İsrail-Hamas çatışması nereye gider? Alternatif senaryolar

Gazze’ye karadan bir operasyon olursa bunun nihai hedefi ne olacak? İsrail, Gazze’yi yeniden işgal mi edecek? İran, Batı ve Çin bir kara operasyonunda ne yapacak? Peki, hesapta olmayan gelişmeler yaşanırsa? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

7 Ekim 2023 büyük bir olasılıkla yakın gelecekte “Ortadoğu Tarihi” ders kitaplarında yer alacak.

Ben üniversitede Ortadoğu dersi alırken, Mısır ve Suriye’nin İsrail’e karşı başlattığı ve İsrail’in hazırlıksız yakalandığı 1973 Yom Kippur Savaşı öğretilmişti. Muhtemelen benim öğrencilerim de kendi öğrencilerine Arap-İsrail Savaşları’nın dördüncüsünün, yani 7 Ekim 2023’ün 50. yıl dönümünün önemini anlatacak.

Son 10 günde savaşlarda sürpriz faktörünün önemi ve istihbarat başarısızlığı gibi kavramların anlatımı için kullanılabilecek birçok veri birikti. Fakat artık daha önemli bir konuyu tartışmanın vakti geldi, hatta geçiyor. Bu çatışma nereye kadar devam eder?

Siviller, çocuklar ölürken…

Eminim Hamas’ın saldırısının ve İsrail’in yanıtının nedenleri üzerine son birkaç gündür pek çok okudunuz, dinlediniz veya izlediniz. Sizi işin başına götürerek yormayacağım. Bu yazıya ayıracak sabrınız varsa önümüzdeki günleri anlamak için kullanınız.

Bu sefer sabır göstermenizi istememin nedeni, yazının uzunluğu ve kapsadığı ayrıntılar değil. Tamamen sivil hedeflerde bulunan yüzlerce çocuğun ve masum sivillerin katledildiği bir ortamda insanın sakin bir kafayla değerlendirme yapmak çok zor. O yüzden “…ne analizi, ne geleceği, çatışma nereye giderse gitsin çocuklar ölüyor…” deseniz ağzımı açıp tek kelime edemem. Fakat eğer konuyu sakince değerlendirmenin faydasına inanıyorsanız, çatışmanın gidişatına ilişkin birkaç alternatifi bir mantık silsilesi etrafında toplayacağım.

Kara Operasyonu

10 günden beri bir “kara operasyonu” sözü dolaşıyor. Bu konuda iki temel görüş var. Bir kesim “…kesinlikle kara operasyonu olacak, İsrail bunu yapmak zorunda…” derken, diğer kesim “cesareti varsa yapsın, Hamas çoktan hazırlandı. Çok pahalıya patlar…” görüşünü savunuyor. Her ikisi de doğru desem, çok mu eyyamcı olurum?

İsrail, bir kara operasyonu yapmak zorunda ve bunun tüm güçlüklerini biliyor.

Daha önce Gazze’de birkaç defa kara operasyonu yaptı. Bu operasyonlardaki hatalar ve tecrübeler üzerine hazırlanmış çok sayıda rapor var. İsrail, Hamas’ın imkan ve kabiliyetleri konusunda değerlendirmeler yaparak ordu ve diğer güvenlik güçlerini uzun süredir eğitiyor. Ayrıca havadan gözetleme, elektronik takip, muharip birliklere yakın hava desteği, meskûn mahalde operasyon teknikleri, dar alanda küçük birlik manevraları gibi birçok taktik ve teknik konularda eğitim ve teçhizata sahip.

Özetle, İsrail için sürpriz olan Hamas’ın son derece sofistike ve beklenmedik saldırısıydı, Hamas’ın savunması konusunda epey bir birikimi ve hazırlığı bulunuyor.

Konuyla ilgili önceden hazırlanmış raporlara baktığınızda Gazze’de yürütülecek bir operasyonun İsrail’e önemli bir kayıp verdireceği de belirtilmiş. Bu nedenle İsrail 2014’ten beri Gazze’de Hamas’ın varlığını kabullenmiş bir tutum izlerken kendi güvenliğini caydırıcılık üzerinden tesis etme yoluna gidiyordu. Fakat Hamas’ın saldırısı sonrası düştüğü durum caydırıcılığını tamamen yitirmesine neden oldu. Bu nedenle İsrailli analizcilerin ve uzmanların sözlerine baktığınızda hep aynı şeyi görüyorsunuz. İsrail caydırıcılığını yeniden tesis etmek zorunda.

Nedir bu caydırıcılık?

Yeri gelmişken şu caydırıcılık kavramını biraz açıklayalım.

En azından uluslararası ilişkiler ve güvenlik çalışmalarında kullanıldığı haliyle caydırıcılık kavramını basitçe şöyle tanımlayabiliriz: Hasmınızın (rakibinizin veya hatta dostunuzun bile olabilir) istenmeyen bir davranışını kuvvet kullanmak ya kuvvet kullanma tehdidinde bulunmak yoluyla engellemek. Yani ortada bir tehdit var ve siz de bu tehdidi ortaya çıkaran koşulları bir şekilde ortadan kaldırmak istiyorsunuz. İşte caydırıcılık burada devreye giriyor.

Caydırıcılık ve tehdit seviyesi konusunda bazı formüller var.

Ben size en basit ama şu anda İsrail’in yaklaşımını düşünürsek duruma en uygun olanını söyleyeyim. Caydırıcılık = Niyet x Kapasite. Bu formül bazı durumlarda tehdit değerlendirmesini tanımlamak için de kullanılıyor. (Tehdit = Niyet X Kapasite)

Bu yazıyı uluslararası ilişkiler teorisi tartışmalarına esir etmeyelim. Durumu basitleştirmek için bu formülün anlamını yazayım.

Rakibinizin size zarar verme niyeti ile zarar verme kapasitesinin çarpımı, neden olabileceği tehdidin derecesini belirleyebilir. Niyet veya kapasiteden birisi sıfır (0) ise o zaman karşınızdakini ne caydırabiliyorsunuz ne de tehdit oluşturabiliyorsunuz.

İsrail uzun bir süredir Hamas’ın saldırı iradesini, korkutma veya kuvvet kullanma yoluyla kırarak onu kendisine tehdit olmaktan çıkarmaya çalışıyordu. Yani Hamas’ın saldırma niyeti sıfır olursa tehdit de sıfır olacaktı.
Son 10 gündeki olaylara baktığımızda gördük ki İsrail’in Hamas’ı caydırma kabiliyeti çok azalmış. Niyet konusunda Hamas duruşunu belli etti. İsrail’in niyeti ise hâlâ belirsiz. Bir kara operasyonu yapıp da Gazze’de Hamas’ı ortadan kaldırmaya kalkmazsa İsrail’in niyetinin sıfır olduğu düşünülecek. Her iki taraftan da baktığınızda taraflar birbirinin çatışma iradesini kırmaya çalışıyor. Bu iradesi kırılan büyük bir güç kaybına uğrayacak.

Öte yandan formülün diğer öğesini gözden kaçırmamak gerekiyor. Eğer hasmınızın niyetini sıfırlayamıyorsanız, kapasitesini sıfırlarsınız. Yani İsrail, Hamas’ın saldırı niyetini 20 yıldır azaltamadıysa, bundan sonra geriye tek seçeneği kalıyor: Saldırabilme kapasitesini ortadan kaldır. Yani liderleri yok et, silahlarını al, organizasyonu çökert.

O nedenle kara operasyonu kaçınılmaz. Fakat nasıl bir kara operasyonu yapılabilir?

Kara operasyonu dediğimiz neye benzer?

Öncelikle şunu söyleyeyim, İsrail tamamen gözü kara bir biçimde Gazze’ye saldıracak bir kara operasyonu arıyor olsaydı bunu çoktan yapardı.

Mevcut hükümetin karizması son saldırıdan sonra öyle bir çizildi ki; Netanyahu yeni başarısızlıkların getirebileceği siyasi yenilgilere karşı muhalif kanattan liderleri hükümete almak zorunda kaldı. Yani Gazze’ye hâlâ karadan saldırmamasının arkasında taktik nedenler olduğu kadar siyasi nedenler de bulunduğu söylenebilir.

Bunun da ötesinde İsrail’de tartışılan bir soru daha bulunuyor. Gazze’ye karadan bir operasyon olursa bunun nihai hedefi ne olacak?

Kara operasyonunun nihai hedefi

Hamas için bir kara operasyonunda hedef de zaferin formülü de belli: Operasyon bittiğinde ayakta kal. İsrail’in çekildiğinin ertesi gün sokakları kontrol edebilecek gücün olsun yeter.

Hamas, İbrahim Anlaşmaları, iki devletli çözüm ve diğer tüm tartışılan barış senaryolarını bir anda rafa kaldıracak hamle üstünlüğü olduğunu gösterdi. Bu güç, olan bitene sessiz kalan El Fetih’in çoktan altını oymaya başladı. Hamas için hedef üç aşağı beş yukarı belli. Ya İsrail için?

İsrail, Gazze’nin tamamını veya bir kısmını yeniden işgal mi edecek? Hamas’ı Gazze’den söküp atabilecek mi? Yoksa Hamas’ın İsrail’e baskınında ölen 1200 kişiden sonra kara operasyonunda da bir o kadar daha kayıp verip birkaç hafta sonra “…bak nasıl yendim gördünüz değil mi?” deyip Gazze’den çıkacak mı?

Askerî operasyonların nihai bir politik hedefi olmalıdır. Politik hedefi olmayan her çatışma sonu gelmeyen yeni sorunlar üretir ve nihayetinde kimse kazançlı çıkmaz.

İsrail 2005’te Gazze’den çekildiği tarihten bu yana tüm çatışmalarda aynı sorunu yaşadı. Saldırılamaz olduğunu gösterebilmek için yüzlerce Filistinliyi öldürdü ve sonra hiçbir şey olmamış gibi İsrail-Filistin Barış Süreci’nin devam etmesini bekledi.

Unutmayalım; İsrail Gazze’den çekilirken en önemli hedefi, birisi Gazze birisi Batı Şeria olmak üzere iki ayrı güç odağı oluşturup Filistin’in fiilen bölünmesini sağlamaktı. Bu hedefinde başarılı oldu. Gazze’yi Hamas, Batı Şeria’yı El-Fetih kontrol etti. Bu bölünmüşlükten siyasi fayda umarken yıllarca önce başarı sandığı şeyin geri tepmesiyle yüzleşmek zorunda kaldı.

Bu nedenle İsrail hükümetlerinin iç kamuoyuna “biz kazandık”, bölge devletlerine “çok güçlüyüm, üstelik Batı da yanımda” diyebileceği geçmişteki hareket tarzlarının artık sonuç getirmeyeceğini görmek zor değil. Bu sebeple Netanyahu’nun ağzından düşürmediği bir söze dikkat etmek gerekiyor. Bu savaş uzun sürecek.

Savaşın uzun sürmesinin anlamı ne olabilir? Uzun sürmekten kastı acaba ne? İki hafta, iki ay, bir yıl, beş yıl? Ne olunca bu savaş bitecek? Hamas’ın tüm liderleri mi öldürülecek? Filistin İslami Cihadı yok mu edilecek? Gazze’de Filistinli mi kalmayacak?
Bence bu konuda hâlâ İsrail liderlerinin kafası karışık. Bu yazdıklarımın tümünü istiyor olabilirler, fakat gerçek dünya onların isteklerine göre dönmüyor. Aldığı ilk darbenin etkisiyle, “bugün olmadı yarın Gazze’ye giriyoruz” sözlerini kullanan politikacılar ise daha az konuşuyor. Bu durum şunu düşündürüyor. İsrail, daha uzun süreli fakat denediği bir stratejiyi izleyecek olabilir. İkinci bir Batı Şeria…

El Aksa İntifadası’nın dersleri

Bölge tarihini hatırlayanlar olacaktır.

Eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un provokasyonuyla başlayan El Aksa İntifadası (diğer tabirle İkinci İntifada) İsrail tarafından kolay kontrol altına alınamamıştı. İsrail ordusu haftalar boyunca Yaser Arafat’ı karargâhında kuşatma altında tutup, Filistinlilerin lider kadrosunu ve komuta/kontrol mekanizmasını çökertmeye çalışmıştı. Belli bir süreden sonra Batı Şeria’yı ev ev, mahalle mahalle tarayıp tüm silahlı kişi ve grupları küçük gruplar halinde etkisiz hale getirdikten sonra Batı Şeria’yı araya giren devletler aracılığıyla iradesini kırdığı (bir lütuf gibi) Filistin Yönetimi’ne devretmişti.

Muhtemelen, adı Savunma Kalkanı Operasyonu olan bu operasyonu, yani denenmişi tekrar denemek isteyeceklerdir. Fakat bugünün Gazze’si o dönemin Batı Şeria’sından daha farklı.

Coğrafya daha küçük, birim alan başına düşen insan sayısı daha fazla, Hamas daha organize ve daha iyi silahlı. Son olarak gelişen teknoloji sayesinde olup biten her şey birkaç dakika içinde tüm dünyada biliniyor. Artık hiçbir devletin birkaç uluslararası medya ajansını kontrol ederek bilgi akışını yönlendirme gücü ve lüksü yok.

Bu nedenle İsrail, kara operasyonunu başlatacağı Gazze’nin kuzeyini insansızlaştırmaya çalışıyor. Elbette daha az asker kaybetmek hedeflerden birisidir. Fakat asıl hedef, uzun süreye yaymak isteyeceği bu hareket tarzını uygulayabilecek bir alan yaratabilmek. Bir milyon Filistinliyi Mısır’a zorla göndermek istemenin arkasındaki en temel fikir bu gibi görünüyor. Yoksa 1948’de olduğu gibi Filistinlileri zorla topraklarından göç ettirip ortaya çıkan toprak parçasını kendi topraklarına katmak mevcut uluslararası atmosferde pek mümkün değil.

Özetle, İsrail karar vericilerinin büyük çoğunluğu, en az kayıpla, olabildiğince uzun süreye yayıp, yavaş yavaş, unuttura unuttura, sıradanlaştırarak yürütebileceği; kayıplarını bir seferde vermeden zaman içinde iç kamuoyuna anlatabileceği miktarlarda tutabileceği; bu sayede siyaseti üst perdeden güvenlikleştirerek yolsuzlukların, ekonomik sorunların, toplumsal kırılmaların tartışılmayacağı bir çatışma süreci yürütmek istiyor.

Fakat Batı Şeria’nın yeniden işgal edildiği 2002’de değiliz. Orta Doğu eski Orta Doğu değil, ABD’nin öncelikleri farklı, Batı’nın Ukrayna’da yürüttüğü bir savaş var ve hiçbir operasyon kağıt üstünde planlandığı gibi gitmiyor.

Bütün bunların ötesinde bu planın bir zaafı daha var. ABD, İran, Körfez ülkeleri, Mısır dahil bölgenin kritik ülkeleri çatışmanın uzun sürmesini istemiyor. Çünkü hepsi yayılma etkisinden korkuyor.

Kara operasyonunun zayıf karnı: Çatışmanın yayılma etkisi

Bence, İran ve Hizbullah çatışmanın yayılmasını istemiyor.

Hizbullah birkaç kez İsrail’e kuzeyden saldırı tehdidinde bulundu. Hatta İsrail’in yüzlerce sivili öldürdüğü hastane saldırısından sonra tehditlerini artırdı. Fakat şu ana kadar Lübnan cephesi sakin. Oysa 2006’da İsrail, Gazze’ye büyük bir özgüven ve sınırlı bir askerî planlamayla saldırdığında Hizbullah Güney Lübnan’dan saldırarak yeni bir cephe açmıştı. Sonra savaşın büyük kısmı Hizbullah ile İsrail arasında geçmişti. Bu olanları hatırlayınca çoğumuz benzer bir planın hayata geçeceğini düşünüyoruz.

Bu olasılığı tamamen reddetmiyorum. Fakat savaşın Gazze’den çıkıp Lübnan’a genişlemesinin İran’a ne kadar fayda getireceğini tam kestiremiyorum.

Hizbullah’ın şu ana kadar cephelerin birleştirilmesi olarak tanımladığı bir kavram var. Buna göre İsrail’e karşı Yemen’den Irak’a oradan Suriye ve sonuçta Lübnan’a kadar uzanan cephe birleştirilmeli. Ancak bunun gerçekleştirilmesi İran’a fayda kadar zarar da getirebilir.

İran’ı tutan altı neden

Neden böyle düşündüğümü şöyle açıklayabilirim.

Bir kere ne kadar önemli ve güçlü bir devlet olursa olsun İran’ın aynı anda birden çok cephede milis güçlerini sevk ve idare edebilecek bir mekanizmaya ve kaynağa sahip olduğu şüpheli.

İkincisi, tam iki ay sonra Irak’ta seçim var. Irak’taki Şii milisleri bölge dışına göndermek için hiç de akıllıca bir zaman değil.

Üçüncüsü, ABD ile Suriye’nin doğusunda zaten el altından kapışıyorlar. Bir anda ABD’nin Suriye’deki İran varlığını vurmaya başlaması İran’ın hiç de isteyeceği bir şey değil. Rusya’nın çekilmesiyle yakaladığı boşluğu Suriye’deki Şii milislerin sayısını artırarak dolduran İran, bir çatışmada bunları kaybederse yerine koyamayabilir. Üstelik Suriye’de feci şekilde açığa çıktılar. İsrail aylardır İran’ın Suriye’deki varlığını vuruyor ve yerlerini ezberlemiş durumda.

Dördüncüsü, ekonomik krizle boğuşan Lübnan halkının Hizbullah’ın peşinden gideceği şüpheli. Lübnanlıların çoğu İsrail’den hiç hoşlanmıyor. Fakat Hizbullah’ın başlattığı bir operasyonla çatışmaya girmek için can attıkları da söylenemez.

Beşincisi, sanıyorum ABD uçak gemisi filosunu küçücük Gazze için getirmedi. Onların gözünü korkutmaya çalıştığı Hamas değil Hizbullah.

Son olarak en önemli nedeni unutmayalım. Körfez ülkeleriyle İran’ı bir araya getiren Çin’di. Çin için uzun süreli ve bölgeye yayılmış bir çatışma Ortadoğu’ya girmek için kapıyı aralamışken isteyeceği son şey.

Tüm bu faktörler ışığında İran’ın çok zorda kalmadıkça Gazze’deki çatışmanın bölgeselleşmesinden büyük bir kazancı olmadığı söylenebilir. Üstelik İsrail her geçen gün Gazze’de yeni bir katliama imza atıp tüm dünyanın gözü önünde kendisini küçük düşürmeye devam eder ve İran da Ortadoğu ülkelerinde buna en açıktan (fakat sadece sözle) karşı çıkmanın şampiyonluğunu yaparken ucuza bir başarıyı neden bir riskli yatırıma dönüştürsün ki?

Çatışmanın yayılmasının ve uzamasının Batı için riskleri

Çatışmanın yayılması olasılığı Batı için de son derece önemli riskler barındırıyor. ABD ve Batı ülkelerinin çoğu için Hamas’ın saldırısıyla başlayıp İsrail’in katliamlarıyla devam eden süreç tam da bir “nereden çıktı bu savaş” durumu.

Rusya’yı Ukrayna’da köşeye sıkıştırmaya başlamışken kış öncesi Avrupa’da safların sıkılaşması gerekiyordu. Oysa Avrupa’da Filistinlilere destek gösterileri ve İsrail konusunda hükümetler arası görüş ayrılıkları belirince denge bozulmaya başladı. Üstüne iki hafta öncesine kadar Ukrayna’daki sivilleri bombaladığı için sivil katliamlarından sorumlu tutulan Putin, İsrail’i aynı nedenle savaş suçlusu olarak suçlayacak fırsatlar elde etti.

Batı ve ABD için bu çatışma beklemedikleri bir zamanda ortaya çıktı. Avrupa ülkeleri Ortadoğu krizlerinden uzak durmaya ABD ise mümkün olduğunca bölgede askerî varlık bulundurmamaya çalışırken tırmanan İsrail-Hamas krizi, Batı için bir an önce bitirilmesi gereken bir kabus. O nedenle savaşın yayılmasını istemiyorlar.

Öngörülemez durumlar yaşanabilir mi?

Fakat bir böyle bir analizin yumuşak karnını unutmayalım.

Analiz yapılırken başvurulan tekniklerden birisiyle bitireyim. Geleceğe dair senaryolar hazırlanırken olup bitecekler tek düze bir senaryo üzerinden okunamayabilir. Bu tür durumlarda alternatif gelecek senaryoları hazırlanması gerekir. Öncelikle genel beklenti en belirgin parametreler üzerinden değerlendirilir. Yukarıda okuduğunuz satırlara bakarsanız; çatışmanın taraflarının rasyonel beklentileri olduğunun varsayıldığını görürsünüz.

Burada rasyonel olan Hamas’ın çatışmayı kazanmak için kara operasyonunda gerilla savaşının tüm inceliklerini kullanıp İsrail’i hataya zorlamaya çalışacağı; İsrail’in çatışma sahasının zorluğu nedeniyle küçük alanlar açarak adım adım ilerleyeceği; İran, Körfez ülkeleri, Avrupa devletleri ve ABD’nin çatışmanın bölgeselleşmesinden bir kazanımı olmayacağıdır.

Bununla birlikte alternatif senaryolar üzerinden yapılan analizlerde bir öngörülemezlik durumu (wildcard) senaryosu üzerine de çalışılır. Burada öngörülemezliğin kapısını açacak parametre, İsrail’in çatışmayı bölgeselleştirmeye çalışması. Hedeflerinde başarısız olan, sonuca gidemeyeceğini anlayan, taktik ve teknik açıdan köşeye sıkışmış bir İsrail’in tüm bu çatışma sürecinden İran’ı sorumlu tutarak İran’da nükleer çalışmaların yapıldığını varsaydığı hedefleri bombalamasıyla yeni bir durum ortaya çıkabilir. Bu olasılığı aklımızda tutalım.

Fakat dediğim gibi bu alternatif bir senaryo ve şu an için gerçekten öngörülemez bir durum. Bu olasılık gerçeğe dönüşürse o zaman Ortadoğu’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, her şey kökten değişti diyebiliriz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İsrail-Hamas çatışması nereye gider? Alternatif senaryolar

Gazze’ye karadan bir operasyon olursa bunun nihai hedefi ne olacak? İsrail, Gazze’yi yeniden işgal mi edecek? İran, Batı ve Çin bir kara operasyonunda ne yapacak? Peki, hesapta olmayan gelişmeler yaşanırsa? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

7 Ekim 2023 büyük bir olasılıkla yakın gelecekte “Ortadoğu Tarihi” ders kitaplarında yer alacak.

Ben üniversitede Ortadoğu dersi alırken, Mısır ve Suriye’nin İsrail’e karşı başlattığı ve İsrail’in hazırlıksız yakalandığı 1973 Yom Kippur Savaşı öğretilmişti. Muhtemelen benim öğrencilerim de kendi öğrencilerine Arap-İsrail Savaşları’nın dördüncüsünün, yani 7 Ekim 2023’ün 50. yıl dönümünün önemini anlatacak.

Son 10 günde savaşlarda sürpriz faktörünün önemi ve istihbarat başarısızlığı gibi kavramların anlatımı için kullanılabilecek birçok veri birikti. Fakat artık daha önemli bir konuyu tartışmanın vakti geldi, hatta geçiyor. Bu çatışma nereye kadar devam eder?

Siviller, çocuklar ölürken…

Eminim Hamas’ın saldırısının ve İsrail’in yanıtının nedenleri üzerine son birkaç gündür pek çok okudunuz, dinlediniz veya izlediniz. Sizi işin başına götürerek yormayacağım. Bu yazıya ayıracak sabrınız varsa önümüzdeki günleri anlamak için kullanınız.

Bu sefer sabır göstermenizi istememin nedeni, yazının uzunluğu ve kapsadığı ayrıntılar değil. Tamamen sivil hedeflerde bulunan yüzlerce çocuğun ve masum sivillerin katledildiği bir ortamda insanın sakin bir kafayla değerlendirme yapmak çok zor. O yüzden “…ne analizi, ne geleceği, çatışma nereye giderse gitsin çocuklar ölüyor…” deseniz ağzımı açıp tek kelime edemem. Fakat eğer konuyu sakince değerlendirmenin faydasına inanıyorsanız, çatışmanın gidişatına ilişkin birkaç alternatifi bir mantık silsilesi etrafında toplayacağım.

Kara Operasyonu

10 günden beri bir “kara operasyonu” sözü dolaşıyor. Bu konuda iki temel görüş var. Bir kesim “…kesinlikle kara operasyonu olacak, İsrail bunu yapmak zorunda…” derken, diğer kesim “cesareti varsa yapsın, Hamas çoktan hazırlandı. Çok pahalıya patlar…” görüşünü savunuyor. Her ikisi de doğru desem, çok mu eyyamcı olurum?

İsrail, bir kara operasyonu yapmak zorunda ve bunun tüm güçlüklerini biliyor.

Daha önce Gazze’de birkaç defa kara operasyonu yaptı. Bu operasyonlardaki hatalar ve tecrübeler üzerine hazırlanmış çok sayıda rapor var. İsrail, Hamas’ın imkan ve kabiliyetleri konusunda değerlendirmeler yaparak ordu ve diğer güvenlik güçlerini uzun süredir eğitiyor. Ayrıca havadan gözetleme, elektronik takip, muharip birliklere yakın hava desteği, meskûn mahalde operasyon teknikleri, dar alanda küçük birlik manevraları gibi birçok taktik ve teknik konularda eğitim ve teçhizata sahip.

Özetle, İsrail için sürpriz olan Hamas’ın son derece sofistike ve beklenmedik saldırısıydı, Hamas’ın savunması konusunda epey bir birikimi ve hazırlığı bulunuyor.

Konuyla ilgili önceden hazırlanmış raporlara baktığınızda Gazze’de yürütülecek bir operasyonun İsrail’e önemli bir kayıp verdireceği de belirtilmiş. Bu nedenle İsrail 2014’ten beri Gazze’de Hamas’ın varlığını kabullenmiş bir tutum izlerken kendi güvenliğini caydırıcılık üzerinden tesis etme yoluna gidiyordu. Fakat Hamas’ın saldırısı sonrası düştüğü durum caydırıcılığını tamamen yitirmesine neden oldu. Bu nedenle İsrailli analizcilerin ve uzmanların sözlerine baktığınızda hep aynı şeyi görüyorsunuz. İsrail caydırıcılığını yeniden tesis etmek zorunda.

Nedir bu caydırıcılık?

Yeri gelmişken şu caydırıcılık kavramını biraz açıklayalım.

En azından uluslararası ilişkiler ve güvenlik çalışmalarında kullanıldığı haliyle caydırıcılık kavramını basitçe şöyle tanımlayabiliriz: Hasmınızın (rakibinizin veya hatta dostunuzun bile olabilir) istenmeyen bir davranışını kuvvet kullanmak ya kuvvet kullanma tehdidinde bulunmak yoluyla engellemek. Yani ortada bir tehdit var ve siz de bu tehdidi ortaya çıkaran koşulları bir şekilde ortadan kaldırmak istiyorsunuz. İşte caydırıcılık burada devreye giriyor.

Caydırıcılık ve tehdit seviyesi konusunda bazı formüller var.

Ben size en basit ama şu anda İsrail’in yaklaşımını düşünürsek duruma en uygun olanını söyleyeyim. Caydırıcılık = Niyet x Kapasite. Bu formül bazı durumlarda tehdit değerlendirmesini tanımlamak için de kullanılıyor. (Tehdit = Niyet X Kapasite)

Bu yazıyı uluslararası ilişkiler teorisi tartışmalarına esir etmeyelim. Durumu basitleştirmek için bu formülün anlamını yazayım.

Rakibinizin size zarar verme niyeti ile zarar verme kapasitesinin çarpımı, neden olabileceği tehdidin derecesini belirleyebilir. Niyet veya kapasiteden birisi sıfır (0) ise o zaman karşınızdakini ne caydırabiliyorsunuz ne de tehdit oluşturabiliyorsunuz.

İsrail uzun bir süredir Hamas’ın saldırı iradesini, korkutma veya kuvvet kullanma yoluyla kırarak onu kendisine tehdit olmaktan çıkarmaya çalışıyordu. Yani Hamas’ın saldırma niyeti sıfır olursa tehdit de sıfır olacaktı.
Son 10 gündeki olaylara baktığımızda gördük ki İsrail’in Hamas’ı caydırma kabiliyeti çok azalmış. Niyet konusunda Hamas duruşunu belli etti. İsrail’in niyeti ise hâlâ belirsiz. Bir kara operasyonu yapıp da Gazze’de Hamas’ı ortadan kaldırmaya kalkmazsa İsrail’in niyetinin sıfır olduğu düşünülecek. Her iki taraftan da baktığınızda taraflar birbirinin çatışma iradesini kırmaya çalışıyor. Bu iradesi kırılan büyük bir güç kaybına uğrayacak.

Öte yandan formülün diğer öğesini gözden kaçırmamak gerekiyor. Eğer hasmınızın niyetini sıfırlayamıyorsanız, kapasitesini sıfırlarsınız. Yani İsrail, Hamas’ın saldırı niyetini 20 yıldır azaltamadıysa, bundan sonra geriye tek seçeneği kalıyor: Saldırabilme kapasitesini ortadan kaldır. Yani liderleri yok et, silahlarını al, organizasyonu çökert.

O nedenle kara operasyonu kaçınılmaz. Fakat nasıl bir kara operasyonu yapılabilir?

Kara operasyonu dediğimiz neye benzer?

Öncelikle şunu söyleyeyim, İsrail tamamen gözü kara bir biçimde Gazze’ye saldıracak bir kara operasyonu arıyor olsaydı bunu çoktan yapardı.

Mevcut hükümetin karizması son saldırıdan sonra öyle bir çizildi ki; Netanyahu yeni başarısızlıkların getirebileceği siyasi yenilgilere karşı muhalif kanattan liderleri hükümete almak zorunda kaldı. Yani Gazze’ye hâlâ karadan saldırmamasının arkasında taktik nedenler olduğu kadar siyasi nedenler de bulunduğu söylenebilir.

Bunun da ötesinde İsrail’de tartışılan bir soru daha bulunuyor. Gazze’ye karadan bir operasyon olursa bunun nihai hedefi ne olacak?

Kara operasyonunun nihai hedefi

Hamas için bir kara operasyonunda hedef de zaferin formülü de belli: Operasyon bittiğinde ayakta kal. İsrail’in çekildiğinin ertesi gün sokakları kontrol edebilecek gücün olsun yeter.

Hamas, İbrahim Anlaşmaları, iki devletli çözüm ve diğer tüm tartışılan barış senaryolarını bir anda rafa kaldıracak hamle üstünlüğü olduğunu gösterdi. Bu güç, olan bitene sessiz kalan El Fetih’in çoktan altını oymaya başladı. Hamas için hedef üç aşağı beş yukarı belli. Ya İsrail için?

İsrail, Gazze’nin tamamını veya bir kısmını yeniden işgal mi edecek? Hamas’ı Gazze’den söküp atabilecek mi? Yoksa Hamas’ın İsrail’e baskınında ölen 1200 kişiden sonra kara operasyonunda da bir o kadar daha kayıp verip birkaç hafta sonra “…bak nasıl yendim gördünüz değil mi?” deyip Gazze’den çıkacak mı?

Askerî operasyonların nihai bir politik hedefi olmalıdır. Politik hedefi olmayan her çatışma sonu gelmeyen yeni sorunlar üretir ve nihayetinde kimse kazançlı çıkmaz.

İsrail 2005’te Gazze’den çekildiği tarihten bu yana tüm çatışmalarda aynı sorunu yaşadı. Saldırılamaz olduğunu gösterebilmek için yüzlerce Filistinliyi öldürdü ve sonra hiçbir şey olmamış gibi İsrail-Filistin Barış Süreci’nin devam etmesini bekledi.

Unutmayalım; İsrail Gazze’den çekilirken en önemli hedefi, birisi Gazze birisi Batı Şeria olmak üzere iki ayrı güç odağı oluşturup Filistin’in fiilen bölünmesini sağlamaktı. Bu hedefinde başarılı oldu. Gazze’yi Hamas, Batı Şeria’yı El-Fetih kontrol etti. Bu bölünmüşlükten siyasi fayda umarken yıllarca önce başarı sandığı şeyin geri tepmesiyle yüzleşmek zorunda kaldı.

Bu nedenle İsrail hükümetlerinin iç kamuoyuna “biz kazandık”, bölge devletlerine “çok güçlüyüm, üstelik Batı da yanımda” diyebileceği geçmişteki hareket tarzlarının artık sonuç getirmeyeceğini görmek zor değil. Bu sebeple Netanyahu’nun ağzından düşürmediği bir söze dikkat etmek gerekiyor. Bu savaş uzun sürecek.

Savaşın uzun sürmesinin anlamı ne olabilir? Uzun sürmekten kastı acaba ne? İki hafta, iki ay, bir yıl, beş yıl? Ne olunca bu savaş bitecek? Hamas’ın tüm liderleri mi öldürülecek? Filistin İslami Cihadı yok mu edilecek? Gazze’de Filistinli mi kalmayacak?
Bence bu konuda hâlâ İsrail liderlerinin kafası karışık. Bu yazdıklarımın tümünü istiyor olabilirler, fakat gerçek dünya onların isteklerine göre dönmüyor. Aldığı ilk darbenin etkisiyle, “bugün olmadı yarın Gazze’ye giriyoruz” sözlerini kullanan politikacılar ise daha az konuşuyor. Bu durum şunu düşündürüyor. İsrail, daha uzun süreli fakat denediği bir stratejiyi izleyecek olabilir. İkinci bir Batı Şeria…

El Aksa İntifadası’nın dersleri

Bölge tarihini hatırlayanlar olacaktır.

Eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un provokasyonuyla başlayan El Aksa İntifadası (diğer tabirle İkinci İntifada) İsrail tarafından kolay kontrol altına alınamamıştı. İsrail ordusu haftalar boyunca Yaser Arafat’ı karargâhında kuşatma altında tutup, Filistinlilerin lider kadrosunu ve komuta/kontrol mekanizmasını çökertmeye çalışmıştı. Belli bir süreden sonra Batı Şeria’yı ev ev, mahalle mahalle tarayıp tüm silahlı kişi ve grupları küçük gruplar halinde etkisiz hale getirdikten sonra Batı Şeria’yı araya giren devletler aracılığıyla iradesini kırdığı (bir lütuf gibi) Filistin Yönetimi’ne devretmişti.

Muhtemelen, adı Savunma Kalkanı Operasyonu olan bu operasyonu, yani denenmişi tekrar denemek isteyeceklerdir. Fakat bugünün Gazze’si o dönemin Batı Şeria’sından daha farklı.

Coğrafya daha küçük, birim alan başına düşen insan sayısı daha fazla, Hamas daha organize ve daha iyi silahlı. Son olarak gelişen teknoloji sayesinde olup biten her şey birkaç dakika içinde tüm dünyada biliniyor. Artık hiçbir devletin birkaç uluslararası medya ajansını kontrol ederek bilgi akışını yönlendirme gücü ve lüksü yok.

Bu nedenle İsrail, kara operasyonunu başlatacağı Gazze’nin kuzeyini insansızlaştırmaya çalışıyor. Elbette daha az asker kaybetmek hedeflerden birisidir. Fakat asıl hedef, uzun süreye yaymak isteyeceği bu hareket tarzını uygulayabilecek bir alan yaratabilmek. Bir milyon Filistinliyi Mısır’a zorla göndermek istemenin arkasındaki en temel fikir bu gibi görünüyor. Yoksa 1948’de olduğu gibi Filistinlileri zorla topraklarından göç ettirip ortaya çıkan toprak parçasını kendi topraklarına katmak mevcut uluslararası atmosferde pek mümkün değil.

Özetle, İsrail karar vericilerinin büyük çoğunluğu, en az kayıpla, olabildiğince uzun süreye yayıp, yavaş yavaş, unuttura unuttura, sıradanlaştırarak yürütebileceği; kayıplarını bir seferde vermeden zaman içinde iç kamuoyuna anlatabileceği miktarlarda tutabileceği; bu sayede siyaseti üst perdeden güvenlikleştirerek yolsuzlukların, ekonomik sorunların, toplumsal kırılmaların tartışılmayacağı bir çatışma süreci yürütmek istiyor.

Fakat Batı Şeria’nın yeniden işgal edildiği 2002’de değiliz. Orta Doğu eski Orta Doğu değil, ABD’nin öncelikleri farklı, Batı’nın Ukrayna’da yürüttüğü bir savaş var ve hiçbir operasyon kağıt üstünde planlandığı gibi gitmiyor.

Bütün bunların ötesinde bu planın bir zaafı daha var. ABD, İran, Körfez ülkeleri, Mısır dahil bölgenin kritik ülkeleri çatışmanın uzun sürmesini istemiyor. Çünkü hepsi yayılma etkisinden korkuyor.

Kara operasyonunun zayıf karnı: Çatışmanın yayılma etkisi

Bence, İran ve Hizbullah çatışmanın yayılmasını istemiyor.

Hizbullah birkaç kez İsrail’e kuzeyden saldırı tehdidinde bulundu. Hatta İsrail’in yüzlerce sivili öldürdüğü hastane saldırısından sonra tehditlerini artırdı. Fakat şu ana kadar Lübnan cephesi sakin. Oysa 2006’da İsrail, Gazze’ye büyük bir özgüven ve sınırlı bir askerî planlamayla saldırdığında Hizbullah Güney Lübnan’dan saldırarak yeni bir cephe açmıştı. Sonra savaşın büyük kısmı Hizbullah ile İsrail arasında geçmişti. Bu olanları hatırlayınca çoğumuz benzer bir planın hayata geçeceğini düşünüyoruz.

Bu olasılığı tamamen reddetmiyorum. Fakat savaşın Gazze’den çıkıp Lübnan’a genişlemesinin İran’a ne kadar fayda getireceğini tam kestiremiyorum.

Hizbullah’ın şu ana kadar cephelerin birleştirilmesi olarak tanımladığı bir kavram var. Buna göre İsrail’e karşı Yemen’den Irak’a oradan Suriye ve sonuçta Lübnan’a kadar uzanan cephe birleştirilmeli. Ancak bunun gerçekleştirilmesi İran’a fayda kadar zarar da getirebilir.

İran’ı tutan altı neden

Neden böyle düşündüğümü şöyle açıklayabilirim.

Bir kere ne kadar önemli ve güçlü bir devlet olursa olsun İran’ın aynı anda birden çok cephede milis güçlerini sevk ve idare edebilecek bir mekanizmaya ve kaynağa sahip olduğu şüpheli.

İkincisi, tam iki ay sonra Irak’ta seçim var. Irak’taki Şii milisleri bölge dışına göndermek için hiç de akıllıca bir zaman değil.

Üçüncüsü, ABD ile Suriye’nin doğusunda zaten el altından kapışıyorlar. Bir anda ABD’nin Suriye’deki İran varlığını vurmaya başlaması İran’ın hiç de isteyeceği bir şey değil. Rusya’nın çekilmesiyle yakaladığı boşluğu Suriye’deki Şii milislerin sayısını artırarak dolduran İran, bir çatışmada bunları kaybederse yerine koyamayabilir. Üstelik Suriye’de feci şekilde açığa çıktılar. İsrail aylardır İran’ın Suriye’deki varlığını vuruyor ve yerlerini ezberlemiş durumda.

Dördüncüsü, ekonomik krizle boğuşan Lübnan halkının Hizbullah’ın peşinden gideceği şüpheli. Lübnanlıların çoğu İsrail’den hiç hoşlanmıyor. Fakat Hizbullah’ın başlattığı bir operasyonla çatışmaya girmek için can attıkları da söylenemez.

Beşincisi, sanıyorum ABD uçak gemisi filosunu küçücük Gazze için getirmedi. Onların gözünü korkutmaya çalıştığı Hamas değil Hizbullah.

Son olarak en önemli nedeni unutmayalım. Körfez ülkeleriyle İran’ı bir araya getiren Çin’di. Çin için uzun süreli ve bölgeye yayılmış bir çatışma Ortadoğu’ya girmek için kapıyı aralamışken isteyeceği son şey.

Tüm bu faktörler ışığında İran’ın çok zorda kalmadıkça Gazze’deki çatışmanın bölgeselleşmesinden büyük bir kazancı olmadığı söylenebilir. Üstelik İsrail her geçen gün Gazze’de yeni bir katliama imza atıp tüm dünyanın gözü önünde kendisini küçük düşürmeye devam eder ve İran da Ortadoğu ülkelerinde buna en açıktan (fakat sadece sözle) karşı çıkmanın şampiyonluğunu yaparken ucuza bir başarıyı neden bir riskli yatırıma dönüştürsün ki?

Çatışmanın yayılmasının ve uzamasının Batı için riskleri

Çatışmanın yayılması olasılığı Batı için de son derece önemli riskler barındırıyor. ABD ve Batı ülkelerinin çoğu için Hamas’ın saldırısıyla başlayıp İsrail’in katliamlarıyla devam eden süreç tam da bir “nereden çıktı bu savaş” durumu.

Rusya’yı Ukrayna’da köşeye sıkıştırmaya başlamışken kış öncesi Avrupa’da safların sıkılaşması gerekiyordu. Oysa Avrupa’da Filistinlilere destek gösterileri ve İsrail konusunda hükümetler arası görüş ayrılıkları belirince denge bozulmaya başladı. Üstüne iki hafta öncesine kadar Ukrayna’daki sivilleri bombaladığı için sivil katliamlarından sorumlu tutulan Putin, İsrail’i aynı nedenle savaş suçlusu olarak suçlayacak fırsatlar elde etti.

Batı ve ABD için bu çatışma beklemedikleri bir zamanda ortaya çıktı. Avrupa ülkeleri Ortadoğu krizlerinden uzak durmaya ABD ise mümkün olduğunca bölgede askerî varlık bulundurmamaya çalışırken tırmanan İsrail-Hamas krizi, Batı için bir an önce bitirilmesi gereken bir kabus. O nedenle savaşın yayılmasını istemiyorlar.

Öngörülemez durumlar yaşanabilir mi?

Fakat bir böyle bir analizin yumuşak karnını unutmayalım.

Analiz yapılırken başvurulan tekniklerden birisiyle bitireyim. Geleceğe dair senaryolar hazırlanırken olup bitecekler tek düze bir senaryo üzerinden okunamayabilir. Bu tür durumlarda alternatif gelecek senaryoları hazırlanması gerekir. Öncelikle genel beklenti en belirgin parametreler üzerinden değerlendirilir. Yukarıda okuduğunuz satırlara bakarsanız; çatışmanın taraflarının rasyonel beklentileri olduğunun varsayıldığını görürsünüz.

Burada rasyonel olan Hamas’ın çatışmayı kazanmak için kara operasyonunda gerilla savaşının tüm inceliklerini kullanıp İsrail’i hataya zorlamaya çalışacağı; İsrail’in çatışma sahasının zorluğu nedeniyle küçük alanlar açarak adım adım ilerleyeceği; İran, Körfez ülkeleri, Avrupa devletleri ve ABD’nin çatışmanın bölgeselleşmesinden bir kazanımı olmayacağıdır.

Bununla birlikte alternatif senaryolar üzerinden yapılan analizlerde bir öngörülemezlik durumu (wildcard) senaryosu üzerine de çalışılır. Burada öngörülemezliğin kapısını açacak parametre, İsrail’in çatışmayı bölgeselleştirmeye çalışması. Hedeflerinde başarısız olan, sonuca gidemeyeceğini anlayan, taktik ve teknik açıdan köşeye sıkışmış bir İsrail’in tüm bu çatışma sürecinden İran’ı sorumlu tutarak İran’da nükleer çalışmaların yapıldığını varsaydığı hedefleri bombalamasıyla yeni bir durum ortaya çıkabilir. Bu olasılığı aklımızda tutalım.

Fakat dediğim gibi bu alternatif bir senaryo ve şu an için gerçekten öngörülemez bir durum. Bu olasılık gerçeğe dönüşürse o zaman Ortadoğu’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, her şey kökten değişti diyebiliriz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x