Afrika’daki darbeler ve Türkiye

Afrika’da neden art arda darbeler oluyor? Nijer’deki son darbenin anlamı ne? Küresel güçler bu darbelerin neresinde? Kıta için geniş çaplı bir savaş kapıda mı? Türkiye’nin önündeki fırsatlar ve riskler neler? Nebahat Tanrıverdi Yaşar yazdı.

Nijer’de askerî bir cunta, demokratik yollarla seçilmiş Devlet Başkanı Mohamed Bazoum hükümetini devirdi. Nijer’deki darbe, Afrika’da bir süreden beri tanık olunan darbelerin son halkası oldu. Birbirleriyle ilintili Afrika’daki bu darbelerinin nedenlerini ve olası sonuçlarını anlayabilmek için yazmaya çalıştığım rehberin peşine düşeceği ilk soru şu:

Ukrayna’da savaş devam ederken, Rusya tahıl anlaşmasını iptal etmişken ve ABD’nin Çin ile mücadelesinde çember daralıyorken gözleri yeniden Afrika’ya çeviren bu darbenin yarattığı kaygının nedeni ne?

Peş peşe darbeler

Afrika uzmanı gazeteci Ben Farmer’in de ifade ettiği gibi, Nijer’deki huzursuzluk, Afrika ülkelerinin giderek büyüyen ‘darbe kuşağında’ düşen son demokratik domino taşı oldu.

Nijer’deki darbe, son birkaç yıl içinde Sudan, Mali, Çad ve Burkina Faso’da hükümetleri süpüren darbeleri takip etti. Böylece, Kızıldeniz’den Atlantik Okyanusu’na, Sahel bölgesi boyunca uzanan ve askerî yönetim altındaki Afrika ülkelerinden oluşan kıyıdan kıyıya bir koridor tamamlandı.

Batı’nın son kalesi

Nijer, bu bölgede ayakta kalan son demokratik yönetimin kalesiydi. Aynı zamanda bu kuşakta Batı ile yakın işbirliğine devam eden de son ülkeydi. Sahel bölgesinde AB, Fransız ve ABD askeri güçleri ve üsleri bulunuyordu.

Bu darbeler silsilesi AB, ABD ve Fransa’nın darbe olan ülkelerden çekilmesine ve bölgedeki askerî varlıklarını küçültmesine neden oldu. Öte yandan Nijer, bölgeden çekilen yabancı misyon ve askerlerin konuşlandırılacağı kilit bir konumdaydı. Sahel kuşağında Batılı askerî üslere ev sahipliği yapan tek ülke haline gelmişti.

Ülkede ABD’nin AFRICOM’a bağlı iki ana IHA üssü bulunuyor. Terörle mücadele kapsamında 2012’den beri bölgede bulunan Fransızların, AB destek güçleriyle birlikte birliklerine ev sahipliğini de Nijer yapıyordu. Çok kısa bir süre önce Amerikan Dışişleri Bakanlığı Nijer’i “Sahil bölgesinin istikrarı bakımından kilit önemde” ve IŞİD ya da El Kaide gibi İslamcı gruplara karşı mücadelede “güvenilir bir terörle mücadele ortağı” diye tanımlamıştı.

Mali’de 2020 ve 2021’deki darbelerden sonra Fransa bu ülkedeki askerlerini çekmişti. Şimdi Nijer’de de benzer bir süreç yaşanacak mı, henüz belli değil. Ama ABD, AB ve Fransa Nijer’deki darbe ile Sahel bölgesinde askerî anlamda büyük bir kayıp yaşadılar.

Nijer’in zengin uranyum yatakları

Askerî lojistik öneminin yanı sıra, özellikle Avrupa için Nijer’in stratejik önemini arttıran bir diğer unsur ise sahip olduğu zengin uranyum yatakları.

Avrupa Birliği (AB), uranyum ihtiyacının yüzde 25‘ini Nijer’den karşılıyor. Ülkenin uranyumu Fransız şirketi Orano (daha önceki adıyla Areva) tarafından çıkarılıyor ve Fransa ve Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamada kilit bir rolde.

Her ne kadar AB’nin darbe sonrası yaptığı ilk resmî açıklamalardan biri, AB’nin uranyum stoklarının yeterli olduğu ve ihtiyaç halinde alternatif kaynakların da mevcut olduğu yönünde olsa da durum o kadar kolay ve basit değil. Bunu açıklamak için öncelikle kısaca Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş ile oluşan yeni bazı dinamikleri hatırlamakta fayda var.

En basit haliyle Rus gazını ambargo listesine ekleyince Avrupa’nın enerji ihtiyacının karşılanmasında nükleer yeniden kilit hale gelmişti. Fakat burada sorun, uranyumun da Rusya’dan temin edilmesiydi. Rusya’ya yönelik Batı ambargoları şu ana kadar uranyumu ambargoya dahil etmese de (ABD’de bu yönde gelişmeler oldukça yeni) şirketlerin dolaylı yaptırımlardan çekindikleri için Rusya’dan uranyum ihracatı gerçekleştirmedikleri basına yansımıştı. Meraklısına şöyle bir yazının linkini bırakalım.

Hal böyle olunca diğer önemli tedarikçi Nijer’in önemi arttı. Nükleer enerjiye yatırım Çin başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde yaygınlaşıyorken, Nijer’in uranyumuna yeni ve daha kârlı alıcılar bulması hiç zor değil.

Nijer uranyumundan ülkenin bütçesinin dört katı değerinde ciro

Burada Nijer’de darbeye zemin hazırlayan önemli bir konuya da kısaca değinmekte fayda var.

Nijer’deki uranyumu 1978’den itibaren Fransa’nın nükleer devi Orano (daha önceki adıyla Areva) şirketinin çıkardığını ifade etmiştim. Bu şirket Nijer’de tekel durumunda. Ülkede uranyum ve maden işletmeleri etrafında dönen kamuoyu tartışmaları ve hatta hoşnutsuzluğu uzun bir süredir gündemdeydi.

2014 yılında Nijer ile Fransız işletmesi arasındaki anlaşma çok uzun süren müzakerelerin ardından yenilenmişti ancak anlaşma metni gizli kaldı. Müzakereler, o tarihte Areva’nın ülkenin kurak kuzeyindeki Somair ve Cominak adlı iki büyük uranyum madeninin hakları için Nijer’e ödediği işletme ücreti konusunda çıkmaza girmiş durumdaydı. 1970’lerin başında yapılan orijinal anlaşmanın şartları hiçbir zaman kamuoyuna açıklanmadı, ancak hükümet kaynakları şirketin gelirlerinin yaklaşık %5,5’ini işletme ücreti olarak ödediğini söylüyor. Nijer, 2006 yılında kabul edilen ve Areva’yı %12 ila %15 arasında işletme ücreti ödemeye zorlayacak ve malzeme ve ekipman üzerindeki bir dizi vergi muafiyetini sona erdirecek yeni bir madencilik yasasının şartlarının uygulanmasını istiyordu. Müzakerelerin gerçekleştiği bu tarihte Areva’nın yıllık 9 milyar avroluk (12,4 milyar dolar) cirosu, Nijer’in 2 milyar avroluk yıllık bütçesinin dört katından fazlaydı.

En sonunda 2014 Mayıs sonunda taraflar bir anlaşmaya vardılar. Areva’nın Nijer’in yeni şartlarını kabul ettiği açıklandı ve anlaşma kamuoyuna da büyük bir zafer olarak duyuruldu. Ancak daha sonraki yıllarda şirketin kârlılık oranları açıklandığında bunun çok da gerçeği yansıtmadığı, şirketin küresel ölçekte işletmeleri arasında en yüksek kârlılık oranlarına Nijer’deki işletmelerinde ulaştığı ve yeni anlaşmayla Nijer’e önceki dönemlere kıyasla daha az ödeme yaptığı ortaya çıktı.

Uranyum-gate

Şirketin dâhil olduğu tek skandal bu da değil. Yine 2017 yılında bir grup Nijerli sivil toplum örgütünün öncülüğünde bir komisyon hazırlanmış ve 2011 yılında Areva’nın ve Nijer’deki yerel ortaklarının karıştığı bir para aklama, yolsuzluk ve rüşvet iddialarını içeren uranyum-gate skandalı ortaya çıkmıştı. Radyoaktif atıkların, işletme etrafındaki içme sularını kirlettiğine dair kaygı ve şikayetler de var. Bütün bu skandalların ardından şirket 2018 yılında ismini Orano olarak değiştirdi.

Nijer’de uranyum işletmelerine dair tüm bu gelişmeler on yıldan fazla bir sürede ve artan bir biçimde kitle mobilizasyonu sağladı. 2014 yılındaki anlaşma yenileme müzakerelerine küçük ama istikrarlı protestolar eşlik etmişti. Sivil toplum örgütlerinin hem yolsuzluk hem de çevre konusundaki çalışmaları da sonraki yıllarda gelişmelere tepki gösteren Nijerli sayısını arttırmışa benziyor.

Tabii bütün bu tartışmalar ülkede oldukça yeni sayılabilecek demokratik hükümete yönelik yüksek beklentilerin yerini hayal kırıklığına ve güvensizliğe bırakmasına yol açtı. Darbe sonrasında Nijer’de askerî darbeye destek pek az sayılmaz. Darbe sonrasında Nijer bağımsızlık gününü kutladı ve bu kutlama darbenin toplumsal desteğinin az olmadığını da gösterdi.

Kelebek etkisi: Libya’dan Nijer’e Sahel’in büyük dönüşümü

Nijer’deki darbenin, Afrika’daki bir dizi askerî kalkışmanın sonuncusu olduğunu yazının başında ifade etmiştim. Bugün üzerinde konuştuğumuz darbeler akımını yeniden dirilten, Batı Afrika ve Sahel kuşağını genel anlamda büyük ölçüde dönüştüren o büyük kırılma noktasına, yani Libya askerî müdahalesine kısaca bir değinmek gerekiyor.

NATO’nun 2011’deki askerî müdahalesinin Libya’daki etkilerini bugün hâlâ konuşuyoruz ve muhtemel ki uzun süre de konuşmaya devam edeceğiz, ancak Libya’daki bu savaşın Sahel kuşağına ilk etkisi, devletin çöktüğü ve terörist grupların kuzeyi ele geçirmesi şeklinde kayda geçen 2012 Mali Krizi’ydi. Libya’nın yarattığı bu kelebek etkisi bölgede kalıcı yapısal dönüşümlere neden oldu.

Öncelikle 2011 sonrası Sahel kuşağı, cihatçı terör örgütlerinin yeni güvenli bölgesi haline de geldi. Libya’daki istikrarsızlık ve savaş, bu ülkede çalışan pek çok komşu ülkenin genç erkeklerinin ülkelerine geri dönmesine neden oldu. Sahel bölgesine Libya’dan akan tek şey, bu geri dönen işsiz gençler değildi, kontrolsüz bir silah akını da başladı. O günden beri de insan, silah ve insanlarının erişim ihtiyacında olduğu tüketim ürünlerinin kaçakçılığına dayanan geniş ve kompleks rotalardan oluşan bir ekonomi de oluştu.

Elbette bu kayıt dışı ekonomi, artan genç işsizliği, bölgedeki savaş ve kontrolsüz silah akını gibi etkenlerin de yardımıyla, bölgede terör örgütleri alan kazanmaya başladı. Örneğin Magrib el Kaidesi ve Sahel İslami Devleti güçlenerek bölgede alan kontrolü de sağlayabilen terör örgütleri haline geldiler. Bu durum, Sahel kuşağının doğu hattında da Boko Haram ve El Şabab gibi örgütlerin güçlenmesi ve eylem yapabildikleri alanı genişletmesi nedeniyle oldukça kaygı verici.

İkincisi, bölgede terörle küresel mücadele kapsamında, önce Fransa ve ABD ve ardından da AB askerî misyonlarının bölgede konuşlanması gerçekleşti. Aralık 2012’de Mali geçici hükümetinin Fransız askerî yardımına yönelik resmî talebine istinaden, BM’nin de onayıyla Fransızlar Mali’de operasyona başladılar. Bu tarihten itibaren de bölgede farklı askerî misyonlar çerçevesinde terörle mücadeleden bölgedeki orduların eğitilmesi ve donatılması ile ilgili faaliyet gösteriyorlar.

Amerika Birleşik Devletleri 2013’ten bu yana Fransa’nın Sahel’deki terörle mücadele çabalarını, Fransız birliklerinin Mali’ye havadan ikmalini sağlayarak, havadan yakıt ikmali yaparak ve istihbarat paylaşarak destekliyor.

Muharebe donanımlı ABD silahlı kuvvetlerinin 2013 yılında Nijer’e konuşlandırılması Fransa ile istihbarat toplama ve paylaşımını desteklemek içindi. Bu çerçevede ABD’nin Nijer’de iki IHA üssü bulunuyor. Buna ek olarak da müttefikleriyle “danışmanlık, yardım ve eşlik” misyonları kapsamında kara operasyonlarına katılan ABD kuvvetleri, Nijer’in yanı sıra Mali ve Kamerun’da da hem IŞİD hem de El Kaide bağlantılı militanlara karşı çatışmalara girmiş ve Nijer’de verdiği kayıplar nedeniyle de kongrede eleştiri konusu olmuştu.

Darbe karmaşalarından önce

Bütün bu darbe karmaşası başlamadan evvel, 2021 yılındaki resmî verilere göre, ABD, Nijer’de 800’den fazla ve daha geniş Sahel bölgesine belirtilmemiş sayıda ilave asker konuşlandırmıştı.

ABD bu askerî faaliyetlerin hedefinin, bölgedeki müttefiklerine eğitim, donatım, lojistik (havadan yakıt ikmali gibi) ve istihbarat paylaşımı da dahil olmak üzere destek sağlamak olduğunu açıklamıştı. Örneğin 2021 yılında Fransa’nın IŞİD-Büyük Sahra lideri Adnan Ebu Velid el-Sahraoui’nin öldürülmesi ile sonuçlanan Fransız operasyonuna istihbarat desteği verdiği biliniyor. Fransa ise terörle mücadele ve G5 Sahel ülkelerinin (Burkina Faso, Çad, Mali, Moritanya ve Nijer) güvenlik güçlerini desteklemekle görevli 5.100 kişilik bir kuvveti bölgeye konuşlandırmıştı ama bu sayı darbeler sonrasında Fransız askerlerinin çekilmesiyle azaldı.

AB’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası kapsamında dünya genelinde konuşlandırdığı 18 görev ve operasyondan 11’i Afrika’da yürütülüyor. Biri Nijer’de diğer ikisi Mali’de olmak üzere bunlardan üçünü, Fransız kuvvetlerine destek vermek amacıyla müdahil olduğu Sahel’de konuşlandırdı. Nijer’deki AB misyonu hem terörle mücadelede işbirliğini hem de Nijer ordusunun kapasitesinin ve kabiliyetlerinin geliştirilmesini hedefliyor.

Mali’deki darbe sonrası ülkeden çekilen güçler için Nijer, AB kuvvetlerinin konuşlanacağı yeni duraktı. Mali, AB’nin G5 üye ülkelerinin ordularına askeri eğitim sunan misyona da ev sahipliği yapıyordu ve bu nedenle de bu faaliyetlerin de Nijer’e kaydırılması olasıydı.

Üçüncüsü ise bölge dışı askerî varlığın artışına ek olarak, Sahel bölgesinde ülkelerin ilişkilerini önümüzdeki yıllarda da muhtemelen etkilemeye devam edecek olan askerîleşme dinamiği kurumsallaştırıldı.

Askerîleşme dinamiği

Fransa’nın bölgede başlattığı ikinci operasyona, hepsi de Sahel’i kapsayan ve eski Fransız sömürgeleri olan beş ülke Burkina Faso, Çad, Mali, Moritanya ve Nijer de dahil oldular.

Bu operasyonun hemen öncesinde 16 Şubat 2014’te, beş Sahel ülkesinin bir araya geldiği bir zirvede kalkınma politikaları ve güvenlik konularında bölgesel işbirliğinin koordinasyonu için G5 Sahel kuruldu ve bölgede faaliyet gösteren radikal örgütlerin (AQIM, MOJWA, Al-Mourabitoun ve Boko Haram) tehdidine karşı birlikte mücadele edeceklerini açıkladılar.

2017’de Fransa Devlet Başkanı Macron, Sahel bölgesindeki askerî misyonların ve üslerin “Afrikalaşacağını” açıklamıştı. Bundan kasıt, artan maliyet ve askerî kayıplar nedeniyle sertleşen iç muhalefet gibi nedenlerden ötürü, bölgedeki askerî faaliyetlerin “yük paylaşımının” yeniden düzenlenmesiydi. Bu kısmen gerçekleşti, giderek artan biçimde Afrika Birliği ve Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) gibi bölgesel bloklar, güvenlik odaklı misyonlara liderlik etmeye başladı.

Savaş çanları Afrika için mi çalışıyor?

Batı’nın bölgedeki bu geniş çaplı askerî ve finansal seferberliği, kısa sürede Sahel ordularını sivil yapılar karşısında çok güçlendirdi. Bu nedenle de bazı yorumlar, AB’yi özellikle kendi değerlerine ihanet etmekle suçluyor. Ayrıca Batı Afrika Ekonomik Birliği (ECOWAS) ve G5, bölgesel işbirliği platformları oluşturmakla beraber askerî müdahale ve operasyonlara dayalı bir hibe ekonomisinin ortaya çıkmasına da neden oldu.

Nijer’deki darbenin ardından Batı Afrika Ekonomik Birliği (ECOWAS) darbecilerden demokratik olarak seçilmiş Muhammed Bazoum’un göreve iadesini talep ederek, aksi takdirde askerî güç kullanılabileceği uyarısında bulundu. Oysa, Afrikalı kaynaklara göre böylesi bir operasyona birliklerin hazırlanabilmesi için en az altı aylık bir süre gerekli.

Öte yandan Mali ve Burkina Faso gibi Nijer’e komşu ülkeler, Nijer’e yönelik bir askerî operasyonun karşısında olduklarını açıkladılar. Olası bir ECOWAS müdahalesinde Nijer’e askerî destek sağlayabileceklerini beyan ettiler. Cezayir de benzer şekilde ECOWAS’ın olası müdahalesine karşı olduğunu açıkladı. En son Rusya, ECOWAS’ın olası bir askerî müdahalesinin uzatılmış bir bölgesel savaşa neden olacağı uyarısında bulundu.

Peki, Afrika’da bölgesel bir savaş ne kadar muhtemel?

Bugün Nijerya, Benin gibi ülkelerin komşu Nijer’de olası bir askerî müdahalede öncü olma yönündeki istekli tavırlarının arkasında böyle bir durumda elde edecekleri olası askerî ve finansal yardımların rolü hiç de az değil.

Elbette bu darbe salgının kendilerine ulaşmasından da korkuyorlar ama bu ülkelerin Nijer’e yönelik bir askerî müdahaleyi gerçekleştirebilecek askerî ve ekonomik kapasiteden yoksun olmalarına rağmen ilk açıklamalarını bu kadar üst perdeden yapmaları bu bölgesel askerîleşmenin ve taşeronlaşmanın doğal sonucu.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Fransız RFI Radyosu’na yaptığı açıklamada, Nijer’deki durumun çözümü için en iyi yolun diplomasi olduğunu belirterek girişimlerinin devam edeceği söyledi. Bu mesajdan, ABD’nin askerî seçeneklere sıcak bakmadığını anlıyoruz. Zaten benzer şekilde ECOWAS da diplomatik girişimlerin kullanılması gerektiğini söyleyerek geri adım attı.

Batı’nın açmazları

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve ABD’nin Çin’i odağına aldığı yeni güvenlik doktrini sonrası küresel dengeler değişti. Böyle bir ortamda hiçbir aktör, Afrika’da, tıpkı Suriye ya da Ukrayna’daki gibi uzatılmış bir savaşa dahil olma arzusu taşımıyor. Ayrıca böylesi bir askeri girişimi finanse edebilecek siyasi irade de yok.

ABD’nin Afganistan ve Irak’ın ardından AFRICOM bünyesindeki Afrika’daki birliklerini çekerek azaltması söz konusuydu.

Benzer şekilde bir süredir AB askerî misyonlarının başarısı da mercek altında. Somali başta olmak üzere bu misyonların yeniden gözden geçirilmesi öneriliyor. Hal böyleyken Batı’nın bölge ülkelerine verebileceği askerî ve ekonomik destek ne kolay ne de cömert olabilir.

Buna ek olarak, darbe sonrasında ABD ve Avrupalı müttefiklerin bölgedeki askerî eğitim faaliyetlerinin darbelere zemin hazırlayıp hazırlamadığı yönünde de tartışmalar mevcut. Bu nedenle Batıda da kamuoyu desteği sağlamak kolay olmayabilir.

Elbette bütün bunlar olası bir askerî müdahale senaryosunu ortadan kaldırmıyor. Fakat bölgede keskin bir yeni hat ve bölünme oluştuğu muhakkak. Darbelerin gerçekleştiği Burkina Faso ve Mali gibi ülkeler için, Nijer’e yönelik olası bir askerî müdahale kendi yönetimleri açısında da bir tehdit. O nedenle olası müdahalenin geniş kapsamlı bir bölgesel savaşa dönüşmesi kaçınılmaz.

Gelecek senaryoları

Şu an Sahel bölgesi için üç olası senaryo bulunuyor.

ECOWAS önderliğindeki bir askerî müdahalenin bölgesel bir savaşı tetikleme ve bölgeyi derin bir kaosa sürükleme ihtimali bulunuyor. Bu durumda, bölgede aktif terör örgütlerinin daha da güçlenmesi riski oldukça yüksek. Uzun yıllardır devam eden operasyonlara rağmen terörle mücadelede büyük bir ilerleme kaydedilmediğini de düşünürsek, Sahel, cihatçı örgütlerin güvenli sığınağı olmaktan Irak ve Suriye’de şahit olduğumuz anlamıyla “yurdu olmaya” dönüşebilir. Buradaki en büyük risk Sahel kuşağının doğusu ve batısındaki farklı radikal örgütlerin birbirleriyle lojistik iletişime geçebilmesidir.

Bir diğer dikkate alınması gereken risk ve ikinci senaryo ise bölgenin daha da otoriter hale gelmesi ve darbelerin Batı Afrika’ya doğru yayılmasıdır. Bu bir süredir şahit olduğumuz demokrasinin erozyonu, bölgenin daha da askerîleşmesine katkı saylayabilecek ve Afrika kıtasının ekonomik entegresyonu gibi hedeflerini de akamete uğratabilecek bir senaryo olarak karşımıza çıkıyor.

Son olarak bölge daha da bölünebilir. Darbeler zaten bölge devletleri arasında bölünmeler yarattı. Bu durumda bölge devletlerinin güvenlik ve kalkınma konularında işbirliği yapmasını zorlaştırabilir ve bölgedeki küresel ve bölgesel rekabet daha da tırmanabilir. Afrika ülkeleri, şimdiye kadar çok kutupluluğu yeni küresel mücadelede iyi bir pazarlık aracı olarak kullanabildiler ve iki kutuplu bir hizalanmaya direnmeye çalıştılar. Bu son gelişmeler, dış politikasında dengeleme yapan pek çok ülke için çemberi daraltabilir.

Küresel güç mücadelesinde Afrika sayfası

Bu senaryoların tamamında ortaya çıkacak bir diğer sonuç ise bölgenin yabancı güçlere daha bağımlı hale gelmesi olasılığıdır. Yazının buraya kadar olan kısmında kısmen de olsa halihazırda mevcut bağımlılıklarından bahsettim. Ancak artan istikrarsızlık ile birlikte bu durum daha keskinleşebilir. Sahel bölgesinin geleceği belirsiz ancak darbelerin bölge için büyük bir zorluk yarattığı açıktır.

Batının bölgeye askerî anlamda bu kadar güçlü bir şekilde nüfuz etmesi, küresel güç dengesinde rekabetin bu bölgeye kayması gibi çok önemli bir sonucu doğurdu. Ukrayna Savaşı ve ABD’nin Çin’e yönelik yeni savunma konsepti bu süreci hem hızlandırdı hem de beklenmedik şekilde Afrika’yı yeniden küresel güç mücadelesinin bir parçası haline getirdi. Çin’in Afrika’daki ekonomik gücü ile Rusya’nın son yıllarda askerî olarak Afrika’ya geri dönüşü bunun zaten habercisiydi. Ancak Ukrayna Savaşı’yla mücadelenin Afrika’dan bir nebze olsun uzaklaşacağı beklentisi de az değildi.

Zaten 2021 Avrupa Sahel Stratejisi’ni incelediğimizde görüyoruz ki, Avrupa bölgeyi uluslararası terörizm ve kontrolsüz göç akımlarından yasadışı kaçakçılık, siyasi istikrarsızlık ve küresel ısınmaya kadar her başlığı içeren bir tehdit ve istikrarsızlık sepeti olarak görüyor ve tanımlıyor.

Wagner Afrika’da, Fransa artık istenmiyor

Brüksel için bu denkleme son olarak Rusya’nın Afrika’daki artan askerî nüfuzu ve etkisi de bir başka endişe katmanı olarak eklendi.

Rusya, Afrika ülkeleri ile çok sayıda güvenlik anlaşması imzalarken, Rus özel güvenlik şirketi Wagner ise bugüne kadar toplam 9 Afrika ülkesinde gözlendi. Bunlardan Mozambik büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı; Orta Afrika Cumhuriyeti Wagner ile işbirliğine devam ediyor; Libya’da önemli liman ve petrol işletmeleri Wagner tarafından kontrol edilmekte ve Mali’de yeni darbe yönetimi Wagner ile işbirliği içinde şirkete kıtada bir prestij öyküsü kazandırmaya çalışıyor.

Elbette buraya bir anda gelinmedi. 2013 ve 2021 yılları arasında Mali ve Sahel’de Fransa’ya yönelik tutum keskin bir şekilde değişti. Başlangıçta güvenilir bir müttefik olarak selamlanan Paris, şimdi güvenlik durumunu kontrol altına alamamakla ve hatta yeni sömürgeci bağımlılık modellerini sürdürmekle suçlanıyor.
Ocak 2022’de Mali askerî hükümetiyle yaşanan anlaşmazlık Fransız büyükelçisinin sınır dışı edilmesine ve ardından ikili askerî işbirliğinin sona ermesine yol açtı. Ancak bundan sonra bile gerginliklerin sonu gelmedi. Kısa bir süre önce Mali hükümeti Fransa’yı ülkedeki terörist unsurları desteklemekle suçladı.

Bir başka eski Fransız sömürgesi olan Orta Afrika Cumhuriyeti’nin Wagner ile birlikte çalışması yüzünden AB bu ülkedeki askerî eğitim misyonunu askıya aldı ve Wagner’in silahlı kuvvetler üzerindeki “kontrolü” iddiası nedeniyle 70 Avrupalı eğitmeni ülkelerine geri gönderdi.

Wagner, Kremlin’in bölgedeki Batı etkisini sınırlama kampanyasını önemli bir aktörü haline gelmiş durumda. Her ne kadar darbelerde Rusya parmağına dair bulgular yoksa da şüpheye mahal bırakmayacak biçimde yeni kuşakta etki alanını genişleterek kârlı çıkan taraf.

Sahel bölgesindeki darbeler Afrika’nın değişim içinde bir kıta olduğunu hatırlatıyor. Eski düzen parçalanıyor ve yeni güçler ortaya çıkıyor. Sahel bölgesi bu değişimin bir alt bölgesi ve muhtemelen Afrika’nın geleceğinin şekillenmesinde önemli bir rol oynayacak.

Türkiye için ne anlama geliyor?

Türkiye, Mısır’da gerçekleşen 2013 darbesine verdiği tepkiden farklı olarak Afrika kıtasındaki benzer gelişmelere yönelik yeni bir yaklaşım benimsemiş görünüyor.
Bu yeni yaklaşım temkinli ve geçiş sürecinin kısa tutularak seçimlerin gerçekleştirilmesine yönelik niyet ifadesine dayanıyor. 2020’de Mali’de gerçekleşen darbenin ardından dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklaması da bunu teyit ediyor. Ankara, 2021 yılında Tunus Cumhurbaşkanı Kaïs Saïed’in meclisi fesh etmesi ve yetkileri elinde toplamasının ardından bu tutumunu sürdürmüştü.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı Nijer’deki darbenin ardından olayları “derin endişe ile takip ettiğini” belirterek “Dost ve kardeş Nijer’de anayasal düzen ile toplumsal barış ve istikrarın bozulmamasını temenni ediyoruz” ifadelerini içeren bir açıklama yaptı. 2022’de Burkina Faso’daki darbenin ardından yapılan açıklamayla birebir aynı olan bu açıklama, son yıllarda Ankara’nın benimsediği temkinli politikayla aynı çizgide.

Öncelikle Ankara, son çeyrek yüzyılda Afrika açılım politikasıyla elde ettiği kazanımları ve siyasetindeki ivmeyi korumayı çalışıyor ve kıta genelindeki bu askerileşme ve güvenlikleşme eğilimi doğru okuyarak mevcut stratejisine son yıllarda güvenlik işbirliğini eklemiş durumda.

Türkiye, 30 Afrika ülkesi ile çeşitli kapsamlarda güvenlik ve savunma sanayi işbirliği anlaşmaları imzaladı. Bu anlaşmalar kapsamında çok sayıda askeri eğitim destek programlarından istihbarat paylaşımına kadar bir dizi işbirliği faaliyeti devam ediyor. Ayrıca Türkiye kıta genelinde çok sayıda ülkeye askerî ürün ihraç ediyor. Bütün bunlar Türkiye’nin Afrika’ya yönelik dış politikasının mevcut araç setine güvenliği bir katman olarak eklemesine ek olarak, kıtadaki devletlerle uzun vadeli stratejik iş birliğine de işaret ediyor.

Türkiye’nin bu girişimi, Afrika ülkelerinin güvenlik politikalarında çeşitlendirme arayışlarıyla kesişerek güvenlik alanındaki işbirliklerinde gözlemlediğimiz mevcut ivmeyi yarattı. Birçok Afrika devleti, Türkiye ile özelikle güvenlik alanında işbirliğinin geliştirilmesiyle oldukça ilgili.

2008’de 10 olan Ankara’daki Afrika büyükelçiliklerinin sayısı 2021’de 37’ye yükseldi ve Türkiye’ye atanan Afrika büyükelçilerinin çoğu faal veya emekli askerlerden oluşuyor.

Öte yandan Ankara’nın mevcut stratejisi büyük ölçüde kıta ülkeleriyle ikili ilişkilerin geliştirilmesine dayanıyor. Bugüne kadar bu strateji, Türkiye’ye kıta içi çekişme, güç mücadelesi ve sınır anlaşmazlığı gibi konulara müdahil olmadan ilişkilerini geliştirebilme imkanı sağlıyordu. Örneğin hava kuvvetlerini modernize etmek isteyen iki hasım ülke olan Fas ve Cezayir’e insansız hava araçları satabilmekte. Cezayir, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TAI) tarafından üretilen 10 adet Anka-S askeri uçağının satışında anlaşmanın sağlandığı haberlere yansımıştı. Cezayir ile Batı Sahara konusunda anlaşmazlık içinde olan Fas ise bir yıl önce Baykar’dan Bayraktar TB2 silahlı insansız hava aracı satın almıştı. TAI bölgede ilk ANKA-S ihracatını Tunus’a gerçekleştirmiş ve sistemler operasyonel hale gelmişti. Etiyopya, Türkiye’den satın aldığı Bayraktar TB2’leri Tigray ayrılıkçılarına karşı kullanmıştı. Cibuti ise edindiği insansız hava araçlarını bağımsızlık günü kutlamalarında askerî gösterisine eklemişti. Togo’da 2022 yılı itibari ile en az üç Türk yapımı insansız hava aracının operasyonel olduğu biliniyor. Burkina Faso ve Nijerya da Türk yapımı IHA’ları askerî envanterlerine eklediler. Liste bu şekilde uzuyor ve Afrika ülkelerinin silahlanma ve modernizasyon trendinin yukarı ivmesi dikkate alındığında bu listenin uzamaya devam edeceğini tahmin etmek hiç de zor değil.

Ancak bu son gelişmeler Türkiye için mevcut stratejisinin sınırlarını da test edebilir. Öncelikle dediğimiz gibi Türkiye’nin stratejisi büyük ölçüde ikili ilişkilere dayanıyor. Bölgede ittifaklardan yoksun olduğu tespiti de yerinde olacaktır. Ancak önümüzdeki dönemde kıtanın yeni ittifaklar üzerinden şekillen bir jeopolitik dönüşümüne girmesi olasılığı, kıtada geniş ittifakların bir gereklilik olarak kendini empoze etmesini beraberinde getirebilir. Burada Ankara’nın önündeki en ciddi sınav, Türkiye’nin hem küresel ölçekte hem de bölgesel ölçekte kurduğu ittifakların birbiri ile örtüşmesini sağlama becerisi olacaktır.

Buna ek olarak Türkiye’nin ilgilenmesi ve yakından takip etmesi gereken bir diğer önemli husus, tüm bu gelişmelerin asker konuşlandırdığı Libya üzerindeki olası etkileri ve riskleridir.

Nasıl ki Libya’daki istikrarsızlık ve uzun yıllardır devam eden savaş, Sahel bölgesinin bugünkü dönüşümünü tetiklemişse, benzer bir yeni süreci de bu sefer Sahel bölgesi Libya’da başlatabilir. Libya, hem küresel aktörlerin hem bölgesel aktörlerin hem de Libya içi fraksiyonların büyük fakat kalıcı olmaktan da oldukça uzak bir uzlaşısı ile çatışmasızlığa tutunmakta. Olası bir bölgesel savaşın Libya’da yaratacağı kaos, Ankara için yönetilmesi zor bir krizi de beraberinde getirebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 14 Ağustos 2023’te yayımlanmıştır.

Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar - Tunus, Libya ve Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkeleriyle ve Türkiye'nin Afrika ile ilişkileri üzerine çalışmalar yapan Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Berlin ve Ankara merkezli serbest bir araştırmacıdır. 2015 yılından itibaren bağımsız araştırmacı olarak çalışmalarına devam eden Tanrıverdi Yaşar, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORSAM) araştırmacı (2010-2015), Berlin'deki Alman düşünce kuruluşu SWP’nin Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Çalışmaları (CATS) Programında IPC-Stiftung Mercator misafir araştırmacı (2020-2021) ve CATS konuk araştırmacısı (2022-2023) olarak çok sayıda çalışmalar gerçekleştirmiştir.

YORUMLAR

Subscribe
Notify of
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Afrika’daki darbeler ve Türkiye

Afrika’da neden art arda darbeler oluyor? Nijer’deki son darbenin anlamı ne? Küresel güçler bu darbelerin neresinde? Kıta için geniş çaplı bir savaş kapıda mı? Türkiye’nin önündeki fırsatlar ve riskler neler? Nebahat Tanrıverdi Yaşar yazdı.

Nijer’de askerî bir cunta, demokratik yollarla seçilmiş Devlet Başkanı Mohamed Bazoum hükümetini devirdi. Nijer’deki darbe, Afrika’da bir süreden beri tanık olunan darbelerin son halkası oldu. Birbirleriyle ilintili Afrika’daki bu darbelerinin nedenlerini ve olası sonuçlarını anlayabilmek için yazmaya çalıştığım rehberin peşine düşeceği ilk soru şu:

Ukrayna’da savaş devam ederken, Rusya tahıl anlaşmasını iptal etmişken ve ABD’nin Çin ile mücadelesinde çember daralıyorken gözleri yeniden Afrika’ya çeviren bu darbenin yarattığı kaygının nedeni ne?

Peş peşe darbeler

Afrika uzmanı gazeteci Ben Farmer’in de ifade ettiği gibi, Nijer’deki huzursuzluk, Afrika ülkelerinin giderek büyüyen ‘darbe kuşağında’ düşen son demokratik domino taşı oldu.

Nijer’deki darbe, son birkaç yıl içinde Sudan, Mali, Çad ve Burkina Faso’da hükümetleri süpüren darbeleri takip etti. Böylece, Kızıldeniz’den Atlantik Okyanusu’na, Sahel bölgesi boyunca uzanan ve askerî yönetim altındaki Afrika ülkelerinden oluşan kıyıdan kıyıya bir koridor tamamlandı.

Batı’nın son kalesi

Nijer, bu bölgede ayakta kalan son demokratik yönetimin kalesiydi. Aynı zamanda bu kuşakta Batı ile yakın işbirliğine devam eden de son ülkeydi. Sahel bölgesinde AB, Fransız ve ABD askeri güçleri ve üsleri bulunuyordu.

Bu darbeler silsilesi AB, ABD ve Fransa’nın darbe olan ülkelerden çekilmesine ve bölgedeki askerî varlıklarını küçültmesine neden oldu. Öte yandan Nijer, bölgeden çekilen yabancı misyon ve askerlerin konuşlandırılacağı kilit bir konumdaydı. Sahel kuşağında Batılı askerî üslere ev sahipliği yapan tek ülke haline gelmişti.

Ülkede ABD’nin AFRICOM’a bağlı iki ana IHA üssü bulunuyor. Terörle mücadele kapsamında 2012’den beri bölgede bulunan Fransızların, AB destek güçleriyle birlikte birliklerine ev sahipliğini de Nijer yapıyordu. Çok kısa bir süre önce Amerikan Dışişleri Bakanlığı Nijer’i “Sahil bölgesinin istikrarı bakımından kilit önemde” ve IŞİD ya da El Kaide gibi İslamcı gruplara karşı mücadelede “güvenilir bir terörle mücadele ortağı” diye tanımlamıştı.

Mali’de 2020 ve 2021’deki darbelerden sonra Fransa bu ülkedeki askerlerini çekmişti. Şimdi Nijer’de de benzer bir süreç yaşanacak mı, henüz belli değil. Ama ABD, AB ve Fransa Nijer’deki darbe ile Sahel bölgesinde askerî anlamda büyük bir kayıp yaşadılar.

Nijer’in zengin uranyum yatakları

Askerî lojistik öneminin yanı sıra, özellikle Avrupa için Nijer’in stratejik önemini arttıran bir diğer unsur ise sahip olduğu zengin uranyum yatakları.

Avrupa Birliği (AB), uranyum ihtiyacının yüzde 25‘ini Nijer’den karşılıyor. Ülkenin uranyumu Fransız şirketi Orano (daha önceki adıyla Areva) tarafından çıkarılıyor ve Fransa ve Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamada kilit bir rolde.

Her ne kadar AB’nin darbe sonrası yaptığı ilk resmî açıklamalardan biri, AB’nin uranyum stoklarının yeterli olduğu ve ihtiyaç halinde alternatif kaynakların da mevcut olduğu yönünde olsa da durum o kadar kolay ve basit değil. Bunu açıklamak için öncelikle kısaca Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş ile oluşan yeni bazı dinamikleri hatırlamakta fayda var.

En basit haliyle Rus gazını ambargo listesine ekleyince Avrupa’nın enerji ihtiyacının karşılanmasında nükleer yeniden kilit hale gelmişti. Fakat burada sorun, uranyumun da Rusya’dan temin edilmesiydi. Rusya’ya yönelik Batı ambargoları şu ana kadar uranyumu ambargoya dahil etmese de (ABD’de bu yönde gelişmeler oldukça yeni) şirketlerin dolaylı yaptırımlardan çekindikleri için Rusya’dan uranyum ihracatı gerçekleştirmedikleri basına yansımıştı. Meraklısına şöyle bir yazının linkini bırakalım.

Hal böyle olunca diğer önemli tedarikçi Nijer’in önemi arttı. Nükleer enerjiye yatırım Çin başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde yaygınlaşıyorken, Nijer’in uranyumuna yeni ve daha kârlı alıcılar bulması hiç zor değil.

Nijer uranyumundan ülkenin bütçesinin dört katı değerinde ciro

Burada Nijer’de darbeye zemin hazırlayan önemli bir konuya da kısaca değinmekte fayda var.

Nijer’deki uranyumu 1978’den itibaren Fransa’nın nükleer devi Orano (daha önceki adıyla Areva) şirketinin çıkardığını ifade etmiştim. Bu şirket Nijer’de tekel durumunda. Ülkede uranyum ve maden işletmeleri etrafında dönen kamuoyu tartışmaları ve hatta hoşnutsuzluğu uzun bir süredir gündemdeydi.

2014 yılında Nijer ile Fransız işletmesi arasındaki anlaşma çok uzun süren müzakerelerin ardından yenilenmişti ancak anlaşma metni gizli kaldı. Müzakereler, o tarihte Areva’nın ülkenin kurak kuzeyindeki Somair ve Cominak adlı iki büyük uranyum madeninin hakları için Nijer’e ödediği işletme ücreti konusunda çıkmaza girmiş durumdaydı. 1970’lerin başında yapılan orijinal anlaşmanın şartları hiçbir zaman kamuoyuna açıklanmadı, ancak hükümet kaynakları şirketin gelirlerinin yaklaşık %5,5’ini işletme ücreti olarak ödediğini söylüyor. Nijer, 2006 yılında kabul edilen ve Areva’yı %12 ila %15 arasında işletme ücreti ödemeye zorlayacak ve malzeme ve ekipman üzerindeki bir dizi vergi muafiyetini sona erdirecek yeni bir madencilik yasasının şartlarının uygulanmasını istiyordu. Müzakerelerin gerçekleştiği bu tarihte Areva’nın yıllık 9 milyar avroluk (12,4 milyar dolar) cirosu, Nijer’in 2 milyar avroluk yıllık bütçesinin dört katından fazlaydı.

En sonunda 2014 Mayıs sonunda taraflar bir anlaşmaya vardılar. Areva’nın Nijer’in yeni şartlarını kabul ettiği açıklandı ve anlaşma kamuoyuna da büyük bir zafer olarak duyuruldu. Ancak daha sonraki yıllarda şirketin kârlılık oranları açıklandığında bunun çok da gerçeği yansıtmadığı, şirketin küresel ölçekte işletmeleri arasında en yüksek kârlılık oranlarına Nijer’deki işletmelerinde ulaştığı ve yeni anlaşmayla Nijer’e önceki dönemlere kıyasla daha az ödeme yaptığı ortaya çıktı.

Uranyum-gate

Şirketin dâhil olduğu tek skandal bu da değil. Yine 2017 yılında bir grup Nijerli sivil toplum örgütünün öncülüğünde bir komisyon hazırlanmış ve 2011 yılında Areva’nın ve Nijer’deki yerel ortaklarının karıştığı bir para aklama, yolsuzluk ve rüşvet iddialarını içeren uranyum-gate skandalı ortaya çıkmıştı. Radyoaktif atıkların, işletme etrafındaki içme sularını kirlettiğine dair kaygı ve şikayetler de var. Bütün bu skandalların ardından şirket 2018 yılında ismini Orano olarak değiştirdi.

Nijer’de uranyum işletmelerine dair tüm bu gelişmeler on yıldan fazla bir sürede ve artan bir biçimde kitle mobilizasyonu sağladı. 2014 yılındaki anlaşma yenileme müzakerelerine küçük ama istikrarlı protestolar eşlik etmişti. Sivil toplum örgütlerinin hem yolsuzluk hem de çevre konusundaki çalışmaları da sonraki yıllarda gelişmelere tepki gösteren Nijerli sayısını arttırmışa benziyor.

Tabii bütün bu tartışmalar ülkede oldukça yeni sayılabilecek demokratik hükümete yönelik yüksek beklentilerin yerini hayal kırıklığına ve güvensizliğe bırakmasına yol açtı. Darbe sonrasında Nijer’de askerî darbeye destek pek az sayılmaz. Darbe sonrasında Nijer bağımsızlık gününü kutladı ve bu kutlama darbenin toplumsal desteğinin az olmadığını da gösterdi.

Kelebek etkisi: Libya’dan Nijer’e Sahel’in büyük dönüşümü

Nijer’deki darbenin, Afrika’daki bir dizi askerî kalkışmanın sonuncusu olduğunu yazının başında ifade etmiştim. Bugün üzerinde konuştuğumuz darbeler akımını yeniden dirilten, Batı Afrika ve Sahel kuşağını genel anlamda büyük ölçüde dönüştüren o büyük kırılma noktasına, yani Libya askerî müdahalesine kısaca bir değinmek gerekiyor.

NATO’nun 2011’deki askerî müdahalesinin Libya’daki etkilerini bugün hâlâ konuşuyoruz ve muhtemel ki uzun süre de konuşmaya devam edeceğiz, ancak Libya’daki bu savaşın Sahel kuşağına ilk etkisi, devletin çöktüğü ve terörist grupların kuzeyi ele geçirmesi şeklinde kayda geçen 2012 Mali Krizi’ydi. Libya’nın yarattığı bu kelebek etkisi bölgede kalıcı yapısal dönüşümlere neden oldu.

Öncelikle 2011 sonrası Sahel kuşağı, cihatçı terör örgütlerinin yeni güvenli bölgesi haline de geldi. Libya’daki istikrarsızlık ve savaş, bu ülkede çalışan pek çok komşu ülkenin genç erkeklerinin ülkelerine geri dönmesine neden oldu. Sahel bölgesine Libya’dan akan tek şey, bu geri dönen işsiz gençler değildi, kontrolsüz bir silah akını da başladı. O günden beri de insan, silah ve insanlarının erişim ihtiyacında olduğu tüketim ürünlerinin kaçakçılığına dayanan geniş ve kompleks rotalardan oluşan bir ekonomi de oluştu.

Elbette bu kayıt dışı ekonomi, artan genç işsizliği, bölgedeki savaş ve kontrolsüz silah akını gibi etkenlerin de yardımıyla, bölgede terör örgütleri alan kazanmaya başladı. Örneğin Magrib el Kaidesi ve Sahel İslami Devleti güçlenerek bölgede alan kontrolü de sağlayabilen terör örgütleri haline geldiler. Bu durum, Sahel kuşağının doğu hattında da Boko Haram ve El Şabab gibi örgütlerin güçlenmesi ve eylem yapabildikleri alanı genişletmesi nedeniyle oldukça kaygı verici.

İkincisi, bölgede terörle küresel mücadele kapsamında, önce Fransa ve ABD ve ardından da AB askerî misyonlarının bölgede konuşlanması gerçekleşti. Aralık 2012’de Mali geçici hükümetinin Fransız askerî yardımına yönelik resmî talebine istinaden, BM’nin de onayıyla Fransızlar Mali’de operasyona başladılar. Bu tarihten itibaren de bölgede farklı askerî misyonlar çerçevesinde terörle mücadeleden bölgedeki orduların eğitilmesi ve donatılması ile ilgili faaliyet gösteriyorlar.

Amerika Birleşik Devletleri 2013’ten bu yana Fransa’nın Sahel’deki terörle mücadele çabalarını, Fransız birliklerinin Mali’ye havadan ikmalini sağlayarak, havadan yakıt ikmali yaparak ve istihbarat paylaşarak destekliyor.

Muharebe donanımlı ABD silahlı kuvvetlerinin 2013 yılında Nijer’e konuşlandırılması Fransa ile istihbarat toplama ve paylaşımını desteklemek içindi. Bu çerçevede ABD’nin Nijer’de iki IHA üssü bulunuyor. Buna ek olarak da müttefikleriyle “danışmanlık, yardım ve eşlik” misyonları kapsamında kara operasyonlarına katılan ABD kuvvetleri, Nijer’in yanı sıra Mali ve Kamerun’da da hem IŞİD hem de El Kaide bağlantılı militanlara karşı çatışmalara girmiş ve Nijer’de verdiği kayıplar nedeniyle de kongrede eleştiri konusu olmuştu.

Darbe karmaşalarından önce

Bütün bu darbe karmaşası başlamadan evvel, 2021 yılındaki resmî verilere göre, ABD, Nijer’de 800’den fazla ve daha geniş Sahel bölgesine belirtilmemiş sayıda ilave asker konuşlandırmıştı.

ABD bu askerî faaliyetlerin hedefinin, bölgedeki müttefiklerine eğitim, donatım, lojistik (havadan yakıt ikmali gibi) ve istihbarat paylaşımı da dahil olmak üzere destek sağlamak olduğunu açıklamıştı. Örneğin 2021 yılında Fransa’nın IŞİD-Büyük Sahra lideri Adnan Ebu Velid el-Sahraoui’nin öldürülmesi ile sonuçlanan Fransız operasyonuna istihbarat desteği verdiği biliniyor. Fransa ise terörle mücadele ve G5 Sahel ülkelerinin (Burkina Faso, Çad, Mali, Moritanya ve Nijer) güvenlik güçlerini desteklemekle görevli 5.100 kişilik bir kuvveti bölgeye konuşlandırmıştı ama bu sayı darbeler sonrasında Fransız askerlerinin çekilmesiyle azaldı.

AB’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası kapsamında dünya genelinde konuşlandırdığı 18 görev ve operasyondan 11’i Afrika’da yürütülüyor. Biri Nijer’de diğer ikisi Mali’de olmak üzere bunlardan üçünü, Fransız kuvvetlerine destek vermek amacıyla müdahil olduğu Sahel’de konuşlandırdı. Nijer’deki AB misyonu hem terörle mücadelede işbirliğini hem de Nijer ordusunun kapasitesinin ve kabiliyetlerinin geliştirilmesini hedefliyor.

Mali’deki darbe sonrası ülkeden çekilen güçler için Nijer, AB kuvvetlerinin konuşlanacağı yeni duraktı. Mali, AB’nin G5 üye ülkelerinin ordularına askeri eğitim sunan misyona da ev sahipliği yapıyordu ve bu nedenle de bu faaliyetlerin de Nijer’e kaydırılması olasıydı.

Üçüncüsü ise bölge dışı askerî varlığın artışına ek olarak, Sahel bölgesinde ülkelerin ilişkilerini önümüzdeki yıllarda da muhtemelen etkilemeye devam edecek olan askerîleşme dinamiği kurumsallaştırıldı.

Askerîleşme dinamiği

Fransa’nın bölgede başlattığı ikinci operasyona, hepsi de Sahel’i kapsayan ve eski Fransız sömürgeleri olan beş ülke Burkina Faso, Çad, Mali, Moritanya ve Nijer de dahil oldular.

Bu operasyonun hemen öncesinde 16 Şubat 2014’te, beş Sahel ülkesinin bir araya geldiği bir zirvede kalkınma politikaları ve güvenlik konularında bölgesel işbirliğinin koordinasyonu için G5 Sahel kuruldu ve bölgede faaliyet gösteren radikal örgütlerin (AQIM, MOJWA, Al-Mourabitoun ve Boko Haram) tehdidine karşı birlikte mücadele edeceklerini açıkladılar.

2017’de Fransa Devlet Başkanı Macron, Sahel bölgesindeki askerî misyonların ve üslerin “Afrikalaşacağını” açıklamıştı. Bundan kasıt, artan maliyet ve askerî kayıplar nedeniyle sertleşen iç muhalefet gibi nedenlerden ötürü, bölgedeki askerî faaliyetlerin “yük paylaşımının” yeniden düzenlenmesiydi. Bu kısmen gerçekleşti, giderek artan biçimde Afrika Birliği ve Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) gibi bölgesel bloklar, güvenlik odaklı misyonlara liderlik etmeye başladı.

Savaş çanları Afrika için mi çalışıyor?

Batı’nın bölgedeki bu geniş çaplı askerî ve finansal seferberliği, kısa sürede Sahel ordularını sivil yapılar karşısında çok güçlendirdi. Bu nedenle de bazı yorumlar, AB’yi özellikle kendi değerlerine ihanet etmekle suçluyor. Ayrıca Batı Afrika Ekonomik Birliği (ECOWAS) ve G5, bölgesel işbirliği platformları oluşturmakla beraber askerî müdahale ve operasyonlara dayalı bir hibe ekonomisinin ortaya çıkmasına da neden oldu.

Nijer’deki darbenin ardından Batı Afrika Ekonomik Birliği (ECOWAS) darbecilerden demokratik olarak seçilmiş Muhammed Bazoum’un göreve iadesini talep ederek, aksi takdirde askerî güç kullanılabileceği uyarısında bulundu. Oysa, Afrikalı kaynaklara göre böylesi bir operasyona birliklerin hazırlanabilmesi için en az altı aylık bir süre gerekli.

Öte yandan Mali ve Burkina Faso gibi Nijer’e komşu ülkeler, Nijer’e yönelik bir askerî operasyonun karşısında olduklarını açıkladılar. Olası bir ECOWAS müdahalesinde Nijer’e askerî destek sağlayabileceklerini beyan ettiler. Cezayir de benzer şekilde ECOWAS’ın olası müdahalesine karşı olduğunu açıkladı. En son Rusya, ECOWAS’ın olası bir askerî müdahalesinin uzatılmış bir bölgesel savaşa neden olacağı uyarısında bulundu.

Peki, Afrika’da bölgesel bir savaş ne kadar muhtemel?

Bugün Nijerya, Benin gibi ülkelerin komşu Nijer’de olası bir askerî müdahalede öncü olma yönündeki istekli tavırlarının arkasında böyle bir durumda elde edecekleri olası askerî ve finansal yardımların rolü hiç de az değil.

Elbette bu darbe salgının kendilerine ulaşmasından da korkuyorlar ama bu ülkelerin Nijer’e yönelik bir askerî müdahaleyi gerçekleştirebilecek askerî ve ekonomik kapasiteden yoksun olmalarına rağmen ilk açıklamalarını bu kadar üst perdeden yapmaları bu bölgesel askerîleşmenin ve taşeronlaşmanın doğal sonucu.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Fransız RFI Radyosu’na yaptığı açıklamada, Nijer’deki durumun çözümü için en iyi yolun diplomasi olduğunu belirterek girişimlerinin devam edeceği söyledi. Bu mesajdan, ABD’nin askerî seçeneklere sıcak bakmadığını anlıyoruz. Zaten benzer şekilde ECOWAS da diplomatik girişimlerin kullanılması gerektiğini söyleyerek geri adım attı.

Batı’nın açmazları

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve ABD’nin Çin’i odağına aldığı yeni güvenlik doktrini sonrası küresel dengeler değişti. Böyle bir ortamda hiçbir aktör, Afrika’da, tıpkı Suriye ya da Ukrayna’daki gibi uzatılmış bir savaşa dahil olma arzusu taşımıyor. Ayrıca böylesi bir askeri girişimi finanse edebilecek siyasi irade de yok.

ABD’nin Afganistan ve Irak’ın ardından AFRICOM bünyesindeki Afrika’daki birliklerini çekerek azaltması söz konusuydu.

Benzer şekilde bir süredir AB askerî misyonlarının başarısı da mercek altında. Somali başta olmak üzere bu misyonların yeniden gözden geçirilmesi öneriliyor. Hal böyleyken Batı’nın bölge ülkelerine verebileceği askerî ve ekonomik destek ne kolay ne de cömert olabilir.

Buna ek olarak, darbe sonrasında ABD ve Avrupalı müttefiklerin bölgedeki askerî eğitim faaliyetlerinin darbelere zemin hazırlayıp hazırlamadığı yönünde de tartışmalar mevcut. Bu nedenle Batıda da kamuoyu desteği sağlamak kolay olmayabilir.

Elbette bütün bunlar olası bir askerî müdahale senaryosunu ortadan kaldırmıyor. Fakat bölgede keskin bir yeni hat ve bölünme oluştuğu muhakkak. Darbelerin gerçekleştiği Burkina Faso ve Mali gibi ülkeler için, Nijer’e yönelik olası bir askerî müdahale kendi yönetimleri açısında da bir tehdit. O nedenle olası müdahalenin geniş kapsamlı bir bölgesel savaşa dönüşmesi kaçınılmaz.

Gelecek senaryoları

Şu an Sahel bölgesi için üç olası senaryo bulunuyor.

ECOWAS önderliğindeki bir askerî müdahalenin bölgesel bir savaşı tetikleme ve bölgeyi derin bir kaosa sürükleme ihtimali bulunuyor. Bu durumda, bölgede aktif terör örgütlerinin daha da güçlenmesi riski oldukça yüksek. Uzun yıllardır devam eden operasyonlara rağmen terörle mücadelede büyük bir ilerleme kaydedilmediğini de düşünürsek, Sahel, cihatçı örgütlerin güvenli sığınağı olmaktan Irak ve Suriye’de şahit olduğumuz anlamıyla “yurdu olmaya” dönüşebilir. Buradaki en büyük risk Sahel kuşağının doğusu ve batısındaki farklı radikal örgütlerin birbirleriyle lojistik iletişime geçebilmesidir.

Bir diğer dikkate alınması gereken risk ve ikinci senaryo ise bölgenin daha da otoriter hale gelmesi ve darbelerin Batı Afrika’ya doğru yayılmasıdır. Bu bir süredir şahit olduğumuz demokrasinin erozyonu, bölgenin daha da askerîleşmesine katkı saylayabilecek ve Afrika kıtasının ekonomik entegresyonu gibi hedeflerini de akamete uğratabilecek bir senaryo olarak karşımıza çıkıyor.

Son olarak bölge daha da bölünebilir. Darbeler zaten bölge devletleri arasında bölünmeler yarattı. Bu durumda bölge devletlerinin güvenlik ve kalkınma konularında işbirliği yapmasını zorlaştırabilir ve bölgedeki küresel ve bölgesel rekabet daha da tırmanabilir. Afrika ülkeleri, şimdiye kadar çok kutupluluğu yeni küresel mücadelede iyi bir pazarlık aracı olarak kullanabildiler ve iki kutuplu bir hizalanmaya direnmeye çalıştılar. Bu son gelişmeler, dış politikasında dengeleme yapan pek çok ülke için çemberi daraltabilir.

Küresel güç mücadelesinde Afrika sayfası

Bu senaryoların tamamında ortaya çıkacak bir diğer sonuç ise bölgenin yabancı güçlere daha bağımlı hale gelmesi olasılığıdır. Yazının buraya kadar olan kısmında kısmen de olsa halihazırda mevcut bağımlılıklarından bahsettim. Ancak artan istikrarsızlık ile birlikte bu durum daha keskinleşebilir. Sahel bölgesinin geleceği belirsiz ancak darbelerin bölge için büyük bir zorluk yarattığı açıktır.

Batının bölgeye askerî anlamda bu kadar güçlü bir şekilde nüfuz etmesi, küresel güç dengesinde rekabetin bu bölgeye kayması gibi çok önemli bir sonucu doğurdu. Ukrayna Savaşı ve ABD’nin Çin’e yönelik yeni savunma konsepti bu süreci hem hızlandırdı hem de beklenmedik şekilde Afrika’yı yeniden küresel güç mücadelesinin bir parçası haline getirdi. Çin’in Afrika’daki ekonomik gücü ile Rusya’nın son yıllarda askerî olarak Afrika’ya geri dönüşü bunun zaten habercisiydi. Ancak Ukrayna Savaşı’yla mücadelenin Afrika’dan bir nebze olsun uzaklaşacağı beklentisi de az değildi.

Zaten 2021 Avrupa Sahel Stratejisi’ni incelediğimizde görüyoruz ki, Avrupa bölgeyi uluslararası terörizm ve kontrolsüz göç akımlarından yasadışı kaçakçılık, siyasi istikrarsızlık ve küresel ısınmaya kadar her başlığı içeren bir tehdit ve istikrarsızlık sepeti olarak görüyor ve tanımlıyor.

Wagner Afrika’da, Fransa artık istenmiyor

Brüksel için bu denkleme son olarak Rusya’nın Afrika’daki artan askerî nüfuzu ve etkisi de bir başka endişe katmanı olarak eklendi.

Rusya, Afrika ülkeleri ile çok sayıda güvenlik anlaşması imzalarken, Rus özel güvenlik şirketi Wagner ise bugüne kadar toplam 9 Afrika ülkesinde gözlendi. Bunlardan Mozambik büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı; Orta Afrika Cumhuriyeti Wagner ile işbirliğine devam ediyor; Libya’da önemli liman ve petrol işletmeleri Wagner tarafından kontrol edilmekte ve Mali’de yeni darbe yönetimi Wagner ile işbirliği içinde şirkete kıtada bir prestij öyküsü kazandırmaya çalışıyor.

Elbette buraya bir anda gelinmedi. 2013 ve 2021 yılları arasında Mali ve Sahel’de Fransa’ya yönelik tutum keskin bir şekilde değişti. Başlangıçta güvenilir bir müttefik olarak selamlanan Paris, şimdi güvenlik durumunu kontrol altına alamamakla ve hatta yeni sömürgeci bağımlılık modellerini sürdürmekle suçlanıyor.
Ocak 2022’de Mali askerî hükümetiyle yaşanan anlaşmazlık Fransız büyükelçisinin sınır dışı edilmesine ve ardından ikili askerî işbirliğinin sona ermesine yol açtı. Ancak bundan sonra bile gerginliklerin sonu gelmedi. Kısa bir süre önce Mali hükümeti Fransa’yı ülkedeki terörist unsurları desteklemekle suçladı.

Bir başka eski Fransız sömürgesi olan Orta Afrika Cumhuriyeti’nin Wagner ile birlikte çalışması yüzünden AB bu ülkedeki askerî eğitim misyonunu askıya aldı ve Wagner’in silahlı kuvvetler üzerindeki “kontrolü” iddiası nedeniyle 70 Avrupalı eğitmeni ülkelerine geri gönderdi.

Wagner, Kremlin’in bölgedeki Batı etkisini sınırlama kampanyasını önemli bir aktörü haline gelmiş durumda. Her ne kadar darbelerde Rusya parmağına dair bulgular yoksa da şüpheye mahal bırakmayacak biçimde yeni kuşakta etki alanını genişleterek kârlı çıkan taraf.

Sahel bölgesindeki darbeler Afrika’nın değişim içinde bir kıta olduğunu hatırlatıyor. Eski düzen parçalanıyor ve yeni güçler ortaya çıkıyor. Sahel bölgesi bu değişimin bir alt bölgesi ve muhtemelen Afrika’nın geleceğinin şekillenmesinde önemli bir rol oynayacak.

Türkiye için ne anlama geliyor?

Türkiye, Mısır’da gerçekleşen 2013 darbesine verdiği tepkiden farklı olarak Afrika kıtasındaki benzer gelişmelere yönelik yeni bir yaklaşım benimsemiş görünüyor.
Bu yeni yaklaşım temkinli ve geçiş sürecinin kısa tutularak seçimlerin gerçekleştirilmesine yönelik niyet ifadesine dayanıyor. 2020’de Mali’de gerçekleşen darbenin ardından dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklaması da bunu teyit ediyor. Ankara, 2021 yılında Tunus Cumhurbaşkanı Kaïs Saïed’in meclisi fesh etmesi ve yetkileri elinde toplamasının ardından bu tutumunu sürdürmüştü.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı Nijer’deki darbenin ardından olayları “derin endişe ile takip ettiğini” belirterek “Dost ve kardeş Nijer’de anayasal düzen ile toplumsal barış ve istikrarın bozulmamasını temenni ediyoruz” ifadelerini içeren bir açıklama yaptı. 2022’de Burkina Faso’daki darbenin ardından yapılan açıklamayla birebir aynı olan bu açıklama, son yıllarda Ankara’nın benimsediği temkinli politikayla aynı çizgide.

Öncelikle Ankara, son çeyrek yüzyılda Afrika açılım politikasıyla elde ettiği kazanımları ve siyasetindeki ivmeyi korumayı çalışıyor ve kıta genelindeki bu askerileşme ve güvenlikleşme eğilimi doğru okuyarak mevcut stratejisine son yıllarda güvenlik işbirliğini eklemiş durumda.

Türkiye, 30 Afrika ülkesi ile çeşitli kapsamlarda güvenlik ve savunma sanayi işbirliği anlaşmaları imzaladı. Bu anlaşmalar kapsamında çok sayıda askeri eğitim destek programlarından istihbarat paylaşımına kadar bir dizi işbirliği faaliyeti devam ediyor. Ayrıca Türkiye kıta genelinde çok sayıda ülkeye askerî ürün ihraç ediyor. Bütün bunlar Türkiye’nin Afrika’ya yönelik dış politikasının mevcut araç setine güvenliği bir katman olarak eklemesine ek olarak, kıtadaki devletlerle uzun vadeli stratejik iş birliğine de işaret ediyor.

Türkiye’nin bu girişimi, Afrika ülkelerinin güvenlik politikalarında çeşitlendirme arayışlarıyla kesişerek güvenlik alanındaki işbirliklerinde gözlemlediğimiz mevcut ivmeyi yarattı. Birçok Afrika devleti, Türkiye ile özelikle güvenlik alanında işbirliğinin geliştirilmesiyle oldukça ilgili.

2008’de 10 olan Ankara’daki Afrika büyükelçiliklerinin sayısı 2021’de 37’ye yükseldi ve Türkiye’ye atanan Afrika büyükelçilerinin çoğu faal veya emekli askerlerden oluşuyor.

Öte yandan Ankara’nın mevcut stratejisi büyük ölçüde kıta ülkeleriyle ikili ilişkilerin geliştirilmesine dayanıyor. Bugüne kadar bu strateji, Türkiye’ye kıta içi çekişme, güç mücadelesi ve sınır anlaşmazlığı gibi konulara müdahil olmadan ilişkilerini geliştirebilme imkanı sağlıyordu. Örneğin hava kuvvetlerini modernize etmek isteyen iki hasım ülke olan Fas ve Cezayir’e insansız hava araçları satabilmekte. Cezayir, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TAI) tarafından üretilen 10 adet Anka-S askeri uçağının satışında anlaşmanın sağlandığı haberlere yansımıştı. Cezayir ile Batı Sahara konusunda anlaşmazlık içinde olan Fas ise bir yıl önce Baykar’dan Bayraktar TB2 silahlı insansız hava aracı satın almıştı. TAI bölgede ilk ANKA-S ihracatını Tunus’a gerçekleştirmiş ve sistemler operasyonel hale gelmişti. Etiyopya, Türkiye’den satın aldığı Bayraktar TB2’leri Tigray ayrılıkçılarına karşı kullanmıştı. Cibuti ise edindiği insansız hava araçlarını bağımsızlık günü kutlamalarında askerî gösterisine eklemişti. Togo’da 2022 yılı itibari ile en az üç Türk yapımı insansız hava aracının operasyonel olduğu biliniyor. Burkina Faso ve Nijerya da Türk yapımı IHA’ları askerî envanterlerine eklediler. Liste bu şekilde uzuyor ve Afrika ülkelerinin silahlanma ve modernizasyon trendinin yukarı ivmesi dikkate alındığında bu listenin uzamaya devam edeceğini tahmin etmek hiç de zor değil.

Ancak bu son gelişmeler Türkiye için mevcut stratejisinin sınırlarını da test edebilir. Öncelikle dediğimiz gibi Türkiye’nin stratejisi büyük ölçüde ikili ilişkilere dayanıyor. Bölgede ittifaklardan yoksun olduğu tespiti de yerinde olacaktır. Ancak önümüzdeki dönemde kıtanın yeni ittifaklar üzerinden şekillen bir jeopolitik dönüşümüne girmesi olasılığı, kıtada geniş ittifakların bir gereklilik olarak kendini empoze etmesini beraberinde getirebilir. Burada Ankara’nın önündeki en ciddi sınav, Türkiye’nin hem küresel ölçekte hem de bölgesel ölçekte kurduğu ittifakların birbiri ile örtüşmesini sağlama becerisi olacaktır.

Buna ek olarak Türkiye’nin ilgilenmesi ve yakından takip etmesi gereken bir diğer önemli husus, tüm bu gelişmelerin asker konuşlandırdığı Libya üzerindeki olası etkileri ve riskleridir.

Nasıl ki Libya’daki istikrarsızlık ve uzun yıllardır devam eden savaş, Sahel bölgesinin bugünkü dönüşümünü tetiklemişse, benzer bir yeni süreci de bu sefer Sahel bölgesi Libya’da başlatabilir. Libya, hem küresel aktörlerin hem bölgesel aktörlerin hem de Libya içi fraksiyonların büyük fakat kalıcı olmaktan da oldukça uzak bir uzlaşısı ile çatışmasızlığa tutunmakta. Olası bir bölgesel savaşın Libya’da yaratacağı kaos, Ankara için yönetilmesi zor bir krizi de beraberinde getirebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 14 Ağustos 2023’te yayımlanmıştır.

Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar - Tunus, Libya ve Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkeleriyle ve Türkiye'nin Afrika ile ilişkileri üzerine çalışmalar yapan Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Berlin ve Ankara merkezli serbest bir araştırmacıdır. 2015 yılından itibaren bağımsız araştırmacı olarak çalışmalarına devam eden Tanrıverdi Yaşar, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORSAM) araştırmacı (2010-2015), Berlin'deki Alman düşünce kuruluşu SWP’nin Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Çalışmaları (CATS) Programında IPC-Stiftung Mercator misafir araştırmacı (2020-2021) ve CATS konuk araştırmacısı (2022-2023) olarak çok sayıda çalışmalar gerçekleştirmiştir.

YORUMLAR

Subscribe
Notify of
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x
()
x