ABD’deki dış politika seçkinleri nasıl düşünür: İran örneği

İran ile nükleer anlaşma yeniden gündemdeyken Washington’daki dış politika seçkinleri Tahran’a karşı daha sert tavır takınılmasını istiyor. Bu seçkinler kim, nasıl düşünüyorlar ve ABD dış politikasına nasıl yön veriyorlar?

ABD eski Başkanı Barack Obama yönetiminin 2015’te imzaladığı anlaşma, İran’ın nükleer silah edinmesini engellemeyi ve Batılı ülkelerin İran’a yönelik yaptırımları kaldırmasını amaçlıyordu. 2018’de eski Başkan Donald Trump’ın çekildiği anlaşma konusunda yeni Başkan Joe Biden Ocak ayında geri dönme sinyalleri verdi, tabii bazı koşullarla. İtalya’nın Irak ve Suriye’de de görev yapmış eski diplomatlarından Marco Canelos, Middle East Eye’da yayımlanan yazısında Washington dış politika seçkinlerinin konuya yaklaşımlarını ortaya koyuyor.

Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“ABD eski Başkanı George H.W. Bush döneminde siyaset planlamacılığı yapmış; eski başkanlar Bill Clinton ve Barack Obama döneminde ise Ortadoğu müzakerelerini yürütmüş ve danışmanlık yapmış olan Dennis Ross, Washington dış politikasında içeriden biri olarak değerlendiriliyor. Hatta alaycı bir şekilde kendisine Washington dış politika seçkini anlamına gelen “Blob” deniyor.

Ross’un ‘İran’ı Caydırmak için İsrail’in Eline Büyük Bir Bomba Verin’ başlıklı yakın tarihli makalesi, bu seçkin topluluğun dünya siyaseti üzerine nasıl düşündüğü, hareket ettiği ve siyaseti etkilediği konusunda benzersiz bir fikir veriyor. Bu seçkinler, ‘kendi çıkarlarına hizmet etmeye meyilli olmak, alternatif fikirleri ve muhalif sesleri dışlayarak kendi alanlarını korumakla suçlanıyor. Ortadoğu’daki 30 yıllık başarısızlıktan ve Soğuk Savaş’ın zaferini heba etmekten sorumlu tutuluyor.

Seçkinlerin birçok eksik yönü var. Bu yönler: Distopik görüşler, çifte standartlar, katı antropolojik ve ahlaki üstünlük duygusu, tarihin daraltılmış veya çarpıtılmış kullanımı, ‘geleneksel bilgeliklerine’ karşı herhangi bir meydan okumaya karşı kendilerine bağışıklık kazandıran grup düşüncesinin pençesine düşmeleri ve yok etmek üzere amansızca düşman arayışında olmaları.

Ross, makalesinde bu tür distopik görüşlerin canlı bir örneğini sunuyor ve ‘yaptırımların hafifletilmesi arzusunun, ABD’nin başka bir taviz vermeyeceği sonucuna vardıkları takdirde İranlıları nükleer anlaşmaya yeniden dâhil olmaya teşvik etmesinin mümkün olduğunu’ söylüyor.

Konuya aşina olmayan herkes, nükleer anlaşmayı terk edenin ve ABD’nin bazı tavizler vermesi koşuluyla yeniden dâhil olmak isteyenin Tahran olduğu sonucuna varabilir. Ancak bu, anlaşmanın karmaşık tarihinin bir tür ‘Alice Harikalar Diyarında’ görünümü.

Maksimum baskı

2015 yılında imzalanan nükleer anlaşma, İran tarafından uygulandı. Tamamı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın onayından geçen anlaşma ABD tarafından ise kısmen uygulandı. Amerikalılar, İran’la yeniden ticaret yapma niyetinde olan herhangi bir ülke veya bankaya karşı güçlü baskı uygulayarak, beklendiği şekilde yaptırımların hafifletilmesini sağlamadı. Obama döneminde böyleydi ve Biden yönetimi de şimdiye kadar herhangi bir tavizde bulunmadı.

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in dışarıya dönük son eylemlerinden biri, BM Genel Sekreteri’ne gönderdiği ve altı yıl boyunca Batı’nın nükleer anlaşmaya uymadığı iddiasını ayrıntılarla anlattığı uzun bir mektuptu.

Trump yönetimi Mayıs 2018’de nükleer anlaşmayı resmen ihlal ederek ‘maksimum baskı politikası’nı benimsedi. İzleyen bir yıl boyunca İran, nafile bir şekilde Avrupa’daki imzacıların yaptırımları hafifletmesini bekledi. Mayıs 2019’da da anlaşmaya uyumunu azaltarak karşı tedbirler almaya başladı. Seçkinlerin İran’ı anlaşmayı ihlal etmekle suçlaması hiç de şaşırtıcı değildi.

Geçtiğimiz Ocak ayında Başkan Joe Biden anlaşmaya yeniden katılmak istediğini açıkladı. Ancak, yeni bir anlaşma olarak görünecek şekilde; sona erme hükmünü uzatmak, İran’ın balistik füzelerini ve iddia edilen ‘kötü niyetli faaliyetlerinin’ üstesinden gelmek gibi kendi koşullarıyla. İmzacılar arasında birkaç tur müzakere yürütüldü, ancak yeni seçilen İran Cumhurbaşkanının koltuğuna yerleşmesi için müzakereler şu anda duraklatıldı.

Bu arada İranlı müzakereciler Biden’ın niyetlerini memnuniyetle karşılasalar da koşullarıyla ilgili aynı şeyi düşünmüyor. Tahran, öncelikle tekrar yaş tahtaya basmama garantisinin peşinde.

İran, ABD’nin orijinal anlaşmaya yeniden dâhil olmasını, anlaşmayı tam olarak uygulamaya istekli olduğunu göstermesini ve bir tür bağlayıcı onay mekanizması aracılığıyla güvenceler sunmasını istiyor. Cumhuriyetçilerin 2022’de Kongre’yi yeniden ele geçirmesi veya eski Başkan Donald Trump ya da daha kötü birinin 2024’te Beyaz Saray’a gelmesi halinde 2018 deneyimini tekrarlamak istemiyor. Tahran, ancak bu garantilerden sonra (ki bunlar Ross ve ortakları tarafından yanlış bir şekilde taviz olarak adlandırıyor) anlaşmayı yeniden müzakere etmeyi düşünecektir.

Amerikan istisnacılığı

Kötü şöhretli ‘kötü niyetli faaliyetlere’ gelince, Washington’ın görmezden geldiği bölgedeki ABD müttefikleri tarafından yürütülen ‘kötü niyetli faaliyetler’ ve istikrarsızlaştırmaya dair yaygın kanıtlar seçkinlerin çifte standardını gayet iyi bir şekilde gözler önüne seriyor. Son kurban Tunus olabilir.

Seçkinler ayrıca, ABD dış politikasını her zaman şekillendiren istisnacılığı benimsiyor. İran’ı sürekli kontrol altına alma arayışları, problemlerinin siyasi değil psikolojik olduğunu gösteriyor. İran liderliğinin ne söylediği veya yaptığı önemsizdir; sadece rejim değişikliği onları teskin edecektir.

Ross, makalesinde: ‘Başarılı görüşmelerin bile İran liderlerini nükleer silah peşinde koşmaktan alıkoyamayacağını’, ‘teşviklerin İran’ın davranışını nadiren değiştirdiğini’ ve ABD’nin ‘İran’ı havuç kullanarak bu tür hırslarını yumuşatmaya ikna edemediği takdirde… daha etkili sopalar bulması gerektiğini’ ifade ediyor.” (…)

Yazar, seçkinlerin bazen davalarını desteklemek için dar bir tarih görüşü kullandığını söylüyor: “Örneğin Ross, İran’ın nükleer eşik kapasitesine ulaşmasının engellenmesi gerektiğine inanıyor. Bu, basit bir ifadeyle gerekirse hızlı bir şekilde nükleer silah üretebilecek bilgi birikimini kapsıyor. Bu kapasiteye sahip kabul edilebilir bir ülke olarak Japonya’ya işaret ediyor. Elbette Japonya artık kurallara dayalı uluslararası düzenin sorumlu bir paydaşı. Birkaç on yıl öncesinde ise komşularına gaddarca davranan ve ABD’ye saldıran emperyalist bir güçtü. ABD 1945’te onu bastırmak için iki nükleer bomba kullandı.

Farklı gerçeklik ve tüyler ürperten teklif

Seçkinler, sık sık ‘geleneksel bilgeliklerine’ yönelik herhangi bir meydan okumaya karşı bir tür sürü bağışıklığına dönüşen grup düşüncesine kapılmış durumdadır. Bunun toplumdan kopmak yerine toplumla bağlantılı olduğunu iddia ederler. Kamuoyu yoklamaları ise farklı bir gerçeği vurguluyor: Seçkinlerin bakış açısının aksine çoğu Amerikalı, karşı karşıya oldukları en büyük tehditlerin dışarıdan değil, ülke içinden kaynaklandığına inanıyor.

Seçkinler, özellikle ABD tarafından oluşturulmuş ‘kurallara dayalı uluslararası düzene’ tam olarak uymadıkları takdirde düşmanları çok kolay tespit etme eğilimindedir. ‘Öteki’yi yalnızca farklı menfaatlerin veya değerlerin taşıyıcısı olarak değil, ortadan kaldırılması gereken bir kötülüğün vücut bulmuş hali olarak çerçeveleme yönünde köklü bir dürtü gösterirler. Bazen rollerini haklı çıkarmak için kalıcı düşmanlara ihtiyaç duyduklarını hissettirir ve gerekirse onları yaratırlar.

Ross, İran ile etkili bir şekilde başa çıkmak için tüyler ürpertici bir teklifte bulunuyor: İsrail’e yeraltı sığınaklarını hedef alan bombalar vermek. Onlara göre bu, (…) Tahran’ın zenginleştirme tesislerinin yok edilmesini sağlayacaktır.

Böyle bir önerinin nükleer anlaşmanın yeniden canlanmasına veya bölgesel istikrarın iyileştirilmesine nasıl vesile olabileceği halen belirsizliğini koruyor. Seçkinler gururla, ‘Küresel sorunların, ABD sorumlusu bir şekilde müdahale ettiğinde genellikle düzeldiğini ve geri çekildiğinde daha da kötüleştiğini’ öne sürüyor. Kibirli bir şekilde kendilerini ‘bir yüzyıldan fazla bir süredir meşakkatli bir deneme yanılma yoluyla’ bilgeliğe ulaşan profesyonel bir kitle olarak görüyorlar.

İlk iddia, Ortadoğu’da 20 yıldır süren kasvetli başarısızlıklar karşısında yerle bir oluyor. İkincisi ise sosyal mühendislik politikalarını diğer şanssız uluslar ve halklarının yanında ülkenin hiç bitmeyen savaşlarına katılan, savaşan ve ölen çok sayıda Amerikalının üzerinde test etmeyi içeren kibirli, endişeli ve kendine atıf yapan bir tutumu çağrıştırıyor.”

Bu yazı ilk kez 12 Ağustos 2021’de yayımlanmıştır.

 

Marco Canelos’un Middle East Eye internet sitesinde yayımlanan “Threaten Iran with Israeli bombs: How Washington’s dystopian foreign policy cabal thinks” başlıklı yazıdan öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.middleeasteye.net/opinion/iran-israel-us-bombs-how-dystopian-foreign-policy-establishment-thinks

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

ABD’deki dış politika seçkinleri nasıl düşünür: İran örneği

İran ile nükleer anlaşma yeniden gündemdeyken Washington’daki dış politika seçkinleri Tahran’a karşı daha sert tavır takınılmasını istiyor. Bu seçkinler kim, nasıl düşünüyorlar ve ABD dış politikasına nasıl yön veriyorlar?

ABD eski Başkanı Barack Obama yönetiminin 2015’te imzaladığı anlaşma, İran’ın nükleer silah edinmesini engellemeyi ve Batılı ülkelerin İran’a yönelik yaptırımları kaldırmasını amaçlıyordu. 2018’de eski Başkan Donald Trump’ın çekildiği anlaşma konusunda yeni Başkan Joe Biden Ocak ayında geri dönme sinyalleri verdi, tabii bazı koşullarla. İtalya’nın Irak ve Suriye’de de görev yapmış eski diplomatlarından Marco Canelos, Middle East Eye’da yayımlanan yazısında Washington dış politika seçkinlerinin konuya yaklaşımlarını ortaya koyuyor.

Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“ABD eski Başkanı George H.W. Bush döneminde siyaset planlamacılığı yapmış; eski başkanlar Bill Clinton ve Barack Obama döneminde ise Ortadoğu müzakerelerini yürütmüş ve danışmanlık yapmış olan Dennis Ross, Washington dış politikasında içeriden biri olarak değerlendiriliyor. Hatta alaycı bir şekilde kendisine Washington dış politika seçkini anlamına gelen “Blob” deniyor.

Ross’un ‘İran’ı Caydırmak için İsrail’in Eline Büyük Bir Bomba Verin’ başlıklı yakın tarihli makalesi, bu seçkin topluluğun dünya siyaseti üzerine nasıl düşündüğü, hareket ettiği ve siyaseti etkilediği konusunda benzersiz bir fikir veriyor. Bu seçkinler, ‘kendi çıkarlarına hizmet etmeye meyilli olmak, alternatif fikirleri ve muhalif sesleri dışlayarak kendi alanlarını korumakla suçlanıyor. Ortadoğu’daki 30 yıllık başarısızlıktan ve Soğuk Savaş’ın zaferini heba etmekten sorumlu tutuluyor.

Seçkinlerin birçok eksik yönü var. Bu yönler: Distopik görüşler, çifte standartlar, katı antropolojik ve ahlaki üstünlük duygusu, tarihin daraltılmış veya çarpıtılmış kullanımı, ‘geleneksel bilgeliklerine’ karşı herhangi bir meydan okumaya karşı kendilerine bağışıklık kazandıran grup düşüncesinin pençesine düşmeleri ve yok etmek üzere amansızca düşman arayışında olmaları.

Ross, makalesinde bu tür distopik görüşlerin canlı bir örneğini sunuyor ve ‘yaptırımların hafifletilmesi arzusunun, ABD’nin başka bir taviz vermeyeceği sonucuna vardıkları takdirde İranlıları nükleer anlaşmaya yeniden dâhil olmaya teşvik etmesinin mümkün olduğunu’ söylüyor.

Konuya aşina olmayan herkes, nükleer anlaşmayı terk edenin ve ABD’nin bazı tavizler vermesi koşuluyla yeniden dâhil olmak isteyenin Tahran olduğu sonucuna varabilir. Ancak bu, anlaşmanın karmaşık tarihinin bir tür ‘Alice Harikalar Diyarında’ görünümü.

Maksimum baskı

2015 yılında imzalanan nükleer anlaşma, İran tarafından uygulandı. Tamamı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın onayından geçen anlaşma ABD tarafından ise kısmen uygulandı. Amerikalılar, İran’la yeniden ticaret yapma niyetinde olan herhangi bir ülke veya bankaya karşı güçlü baskı uygulayarak, beklendiği şekilde yaptırımların hafifletilmesini sağlamadı. Obama döneminde böyleydi ve Biden yönetimi de şimdiye kadar herhangi bir tavizde bulunmadı.

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in dışarıya dönük son eylemlerinden biri, BM Genel Sekreteri’ne gönderdiği ve altı yıl boyunca Batı’nın nükleer anlaşmaya uymadığı iddiasını ayrıntılarla anlattığı uzun bir mektuptu.

Trump yönetimi Mayıs 2018’de nükleer anlaşmayı resmen ihlal ederek ‘maksimum baskı politikası’nı benimsedi. İzleyen bir yıl boyunca İran, nafile bir şekilde Avrupa’daki imzacıların yaptırımları hafifletmesini bekledi. Mayıs 2019’da da anlaşmaya uyumunu azaltarak karşı tedbirler almaya başladı. Seçkinlerin İran’ı anlaşmayı ihlal etmekle suçlaması hiç de şaşırtıcı değildi.

Geçtiğimiz Ocak ayında Başkan Joe Biden anlaşmaya yeniden katılmak istediğini açıkladı. Ancak, yeni bir anlaşma olarak görünecek şekilde; sona erme hükmünü uzatmak, İran’ın balistik füzelerini ve iddia edilen ‘kötü niyetli faaliyetlerinin’ üstesinden gelmek gibi kendi koşullarıyla. İmzacılar arasında birkaç tur müzakere yürütüldü, ancak yeni seçilen İran Cumhurbaşkanının koltuğuna yerleşmesi için müzakereler şu anda duraklatıldı.

Bu arada İranlı müzakereciler Biden’ın niyetlerini memnuniyetle karşılasalar da koşullarıyla ilgili aynı şeyi düşünmüyor. Tahran, öncelikle tekrar yaş tahtaya basmama garantisinin peşinde.

İran, ABD’nin orijinal anlaşmaya yeniden dâhil olmasını, anlaşmayı tam olarak uygulamaya istekli olduğunu göstermesini ve bir tür bağlayıcı onay mekanizması aracılığıyla güvenceler sunmasını istiyor. Cumhuriyetçilerin 2022’de Kongre’yi yeniden ele geçirmesi veya eski Başkan Donald Trump ya da daha kötü birinin 2024’te Beyaz Saray’a gelmesi halinde 2018 deneyimini tekrarlamak istemiyor. Tahran, ancak bu garantilerden sonra (ki bunlar Ross ve ortakları tarafından yanlış bir şekilde taviz olarak adlandırıyor) anlaşmayı yeniden müzakere etmeyi düşünecektir.

Amerikan istisnacılığı

Kötü şöhretli ‘kötü niyetli faaliyetlere’ gelince, Washington’ın görmezden geldiği bölgedeki ABD müttefikleri tarafından yürütülen ‘kötü niyetli faaliyetler’ ve istikrarsızlaştırmaya dair yaygın kanıtlar seçkinlerin çifte standardını gayet iyi bir şekilde gözler önüne seriyor. Son kurban Tunus olabilir.

Seçkinler ayrıca, ABD dış politikasını her zaman şekillendiren istisnacılığı benimsiyor. İran’ı sürekli kontrol altına alma arayışları, problemlerinin siyasi değil psikolojik olduğunu gösteriyor. İran liderliğinin ne söylediği veya yaptığı önemsizdir; sadece rejim değişikliği onları teskin edecektir.

Ross, makalesinde: ‘Başarılı görüşmelerin bile İran liderlerini nükleer silah peşinde koşmaktan alıkoyamayacağını’, ‘teşviklerin İran’ın davranışını nadiren değiştirdiğini’ ve ABD’nin ‘İran’ı havuç kullanarak bu tür hırslarını yumuşatmaya ikna edemediği takdirde… daha etkili sopalar bulması gerektiğini’ ifade ediyor.” (…)

Yazar, seçkinlerin bazen davalarını desteklemek için dar bir tarih görüşü kullandığını söylüyor: “Örneğin Ross, İran’ın nükleer eşik kapasitesine ulaşmasının engellenmesi gerektiğine inanıyor. Bu, basit bir ifadeyle gerekirse hızlı bir şekilde nükleer silah üretebilecek bilgi birikimini kapsıyor. Bu kapasiteye sahip kabul edilebilir bir ülke olarak Japonya’ya işaret ediyor. Elbette Japonya artık kurallara dayalı uluslararası düzenin sorumlu bir paydaşı. Birkaç on yıl öncesinde ise komşularına gaddarca davranan ve ABD’ye saldıran emperyalist bir güçtü. ABD 1945’te onu bastırmak için iki nükleer bomba kullandı.

Farklı gerçeklik ve tüyler ürperten teklif

Seçkinler, sık sık ‘geleneksel bilgeliklerine’ yönelik herhangi bir meydan okumaya karşı bir tür sürü bağışıklığına dönüşen grup düşüncesine kapılmış durumdadır. Bunun toplumdan kopmak yerine toplumla bağlantılı olduğunu iddia ederler. Kamuoyu yoklamaları ise farklı bir gerçeği vurguluyor: Seçkinlerin bakış açısının aksine çoğu Amerikalı, karşı karşıya oldukları en büyük tehditlerin dışarıdan değil, ülke içinden kaynaklandığına inanıyor.

Seçkinler, özellikle ABD tarafından oluşturulmuş ‘kurallara dayalı uluslararası düzene’ tam olarak uymadıkları takdirde düşmanları çok kolay tespit etme eğilimindedir. ‘Öteki’yi yalnızca farklı menfaatlerin veya değerlerin taşıyıcısı olarak değil, ortadan kaldırılması gereken bir kötülüğün vücut bulmuş hali olarak çerçeveleme yönünde köklü bir dürtü gösterirler. Bazen rollerini haklı çıkarmak için kalıcı düşmanlara ihtiyaç duyduklarını hissettirir ve gerekirse onları yaratırlar.

Ross, İran ile etkili bir şekilde başa çıkmak için tüyler ürpertici bir teklifte bulunuyor: İsrail’e yeraltı sığınaklarını hedef alan bombalar vermek. Onlara göre bu, (…) Tahran’ın zenginleştirme tesislerinin yok edilmesini sağlayacaktır.

Böyle bir önerinin nükleer anlaşmanın yeniden canlanmasına veya bölgesel istikrarın iyileştirilmesine nasıl vesile olabileceği halen belirsizliğini koruyor. Seçkinler gururla, ‘Küresel sorunların, ABD sorumlusu bir şekilde müdahale ettiğinde genellikle düzeldiğini ve geri çekildiğinde daha da kötüleştiğini’ öne sürüyor. Kibirli bir şekilde kendilerini ‘bir yüzyıldan fazla bir süredir meşakkatli bir deneme yanılma yoluyla’ bilgeliğe ulaşan profesyonel bir kitle olarak görüyorlar.

İlk iddia, Ortadoğu’da 20 yıldır süren kasvetli başarısızlıklar karşısında yerle bir oluyor. İkincisi ise sosyal mühendislik politikalarını diğer şanssız uluslar ve halklarının yanında ülkenin hiç bitmeyen savaşlarına katılan, savaşan ve ölen çok sayıda Amerikalının üzerinde test etmeyi içeren kibirli, endişeli ve kendine atıf yapan bir tutumu çağrıştırıyor.”

Bu yazı ilk kez 12 Ağustos 2021’de yayımlanmıştır.

 

Marco Canelos’un Middle East Eye internet sitesinde yayımlanan “Threaten Iran with Israeli bombs: How Washington’s dystopian foreign policy cabal thinks” başlıklı yazıdan öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.middleeasteye.net/opinion/iran-israel-us-bombs-how-dystopian-foreign-policy-establishment-thinks

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x