Amerikan askeri Aaron Bushnell neden kendini yaktı?

İsrail Büyükelçiliği önünde Gazze’de yaşananları protesto etmek için kendisini yakan ABD askeri Aaron Bushnell, tarihte hangi parantezin kapanmasıyla anılacak? Batı’nın söylem üstünlüğünün sona ermesinin dünyü için anlamı ne olacak? Enes Çallı yazdı

ABD Hava Kuvvetleri’nde muvazzaf asker Aaron Bushnell, Washington DC’deki İsrail Büyükelçiliği önünde kendini ateşe verdi ve hayatını kaybetti. Bushnell’in kendini yaktığı video sosyal medyada viral olurken son sözleri “Filistin’e özgürlük ve “artık soykırıma iştirak etmeyeceğim” oldu.

Bushnell’in kendini yakması kuşkusuz Ekim’den beri devam eden Gazze’deki etnik temizliğin en önemli sembol anlarından biri olarak hatırlanacak. Bushnell’ın bir ordu mensubu olarak soykırıma iştirak etmeyeceğini söylemesini ülkesinin İsrail’e verdiği desteğe tepki da olarak okuyabiliriz. Muvazzaf bir askerin böylesine radikal bir protesto eylemi yapması Biden yönetiminin İsrail’e verdiği güçlü desteği sorgulatır mı bilemeyiz. Ancak şu bir gerçek ki Trump sonrası büyük umutlar beslenen Joe Biden, İsrail politikası ile büyük bir başarısızlık hikayesi yazdı.

Biden’ın mirası

Halbuki Biden’ın ABD başkanı seçilmesi ve kongre baskınından sonra Beyaz Saray’a çıkması kimi uzmanlar tarafından demokrasinin otoriterliğe karşı bir zafer olarak okunmuştu. Popülizmin temsilcisi Trump kaybetmiş ve belki de bu dünya için yeni bir demokrasi dalgası yaratacaktı. Onun mirası başka olacaktı.

Hatta Biden göreve geldikten sonra iki tane demokrasi zirvesi düzenledi, birçok ülke lideri bu toplantılara davet edildi. İlk zirvenin temaları otoriterlik ve yolsuzlukla mücadele ile insan hakları üzerine oldu.

Biden, dünyada yeni bir demokrasi dalgası yaratmadı ama adını yakın tarihin en büyük katliamlardan birini yapan İsrail’e koşulsuz destek veren başkan olarak geçirmeyi başardı. İsrail aylardır Gazze’yi bombalıyor. Çoğu kadın ve çocuk, 30 bine yakın insanı öldürdü. Aylardır insani yardımların ulaşması için zorluklar çıkarıyor.

Çatışmaların başından beri İsrail’e milyarlarca dolarlık yardım yollayan ABD ise İsrail’e ateşkes çağrısı bile yapamıyor. Verilecek ateşkes kararının Hamas’ın lehine olacağını söyleyen, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Gazze’de acilen insani ateşkes talep edilen karar tasarısını üç kez veto eden bir Biden yönetimi var.

Washington DC, Berlin, Brüksel düşerken..

Bu koşulsuz destek ile beraber ABD kamuoyunda İsrail’i eleştirmenin ciddi maliyetleri oldu.

Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Temsilciler Meclisinde, antisiyonizmin antisemitizmle eşit olduğunu iddia eden bir maddenin de yer aldığı bir karar tasarısı kabul edildi. Karar sembolikti ama en azından ABD kamu oyunun – en azından bir kısmının- içinde olduğu ruh halini göstermesi açısında da önemliydi.

Nitekim İsrail’in saldırılarını protesto eden bazı öğrenci grupları üniversitelerde kriminalize edildi. Harvard, Pensilvanya ve MIT’den rektörler, Kongre’de üniversitelerdeki antisemitizm hakkındaki sorulara cevap vermek zorunda kaldılar. Pennsylvania Üniversitesi rektörü Elizabeth Magill ve Harvard Üniversitesi Rektörü Claudine Gay, görevlerinden istifa etti. Temsilciler Meclisi eski Başkanı Demokrat Partili Nancy Pelosi, Filistin için ateşkes protestosu yapan Amerikalıları eleştirdi ve onları Rusya ile bağlantılı olmakla suçladı.

Siyaset ve üniversiteler üzerinde etkisi büyük Yahudi bağışçılar ile özellikle Cumhuriyetçi parti ve muhafazakâr medyadan gelen baskılarla oluşan atmosfer, İsrail’e sınırsız bir kredi olarak geri döndü. ABD’de Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimi yaklaşırken olası adaylar Biden ve Trump İsrail’e verilen destek konusunda hemfikir gözüküyor. Her ne kadar sokaklarda insanlar protesto etse de ABD’deki sol ve Müslüman kamuoyundan ciddi tepkiler gelse de henüz karar verici mekanizmalar İsrail’e verilen desteği sorgulama aşamasına gelmiş değil.

Avrupa Birliği İsrail’in orantısızlığını besledi

Avrupa Birliği için de durum ABD’den çok farklı değil.

AB ancak katliamlar başladıktan aylar sonra kalıcı bir ateşkese yol açacak acil insani ara çağrısında bulunabildi. Çok daha büyük insani felakete yol açmasından korkulan İsrail’in Refah’a askeri müdahale kararından vazgeçmesi istendi. AB’nin en önemli ülkelerinden biri olan Almanya’nın İsrail’e verdiği sınırsız destek ise artık uluslararası ilişkilerin değil psikolojinin konusu.

Rusya kökenli Amerikalı Yahudi New Yorker yazarı Masha Gessen, Alman Yeşiller Partisi’ne bağlı Heinrich Böll Vakfı’nın verdiği Hannah Arendt Siyasi Düşünce Ödülü’nü almaya hak kazanmıştı. Ancak makalesinde Gazze’yi Varşova Gettosu’yla karşılaştırdığı için ödül töreni önce yapılmayacağı duyuruldu. Gessen, ödülünü daha sonra gecikmeli bir törenle alabildi.  Filistinli yazar Adania Shibli için Frankfurt Kitap Fuarı ve Avrupa Yayıncılar Federasyonunca düzenlenecek ödül töreni de iptal edildi. En ufak İsrail eleştirisini neredeyse antisemitizm suçlamasıyla püskürten Almanya, yine tarihin yanlış tarafında durmayı başardı.

Aylardır Avrupa sokaklarında devam eden protestolara rağmen İspanya ve İrlanda gibi istisnalar dışında İsrail’in yaptığı kıyıma şiddetli tepki gösteren Batı yönetimi henüz olmazken, İsrail’in Gazze’ye saldırılarındaki orantısızlık en çok buradan beslendi. İsrail, Rusya’nın Ukrayna’dan öldürdüğünden çok daha fazla sivili öldürmesine rağmen herhangi bir yaptırıma maruz kalmayacağını biliyor. Bu yüzden kilisedeki Hristiyanları keskin nişancıyla katledecek, hastaneleri bombalayacak, savaş suçları işleyecek kadar cüretkâr olabiliyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in her gün yaptığı barış ve ateşkes çağrıları ise sosyal medya etkileşimi dışında bir işe yaramıyor.

Uluslararası Adalet Divanı, 26 Ocak tarihinde Güney Afrika’nın açtığı soykırım davasında, İsrail’in Gazze sakinlerine yönelik öldürme, saldırı ve yıkımla ilgili eylemlerinden kaçınmasına ve soykırımı önlemek için tüm tedbirleri almasına hükmetmişti. Ancak İsrail bu tedbirlere de uymuyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre İsrail, yasal bağlayıcılığı olan UAD kararlarını açıkça çiğniyor ve Gazze halkının ihtiyaç duyduğu yardımların sağlanması yönündeki emirleri yerine getirmiyor. Maalesef uluslararası hukukun da sınırları burada görüyoruz.

Orman kanunlarına geri dönüş

İkinci Dünya Savaşı sonrası kurumsallaşan insan hakları söyleminin öncüsü Batı Avrupa ülkeleri ve Amerika’ydı. Soğuk savaş döneminde Batı, Sovyetler Birliği’ne karşı demokratik, hür dünyanın temsilcisi olmuş ve bu söylemle kendince ahlaki üstünlüğün taşıyıcılığını yapmıştı.

İnsan Hakları beyannamesi 1948 yılında kabul edilirken, BM, Avrupa Birliği (öncülleri Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu) ve Uluslararası Af örgütü gibi organizasyonlar bu dönemin ve söylemin küresel çaptaki tezahürü olarak ortaya çıktılar.  İyi de oldu. Bu kurumlar kimi zaman söylem düzeyinde de olsa insan hakları, savaş hukuku konularında asgari bir seviyeyi temsil ediyorlardı.

Ancak 7 Ekim sonrasında sadece Ortadoğu’da değil dünya siyaseti için de yeni bir durum oluştu. ABD ve Batı bloğunun İsrail’e verdiği sınırsız kredinin en büyük sonucu Batı değerlerinin dünyanın her tarafında sorgulanır hale gelmesi olacaktır. Batının insan hakları ve demokrasi söyleminin geçmişte çokça kez sorgulandığı vakalar, savaşlar, işgaller gördük ancak Gazze’deki katliama karşı alınan tavır artık dönüm noktası olacaktır.  Zaten şüpheyle bakılan insan hakları ve barış söylemi iyice içi boşaltılan kavramlara dönüşürken Batı’nın bu noktadaki söylem üstünlüğü zaten erimişti, şimdi sıfırlandı.

On yıllardır sürgünler, katliamlar ve yerinden edilmelerle yazıldı Filistin halkının tarihi. Ancak bu sefer, sosyal medya çağında her şey gözümüzün önünde oluyor. Gazze’de, babalar çocuklarının cesetlerini taşıyor, gazeteciler görevini yaparken öldürülüyor, hastaneler toplu mezarlara dönüşüyor. Bu kadar orantısız bir savaşa verilen kayıtsız destek ise tüm insanlık için büyük bir hayal kırıklığını temsil ediyor. İsrail, ateşkes kelimesini doğru düzgün telaffuz edemeyen Batı ülkeleri ile beraber küresel siyasette bir parantezi kapatıyor.

Yeni parantez içinde ise uluslararası kurumlara, uluslararası hukuka güvenin iyice zedelendiği, silahlanmanın arttığı, güçlü olanın zayıfı artık daha kolayca ezdiği; yani orman kanunlarının tekrardan norm olacağı bir dünya gözüküyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 28 Şubat 2024’te yayımlanmıştır.

Enes Çallı
Enes Çallı
Enes Çallı - Anadolu Ajansı’nda muhabir. Uluslararası gündem, dış politika alanında haber ve röportajlar yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Amerikan askeri Aaron Bushnell neden kendini yaktı?

İsrail Büyükelçiliği önünde Gazze’de yaşananları protesto etmek için kendisini yakan ABD askeri Aaron Bushnell, tarihte hangi parantezin kapanmasıyla anılacak? Batı’nın söylem üstünlüğünün sona ermesinin dünyü için anlamı ne olacak? Enes Çallı yazdı

ABD Hava Kuvvetleri’nde muvazzaf asker Aaron Bushnell, Washington DC’deki İsrail Büyükelçiliği önünde kendini ateşe verdi ve hayatını kaybetti. Bushnell’in kendini yaktığı video sosyal medyada viral olurken son sözleri “Filistin’e özgürlük ve “artık soykırıma iştirak etmeyeceğim” oldu.

Bushnell’in kendini yakması kuşkusuz Ekim’den beri devam eden Gazze’deki etnik temizliğin en önemli sembol anlarından biri olarak hatırlanacak. Bushnell’ın bir ordu mensubu olarak soykırıma iştirak etmeyeceğini söylemesini ülkesinin İsrail’e verdiği desteğe tepki da olarak okuyabiliriz. Muvazzaf bir askerin böylesine radikal bir protesto eylemi yapması Biden yönetiminin İsrail’e verdiği güçlü desteği sorgulatır mı bilemeyiz. Ancak şu bir gerçek ki Trump sonrası büyük umutlar beslenen Joe Biden, İsrail politikası ile büyük bir başarısızlık hikayesi yazdı.

Biden’ın mirası

Halbuki Biden’ın ABD başkanı seçilmesi ve kongre baskınından sonra Beyaz Saray’a çıkması kimi uzmanlar tarafından demokrasinin otoriterliğe karşı bir zafer olarak okunmuştu. Popülizmin temsilcisi Trump kaybetmiş ve belki de bu dünya için yeni bir demokrasi dalgası yaratacaktı. Onun mirası başka olacaktı.

Hatta Biden göreve geldikten sonra iki tane demokrasi zirvesi düzenledi, birçok ülke lideri bu toplantılara davet edildi. İlk zirvenin temaları otoriterlik ve yolsuzlukla mücadele ile insan hakları üzerine oldu.

Biden, dünyada yeni bir demokrasi dalgası yaratmadı ama adını yakın tarihin en büyük katliamlardan birini yapan İsrail’e koşulsuz destek veren başkan olarak geçirmeyi başardı. İsrail aylardır Gazze’yi bombalıyor. Çoğu kadın ve çocuk, 30 bine yakın insanı öldürdü. Aylardır insani yardımların ulaşması için zorluklar çıkarıyor.

Çatışmaların başından beri İsrail’e milyarlarca dolarlık yardım yollayan ABD ise İsrail’e ateşkes çağrısı bile yapamıyor. Verilecek ateşkes kararının Hamas’ın lehine olacağını söyleyen, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Gazze’de acilen insani ateşkes talep edilen karar tasarısını üç kez veto eden bir Biden yönetimi var.

Washington DC, Berlin, Brüksel düşerken..

Bu koşulsuz destek ile beraber ABD kamuoyunda İsrail’i eleştirmenin ciddi maliyetleri oldu.

Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Temsilciler Meclisinde, antisiyonizmin antisemitizmle eşit olduğunu iddia eden bir maddenin de yer aldığı bir karar tasarısı kabul edildi. Karar sembolikti ama en azından ABD kamu oyunun – en azından bir kısmının- içinde olduğu ruh halini göstermesi açısında da önemliydi.

Nitekim İsrail’in saldırılarını protesto eden bazı öğrenci grupları üniversitelerde kriminalize edildi. Harvard, Pensilvanya ve MIT’den rektörler, Kongre’de üniversitelerdeki antisemitizm hakkındaki sorulara cevap vermek zorunda kaldılar. Pennsylvania Üniversitesi rektörü Elizabeth Magill ve Harvard Üniversitesi Rektörü Claudine Gay, görevlerinden istifa etti. Temsilciler Meclisi eski Başkanı Demokrat Partili Nancy Pelosi, Filistin için ateşkes protestosu yapan Amerikalıları eleştirdi ve onları Rusya ile bağlantılı olmakla suçladı.

Siyaset ve üniversiteler üzerinde etkisi büyük Yahudi bağışçılar ile özellikle Cumhuriyetçi parti ve muhafazakâr medyadan gelen baskılarla oluşan atmosfer, İsrail’e sınırsız bir kredi olarak geri döndü. ABD’de Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimi yaklaşırken olası adaylar Biden ve Trump İsrail’e verilen destek konusunda hemfikir gözüküyor. Her ne kadar sokaklarda insanlar protesto etse de ABD’deki sol ve Müslüman kamuoyundan ciddi tepkiler gelse de henüz karar verici mekanizmalar İsrail’e verilen desteği sorgulama aşamasına gelmiş değil.

Avrupa Birliği İsrail’in orantısızlığını besledi

Avrupa Birliği için de durum ABD’den çok farklı değil.

AB ancak katliamlar başladıktan aylar sonra kalıcı bir ateşkese yol açacak acil insani ara çağrısında bulunabildi. Çok daha büyük insani felakete yol açmasından korkulan İsrail’in Refah’a askeri müdahale kararından vazgeçmesi istendi. AB’nin en önemli ülkelerinden biri olan Almanya’nın İsrail’e verdiği sınırsız destek ise artık uluslararası ilişkilerin değil psikolojinin konusu.

Rusya kökenli Amerikalı Yahudi New Yorker yazarı Masha Gessen, Alman Yeşiller Partisi’ne bağlı Heinrich Böll Vakfı’nın verdiği Hannah Arendt Siyasi Düşünce Ödülü’nü almaya hak kazanmıştı. Ancak makalesinde Gazze’yi Varşova Gettosu’yla karşılaştırdığı için ödül töreni önce yapılmayacağı duyuruldu. Gessen, ödülünü daha sonra gecikmeli bir törenle alabildi.  Filistinli yazar Adania Shibli için Frankfurt Kitap Fuarı ve Avrupa Yayıncılar Federasyonunca düzenlenecek ödül töreni de iptal edildi. En ufak İsrail eleştirisini neredeyse antisemitizm suçlamasıyla püskürten Almanya, yine tarihin yanlış tarafında durmayı başardı.

Aylardır Avrupa sokaklarında devam eden protestolara rağmen İspanya ve İrlanda gibi istisnalar dışında İsrail’in yaptığı kıyıma şiddetli tepki gösteren Batı yönetimi henüz olmazken, İsrail’in Gazze’ye saldırılarındaki orantısızlık en çok buradan beslendi. İsrail, Rusya’nın Ukrayna’dan öldürdüğünden çok daha fazla sivili öldürmesine rağmen herhangi bir yaptırıma maruz kalmayacağını biliyor. Bu yüzden kilisedeki Hristiyanları keskin nişancıyla katledecek, hastaneleri bombalayacak, savaş suçları işleyecek kadar cüretkâr olabiliyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in her gün yaptığı barış ve ateşkes çağrıları ise sosyal medya etkileşimi dışında bir işe yaramıyor.

Uluslararası Adalet Divanı, 26 Ocak tarihinde Güney Afrika’nın açtığı soykırım davasında, İsrail’in Gazze sakinlerine yönelik öldürme, saldırı ve yıkımla ilgili eylemlerinden kaçınmasına ve soykırımı önlemek için tüm tedbirleri almasına hükmetmişti. Ancak İsrail bu tedbirlere de uymuyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre İsrail, yasal bağlayıcılığı olan UAD kararlarını açıkça çiğniyor ve Gazze halkının ihtiyaç duyduğu yardımların sağlanması yönündeki emirleri yerine getirmiyor. Maalesef uluslararası hukukun da sınırları burada görüyoruz.

Orman kanunlarına geri dönüş

İkinci Dünya Savaşı sonrası kurumsallaşan insan hakları söyleminin öncüsü Batı Avrupa ülkeleri ve Amerika’ydı. Soğuk savaş döneminde Batı, Sovyetler Birliği’ne karşı demokratik, hür dünyanın temsilcisi olmuş ve bu söylemle kendince ahlaki üstünlüğün taşıyıcılığını yapmıştı.

İnsan Hakları beyannamesi 1948 yılında kabul edilirken, BM, Avrupa Birliği (öncülleri Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu) ve Uluslararası Af örgütü gibi organizasyonlar bu dönemin ve söylemin küresel çaptaki tezahürü olarak ortaya çıktılar.  İyi de oldu. Bu kurumlar kimi zaman söylem düzeyinde de olsa insan hakları, savaş hukuku konularında asgari bir seviyeyi temsil ediyorlardı.

Ancak 7 Ekim sonrasında sadece Ortadoğu’da değil dünya siyaseti için de yeni bir durum oluştu. ABD ve Batı bloğunun İsrail’e verdiği sınırsız kredinin en büyük sonucu Batı değerlerinin dünyanın her tarafında sorgulanır hale gelmesi olacaktır. Batının insan hakları ve demokrasi söyleminin geçmişte çokça kez sorgulandığı vakalar, savaşlar, işgaller gördük ancak Gazze’deki katliama karşı alınan tavır artık dönüm noktası olacaktır.  Zaten şüpheyle bakılan insan hakları ve barış söylemi iyice içi boşaltılan kavramlara dönüşürken Batı’nın bu noktadaki söylem üstünlüğü zaten erimişti, şimdi sıfırlandı.

On yıllardır sürgünler, katliamlar ve yerinden edilmelerle yazıldı Filistin halkının tarihi. Ancak bu sefer, sosyal medya çağında her şey gözümüzün önünde oluyor. Gazze’de, babalar çocuklarının cesetlerini taşıyor, gazeteciler görevini yaparken öldürülüyor, hastaneler toplu mezarlara dönüşüyor. Bu kadar orantısız bir savaşa verilen kayıtsız destek ise tüm insanlık için büyük bir hayal kırıklığını temsil ediyor. İsrail, ateşkes kelimesini doğru düzgün telaffuz edemeyen Batı ülkeleri ile beraber küresel siyasette bir parantezi kapatıyor.

Yeni parantez içinde ise uluslararası kurumlara, uluslararası hukuka güvenin iyice zedelendiği, silahlanmanın arttığı, güçlü olanın zayıfı artık daha kolayca ezdiği; yani orman kanunlarının tekrardan norm olacağı bir dünya gözüküyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 28 Şubat 2024’te yayımlanmıştır.

Enes Çallı
Enes Çallı
Enes Çallı - Anadolu Ajansı’nda muhabir. Uluslararası gündem, dış politika alanında haber ve röportajlar yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x