İran halkı, 13’üncü dönem cumhurbaşkanlığı seçimleri için sandık başına gidiyor. Hasan Ruhani’den sonra hangi politik görüşten kimin cumhurbaşkanlığı makamına geleceği sorusu, İran’ın iç ve dış politikasının geleceği açısından oldukça önem kazanıyor. Seçimlere giden süreçteki en ciddi tartışmalar, Anayasayı Koruyucular Konseyi1 tarafından çok sayıda siyasi aktörün adaylıklarının onaylanmaması etrafında gerçekleşti.
Bu isimler arasında, İshak Cihangiri, Ali Laricani, Mahmud Ahmedinejad ve Muhsin Haşimi Rafsancani gibi İran siyasetinde kayda değer ağırlığı olan isimler de bulunuyor. Üç adayın daha bu hafta içinde seçimlerden çekildiğini açıklaması ile birlikte, İran halkı kalan dört aday arasından cumhurbaşkanlığı makamı için tercihini yapacak. Muhafazakâr kanadın önde gelen isimlerinden İbrahim Reisi, en güçlü aday olarak değerlendiriliyor.
Bu mühim seçim, reformist ve muhafazakâr kanat tarafından farklı açılardan yorumlanıyor ve bu farklı perspektiflerin izleri İran medyasından takip edilebiliyor. Reformist kanatta, seçimlerden başarı ile çıkmaya dair bir karamsarlık göze çarpıyor. Reform yanlısı yazılı basında seçimlere dair yorum ve görüş yazılarının seyrekliği, bu karamsar havanın bir yansıması. Seçimler, reform yanlılarını geçmiş dönemin bir muhasebesini yapmaya ve gelecek döneme dair yeni siyasi stratejiler üzerinde düşünmeye sevk etmiş durumda.
Reformistlerin karamsarlığı ve muhasebe
İşçi hakları konusundaki çalışmaları ile tanınan, reformist siyasetçi Afşin Habibzade’nin İtimad gazetesinde yayımlanan “Seçimlerden Bir Kaçış Var Mı?” başlıklı yazısı, reformist kanattaki muhasebe eğilimlerini yansıtıyor. Yazısına Koruyucular Konseyi’nin reformist kanada yönelik süregiden olumsuz tavrını hatırlatarak başlayan Habibzade, reform yanlılarının kararlarını, her zaman içinde bulundukları şartlara göre ayarladıklarını ve bunu İran halkının ve devletinin haklarını ve çıkarlarını savunmak adına yaptıklarını ifade ediyor.
Hasan Ruhani’nin iki dönem üst üste cumhurbaşkanı seçilmesi ile sonuçlanan önceki seçimlere yönelik geniş katılımı, Habibzade şu iki gerekçeye dayandırıyor. Birinci gerekçe, “statükonun değiştirilmesi için seçmenlerin çoğunluğunun yüksek ideallerinin gerçekleşmesiydi.” Bu yüksek idealleri ise şu şekilde sıralıyor: “Yolsuzluğun ve ülke idaresinin kaotik, tahripkâr ve popülist tarzının ortadan kaldırılması, ayrımcılıkların ortadan kaldırılması, vatandaş özgürlüğünün ve haklarının iadesi ve uluslararası ilişkilerde tecrit duvarlarının yıkılması.”
İkinci gerekçeyi, “kısıtlamalar ve olanaklar sahasında gerçekçi hedeflerin tahakkuku” şeklinde belirten Habibzade, son sekiz yıldır Hasan Ruhani liderliğindeki reformist hükümetlerin halkın ‘yüksek ideallerini’ gerçekleştirme konusundaki başarısızlığını örtük bir şekilde itiraf ediyor: “Bu ikisi [yüksek idealler ile gerçekçi hedefler] arasında çok fazla bir mesafe olduğunu en başından itibaren bilmeliydik ve halka açıklamalıydık.”
Yine de, Ruhani hükümetlerinin bazı ayrımcılıkların kaldırılması, enflasyonun frenlenmesi ve şartlara uygun diplomasi ve ekonomi politikalarının uygulanması gibi takdire şayan tedbirlerinin de hatırdan çıkarılmaması gerektiğini ifade ediyor.
Ruhani’nin başarısızlığına neden olan iki etken
Habibzade’ye göre, Ruhani hükümetlerinin başarılı olamayışının gerisinde öngörülemeyen iki etken olarak Donald Trump’ın ABD başkanı olması ile COVID-19 salgını yatıyor. İki yıkıcı kuvvet olarak vasıflandırdığı bu gelişmelerin bu dönemde her türlü direnişin üstesinden gelebileceğinde ısrar eden Habibzade, 2017’deki seçimlerden sonraki dönemi dramatik bir sahne olarak resmediyor:
“Biz, 2017 seçimlerine geniş katılım ile, dünya ile gerilimin azaltılmasına devam etmeye, özgürlüğe ve ekonomik büyümeye oy veren bir halkız. Şevk, irade ve gerekli hazırlık ile savaş yoluna giren bir ordu gibiydik. Ancak yolun ortasında hem aniden düşman cephesinde divaneler iktidara geldiler ve bize karşı alışılmadık yöntemler ve silahlar kullandılar, hem düşmanların sayıları birkaç kat arttı, hem de yeryüzünde deprem oldu ve semadan erimiş taş yağdı.”
Habibzade, reform yanlılarının her şeye rağmen seçimden imtina etmemeleri gerektiği kanaatinde. Reform hareketini ülkenin mevcut talihsiz durumunun sorumlusu olarak kabul ederken, diğer taraftan “halihazırdaki tehlikeli şartları idrak ile, uzmanlık ve gerçekçilik seçeneğini tüm sınırlılıkları ile birlikte popülizmin ve uzmanlık-karşıtlığının karanlık geleceğine tercih mi etmeliyiz?” sorusunu yöneltiyor. Habibzade, İran halkının inisiyatif almasını ve ülkenin geleceğini kaderin ellerine teslim etmemesini telkin ediyor.
Siyaset sahasında görülmemiş bir ümitsizlik
Muhafazakâr kanattan bir adayın seçimleri kazanmasının beklendiği bu durumda, önümüzdeki döneme yönelik olarak reformistlerin ne tarz yaklaşımlar benimsemesi ve ne tür stratejiler kurgulaması gerektiğine dair yazılar da reform yanlısı basında dikkat çekiyor. Reformist siyasetçilerden Abbas Musayi, Arman-ı Milli gazetesinde çıkan ‘Seçim Atmosferi ve Reformistlerin Stratejisi’ başlıklı yazısında bu konuyu etraflıca tartışıyor. Her şeyden önce, Musayi de Ruhani hükümetlerinin nihai performansının iç açıcı olmadığını teslim ediyor.
Musayi’ye göre, “Trump’ın ve İbrani-Arabi-Garbi-Şarki koalisyonun işbaşına gelmesi, içerideki nükleer anlaşma karşıtlarının sabotajları, ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesinden kaynaklanan bir kısım haller, hükümetin iç politika alanında kurucu temellere sadakatsizliği ve halkın yaşamında açılımların yokluğu” gibi çeşitli nedenler, “bugünün siyaset sahasında görülmemiş bir ümitsizliğe şekil vermiştir.”
Reformistlerin pratik ve pragmatik yol haritası ne olmalı?
Seçimi muhafazakâr kanadın kazanması durumunda, reformistlerin takip etmesi gereken stratejiyi ise şöyle izah ediyor: “Bir taraftan reform söyleminin dürtülerine itina gösterilmeli ve diğer taraftan reformizmin kurucu unsur ve sembolleri, zemin ve zamanın şartlarına matuf olarak yeniden okunmalı. Bu seçimlerde ve içerisinde bulunduğumuz yeni yüzyılda, reformistlerin hedefleri şunları olmalı: Mevcut imkânlara matuf şekilde “cumhuriyetin çöküşünün engellenmesi, iç ve dış politika alanlarında normalleşmenin öncü koşullarının ve unsurlarının korunması, seçimlerin kaldırılmasına mani olunması, istisnacılığın güçlenmesinin engellenmesi ve tek kelimede [ifade edilecek olursa] ‘ehven-i şer’in tercih edilmesi.”
Musayi, reformistler için pratik ve pragmatik bir güzergah tavsiye ediyor. Reformistler, İran’ın içinde bulunduğu şartların mantığını kavradıkları takdirde, geçmişin klişelerinden kurtulmanın ve yeni politik pozisyonlar alabilmenin mümkün olacağını vurguluyor, “reformistler bu şartlarda ellerindeki kartlara ek olarak rakiplerin ellerindeki kartlar ile ve [hatta] ellerinde bulunmayan kartlar ile ustaca oyun oynayabilmeliler.”
“Reformistler mikro-güce odaklanmalı”
Musayi, politik düzenlerde geçerli olan gücü, makro-güç ve mikro-güç olarak ikiye ayırıyor. Mikro-gücü, “toplumdaki dağınık, iç içe geçmiş, ağ oluşturucu kuvvetlerin çokluğu” olarak tanımlıyor. Gücün artık Thomas Hobbes’un düşüncesinde olduğu gibi bir Leviathan’da cisimleşen mutlakiyetin bir işlevi olmadığını, “sayısız noktalardan kaynaklandığını ve eşit olmayan, değişken ve akışkan bağlantılar ile tatbik edildiğini” ileri sürüyor. Benzer şekilde, siyaseti de devletin hâkim olduğu makro-siyaset ile toplumsal ağların hâkim olduğu mikro-siyaset olarak ikiye ayırıyor.
Musayi’nin önümdeki dönemde reformistlere çizdiği siyasi strateji, mikro-siyaseti önceleyen ve mikro-güce dayanan bir strateji. Bu stratejiyi, pratikte tarihten bir misal ile şöyle örneklendiriyor: “En küçük fırsatlardan siyaset oluşturun. Ülkeleri Almanların hâkimiyeti altına giren Fransız gençleri gibi -ki ekşi erikler yiyerek Alman ordusunun yürüyüş marşının ritmini bozdular ve Alman ordusunun geçit töreninin otoritesini sarstılar – akıllıca bir mevcudiyet ve barışçıl bir siyaset ile politika yapın.”
Statükoyu değiştirmek için maksimum katılım arzusu
Muhafazakâr yazılı basında ise, seçimlerin muhafazakârların lehine sonuçlanacağı beklentisi ile birlikte, halka yönelik değişim vaatleri ve halkın seçimlere katılımı konusu başlıca gündemi oluşturuyor. Cevan Gazetesi’nde Abdullah Mütevelliyan imzası ile çıkan ‘Statükoyu Değiştirmek İçin Maksimum Katılım Arzusu’ başlıklı yazı da bu konuları ele alıyor. Mütevelliyan yazısına, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde muhafazakâr-reformist ayrımının anlamlı olmadığı, adayların da üzerinde durduğu üzere esas meselenin statükonun değişimi meselesi olduğu iddiası ile başlıyor.
Politik yönelimi ne olursa olsun rekabet halindeki adayların tamamının ülkedeki mevcut durumun değişmesi gerektiğini vurguladığını belirten Mütevelliyan’a göre, bu sıra dışı mutabakatın sebepleri şu şekilde: Ruhani hükümetlerinin “çok zayıf performansı, kötü yönetimi, verimsizliği, neoliberalizme ve Batı ekonomik ekollerinin öğretilerine tabi olması, ne yazık ki yolsuzluk, nüfuzun genişlemesi, gizlilik, büyük şeytan Amerika’nın rehberliğindeki tamahkar ve mütekebbir birkaç Batı yönetimi ile muamelelerdeki sorunların çözüm [üne dair] vehimlerin çoğalması.” Mütevelliyan, dolaylı olarak, muhtemel ve müstakbel bir muhafazakâr hükümetin tüm bu sorunların üstesinden geleceğini ima ediyor.
Muhafazakâr kanat için hem kurulacak hükümetin hem de en genel anlamıyla rejimin meşruiyeti noktasında, halkın seçimlere geniş çaplı katılımı oldukça hassas bir konu. Mütevelliyan, seçimlere maksimum katılım doğrultusunda ulusal bir kararlılığın mevcudiyetine rağmen, iç ve dış mihrakların bu kararlılığı zayıflatacak eylemler içerisinde bulunduğunu iddia ediyor: “İbrani, Batı, Vahhabi ekseninin medya imparatorluğunun, sanal dünyanın geniş ağının, münafıkların ve saltanat yanlılarının ve [saire] büyük ve eşgüdümlü dalgası ile karşı karşıyayız. Bir yığın yalan haber ve temelsiz şayialar üreterek, halkın güven ve ümidini hedef almakta, halkı seçimlere katılmamaya çağırmakta, ümitsizlik ve çaresizlik tohumunu halkın inanç ve düşüncesine saçmaktalar.”
Mütevelliyan’a göre, İran’ın mevcut şartları, “genel halka milli ve dini bir vazife olarak oy sandıklarında bulunma yönünde çağrıda bulunmak için ülkenin tüm sevenlerinin ortaya çıkmasını gerektirmekte.” Dini Rehber Ali Hamaney’in seçimlere azami katılım yönündeki çağrısını da hatırlatıyor. Mütevelliyan, geniş çaplı bir katılımın dış düşmanların komplolarını bozacağı, aynı zamanda ülkenin içinde bulunduğu durumun sorumlusu olarak gördüğü reformistlerin de “boş iddialarını boşa çıkaracağı ve etkisiz kılacağı” ve nihai olarak “İslami düzenin devrimci olmayan düşünceden arınmasına sürat kazandıracağı” iddiası ile yazısını bitiriyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri reformistleri ve muhafazakârları farklı farklı düşünceler, yorumlar ve değerlendirmelere sevk etmiş görünüyor. Reformistler açısından yapılan muhasebelerin neticeleri ve çizilen yol haritalarının isabeti, muhafazakârlar için ise yapılan değişim vaatlerinin akıbeti seçim sonrası dönemde ortaya çıkacak.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 18 Haziran 2021’de yayımlanmıştır.