İdlib, son bir aydır ülkemizde haber bültenlerinden hiç düşmüyor. Çatışma, insani kriz ve diplomasi ekseninde gündeme gelen İdlib’de olan biten öylesine bir hal aldı ki; birçok insan gelişmelerin içinde kayboldu.
Gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim: Evinde TV’yi açan sade bir vatandaşın gelişmelerden anladığı şey, İdlib’in Türkiye sınırında birkaç milyon sivile ev sahipliği yapan ve Türkiye’nin kendi güvenliği için Suriye topraklarında büyük bir çatışmayı göze aldığı bir yer olduğu.
Doğrusu, bu algılama en genel hatlarıyla yanlış sayılmaz. Fakat, yıllardır Suriye’yi izleyen bir gözlemci olarak, İdlib’de olan biteni anlamak için, veri ve olgulara dayalı bir analizin yanı sıra bir kontrol listesi (check-list) ve temel parametrelere dair değerlendirmeler de faydalı olabileceğini düşünüyorum.
Bu parametreler ışığında ve küçük bir not defteri yardımıyla daha kalıcı ve doğruya yakın saptamalar yapabilirsiniz. Neden doğruya yakın? Çünkü böylesine bir savaş ortamında, yarın ya da bir hafta içinde ne olacağını bilmek tam olarak mümkün değil. Ancak olgulara dayalı, gerçekçi analizler yoluyla bazı seçenekleri elemek ve bazılarını da daha öne çıkarmak daha makul olabilir.
İdlib’deki son 20 günü, aktörlerin zorlayıcı bir diplomasiyle sonuca ulaşabilmek için çatışmayı tırmandırdığı bir süreç olarak tanımlamak mümkün. Fakat bu 20 gün nasıl geçti? İşte bu noktada, kritik dönemeçleri içeren bir çatışma kronolojisini [efn_note] Son 20 günde neler yaşandı?
27 Ocak
Maarat El Numan, Suriye Ordusu (SO) tarafından kuşatılıp Maar Hattat’a kurulan geçici gözlem noktası kuşatma altına alınınca, İdlib’de askeri ve diplomatik dengelerin değişeceğine dair ilk sinyaller geldi. Bu ilçeyi ele geçiren SO, M4 ve M5’in kesişim noktası olan Serakib’e yöneldi. Bu gelişmeler üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), 28 Ocak’ın ilk saatlerinden itibaren İdlib’e yeni askeri güçler göndermeye başladı.
Aynı gün, Serakib’in doğu ve güneyindeki giriş-çıkış noktalarına geçici askeri noktalar kuruldu. Rejim, TSK’nın bu hamlesinden sonra, doğrudan çatışmaya girmemek için yönünü M5’in doğusu üzerinden Batı Halep kırsalına çevirmek zorunda kaldı.
30 Ocak
3 gün içinde M5’in doğusunda kolayca ilerleyen SO tekrar Serakib’e yöneldi. Bu kasaba o kadar önemliydi ki; Suriye Milli Ordusu (SMO), El Bab’tan bir kısa süreli taarruzla SO’nun dikkatini dağıtmaya çalıştı.
1 Şubat
1 Şubat’ta El Bab’tan Kuzey Halep’e SMO, Batı Halep’ten Halep merkeze HTŞ operasyon düzenlese de bu geçici hamleler sonuç vermedi. Aynı gün, hava kuvvetlerinin desteğiyle SO kayıplarını telafi etti.
2-3 Şubat
Rejim M5’in doğusuna yönelirken, TSK da operasyonun yönelebileceği olası bölgelerde engelleme yapabilmek ve gerektiğinde müdahale etmek üzere harekete geçti. Akabinde Suriye Ordusu ile TSK arasında sıcak temas başladı. Nitekim, 2 Şubat’ı 3 Şubat’a bağlayan gece SO’nun saldırısı sonucu Türk ordusu şehitler verdi. SO yine de Serakib’e giremedi ve Batı Halep’te ilerlemeyi sürdürdü.
5 Şubat
Çatışmanın M5’e odaklanmasıyla Lazkiye cephesindeki silahlı gruplar ile diğer bölgelerdeki SMO da bu bölgeye geldi. 5 Şubat’ta SO’nun Serakib’i kuşatması ise İdlib’de tırmanma senaryosunun asıl tetikleyicisi oldu.
SO’nun M5’i kontrol edebilmesi, hayati öneme sahip Serakib ve doğusunu ele geçirmesi, TSK’nın konuşlanmasına çok büyük bir ivme kazandırdı. Nitekim, takip eden 1 hafta boyunca binlerce asker ve savaş araç gereci konuşlandırıldı.
10 Şubat
SO, Serakib’ten sonra kuzeye doğru yönelirken burada karşısına tekrar TSK’nın geçici üs bölgeleri çıktı. TSK’nın şehit verdiği diğer bir büyük saldırı da bu güzergâh üzerinde stratejik bir noktayı tutan Teftenaz’da yaşandı. Ancak 10 Şubat’ta gerçekleşen bu olayın ertesi günü, SO’nun 1 helikopterinin düşmesi, alçak irtifadan uçak ve hava araçlarını çekmesine neden oldu. Bu açık, Rus hava kuvvetlerinin ekstra mesaiyle güçlükle kapatıldı.
11 – 18 Şubat
Bu süreçteki çatışmalar çoğunlukla M5’in doğusu ve kuzeyinde yaşandı. Serakib’in kuzeyinde kalan ve Halep vilayetinin batısındaki kırsal alanı kapsayan bu bölge sadece askeri açıdan önemli değil. Çatışmanın en önemli unsuru olan demografik yapı açısından da son derece kritik. İdlib’in güneyinde çatışmalar artıp da güvenli alan kalmayınca son 2 aydır bu bölge normalin 3-4 misli insan barındırıyordu. Birçok bölge SO’dan uzak olduğu için güvenli alan olarak kabul ediliyordu. Bu nedenle pek çok geçici kamp ve sığınma alanına ev sahipliği yapıyordu. İşte çatışma buraya sıçrayınca büyük bir nüfus hareketliliğine neden oldu.
Ayın 11’inden sonra M5 üzerinden gelen SO birlikleri ile batı Halep’te bekleyen İran yanlısı milisler, SO birlikleri, Rejim’e bağlı milisler ve YPG birleşerek Anadan-Kfar Hamra arasındaki bölgeyi neredeyse çatışmasız ele geçirdi. Uzun süredir çatışmaya hazırlanan bu bölgelerin zayıf bir direnişten sonra çökmesi SO’yu hızlandırdı.
16 Şubat
Rejim 16 Şubat’tan sonra M5’in kuzey hattında ilerlemeyi sürdürdü. 10 Şubat’ta Türkiye-Rusya görüşmelerinin sonuç vermemesinin ardından Rusya’nın operasyonel desteğini birkaç katına çıkarması da SO’nun kazanımlarının ana nedenlerinden birisi oldu. Son olarak, Türkiye’nin şubat sonunda Soçi Anlaşması’na dönecek bir operasyonu başlatacağını ilan etmesi ve muhaliflerin moral bozukluğu nedeniyle SO’yu en kısa sürede mümkün olduğunca bölgeyi kontrol etme isteğine yöneltti.
18 – 21 Şubat
18-21 Şubat arası SO kuzeydeki kazanımlarından sonra durakladı ve güneye doğru yığınak yapmaya başladı. Ancak Türkiye destekli SMO’nun Serakib’e taarruz etmesiyle çatışmanın yönü böylece günü birliğine değişti. Fakat ertesi gün SO, Cebel Zaviye üzerinden muhtemelen operasyonun güney sınırını çizecek son hamleyi başlattı. Burada da özellikle Maarat Numan’ın güney hattında kalan bölgelerde hızlı bir ilerleme sağlayarak güney İdlib’i kontrol altına almaya çalışıyor. Şu anda SO, İdlib’in güneyinden M4’e doğru ilerlerken, TSK ve muhalifler de Neyrab üzerinden Serakib’e doğru gidiyor.[/efn_note] meraklısına sunmak, süreci ve belki de olabilecekleri daha iyi anlamamızı sağlayabilir.
İdlib’i doğru okumak için bakılması gereken kriterler
İdlib’de gelişmeler o kadar hızlı ve sahada o kadar çok değişken var ki, sahada ve uluslararası alanda yaşanan gelişmeleri rasyonel bir gözle izlemek ve anlamlandırmak için bir kontrol listesi (check list) ve bu çerçevede hazırlanan bir kılavuz işe yarayabilir.
Kim nereyi kontrol ediyor?
Her gün duyduğunuz birçok irili ufaklı köy ismini bir kenara bırakın. Çoğu çoktan boşaltılmış, önemli bir kaynağa ya da kritik bir konuma sahip olmayan yerler. Sonuçta İdlib’deki operasyon, SO’nun bölgeyi kontrol etmek için başlattığı, muhaliflerin de bunu engellemek için direndiği bir çatışma. Kavramlar, ideolojiler ve kaynak üzerinden yürüyen bir çatışma değil. Kavram ve ideolojiler belirsizleşmiş. İttifaklar ve gruplaşmalar geçici ve kendi içinde de çelişkiler taşıyor. Bu nedenle, genel hedefleri tespit ettikten sonra kimin nereyi kontrol ettiği, çatışmanın gidişatı konusunda güçlü bir fikir verecektir.
SO’nun en azından kısa vadede İdlib’in tamamını kontrol etmeyi hedeflediğine inanmıyorum. Bunun için ne yeterli askeri gücü ne de kontrol ettiği alanlardaki nüfusu gönderebileceği bir yer var. Bu nedenle, İdlib’in kuzey, batı ve merkezini kapsayan bir alanın muhaliflerde kalması, sadece Şam’ın verebileceği bir taviz değil, bir zorunluluk. En azından yarısı kendisine tamamen düşman ve hiçbir şekilde uzlaşmayacak olan bu nüfusu denetime almaya çalışmak, Şam yönetiminin ülkenin doğusunda kalan ve petrol zengini bölgeye yönelmesini engeller. Ayrıca, büyük bir mülteci göçü, Avrupa ülkelerinde son dönemde kazandığı “sempati”yi törpüler. Bu nedenle, SO’nun temel hedefi, sadece kritik alanları tutmak diyebiliriz.
SO, son iki ayda M5’in kontrolünü ve Halep merkezin güvenliğini sağlamak açısından en kritik bölgelerin çoğunu ele geçirdi. Bunlar arasında en önemlileri Maarat El Numan, Serakib, Anadan-Kfar Hamra hattı, Zerba, Umr El Kubra.
Peki, İdlib’deki önemli yerler bunlardan mı ibaret?
Hayır. Askeri, demografik ve ekonomik boyut dikkate alındığında Kafranbel, Ariha, Sermada, Dar et İzze, Cisr Es Sughr, Atarib, Ed Dana ve İdlib merkez gibi kritik önem arz eden yerle hâlâ muhaliflerin kontrolünde. Ayrıca kritik yer şekilleri için Şeyh Bereket, Cebel Zaviye, Kürt Dağı akılda tutulabilir.
Bu bölgelerin her el değiştirmesini, “Tamam, şimdi çatışma bitiyor”, “Esad kesin kazandı”, “Muhalifler Esad’ı yendi” olarak okumamak gerek. Bazı yerlerin kaç kez el değiştirdiğini buraya yazsak, yazı bitmezdi. Bu isimleri not edin, yanlarına küçük işaretler koyun. Çatışmayı izlemenizi kolaylaştıracaktır.
Suriye Ordusu’nun imkân ve kapasitesi ne kadar?
SO, hava üstünlüğünü elinde tuttuğu ve göreli az kayıp vererek ilerlediği sürece operasyonu sürdürebilir. Bu iki durumdan birisi büyük darbe alırsa durur.
Elbette, bu kadar bilgi karmaşasının ortasında kimin ne kadar kayıp verdiğinin çetelesini tutmak zor. Ancak bunu siz yapmasanız da kendisine iş edinmiş olan kişi ve kuruluşlar var. Her ne kadar tamamen güvenmek doğru olmasa da çatışmalarda kayıpların sayı, biçim ve farklı perspektiflerden dağılımı SO’nun kapasitesi hakkında bilgi veriyor.
TSK ve muhaliflerin karşısında sadece Suriye Ordusu yok. Operasyonun kurmay zekâsı tamamen Rusya’ya ait. Bunu Rusların kaybettiği askerlerin rütbesinden anlayabilirsiniz. Rusya Operasyonu’nun sadece beyni değil. Silah ve mühimmat açısından SO’yu destekleyen ana ülke olduğu unutulmamalı. Ve en önemlisi Rus hava kuvvetleri. Kritik bombardımanların çoğunu Rusya yapıyor. Bu hava akınlarının bazıları taktik düzeyde olsa da bununla sınırlı değil. Pekçok yerde SO’nun ilerleyişi Rus hava desteğine bağlı. Hava açıksa, Rus uçakları bir bölgeye odaklanıyorsa ilerleme gerçekleşiyor. Bunun olmadığı durumlarda SO ilerleyemediği gibi ele geçirdiği yerleri de kaybedebiliyor. Yani operasyonel anlamda da anahtar Rusya’nın elinde.
Hava kuvvetlerinin kullanımıyla Rusya ön plana çıksa da İran’ı küçümseyerek bu operasyon anlaşılmaz. İran’ın hem Devrim Muhafızları hem de Şii coğrafyasının farklı bölgelerinden getirdiği milis güçleri, sahada Şam’ın insan gücü açığını kapatmada önemli bir faktör. Ayrıca, eski “Rejim muhaliflerinden” oluşan milis grupları biçimindeki askeri birimleri de not almak lazım.
Son olarak, YPG’nin de sürece dâhil olduğunu not ediniz. Özellikle kuzeybatı Halep civarında doğrudan SO ve İran destekli milislerin yanında çatışmaya katıldıklarına dair güçlü emareler var. Özetle, Şam, insan gücü eksiğini kapatabilmek için geniş bir koalisyon oluşturmuş durumda. Aksi taktirde, bu denli yoğun kayıp verirken, bu operasyonu sürdürebilmesi mümkün olamazdı.
Cebel Zaviye bölgesi neden kritik?
Yine tam da bu nedenle, elde edebileceğinden fazlasına yönelmesi, çöküşüne neden olabilir. Şam, bunun farkına varmak istemezse Moskova bu gerçeği hatırlatacaktır. Bu nedenle, çatışmanın süresi aslında SO ve müttefiklerinin operasyonu ne kadar sürdürebileceklerine bağlı. Bu da bir süre sonra ateşkesi kaçınılmaz kılacak. O nedenle Cebel Zaviye’yi not ediniz. Suriye Ordusu’nun bu bölgede ne hızla ve kayıpla ilerleyebileceği, ateşkesin yaklaşması hakkında fikir verecektir. Ayrıca, zaman zaman muhaliflerin Serakib hattından yaptığı yıpratıcı darbeler de SO’nun dayanaklılığını azaltacaktır.
Elbette, imkân ve kapasite denilince hava gücünü unutamayız. 11 Şubat’tan beri SO helikopterleri istediği gibi kullanamıyor. Sahada görülen alçak irtifa hava savunma sistemleri bir dereceye kadar caydırıcılık sağladı. Hatta Rus uçakları bile TSK’ye yönelik saldırılarına yanıt aldıktan sonra hedeflere alçaktan saldırmaktan vazgeçti. Ancak sadece alçak irtifalı saldırılardan. Bunun dışında son birkaç gündür neredeyse her gün Rus uçakları Türk askeri mevzilerini doğrudan hedef alıyor. Fakat, halen Rusya’nın hava gücünün üstünlüğü açık bir fark yaratıyor. Güney İdlib’deki dağlık bölgelerde bu hava üstünlüğünün etkisi azalacak. Fakat M4 ve M5’in düz arazisinde büyük bir farka neden oluyor. Bu nedenle SO, bazı bölgeleri kaybetse dahi ağır bir hava bombardımanıyla geri alması zor olmuyor.
Not alınız, Rusya’nın bu hava üstünlüğüne çare bulunamazsa SO ve müttefiklerinin hedeflerine ulaşması kaçınılmaz olur. Bu nedenle, bu dengeyi sağlamak için her türlü çaba sürüyor.
TSK’nın ve muhaliflerin askeri kapasitesi:
Elbette buraya sayı ve detay yazmayacağız. Bu tür bilgilerin açık kaynaklara nerdeyse anlık görüntü ve bildirimlerle düşmesi son derece sakıncalı. Fakat araştırmacılara yönelik olarak bu kapasitenin ölçülebilmesi için fazlasıyla veri var.
Açık kaynaklardan derleyebildiğim kadarıyla Soçi Anlaşması çerçevesinde kurulan 12 Gözlem Noktası’nın yanı sıra 30 kadar geçici üs bölgesi ve mevzi bulunuyor. (Sayı birkaç eksik ya da fazla olabilir. İsimlendirme ve özel bazı bölgelerin açık kaynaklara yansımaması nedeniyle mazur görünüz) İhtiyaca göre bunlara yenilerinin eklendiğini veya bazı değişiklikler olduğunu görüyoruz.
Ancak bu üs bölgesi ve mevzilerin konuşlanmasına bakıldığında iki çarpıcı gerçek ortaya çıkıyor. Bunlardan ilki GN’lerden açıkça farklı oldukları. Bu yeni noktalar ateşkes gözlem amacıyla dizayn edilmiş değil. Tersine gerektiğinde SO’nu durdurmak ve püskürtmek üzere tertip edilmiş ve techizatlandırılmış. Yani barışı gözlem misyonu değil, gerektiğinde taarruz edebilecek nitelikteler.
İkincisi ise, konuşlanma hattına bakıldığında aslında gelecekte ortaya çıkabilecek bir güvenli bölgenin sınırlarını oluşturacak şekilde duruyorlar.
TSK bu bölgeye dair hazırlığını da henüz tamamlamadı. Nihayetinde henüz bir ay bile olmayan bir konuşlanmadan bahsediyoruz. Hava üstünlüğünün (hava sahası Rusya’nın denetiminde olduğu için) karşı tarafta olduğu bir denklemde yaklaşık 50 bin kişilik bir kuvvete gerektiğinde taarruz edebilecek bir güç kapasitesine erişmek elbette zaman alıyor. Bunun için Barış Pınarı ve Zeytin Dalı harekâtları öncesindeki hazırlık safhasını hatırlamak yeterli. Üstelik, şu anda Irak’ın kuzeyinde ve Libya’da yürütülen diğer operasyonlar da var. Dolayısıyla, “Şubat sonu” süresi büyük olasılıkla diplomasiye tanınan süre değil, askeri hazırlığın tamamlanması için öngörülen süreydi. Eğer takviye haberlerini takip ediyorsanız; not alınız, büyük konuşlanmaların en aza indiği zaman hazırlıkta sona yaklaşıldığı zamandır. Bu da bize tırmanmanın bir sonraki aşaması için fikir verebilir.
Kim radikal kim ılımlı muhalif?
Muhaliflere bakıldığında ise genel bir dağınıklık durumu olduğu açık. Bazı bölgelerden talimat gereği kayıp vermemek için çekilseler de İdlib’deki iç çelişkiler muhaliflerin savaşma kapasitesini ciddi anlamda etkiliyor.
HTŞ ve ortakları ile ılımlı muhaliflerin arasında geçici olarak çatışmama durumu var ancak en küçük bir olayda birbirlerini suçluyorlar. HTŞ’nin kendi iç çelişkileri bile son derece derin. Örgütün kendini feshedeceği söylentileri yaygınlaşınca, HTŞ içinde fırtına koptu. HTŞ lideri Culani birkaç gün içinde iki kez yerel basına röportaj verdi. HTŞ kendisini lağvetse de radikaller İdlib’den gitmeyecek burası açık.
Peki, kim radikal kim ılımlı muhalif? Giyim kuşam, saç sakal, silah ya da sembollere bakarak bu soruya yanıt aramakla vakit kaybetmeyin. Zira çok fazla detay var. Üstelik, genelleştirme de bu süreçte doğru bilginin düşmanı. Bunu detay çalışanlara bırakalım. İşimiz kolaylaşır.
Diplomasi sonuç verir mi?
Diplomasi tek başına sonuç vermiyor. Sahadaki tüm aktörler, görüşmeleri sürdürme niyetinde. Masanın devrilmesi devletlerarası savaşa kadar gidebilecek bir süreç. Tüm aktörler aslında aynı görüşte: Şu anda buna gerek yok.
Görüşmelerin devamı bizim için önemli bir belirleyici olmalı. Ancak, şu ana kadar Rusya’nın tavrı tüm süreci yönlendiren en önemli faktör. Askeri ağırlığını bir gram bile azaltmadan, diplomatik iğnelemelerle Rusya sabit çizgisini sürdürüyor.
Türkiye’nin kartları ise açık; Soçi Anlaşması’na geri dönülmezse, sonuca masada değil sahada ulaşılır, diyor.
Avrupa’nın diplomasiden anladığı ise sadece sığınmacılar sorunu. Tüm odakları bunun üzerinde. Yoksa sahada kim kime nasıl üstün gelmiş, çok da önem vermiyorlar.
ABD ise Fırat’ın batısındaki gerginliği doğusunda kazanıma çevirme derdinde. Türkiye’ye İdlib’de destek vereceğini ilan ederken, YPG’ye maddi desteğini sürdürme kararını almaktan geri durmadı. Aslında her şey gittikçe 5 Mart tarihine kilitlenmeye başladı. Eğer Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa arasında liderler zirvesi gerçekleşir, daha sonra da Tahran’da Rusya-İran-Türkiye zirvesi yapılırsa o gün sahada tarafların konuşlandığı nokta yeni ateşkes ve güvenli bölge çizgisi olacaktır.
Bundan sonra ne olabilir?
Kontrol listesindeki verileri alt alta eklediğimizde, elbette bir yanılma payı bırakmakla birlikte, karşımızda muhtemel senaryolar beliriyor.
Öncelikle sahada askeri gelişmeler, coğrafi şartlar, tarafların kapasitesi ve uluslararası dengeler dikkate alındığında, önümüzdeki 15-20 günlük sürede çatışmaların daha da yoğunlaşacağını beklemeliyiz. SO, İdlib’in güney sınırlarını çizmeye çalışırken, TSK ve muhalifler de M5’deki denetimini sona erdirmeye odaklanacak. Çatışma göç bölgelerinden uzak olduğu için çok güçlü bir hareket beklenmemeli. Fakat, SO M4’e inerse (özellikle Ariha civarına) o halde İdlib merkezden kuzeye doğru büyük bir göç dalgası başlar. Bu düzlemde ilerleyecek bir çatışmanın devletler arası bir savaşa dönüşmemesi için İdlib’de gerginliğin bir an önce düşmesi gerekir. Bu nedenle artık çatışma sahasını sadece İdlib olarak görmemeliyiz.
İdlib’de gerginliğin düşmesinin olası yollarından birisi, Adana Mutabakatı’nın yeniden gündeme gelmesi, bunun temelinde ise PKK’ya karşı işbirliği var. Bu nedenle, önümüzdeki süreçte PKK bağlamında terör saldırısı başta olmak üzere Suriye kaynaklı ilginç gelişmeler yaşanabilir. Bu nedenle her türlü tehdidin artacağı bir döneme girdiğimizi söylemek yanlış olmaz. Ancak tırmanma süreçlerinin genel karakteri budur. Bu nedenle şaşırtıcı değil.
Sonu nasıl mı biter? Bu soruya yanıt vermek için ayrı bir yazı yazmak gerekecek. Çünkü muhtemelen bu çatışmanın sonucunda İdlib’de sınırlar yeniden çizilecek ve bir güvenli bölge oluşacak. Bu güvenli bölge, önceki İdlib alanına göre dar bir coğrafyada olsa da coğrafi alanın darlığı ve nüfusun yoğunluğu açısından Gazze’ye benzeyebilir.
Twitter: @SerhatErkmen
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 26 Şubat 2020’de yayımlanmıştır.