İmkânsız ile mümkün arasında İran nükleer müzakereleri

İran ile yeniden başlayan nükleer müzakereler nasıl ilerliyor? Fırsat penceresi neden hızla daralıyor? İran’ın talepleri ve ABD’nin bu taleplere tutumu ne? İsrail’in tutumu ne? Anlaşma bölgeyi nasıl etkileyecek? Dr. Gülriz Şen yazdı.

7 yıl önce 20 aylık zorlu müzakereler sonucu İran ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi (ABD, Çin, Fransa, İngiltere ve Rusya) ile Almanya’nın oluşturduğu P5+1 ülkeleri arasında imzalanan ve kamuoyunda ‘nükleer anlaşma’ olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA – Joint Comprehensive Plan of Action) yine zorlu bir dönemeçte. Obama’nın imzaladığı, Trump’ın geri çekildiği, Biden’ın ise tekrar dönmek istediği anlaşmayı kurtarmak için sürdürülen diplomatik görüşmelerin sekizinci turu 27 Aralık 2021’de Viyana’da başladı. Anlaşma sağlanırsa, bölge dengelerini etkileyecek.

ABD ile İran’ın doğrudan müzakere etmediği, imzacı ülkelerin Amerikalı ve İranlı heyet arasında mekik dokuduğu görüşmelerde, Washington’ın Mayıs 2018’de çekildiği nükleer anlaşmanın yeniden bir parçası olması, Tahran’ın ise askıya aldığı nükleer taahhütlerine geri dönüşü büyük önem arz ediyor. Bunun için ABD’nin nükleer program ile ilgili yaptırımlarından vazgeçmesi, İran’ın ise kısıtlı, şeffaf ve denetlenebilir bir programa yeniden dönmesi gerekiyor.

Hem İran nükleer krizinin çözümü hem de nükleer silahların yayılmasını önleme rejiminin işleyişi açısından hayati olan anlaşmanın yeniden uygulanması ve müzakerelerin başarıya ulaşması, imkânsız olmasa da büyük zorluklarla dolu. Uzlaşı için fırsat penceresi de giderek daralıyor. Nükleer müzakereler imkânsız ile mümkün hattında başarıyı arıyor.

Nükleer anlaşmada eski ayarlara dönmek mümkün mü?

JCPOA her ne kadar P5+1 ülkeleri ile İran arasında çok taraflı bir diplomasinin sonucu olsa da nükleer anlaşmanın eski ayarlarına geri dönüşü ve sürdürebilmesi için İran ve ABD’nin uzlaşması gerekli.

Nitekim 14 Temmuz 2015’te varılan nükleer anlaşmaya giden yol, her iki devletin diplomasiye tanıdıkları şans ve karşılıklı tavizler ile açılmıştı. Obama yönetimi, Bush yönetiminin aksine İran’ın kırmızı çizgisini, yani topraklarında uranyum zenginleştirme talebini tanımış, İran ise Devrim Rehberi Hamaney’in “kahramanca esneklik” düsturu ile ABD ile doğrudan müzakerelere girmiş, yaptırımların sarstığı ekonomisini toparlamak ve kalkınma hedeflerini sürdürebilmek için şeffaf, kısıtlı ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (IAEA) ani ve kapsamlı teftişlerine açık bir program sürdürmeyi kabul etmişti.[efn_note]https://iramcenter.org/ruhani-doneminde-iran-abd-iliskileri/[/efn_note]

Trump yönetimi Mayıs 2018’de İran’ı bölgesel faaliyetlerini ve balistik füze programını da sınırlayacak “daha iyi bir anlaşmaya” zorlayacağı iddiasıyla nükleer anlaşmadan çekilerek bugün yaşanan zorlu sürecin en büyük müsebbibi oldu. Biden yönetiminden yetkililer de özellikle diplomasinin ivme kazandığı ve daha olumlu bir havanın estiği sekizinci turda, Trump’ın İran siyasetinin iflasının altını daha kalın çizgilerle çiziyor. Zira azami baskı politikası daha iyi bir anlaşma getirmek yerine İran ile ABD arasındaki bölgesel çekişmeyi arttırdı.

Ayrıca, Tahran’ın Mayıs 2019’dan itibaren adım adım anlaşma kapsamındaki taahhütlerini askıya alması da nükleer programında daha önce tecrübe etmediği ileri teknik aşamalara zemin hazırladı. Öyle ki İran mevcut süreçte nükleer krizin tırmandığı 2010’lu yıllarda büyük endişe yaratan yüzde 20 oranında uranyum zenginleştirmenin de ötesine geçti, Nisan 2021’de Natanz’daki nükleer tesisine yapılan sabotaj saldırısının ardından yüzde 60 oranında uranyum zenginleştirmeye başladı. IAEA, Kasım 2021 itibariyle İran’ın elinde 113,8 kg yüzde 20 oranında, 17,7 kg yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum olduğunu saptadı.[efn_note]https://www.aljazeera.com/news/2021/11/17/iaeas-grossi-to-visit-tehran-ahead-of-vienna-nuclear-talks[/efn_note] Yüzde 20 ve üzerindeki zenginleştirme faaliyetleri İran’ın nükleer silah için gerekli yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum (HEU) elde etmesini sağladığı ve böylelikle onu nükleer silah kapasitesine daha çok yakınlaştırdığı için kaygı vericiydi. Tahran bu süreç içinde nükleer silah yapımında da kullanılabilecek metal uranyum ile ilgili üretim faaliyetlerine de başladı.

Müzakerelerde zamanlama, diplomatik kozlar ve düğümler

İran’da Ağustos 2021’de göreve başlayan muhafazakâr Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi yönetiminin en önemli hedefi, yaptırımlardan kurtulmak ve ekonomiyi ferahlatmak. Ancak hâlihazırda yürürlükte olan yaptırımların kısmen yumuşamış olması, bilhassa İran’ın Çin’e petrol satışındaki artış ile ekonomideki kısmi toparlanma Tahran’ın nihai hedefine ulaşmak için Batı ülkeleri kadar aceleci davranmasını gerektirmiyor.[efn_note]https://www.bloomberg.com/news/articles/2022-01-10/china-buys-more-sanctioned-oil-from-iran-venezuela-at-a-bargain[/efn_note] İran bir yandan da Rusya ve Çin gibi aktörlerle uzun soluklu ekonomik ve stratejik iş birliği ile Batı’yı dengeleme arayışını da kesintisiz bir şekilde sürdürüyor.

Oysa nükleer programın geldiği son nokta açısından bakıldığında, İran’ın nükleer silah üretebilme kapasitesine yaklaşması ve anlaşma uygulanıyor olsaydı en az bir sene gerektirecek eşik (breakout) süresinin artık aylarla değil haftalarla ölçülmesi özellikle ABD’li ve Avrupalı diplomatlar nezdinde müzakerelerde en geç Şubat ayı içinde bir uzlaşının gerekliliğini ortaya koyuyor.[efn_note]https://www.haaretz.com/israel-news/.premium-in-israel-sullivan-says-deadline-for-iran-nuke-talks-will-end-within-weeks[/efn_note]

İran’ın üç temel talebi

İran böylesi bir takvimi “suni zaman baskısı” olarak görüp reddederken, müzakerelerdeki pozisyonunu üç temel talep üzerine inşa ediyor.[efn_note]https://www.ft.com/content/ecd4d7c1-f166-4263-a31c-93bcebccfd47[/efn_note]

İlk ve en önemli beklentisi olan yaptırımların kaldırılmasının yeterli olmayacağını vurgularken, bunun doğrulanmasını (verifikasyon) da talep ediyor. İran yaptırımları sadece kâğıt üzerinde kaldırılmadığından, özellikle bankacılık işlemlerinde ve petrol ticaretinde herhangi bir kısıtlamanın kalmadığından emin olmak istiyor.

Dahası, nükleer programındaki ilerlemeleri büyük bir manivela olarak kullanıp, oldukça güçlü bir pozisyondan müzakere ederken, ABD’den anlaşmanın uzun vadede geçerli kalacağına ve yönetimler değişse bile Washington’ın nükleer anlaşmadan çekilmeyeceğine dair de güvenceler istiyor.

ABD’nin pozisyonu

Amerikan tarafı açısından bakıldığında, İran’ın Trump döneminde devreye giren tüm yaptırımların kaldırılması yönündeki talebi, nükleer programa ilişkin olmayan terörizm, Tahran’ın balistik füze programı ve insan hakları ihlallerine yönelik yaptırımları da içerdiği için sorun teşkil ediyor.

Doğrulama konusunda İran’ın taleplerinin karşılanmasına yönelik bazı adımlar üzerinde çalışıldığı, anlaşmanın restorasyonu durumunda Batılı sermaye ve finans kuruluşlarının İran ile ticaret ve yatırım ilişkilerinde duydukları endişenin giderilmesi için resmî taahhüt ve garanti mekanizmalarının önerileceği basına yansıyor.

İran bu bağlamda petrol satışından elde edilen döviz gelirinin doğrudan kendi bankalarına transferini isterken, ABD’nin doğrulama için birkaç günlük sürenin yeterli olacağını ileri sürmesi, İran’ın ise bu süre için birkaç hafta istemesi görüşmelerde henüz çözülmemiş bir düğüm olarak karşımıza çıkıyor.[efn_note]https://www.voanews.com/a/iran-us-lock-horns-over-sanctions-relief-nuclear-curbs-in-vienna-talks-/6394023.html[/efn_note]

İran’ın taleplerinden belki de en zor hatta imkânsız olanı ise Biden yönetiminin kendisinden sonraki iktidarlar için de anlaşmada kalınacağının garantisini vermesi. Zira JCPOA, Amerikan Senatosu’ndan onay alarak kabul edilen bir uluslararası antlaşma statüsü taşımıyor, Obama yönetiminin Kongre’den onay alamayacağını hesap ederek siyasi bir taahhüt olarak benimsediği bir anlaşma. Donald Trump’ın bu denli kolay bir şekilde anlaşmadan çekilmesinin altında yatan da ABD’nin anlaşmada kalışı hususunda Başkan’a tanınan büyük yetkiydi.

Biden yönetimi anlaşmanın sonraki iktidarlar döneminde yeniden tasdik edileceğinin ve sürdürüleceğinin garantisini doğal olarak veremezken, en azından kendi iktidarı süresince anlaşmanın işleyeceğine dair vereceği bir garantinin İran tarafından kabul edilebileceği de konuşuluyor.

Geçici bir anlaşma mümkün mü?

Anlaşmanın restorasyonu için vakit daralırken Batılı diplomatik kaynaklar, ABD’nin nihai bir anlaşma öncesinde İran’ın nükleer faaliyetlerini yavaşlatması karşılığında bazı yaptırımların kaldırılacağı geçici bir anlaşma arayışından bahsediyor.

İran ise en azından şimdilik nihai ve kalıcı bir anlaşma dışındaki seçeneklere kapalı olduğunu ifade ediyor. Tahran, beş aylık bir aranın ardından Ekim 2021’de yeniden başlayan müzakerelerde daha sert ve tavizsiz bir yaklaşım sergiliyor, karşı taraftan daha fazla taviz bekliyor. Reisi dönemi ile görüşmelere yansıyan bu yeni dinamik, 2015’te nükleer anlaşmayı kotaran Ruhani yönetiminin Biden hükümetinin iktidara gelişinin ardından Nisan-Haziran 2021 arasında sürdürdüğü görece esnek, tedrici adımlara açık diplomasiden ayrışıyor. Hal böyleyken, Biden yönetiminin Hasan Ruhani iktidardayken müzakereler için aceleci davranmamasının da anlaşmanın lehine olmadığı açıkça görülüyor.

Müzakerelerde uranyum zenginleştirme sürecinde kullanılan santrifüjlerin teknik kapasiteleri ve İran’ın anlaşmayı ihlal etmesi durumunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yaptırımlarının yeniden devreye girmesini düzenleyen “snapback” mekanizması gibi diğer çetrefilli konuları da içeren yoğun diplomatik temaslar sürerken, sekizinci tur görüşmelerde daha ümitvar bir havanın oluştuğuna ve aşama kaydedildiğine dair demeçler artıyor.

Oluşan bu olumlu havada IAEA Başkanı Rafael Grossi’nin diplomatik çabaları ve İran’ın iş birliğine devam kararı ile sabotaja uğrayan Kerec nükleer tesisindeki IAEA kameralarının yeniden devreye girmesinin önemli bir payı var. İran’ın dondurulmuş mali kaynakları nedeniyle bir süredir gerilim yaşadığı Güney Kore yetkililerinin Viyana’ya gitmesi de yaptırımların kaldırılmasıyla ilgili çalışmaların ivme kazandığını gösteriyor.

İran’ın müzakereler başarısız olsa dahi yüzde 60 üzerinde uranyum zenginleştirmeye kalkışmayacağını belirtmesi, yüzde 90 seviyesine çıkacak bir adımı nükleer silahlanma kararı olarak görüp kırmızı çizgi telakki etmeye başlayan aktörler açısından iyiye işaret.[efn_note]https://www.foreignaffairs.com/articles/iran/2021-12-23/redline-iran[/efn_note]

Bu olumlu gelişmeler sayesinde önceliğin anlaşmanın eski ayarları ile restorasyonunda kalması ve diplomatik mesainin bu hususta harcanması başarısız müzakerelerin sebep olacağı yeni bir şiddet ve gerilim sarmalının önüne geçebilir.

İsrail’in yeni tur görüşmelere yaklaşımı

Nükleer anlaşmanın restorasyonu bölge siyaseti açısından da hayati. Müzakerelerin başarısı her şeyden önce İsrail ile İran arasında bölge sathına yayılması kuvvetle muhtemel bir askerî karşılaşma riskini önleyecek ve İran nükleer programının sınırlı, şeffaf ve barışçıl bir formatta devamını temin edecek.

Sekizinci tur sürerken, haftalar önce Biden yönetimini İran’a askerî müdahale için ikna etmeye çalışan İsrail’den dahi Tel Aviv’in “iyi bir nükleer anlaşmaya” karşı olmayacağı açıklamalarının gelmesi dikkate şayan.[efn_note]https://www.timesofisrael.com/bennett-israel-is-not-opposed-to-a-good-nuclear-deal-with-iran/[/efn_note]

Bu demeçlerin arka planında yatan nedenler arasında (1) İsrail’in İran’ın ülke geneline yayılmış ve bir kısmı yer altına gömülü nükleer tesislerini hedef alacak bu denli büyük ve kışkırtıcı bir operasyonu ABD olmaksızın yapamayacak olması; (2) ABD ile ortak bir operasyonun İran’ın nükleer programına son veremeyeceği gibi Tahran’ı nükleer silahlanmaya götürebileceği ihtimali; (3) İran’ın son tatbikatlarda da duyurduğu üzere saldırının karşılıksız kalmayacağı ve misillemenin bölgedeki Amerikan üs ve birlikleri, İsrail ve ABD’nin bölgedeki diğer müttefikleri için yaratacağı tehdit sayılabilir.[efn_note]https://www.mei.edu/publications/military-strike-iran-worst-non-proliferation-strategy; https://www.nytimes.com/2021/12/18/world/middleeast/israel-iran-nuclear-attack.html[/efn_note]

Körfez ülkelerinin yeni tur görüşmelere yaklaşımı

Her ne kadar nükleer anlaşmada eski ayarlara dönülmesi, hem bölgedeki Arap devletlerinin hem de İsrail’in istediği gibi daha kapsamlı ve İran’ın balistik füze programını sınırlandıran bir çerçeve sunmayacak olsa da, mevcut hız ve kapasite ile süren nükleer programın yarattığı tehdidin bertaraf edilmesi, bu kaygıların da önüne geçmiş görünüyor.

Tahran en başından itibaren konvansiyonel savunma aracı olarak gördüğü balistik füze programının müzakere dışı olduğunu vurguluyor. Bu program ile ilgili herhangi bir tasarrufun ise ancak bölge aktörlerinin güvenlik meselelerini ortaklaşa görüşeceği bir platformda, Körfez ülkelerinin silahlanma programları da dikkate alınarak tartışılabileceği düşünülebilir.

Körfez ülkeleri İran ile ABD arasında artan gerilimde hedef tahtasına konmak istemedikleri için hem anlaşmaya geri dönüşün gerçekleştiği senaryoya hem de çözümsüzlüğün getireceği gerilime göre hesap yaparak İran ile ilişkilerini ılımlılaştırma yoluna gidiyorlar. Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İran ile artan temasları, Bağdat’ın aracılığında İran ve Suudi Arabistan arasında başlayan gerilimi yatıştırma görüşmeleri Arap isyanları döneminde sert dengeleme politikaları ve mezhep siyaseti ile derinleşen husumetin aşılması, özellikle Yemen’deki askerî ve siyasi çıkmazın son bulması için elzem görünüyor.

Körfez ülkelerinin Trumplı yıllardan, bilhassa 2019’da yaşanan Aramco saldırısı[efn_note]Suudi Arabistan’ın milli petrol şirketi Aramco’ya ait iki tesise 14 Eylül 2019’da insansız hava araçları ile düzenlenen silahlı saldırıyı Yemen’deki Husiler üstlenmiş, Suudi Arabistan ve ABD ise küresel petrol tedarikini sekteye uğratan bu saldırının ardında İran’ın olduğunu iddia etmişti. İran suçlamaları reddetmiş, ABD Başkanı Trump ise ilerleyen günlerde ABD’nin Suudi Arabistan adına bir savaşa girmeyeceğini ifade etmişti. [/efn_note] sonrası ABD’nin duruşundan, Washington’ın İran ile olası bir askerî gerilimde yanlarında durmayabileceği dersini çıkardığı görülüyor.[efn_note]https://www.ft.com/content/39064653-25ba-4232-bb58-aa63103941b9[/efn_note]

ABD diplomatik mesaisini Çin’e yöneltmek isterken Körfez’deki müttefikleri de hem bölgedeki jeopolitik aktörlerle hem de Çin ve Rusya gibi küresel aktörlerle yeni ilişkiler geliştirmenin peşine düşüyor.

İlginç bir şekilde mevcut konjonktürde, zamanında İran ile diplomasi ve angajman siyaseti izleyen Obama yönetimine öfke duyan pek çok bölge ülkesinin, İran nükleer programındaki son ilerlemeler karşısında nükleer anlaşmanın bölgesel güvenlik ve istikrar için ne denli önemli olduğunu daha iyi kavradığı anlaşılıyor.

Olası anlaşmanın Türkiye’ye yansımaları

Nükleer müzakerelerin başarısının Türkiye-İran ilişkileri açısından da müspet sonuçları olacağı aşikâr.

Meselenin diplomatik yollardan çözümü için krizin en başından beri diplomatik mesai harcayan Türkiye için hem bölgede olası bir askerî müdahale ihtimalinin yatışması, hem sınır komşusunun nükleer faaliyetlerinin kısıtlı ve denetlenebilir çerçevede sürmesi hem de İran’a yönelik yaptırımların kalkmasının ticaret ve enerji sahalarında yaratacağı iş birliği imkanları olumlu gelişmelerin başında sayılabilir. Gerek İran ve ABD gerek İran ve Arap dünyası arasında gerilimin azalması Türkiye’nin bölgede alacağı diplomatik pozisyonu kolaylaştıracaktır.

Elbette nükleer müzakerelerin başarısı bölgedeki tüm sorunları sona erdirecek sihirli bir çözüm üretmeyecektir ama bölgeyi öngörülemez bir şiddet döngüsünden koruyacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Ocak 2022’de yayımlanmıştır.

Gülriz Şen
Gülriz Şen
Dr. Gülriz Şen - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini 2004 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Şen, yüksek lisansını 2004-2005 yılları arasında Jean Monnet bursiyeri olarak bulunduğu Belçika Katolik Leuven Üniversitesi Çatışma ve Sürdürülebilir Barış Programında yaptı. Doktora derecesini 2013 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan aldı. Akademik ilgi alanları arasında Ortadoğu’da devlet, toplum ve siyaset, İran dış politikası, Körfez ve Levant ülkelerinin uluslararası ilişkileri bulunuyor. Dr. Şen’in ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yılın Doktora Tezi Ödülü ve Kalbiye Tansel Vakfı Yayın Ödülü kazanan doktora çalışması, Devrimden Günümüze İran’ın ABD Politikası: Tarihsel Sosyolojik Bir Analiz adıyla kitaplaştırıldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İmkânsız ile mümkün arasında İran nükleer müzakereleri

İran ile yeniden başlayan nükleer müzakereler nasıl ilerliyor? Fırsat penceresi neden hızla daralıyor? İran’ın talepleri ve ABD’nin bu taleplere tutumu ne? İsrail’in tutumu ne? Anlaşma bölgeyi nasıl etkileyecek? Dr. Gülriz Şen yazdı.

7 yıl önce 20 aylık zorlu müzakereler sonucu İran ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi (ABD, Çin, Fransa, İngiltere ve Rusya) ile Almanya’nın oluşturduğu P5+1 ülkeleri arasında imzalanan ve kamuoyunda ‘nükleer anlaşma’ olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA – Joint Comprehensive Plan of Action) yine zorlu bir dönemeçte. Obama’nın imzaladığı, Trump’ın geri çekildiği, Biden’ın ise tekrar dönmek istediği anlaşmayı kurtarmak için sürdürülen diplomatik görüşmelerin sekizinci turu 27 Aralık 2021’de Viyana’da başladı. Anlaşma sağlanırsa, bölge dengelerini etkileyecek.

ABD ile İran’ın doğrudan müzakere etmediği, imzacı ülkelerin Amerikalı ve İranlı heyet arasında mekik dokuduğu görüşmelerde, Washington’ın Mayıs 2018’de çekildiği nükleer anlaşmanın yeniden bir parçası olması, Tahran’ın ise askıya aldığı nükleer taahhütlerine geri dönüşü büyük önem arz ediyor. Bunun için ABD’nin nükleer program ile ilgili yaptırımlarından vazgeçmesi, İran’ın ise kısıtlı, şeffaf ve denetlenebilir bir programa yeniden dönmesi gerekiyor.

Hem İran nükleer krizinin çözümü hem de nükleer silahların yayılmasını önleme rejiminin işleyişi açısından hayati olan anlaşmanın yeniden uygulanması ve müzakerelerin başarıya ulaşması, imkânsız olmasa da büyük zorluklarla dolu. Uzlaşı için fırsat penceresi de giderek daralıyor. Nükleer müzakereler imkânsız ile mümkün hattında başarıyı arıyor.

Nükleer anlaşmada eski ayarlara dönmek mümkün mü?

JCPOA her ne kadar P5+1 ülkeleri ile İran arasında çok taraflı bir diplomasinin sonucu olsa da nükleer anlaşmanın eski ayarlarına geri dönüşü ve sürdürebilmesi için İran ve ABD’nin uzlaşması gerekli.

Nitekim 14 Temmuz 2015’te varılan nükleer anlaşmaya giden yol, her iki devletin diplomasiye tanıdıkları şans ve karşılıklı tavizler ile açılmıştı. Obama yönetimi, Bush yönetiminin aksine İran’ın kırmızı çizgisini, yani topraklarında uranyum zenginleştirme talebini tanımış, İran ise Devrim Rehberi Hamaney’in “kahramanca esneklik” düsturu ile ABD ile doğrudan müzakerelere girmiş, yaptırımların sarstığı ekonomisini toparlamak ve kalkınma hedeflerini sürdürebilmek için şeffaf, kısıtlı ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (IAEA) ani ve kapsamlı teftişlerine açık bir program sürdürmeyi kabul etmişti.[efn_note]https://iramcenter.org/ruhani-doneminde-iran-abd-iliskileri/[/efn_note]

Trump yönetimi Mayıs 2018’de İran’ı bölgesel faaliyetlerini ve balistik füze programını da sınırlayacak “daha iyi bir anlaşmaya” zorlayacağı iddiasıyla nükleer anlaşmadan çekilerek bugün yaşanan zorlu sürecin en büyük müsebbibi oldu. Biden yönetiminden yetkililer de özellikle diplomasinin ivme kazandığı ve daha olumlu bir havanın estiği sekizinci turda, Trump’ın İran siyasetinin iflasının altını daha kalın çizgilerle çiziyor. Zira azami baskı politikası daha iyi bir anlaşma getirmek yerine İran ile ABD arasındaki bölgesel çekişmeyi arttırdı.

Ayrıca, Tahran’ın Mayıs 2019’dan itibaren adım adım anlaşma kapsamındaki taahhütlerini askıya alması da nükleer programında daha önce tecrübe etmediği ileri teknik aşamalara zemin hazırladı. Öyle ki İran mevcut süreçte nükleer krizin tırmandığı 2010’lu yıllarda büyük endişe yaratan yüzde 20 oranında uranyum zenginleştirmenin de ötesine geçti, Nisan 2021’de Natanz’daki nükleer tesisine yapılan sabotaj saldırısının ardından yüzde 60 oranında uranyum zenginleştirmeye başladı. IAEA, Kasım 2021 itibariyle İran’ın elinde 113,8 kg yüzde 20 oranında, 17,7 kg yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum olduğunu saptadı.[efn_note]https://www.aljazeera.com/news/2021/11/17/iaeas-grossi-to-visit-tehran-ahead-of-vienna-nuclear-talks[/efn_note] Yüzde 20 ve üzerindeki zenginleştirme faaliyetleri İran’ın nükleer silah için gerekli yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum (HEU) elde etmesini sağladığı ve böylelikle onu nükleer silah kapasitesine daha çok yakınlaştırdığı için kaygı vericiydi. Tahran bu süreç içinde nükleer silah yapımında da kullanılabilecek metal uranyum ile ilgili üretim faaliyetlerine de başladı.

Müzakerelerde zamanlama, diplomatik kozlar ve düğümler

İran’da Ağustos 2021’de göreve başlayan muhafazakâr Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi yönetiminin en önemli hedefi, yaptırımlardan kurtulmak ve ekonomiyi ferahlatmak. Ancak hâlihazırda yürürlükte olan yaptırımların kısmen yumuşamış olması, bilhassa İran’ın Çin’e petrol satışındaki artış ile ekonomideki kısmi toparlanma Tahran’ın nihai hedefine ulaşmak için Batı ülkeleri kadar aceleci davranmasını gerektirmiyor.[efn_note]https://www.bloomberg.com/news/articles/2022-01-10/china-buys-more-sanctioned-oil-from-iran-venezuela-at-a-bargain[/efn_note] İran bir yandan da Rusya ve Çin gibi aktörlerle uzun soluklu ekonomik ve stratejik iş birliği ile Batı’yı dengeleme arayışını da kesintisiz bir şekilde sürdürüyor.

Oysa nükleer programın geldiği son nokta açısından bakıldığında, İran’ın nükleer silah üretebilme kapasitesine yaklaşması ve anlaşma uygulanıyor olsaydı en az bir sene gerektirecek eşik (breakout) süresinin artık aylarla değil haftalarla ölçülmesi özellikle ABD’li ve Avrupalı diplomatlar nezdinde müzakerelerde en geç Şubat ayı içinde bir uzlaşının gerekliliğini ortaya koyuyor.[efn_note]https://www.haaretz.com/israel-news/.premium-in-israel-sullivan-says-deadline-for-iran-nuke-talks-will-end-within-weeks[/efn_note]

İran’ın üç temel talebi

İran böylesi bir takvimi “suni zaman baskısı” olarak görüp reddederken, müzakerelerdeki pozisyonunu üç temel talep üzerine inşa ediyor.[efn_note]https://www.ft.com/content/ecd4d7c1-f166-4263-a31c-93bcebccfd47[/efn_note]

İlk ve en önemli beklentisi olan yaptırımların kaldırılmasının yeterli olmayacağını vurgularken, bunun doğrulanmasını (verifikasyon) da talep ediyor. İran yaptırımları sadece kâğıt üzerinde kaldırılmadığından, özellikle bankacılık işlemlerinde ve petrol ticaretinde herhangi bir kısıtlamanın kalmadığından emin olmak istiyor.

Dahası, nükleer programındaki ilerlemeleri büyük bir manivela olarak kullanıp, oldukça güçlü bir pozisyondan müzakere ederken, ABD’den anlaşmanın uzun vadede geçerli kalacağına ve yönetimler değişse bile Washington’ın nükleer anlaşmadan çekilmeyeceğine dair de güvenceler istiyor.

ABD’nin pozisyonu

Amerikan tarafı açısından bakıldığında, İran’ın Trump döneminde devreye giren tüm yaptırımların kaldırılması yönündeki talebi, nükleer programa ilişkin olmayan terörizm, Tahran’ın balistik füze programı ve insan hakları ihlallerine yönelik yaptırımları da içerdiği için sorun teşkil ediyor.

Doğrulama konusunda İran’ın taleplerinin karşılanmasına yönelik bazı adımlar üzerinde çalışıldığı, anlaşmanın restorasyonu durumunda Batılı sermaye ve finans kuruluşlarının İran ile ticaret ve yatırım ilişkilerinde duydukları endişenin giderilmesi için resmî taahhüt ve garanti mekanizmalarının önerileceği basına yansıyor.

İran bu bağlamda petrol satışından elde edilen döviz gelirinin doğrudan kendi bankalarına transferini isterken, ABD’nin doğrulama için birkaç günlük sürenin yeterli olacağını ileri sürmesi, İran’ın ise bu süre için birkaç hafta istemesi görüşmelerde henüz çözülmemiş bir düğüm olarak karşımıza çıkıyor.[efn_note]https://www.voanews.com/a/iran-us-lock-horns-over-sanctions-relief-nuclear-curbs-in-vienna-talks-/6394023.html[/efn_note]

İran’ın taleplerinden belki de en zor hatta imkânsız olanı ise Biden yönetiminin kendisinden sonraki iktidarlar için de anlaşmada kalınacağının garantisini vermesi. Zira JCPOA, Amerikan Senatosu’ndan onay alarak kabul edilen bir uluslararası antlaşma statüsü taşımıyor, Obama yönetiminin Kongre’den onay alamayacağını hesap ederek siyasi bir taahhüt olarak benimsediği bir anlaşma. Donald Trump’ın bu denli kolay bir şekilde anlaşmadan çekilmesinin altında yatan da ABD’nin anlaşmada kalışı hususunda Başkan’a tanınan büyük yetkiydi.

Biden yönetimi anlaşmanın sonraki iktidarlar döneminde yeniden tasdik edileceğinin ve sürdürüleceğinin garantisini doğal olarak veremezken, en azından kendi iktidarı süresince anlaşmanın işleyeceğine dair vereceği bir garantinin İran tarafından kabul edilebileceği de konuşuluyor.

Geçici bir anlaşma mümkün mü?

Anlaşmanın restorasyonu için vakit daralırken Batılı diplomatik kaynaklar, ABD’nin nihai bir anlaşma öncesinde İran’ın nükleer faaliyetlerini yavaşlatması karşılığında bazı yaptırımların kaldırılacağı geçici bir anlaşma arayışından bahsediyor.

İran ise en azından şimdilik nihai ve kalıcı bir anlaşma dışındaki seçeneklere kapalı olduğunu ifade ediyor. Tahran, beş aylık bir aranın ardından Ekim 2021’de yeniden başlayan müzakerelerde daha sert ve tavizsiz bir yaklaşım sergiliyor, karşı taraftan daha fazla taviz bekliyor. Reisi dönemi ile görüşmelere yansıyan bu yeni dinamik, 2015’te nükleer anlaşmayı kotaran Ruhani yönetiminin Biden hükümetinin iktidara gelişinin ardından Nisan-Haziran 2021 arasında sürdürdüğü görece esnek, tedrici adımlara açık diplomasiden ayrışıyor. Hal böyleyken, Biden yönetiminin Hasan Ruhani iktidardayken müzakereler için aceleci davranmamasının da anlaşmanın lehine olmadığı açıkça görülüyor.

Müzakerelerde uranyum zenginleştirme sürecinde kullanılan santrifüjlerin teknik kapasiteleri ve İran’ın anlaşmayı ihlal etmesi durumunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yaptırımlarının yeniden devreye girmesini düzenleyen “snapback” mekanizması gibi diğer çetrefilli konuları da içeren yoğun diplomatik temaslar sürerken, sekizinci tur görüşmelerde daha ümitvar bir havanın oluştuğuna ve aşama kaydedildiğine dair demeçler artıyor.

Oluşan bu olumlu havada IAEA Başkanı Rafael Grossi’nin diplomatik çabaları ve İran’ın iş birliğine devam kararı ile sabotaja uğrayan Kerec nükleer tesisindeki IAEA kameralarının yeniden devreye girmesinin önemli bir payı var. İran’ın dondurulmuş mali kaynakları nedeniyle bir süredir gerilim yaşadığı Güney Kore yetkililerinin Viyana’ya gitmesi de yaptırımların kaldırılmasıyla ilgili çalışmaların ivme kazandığını gösteriyor.

İran’ın müzakereler başarısız olsa dahi yüzde 60 üzerinde uranyum zenginleştirmeye kalkışmayacağını belirtmesi, yüzde 90 seviyesine çıkacak bir adımı nükleer silahlanma kararı olarak görüp kırmızı çizgi telakki etmeye başlayan aktörler açısından iyiye işaret.[efn_note]https://www.foreignaffairs.com/articles/iran/2021-12-23/redline-iran[/efn_note]

Bu olumlu gelişmeler sayesinde önceliğin anlaşmanın eski ayarları ile restorasyonunda kalması ve diplomatik mesainin bu hususta harcanması başarısız müzakerelerin sebep olacağı yeni bir şiddet ve gerilim sarmalının önüne geçebilir.

İsrail’in yeni tur görüşmelere yaklaşımı

Nükleer anlaşmanın restorasyonu bölge siyaseti açısından da hayati. Müzakerelerin başarısı her şeyden önce İsrail ile İran arasında bölge sathına yayılması kuvvetle muhtemel bir askerî karşılaşma riskini önleyecek ve İran nükleer programının sınırlı, şeffaf ve barışçıl bir formatta devamını temin edecek.

Sekizinci tur sürerken, haftalar önce Biden yönetimini İran’a askerî müdahale için ikna etmeye çalışan İsrail’den dahi Tel Aviv’in “iyi bir nükleer anlaşmaya” karşı olmayacağı açıklamalarının gelmesi dikkate şayan.[efn_note]https://www.timesofisrael.com/bennett-israel-is-not-opposed-to-a-good-nuclear-deal-with-iran/[/efn_note]

Bu demeçlerin arka planında yatan nedenler arasında (1) İsrail’in İran’ın ülke geneline yayılmış ve bir kısmı yer altına gömülü nükleer tesislerini hedef alacak bu denli büyük ve kışkırtıcı bir operasyonu ABD olmaksızın yapamayacak olması; (2) ABD ile ortak bir operasyonun İran’ın nükleer programına son veremeyeceği gibi Tahran’ı nükleer silahlanmaya götürebileceği ihtimali; (3) İran’ın son tatbikatlarda da duyurduğu üzere saldırının karşılıksız kalmayacağı ve misillemenin bölgedeki Amerikan üs ve birlikleri, İsrail ve ABD’nin bölgedeki diğer müttefikleri için yaratacağı tehdit sayılabilir.[efn_note]https://www.mei.edu/publications/military-strike-iran-worst-non-proliferation-strategy; https://www.nytimes.com/2021/12/18/world/middleeast/israel-iran-nuclear-attack.html[/efn_note]

Körfez ülkelerinin yeni tur görüşmelere yaklaşımı

Her ne kadar nükleer anlaşmada eski ayarlara dönülmesi, hem bölgedeki Arap devletlerinin hem de İsrail’in istediği gibi daha kapsamlı ve İran’ın balistik füze programını sınırlandıran bir çerçeve sunmayacak olsa da, mevcut hız ve kapasite ile süren nükleer programın yarattığı tehdidin bertaraf edilmesi, bu kaygıların da önüne geçmiş görünüyor.

Tahran en başından itibaren konvansiyonel savunma aracı olarak gördüğü balistik füze programının müzakere dışı olduğunu vurguluyor. Bu program ile ilgili herhangi bir tasarrufun ise ancak bölge aktörlerinin güvenlik meselelerini ortaklaşa görüşeceği bir platformda, Körfez ülkelerinin silahlanma programları da dikkate alınarak tartışılabileceği düşünülebilir.

Körfez ülkeleri İran ile ABD arasında artan gerilimde hedef tahtasına konmak istemedikleri için hem anlaşmaya geri dönüşün gerçekleştiği senaryoya hem de çözümsüzlüğün getireceği gerilime göre hesap yaparak İran ile ilişkilerini ılımlılaştırma yoluna gidiyorlar. Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İran ile artan temasları, Bağdat’ın aracılığında İran ve Suudi Arabistan arasında başlayan gerilimi yatıştırma görüşmeleri Arap isyanları döneminde sert dengeleme politikaları ve mezhep siyaseti ile derinleşen husumetin aşılması, özellikle Yemen’deki askerî ve siyasi çıkmazın son bulması için elzem görünüyor.

Körfez ülkelerinin Trumplı yıllardan, bilhassa 2019’da yaşanan Aramco saldırısı[efn_note]Suudi Arabistan’ın milli petrol şirketi Aramco’ya ait iki tesise 14 Eylül 2019’da insansız hava araçları ile düzenlenen silahlı saldırıyı Yemen’deki Husiler üstlenmiş, Suudi Arabistan ve ABD ise küresel petrol tedarikini sekteye uğratan bu saldırının ardında İran’ın olduğunu iddia etmişti. İran suçlamaları reddetmiş, ABD Başkanı Trump ise ilerleyen günlerde ABD’nin Suudi Arabistan adına bir savaşa girmeyeceğini ifade etmişti. [/efn_note] sonrası ABD’nin duruşundan, Washington’ın İran ile olası bir askerî gerilimde yanlarında durmayabileceği dersini çıkardığı görülüyor.[efn_note]https://www.ft.com/content/39064653-25ba-4232-bb58-aa63103941b9[/efn_note]

ABD diplomatik mesaisini Çin’e yöneltmek isterken Körfez’deki müttefikleri de hem bölgedeki jeopolitik aktörlerle hem de Çin ve Rusya gibi küresel aktörlerle yeni ilişkiler geliştirmenin peşine düşüyor.

İlginç bir şekilde mevcut konjonktürde, zamanında İran ile diplomasi ve angajman siyaseti izleyen Obama yönetimine öfke duyan pek çok bölge ülkesinin, İran nükleer programındaki son ilerlemeler karşısında nükleer anlaşmanın bölgesel güvenlik ve istikrar için ne denli önemli olduğunu daha iyi kavradığı anlaşılıyor.

Olası anlaşmanın Türkiye’ye yansımaları

Nükleer müzakerelerin başarısının Türkiye-İran ilişkileri açısından da müspet sonuçları olacağı aşikâr.

Meselenin diplomatik yollardan çözümü için krizin en başından beri diplomatik mesai harcayan Türkiye için hem bölgede olası bir askerî müdahale ihtimalinin yatışması, hem sınır komşusunun nükleer faaliyetlerinin kısıtlı ve denetlenebilir çerçevede sürmesi hem de İran’a yönelik yaptırımların kalkmasının ticaret ve enerji sahalarında yaratacağı iş birliği imkanları olumlu gelişmelerin başında sayılabilir. Gerek İran ve ABD gerek İran ve Arap dünyası arasında gerilimin azalması Türkiye’nin bölgede alacağı diplomatik pozisyonu kolaylaştıracaktır.

Elbette nükleer müzakerelerin başarısı bölgedeki tüm sorunları sona erdirecek sihirli bir çözüm üretmeyecektir ama bölgeyi öngörülemez bir şiddet döngüsünden koruyacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Ocak 2022’de yayımlanmıştır.

Gülriz Şen
Gülriz Şen
Dr. Gülriz Şen - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini 2004 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Şen, yüksek lisansını 2004-2005 yılları arasında Jean Monnet bursiyeri olarak bulunduğu Belçika Katolik Leuven Üniversitesi Çatışma ve Sürdürülebilir Barış Programında yaptı. Doktora derecesini 2013 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan aldı. Akademik ilgi alanları arasında Ortadoğu’da devlet, toplum ve siyaset, İran dış politikası, Körfez ve Levant ülkelerinin uluslararası ilişkileri bulunuyor. Dr. Şen’in ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yılın Doktora Tezi Ödülü ve Kalbiye Tansel Vakfı Yayın Ödülü kazanan doktora çalışması, Devrimden Günümüze İran’ın ABD Politikası: Tarihsel Sosyolojik Bir Analiz adıyla kitaplaştırıldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x