13 Kasım günü El Kaide ve IŞİD üzerine araştırmalarıyla tanınan ve bu konuda en çok satan kitaplardan birisinin yazarı olan Hassan Hassan, bir sosyal medya platformunda, El Kaide lideri Ayman El Zevahiri’nin öldüğünü iddia eden bir paylaşım yaptı. Hassan’ın, Suriye’de El Kaide’nin kolu olan Hurraseddin’deki güvenilir bir kaynağına dayandırarak ileri sürdüğü iddiası başlangıçta büyük bir etki yaratmadı. Çünkü, Zevahiri’nin öldüğü daha önce de ileri sürülmüştü.
Fakat, bir yıl kadar önce ağır bir kalp hastalığından mustarip olduğu haberleri çıkan El Kaide liderinin hayatta olup olmadığı tartışması sürerken aynı gün birkaç saat sonra yeni bir haber daha duyuldu. New York Times gazetesi özel bir haber yaparak El Kaide’nin iki numaralı ismi ve lider değişikliği halinde örgütün başına geçmesine kesin gözüyle bakılan Ebu Abdullah El Mısri’nin (gerçek adı Abdullah Ahmed Abdullah) İran’da CIA-Mossad ortak yapımı bir suikastla öldürüldüğünü yazdı. Habere göre El Mısri, gerçekleştirilmesinde asli rol oynadığı 1998’deki Kenya ve Tanzanya saldırılarının yıl dönümü olan 7 Ağustos’ta öldürülmüştü.
Haberin verildiği gün ile Zevahiri’nin öldüğünün iddia edilmesinin bu denli çakışması büyük bir tesadüf olabilir. Zaten haber hemen onaylanmadı. Ancak dün (17 Kasım), El Kaide’nin resmi ajansı gibi çalışan bazı haber kaynakları çeşitli videolar ve taziyelerle El Mısri’nin öldürüldüğünü duyurdu. Muhtemelen örgütün yeni liderinin kim olduğu belli olduktan sonra Zevahiri’nin durumu netleştirilir. Bir süredir ağır hasta olduğu biliniyor; bu nedenle kısa bir süre içinde lider değişimi gündeme bir şekilde gelecek. Bu durum, dünyanın en bilinen terör örgütünün geleceğinin ve yeni dönemde olası gelişmelerin mercek altına yatırılmasını gerektiriyor.
Usame Bin Ladin’in mirası ve Ayman Zevahiri dönemi
El Kaide’nin kuruluşu ve gelişme süreçlerini ele almak çok uzun sürer. Ancak, üç önemli tespiti yaparak son 10 yılı ve yakın geleceği tartışmaya başlayabiliriz.
Bunlardan ilki, El Kaide’nin yapısının son yirmi yıl içinde büyük dönüşümler geçirdiği ve her seferinde örgütün ayakta kalmayı başardığıdır. İkincisi, El Kaide’nin lider kayıplarına alışık olduğu ve bu kayıpları telafi edebilecek bir kaynağa sahip olduğudur. Üçüncüsü ise, hiyerarşik-bürokratik modelde bir yapıya sahip bir terör örgütü olmasa da, liderin bu örgütün hal ve tarzı için kritik önemde olduğudur.
Yukarıdaki tespitler doğrultusunda El Kaide’nin son 20 yılına bir göz atalım. Kurucusu Usame Bin Ladin, tartışmasız örgüte en büyük damgayı vuran kişiydi. El Kaide’yi Afganistan’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) karşı savaşan bir grup militandan, dünyanın en bilinen ve en çok esinlenilen örgütüne dönüştüren Bin Ladin’in liderliği ve stratejisiydi. Cihat ve strateji denilince ilk akla gelen isimlerden olan Ebu Musab Es Suri’nin kitabında anlattığı tartışmalar ve aktardığı anekdotlardan, Bin Ladin’in dünyaya yayılan İslami bir devrimin öncüsü rolünü oynayan bir ana yapı kurarak, gayet hiyerarşik bir örgütü hedeflediği anlaşılıyor. Fakat, ABD’nin operasyonları El Kaide’nin örgütlenme biçimini 11 Eylül 2001’den sonra büyük ölçüde etkiledi. Lider kadronun aldığı üst üste darbeler sonucunda birbiriyle dahi haberleşmesinin büyük bir sorun haline gelmesi, örgütün stratejisini değiştirmesine neden oldu. Fakat etkinliğini azaltmadı.
Yerel gruplarla kurduğu esnek ancak etkin ilişki biçimi El Kaide’yi benzer yapılar için bir esin ve fikir kaynağına dönüştürürken, 2010’a kadar örgüt dünyanın her yerinde eylem yapabilme yeteneği kazandı. Hâlâ birçoğumuz El Kaide’yi 11 Eylül’de ABD’de gerçekleştirdiği saldırıyla hatırlıyor. Fakat, Londra, Madrid, Bali, Mumbai, Karaçi, İstanbul, Riyad, Şarm el Şeyh, Boston saldırıları başta olmak üzere onlarca eylem, El Kaide liderliği ABD’den saklanırken gerçekleşti.
Arap Baharı etkisi
2010’dan sonra ise hem Arap Baharı’nın etkisi hem de Bin Ladin’in öldürülmesi, örgütün göreli olarak kabuğuna çekilmesine yol açtı. Yine de bu dönemde Yemen, Suriye, Mağrip ve Doğu Afrika’da örgütün son derece canlı olduğunu, yerel müttefikleriyle El Kaide ismini hayatta tuttuğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, El Kaide 20 yılda önemli örgütsel değişimler geçirdi. Bugün 11 Eylül’ün hemen sonrasındaki kadar “popüler” olmayabilir; fakat hâlâ küresel anlamda operasyonel kabiliyeti olan köklü bir örgüt durumunda.
İkinci tespitimiz, lider değişimlerine uyum sağlama yeteneğinin olduğuydu. El Kaide’nin kurulduğu dönemleri hatırlayalım. İlk anılması gereken kişi Abdullah Azzam. Örgütün fikir babası olan Azzam bombalı bir suikastta öldü. Peki ya kurucu kadro? Tabii ki Usame Bin Ladin ilk sırada geliyor. Sonra sırasıyla El Kaide’nin ilk askerî komutanı Muhammed Atıf (Ebu Hafs el Mısri); örgütün mali sorumlusu Mustafa El Yezd (El Şeyh El Said); Atıf’ın yardımcısı Ali Emin El Reşidi (Ebu Ubeyde el Banşiri); Ebu Muhammed El Mısri, Seyf El Adil, Mahfuz Ould el Welid (Ebu Hafs el Moritani), Muhsin Musa Atwa (Ebu Abdulrahman El Muhajir) ilk akla gelen isimler arasında yer alıyor.
Sayılan isimler belki birçok insana bir şey ifade etmiyor. Fakat, bu kişiler El Kaide’nin en kilit konumlarındakilerdi; ikisi hariç adı geçen tüm isimler öldürüldü. Ancak El Kaide sadece ilk kuşağın örgütün kuruluşunda rol alan sembol isimlerini kaybetmedi; Zevahiri’nin liderliği döneminde onun mirasçısı olarak görülen Nasir El Wuheyşi, Ebu Hayr el Masri ve askerî operasyonlarında kritik roller oynayan İlyas Kaşmiri gibi isimler de öldürüldü. Fakat örgüt her seferinde bu kayıpları telafi edecek bir yol buldu. Bugün El Kaide’nin ilk kuşağında yer alıp da örgütün içinde hâlâ aktif olanların sayısı çok az. Ancak, yeni bir liderliğe geçişi kolaylaştıracak isimler var.
Cihad: Belli bir bölgede mi, dünyada mı?
Üçüncü tespit ise örgütün yaşadığı dönüşümlerde lider ve örgüt stratejisi arasındaki bağa ilişkin. Azzam’dan Bin Ladin’e geçiş, cihadın bir bölgede yoğunlaşması ve dünya geneline yayılması tartışmasına neden oldu.
Bin Ladin, 11 Eylül ile ABD’yi karşısına alırken örgütün üst kadrosu tamamen aynı fikirde değildi. Zevahiri, Bin Ladin’in yerine geçtiğinde büyük çaplı saldırı arayışına girmedi. Onun dönemi, örgütü bir şekilde ayakta tutarken, Suriye, Yemen, Libya gibi bölgelerde yerel ortaklarla etki alanını genişletmek ile meydan okuyan eski yoldaşlarını hizaya getirmekle geçti. Arap Baharı’nı yeterince değerlendiremediği, örgütü eski aktif döneminden uzak tuttuğu, ikna edici bir lider olmadığı gibi eleştirilere maruz kaldı.
Bin Ladin’in öldürülmesinden sonra güvenlik tedbirlerini öylesine sıkılaştırdı ki; zaman zaman erişilemez olması, örgütü dahi sıkıntıya soktu. Fakat, tüm bu sorunlara rağmen El Kaide bir isim ve marka olarak varlığını sürdürdü. IŞİD’in tarih sahnesine birden çıkıp saman alevi gibi parladıktan sonra yok olduğu bir ortamda, üzerindeki tüm operasyonel baskılara, birçok devletin güvenlik güçlerinin engellemelerine ve finansal sorunlara rağmen örgütü ayakta tutmayı başardı. Zevahiri, Mısır İslami Cihad’ından beri getirdiği birikimine uygun bir liderlik dönemi geçirdi. Eğer sonlanırsa ya da sonlandıysa El Kaide’nin yeni dönemini belirleyecek olan en önemli şey, yeni liderin kim olacağı ve nasıl bir yol izleyeceği olacak.
Zevahiri’nin halefi kim olur?
Aslında bu sorunun yanıtı beş gün öncesine kadar çok açıktı. Örgütün ilk günlerinden beri içinde olan, Usame Bin Ladin’in en önem verdiği isimlerin başında gelen, Abbotabat’ta bulunan Usame Bin Ladin arşivlerinde El Kaide üye listesinde 4. sırada yer alan; örgütçü, sakin, uzlaştırıcı, bugüne kadar diğer isimlerden eleştiri almamış ve ciddi bir stratejik zekaya sahip olan Ebu Muhammed El Mısri, bu makamın en güçlü adayıydı. Ancak, anlaşılıyor ki bir istihbarat operasyonunda öldürüldü. O yüzden yeni liderin kim olacağı göreli olarak belirsiz. Hatta, belki de Zevahiri’ye ilişkin çıkan haberler doğruysa, ölümünün duyurulması için önce yeni liderin seçilmesi bekleniyor. Örgüt içi iletişim kanallarının büyük bir dikkatle takip edildiği bu dönemde Şura Konseyi’nin yerini belli etmeden fikir beyan etmesi de kolay değil. O nedenle bu süreç bir miktar zaman alacak. Yine de örgütün geleceğini belirleyecek liderin kim olacağı konusunda bir tahmin yapılabilir.
Örgütün iç dinamikleri (Şura Konseyi’ndeki dengeler, örgüt tecrübesi, liderlik ve askerî kapasite, örgüte bağlı yerel gruplar ile ilişkiler çerçevesinde yeni liderin bağlı gruplar tarafından kabulü …) dikkate alınırsa Ayman El Zevahiri’nin yerini alabilecek yegane kişi Muhammed bin Selahaddin Zidan yani bilinen ismiyle Seyf El Adil’dir. (Bir süre gerçek adının Muhammed İbrahim Mekkevi olduğu ileri sürülse de sonradan bunun yanlış olduğu anlaşıldı.)
Yeni lider adayı Seyf el Adil mi?
Peki, neden Seyf el Adil? Elimizde birkaç önemli gerekçe var. Öncelikle Seyf el Adil, örgütün ilk kuşak liderlerinden hayatta kalan ve aktif olarak El Kaide liderliği içinde faaliyet gösteren az sayıda isimden birisi, mevcutlar arasında en kıdemlisi. Örgütün kurulduğu günlerde Afganistan’a yeni gitmiş olan Adil, bugün örgütün Şura Konseyi üyelerinden birisi. Bildiğini söylemekten çekinmeyen, sert mizaçlı birisi olmasına rağmen, son yıllarda Ebu Muhammed ve Zevahiri gibi isimlerle sorunsuz bir ilişki yürütmesi bir diğer neden olarak sayılabilir.
Mısır ordusunda yarbay rütbesinde bir subay iken ordudan ayrılan, sonra İslami Cihad örgütü üyesi olmaktan tutuklanan Adil, 1988’de Mısır’dan çıktığından beri Bin Ladin ve çevresindeki ekiple çalışıyor. Yıllarca El Kaide’nin askerî kamplarında eğitmen olarak çalıştı. Ayrıca Muhammed Atıf’ın tedrisatından geçti ve onunla Doğu Afrika’da örgütün kök salmasını sağlayan isimlerden birisi oldu. Bu sayede 1990’ların başında genç yaşta örgütün Askeri Komite üyeliğine seçilen Adil; Somali, Kenya ve Etiyopya’nın yanı sıra Yemen ve Afganistan’da birçok operasyona katılmıştı. 1990’ların sonunda örgütün askerî eğitiminin büyük bir kısmının sorumluluğunu üstlenmiş ve daha sonradan Irak’taki El Kaide’nin lideri olacak Ebu Musab El Zerkavi’yle tanışarak onu Bin Ladin ve Zavahiri’ye ulaştırmıştı.
ABD’nin Afganistan’ı işgaliyle birlikte, önce bu ülkede kalıp ABD ordusuna karşı savaşan ekibin başında Seyf Adil bulunurken, verilen kayıplarla İran’a kaçan ekibin de yönlendiricisi oldu. Bir süre İran’da gizlendikten sonra 2003’te bu ülkede yakalanan, 2015’teki İranlı diplomatlar ile El Kaide esir takasında serbest bırakıldıktan sonra İran’da göreli bir serbestliğe sahip olan Adil’in hâlâ bu ülkede olduğu düşünülüyor. Fakat, Seyf El Adil’in katı bir güvenlikçi zihniyete sahip olduğu düşünülürse, Ebu Muhammed’e yönelik suikasttan sonra İran’da kalması ihtimali düşük gibi. İran’ı terk edip, ABD saldırılarından korunabileceği bir ülkeye gitmesi daha olası görünüyor.
Potansiyel liderin El Kaide üzerindeki etkisi ne olabilir?
Seyf El Adil köken olarak subay olmasının yanı sıra El Kaide’deki yılları dikkate alındığında temelde istihbarat vizyonu çok güçlü; operasyonel tecrübesi yüksek ve kendisine göre bir stratejik algılaması olan kritik bir figür. Öncelikle, konuyla ilgili kaynaklar Seyf’in 11 Eylül saldırısına karşı olan üç üst düzey El Kaide militanından birisi olduğunu belirtse de daha sonra kendi ifadeleriyle ABD’nin verdiği tepkinin El Kaide’nin çıkarları açısından uygun olması nedeniyle bu düşünceden vazgeçtiği söylenebilir.
Ancak burada önemli olan nokta; eleştirel bir kişiliğe sahip olması ve kritik bir eylemde dahi fikrini açıkça söyleyebilmesi. Üstelik, 11 Eylül’ün mimarı olan Halit Şeyh Muhammet ile 90’ların sonunda Yemen’de birlikte çalıştıkları da dikkate alınırsa, aklına yatmayan durumlarda sert bir tepki gösterdiği anlaşılabiliyor. Nitekim, Adil’in, Zerkavi üzerine ifadeleri göz önünde bulundurulduğunda kendisiyle onun arasında karakter ve mizaç benzerliğinin altını çizdiği de görülüyor. Dolayısıyla, önemli bulduğu konularda “dediğim dedik” bir figür olduğu söylenebilir.
Seyf el Adil’in düşünce dünyasının anlaşılmasını sağlayacak az sayıda veri var. Bunlardan bir kısmı kayınpederinin web sitesinde yayınlanmış olan mektuplar. Bu mektuplara bakıldığında, Adil’in 2010’dan itibaren ABD’ye yeniden odaklanılması gerektiğini; sadece bir devletin içindeki cihadın genel başarıya ulaşılması için yetersiz olacağına dair görüşleri göze çarpıyor. Fakat elbette sadece bu bilgi Adil’in vizyonunu anlamak için yeterli değil. Bu noktada karşımıza bir başka kaynak olarak Adil’in yazdığı kitap çıkıyor. Üç ciltlik kitap serisinde ele aldığı temel konu; siyasi gelişmeler ve devrimlerin nasıl başarılacağı. Burada stratejik vizyonunu ortaya koyduğu görülüyor. Özetle; Mısır İslami Cihadı’nın kökünü oluşturan hareketlerle birlikte 50 yılı bulan “devrimde öncünün rolü”nü hâlâ sürdüren, ancak sadece öncüye dayalı bir devrimin mümkün olmadığını, yerel desteğin ve hatta İslami gündemi olmayanların bile önemsenmesi gerektiğini söyleyen bir anlayışı var. El Kaide’nin devrimlerin desteklenmesinde dışarıdan destekçi rolünü oynaması, yerel grupların desteğinin alınması, şartların değişmesine paralel olarak askerî araçların da değişmesi gerekliliği Seyf El Adil’in en temel noktaları. Ancak temel hedefi aynı: ABD’ye saldırmak. Bu hedefi de El Kaide’deki en eski tartışma olan yakın düşman – uzak düşman tartışması üzerinden değil, “…Ümmet’in liderlerine karşı ayaklanabileceği bir ideolojik iklimi…” sağlayacak temel itici güç olmasından ötürü gerekli gördüğünü belirtiyor. Bu durumda El Kaide’nin ayaklanma potansiyeli olan halkları harekete geçirmek için şiddete başvurması gerektiğini, ancak yerel halkın taleplerinin dikkate alınması ve yerel gruplarla karşı karşıya gelinmemesinin altını çiziyor.
Adil’in düşünce dünyasının diğer bir parçası da Zerkavi hakkında söylediklerinde bulunabilir. 90’ların sonunda Zerkavi’yle tanıştığı dönemlerde ve sonrasındaki uygulamalarında İslam Devleti fikrine karşı çıkmadığı görülüyor. Bu düşünce Zevahiri’nin IŞİD fikrine karşı çıkışının ve son birkaç yıldaki El Kaide-IŞİD karşıtlığının temelini oluşturan noktada yeni bir vizyon anlamına geliyor. Ayrıca, Ürdün, Filistin, Suriye ve Lübnan gibi ülkelere özel önem verdiğini gösteren emareler de görülüyor.
Son olarak, Seyf El Adil’in bir stratejistten ziyade operasyonel konularda uzman olan bir kişi olduğu unutulmamalı. Adil’in en bilinen kitaplarının “Güvenlik İlkeleri”, İstihbarat ve Güvenlik”, “Adam Kaçırma Üzerine Bir Ders” olması onun örgütteki tecrübelerinin yönünü gösteriyor. Adil, bugünkü konumuna gelmeden önce örgütün birçok operasyonunda görev yaptı. Askerî kampların yönetimi ile eleman temininden sorumlu eski bir asker olarak çok yüksek bir güvenlik algısına sahip bir “istihbarat guru”su olarak görülebilir. Örgütün stratejisti olarak değerlendirilmesi büyük bir abartı olacaktır.
Kritik eylem süreci yeniden başlayabilir mi?
Her ne kadar son yıllarda strateji ve taktik konusunda hayli olgunlaşmış görüşleri bulunsa da asıl uzmanlık alanının örgütlenme ve operasyonlar olduğu söylenebilir. Bu nedenle, örgütün başına gelmesi halinde izleyeceği en önemli gündem maddelerinden birisi, örgütün kritik eylemlere imza atabilecek bir güvenlik yapısına yeniden kavuşması ve önde gelen isimlerin güvenceye alınması olabilecektir. El Kaide’nin birçok önemli isminin son yıllarda Suriye’de ABD hava saldırılarında öldürüldüğü dikkate alınacak olursa bu boyutun önemi küçümsenemez.
Özetle, Zavahiri’den sonra örgütün liderliğine gelebilecek en güçlü aday olan Seyf El Adil vizyon olarak ABD’yle çatışmayı yeniden öncelik sıralamasının üstlerine taşıyacak; bunu yaparken Ortadoğu’da istikrarsızlık yaşaması muhtemel ülkelerde çatışmaları körükleyecek yerlere ağırlık verecek; büyük sansansyonel eylemlerden ziyade örgüt şebekesinin kilit ağlarını güvenlik altında tutmaya devam edecek eylemleri önceleyecektir. Öte yandan şartların olgunlaşması halinde bir Emirlik ya da devlet projesine karşı çıkmayacak bir düşünsel yapıya sahiptir.
El Kaide’nin yeni olası liderinin etkisi ne olabilir?
Bu doğrultuda Seyf El Adil’in olası liderliğinin en önemli sonuçlarının Suriye, Lübnan ve Irak’ta olabileceği dikkat çekicidir. 1990’ların sonundan itibaren Suriye konusuna önem veren Adil’in, bu ülkeyle Zerkavi zamanından kalan bağları bulunuyor. Nitekim, eskiden El Kaide’ye bağlı olmasına rağmen onunla bağını kestiği iddiasında bulunan Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ile El Kaide merkezi liderliği arasındaki sorunun ortaya çıkmasında asli bir rol oynadı. Ona göre Suriye’deki bir grubun El Kaide ile bağını kesmesi “devrim”in geleceği açısından tehlikelidir. Ayrıca El Kaide’nin amaçları açısından büyük zararlar taşır. Bu nedenle, ayrılığa görüntüde bile olsa karşı çıkmıştı. Bu bağlamda Türkiye’nin Suriye’deki varlığına da açık bir tepki gösterdi.
14 Ağustos 2019’da yayınladığı bir mesajda, doğrudan Türkiye’yi hedef alarak “…Suriyeli muhalif grupların birleşmesi projesinin İslam’ın köklerine dönmeye çalışan örgütlerin yok edilmesinden başka bir şeyi hedeflemediğini…” ileri sürdü. Buna mutlaka uygun bir askerî yanıt verilmesi gerektiğini söyleyerek El Kaideci grupların Türkiye’ye karşı harekete geçmesi tavsiyesinde bulunmuştu.
Ancak Suriye’ye ilgisi sadece uzaktan ve teorik düzeyde değil. Üç ay kadar önce İdlib’de öldürülen ve Hurraseddin’in gerçek lideri olan Halit El Aruri’yle (Ebu El Kassam) Zerkavi’yle birlikte çalıştığı günlerden kalma somut ve güçlü bir ilişkisi vardı. Ayrıca, Hurraseddin’in askerî lideri ve bugün en güçlü ismi olan Ebu Hammam El Şami, Seyf El Adil’in tedrisatından geçmiş; onun askerî kamplarında eğitim almış ve Afganistan’daki ilk görevini onun sayesinde bir kampın komutanlığında yapmış olan bir kişi. Dolayısıyla, El Kaide’nin olası yeni liderinin Suriye meselesine ciddi olarak dahil olabilecek bir kapasitesi olduğu söylenebilir.
IŞİD ve El Kaide birleşebilir mi?
Adil’in bir diğer etkisi ise çok daha uzun erimli ve büyük bir değişim getirebilecek bir özelliğe sahip.
Şu an için sadece spekülasyon seviyesinde olsa da önümüzdeki yıllarda IŞİD ile El Kaide arasında bir birleşme sağlanarak cihatçı hareketlerde yeni bir sinerji yaratabilecek en önemli figür Seyf El Adil’dir. Adil, Zerkavi’nin grubunun Afganistan’dan Irak’a gitme sürecinde çok önemli bir rol oynamış ve onun ekibiyle bağlarını koparmamıştı. Her ne kadar IŞİD ile Zerkavi’nin ekibi arasındaki bağ zayıflamış olsa da Bağdadi sonrasında güçlü bir liderlik oluşturamayan IŞİD’in Seyf El Adil’i lider olarak kabul ederek ona biat etmesi uzak bir ihtimal olarak görülmemeli.
IŞİD’in küresel vizyonunun El Kaide’ye katabileceği yeni canlılık ve Adil’in IŞİD’in içindeki aşırılıkçı kanadı tasfiye ederek onun devlet vizyonunu üstlenmesinin getireceği yeni heyecan, birçok cihatçı hareket için önemli bir açılım olabilir. Bu nedenle, Zavahiri döneminin bugün ya da yarın sona ermesi ve Seyf El Adil’in örgütün başına geçmesi; sadece basit bir lider değişimini değil aynı zamanda küresel anlamda cihatçı hareketlerde bir vizyon değişimini de beraberinde getirebilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 23 Kasım 2020’de yayımlanmıştır.