnik yemek, etnik müzik gibi kanallardan şehre yayılır. Fakat böyle bir durum business-park tarzı tam otomatik “akıllı” mekanlar için geçerli değildir. Çünkü böyle yerlerde işçiler çalışabilir, ama “eyleyemez”, diyor Sassen. Şehri yönetenlerin niyetleri ve sorumlulukları bir makineye aktarıldığında, siyasetin yapılacağı mekan da ortadan kalkar. Artık şehir ne Henri Lefebvre’in vurguladığı anlamda mekanın –ki gündelik hayat bu düzeyde cereyan eder- üretildiği bir müzakere alanı ne de David Harvey’in “Asi Şehirler”de örneklerini sergileyip kavramsal analizini yaptığı anti-kapitalist eylemliliğin zemini olabilir.
Kullanıcı-dostu (yani her şeyin önceden tanımlandığı, sizi çözüm bulmak zorunda bırakmayan); ekolojik (yani sizi distopik bir gelecekten kurtaracak teknolojiye sahip); otomatik (yani sıradan işleri robotlar yaptığı için homo-ludens olmanıza, daha “insanî”, eğlenceli ve yaratıcı işler yapmanıza imkan tanıyan)… Özelleştirilmiş şehir ütopyası, insana has eylemlilikten, hatadan, esneklikten arındırılmış, bu sebeple de kusursuz bir geleceğin resmini çiziyor. İnsanı insan kılan eylemlilik ve esnekliğin olmadığı bir geleceğin ne derece “insanî” olacağı sorusunu mahfuz tutarak dikkat çekmemiz gereken bir mesele var: Bu cazip vaadler, “akıllı şehir”lerin, teknoloji şirketlerinin gündelik hayatın mekanlarından soğurduğu verilerle semiren sermayenin bir tezahürü olduğu gerçeğini görünmez kılıyor.
Bu sebeple, özelleştirilmiş robotik şehir idealinin pırıltılı sunumu, bizi, arka planındaki finans kapitalizmini, siyasi müzakereyi iptal eden özelleştirilmiş yapıyı, dolayısıyla şehrin sakinlerini yok sayan yönetim şeklini ve içerdekiler/dışardakiler şeklinde ortaya çıkacak muhtemel ayrımcı uygulamaları tartışmaktan alıkoymamalı.
Twitter: @nazife_sisman
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 13 Şubat 2020’de yayımlanmıştır.
- Richard Sennett, “The Stupefying Smart City”, Urban Age Electric City Conference, 2012. https://www.youtube.com/watch?v=UPtrxAN2RnY