Ankara-Şam hattında ne oluyor?

Ankara – Şam hattında sessiz sedasız neler yaşanıyor? Süreç tıkandı mı? Ocak ayında belirginleşen dört temel dinamik ne? ABD’nin verdiği iki mesaj ne? Hangi yerel aktörler uzlaşma ihtimalinden rahatsız? Çin bu fotoğrafa nasıl girdi? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Kasım ayının son günlerinde Suriye meselesi Türkiye’nin en önemli gündem maddelerinden birisi haline gelmişti. İstanbul’da gerçekleşen terör saldırısından sonra Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde PKK/YPG terör örgütüne karşı bir operasyon yapması beklentisi yoğunlaşmıştı.

Bir süreliğine operasyon beklentisi doruğa çıksa da Ankara-Şam-Moskova hattında yaşanan gelişmeler nedeniyle güvenlik diplomasisinde hızlanan adımların gölgesinde kaldı.

Bugünlerde Suriye, Türkiye’nin gündeminden epey düştü. Fakat sessiz sedasız yaşananlar önümüzdeki günlerde yeniden bir canlanma olacağını, hatta bu canlanmanın sürece beklenmedik yeni boyutlar katabileceğini gösteriyor.

Son dönemin gelişmeleri

Son bir ayda Suriye’de yaşananları bu sefer gün gün anlatmayacağım. Ocak ayında Suriye’yi yakından ilgilendiren dört temel dinamik belirginleşmeye başladı. Artan hızlanan/derinleşen güvenlik temelli görüşmeler; ABD’nin yoğun baskısı; yerel aktörlerin uzlaşma karşıtı tutumlarının artması; İran’ın sürece dahil olma çabaları.

İlk dinamikle başlayalım. Ankara-Şam arasında görüşme trafiği 28 Aralık 2022 günü resmiyet kazanmıştı. Sonrasında iki ülke dışişleri bakanlarının bir araya gelmesi bekleniyordu. Ancak Ocak ayının ortasına kadar gerçekleşmesi beklenen görüşme ayın sonuna gelinmesine rağmen gerçekleşmedi. Hatta bu süreçte Şam’ın ısrarla “Türkiye Suriye’den çekilmedikçe bir ilerleme olmayacak” sözleri, sürecin akamete uğradığı düşüncesini güçlendirdi. Buna karşılık sahadan gelen haberler ve birçoğu basına yansımayan özel görüşmelerden anlaşıldığı kadarıyla iki taraf arasında güvenlik odaklı temas devam ediyor.

Bu görüşmelerin çoğu teknik ve orta/üst düzey temsilciler arasında gerçekleşiyor. Rusya’nın da doğrudan/dolaylı parçası olduğu trafiğin kesilmemesi yakın gelecekte yaşanabilecek saha gelişmeleri açısından önemli. Çoğumuzun görmediği ve duymadığı, büyük emekler verilerek adım adım götürülen bu tür görüşmelerin, büyük hamlelerin gerçekleştirilmesindeki rolü unutmamalı. Yakın gelecekte İdlib’de, Tel Rifat’ta, Menbiç’te veya Ayn El Arap’ta bir operasyon, ortak bir devriye veya uzlaştırma süreci yaşanırsa bugün yürütülen görüşmelerin önemi daha net ortaya çıkar.

ABD, Ankara – Şam yakınlaşmasına neden karşı?

İkinci dinamik, ABD’nin yoğun baskısı olarak tanımlanabilir. ABD, Ankara-Şam ilişkisindeki ilerlemeye karşı olduğunu başlangıçta düşük bir perdeden dile getirdi. Ocak ortasından itibaren ise Washington daha net ve üst perdeden bir duruş sergiler hale geldi. ABD, Esad Yönetimi’yle anlaşılmasına karşı olduğunu, kendisinin anlaşmayacağını ve Türkiye’nin de anlaşmaması gerektiğini her fırsatta vurguluyor. ABD’nin bu tutumunun arkasında çok temel bir faktör yatıyor.

Ankara-Şam anlaşması nihayetinde PYD ve YPG’nin bölgeden sökülüp atılmasına neden olacak. Ankara’nın askerî baskı mekanizmalarının Suriye’de Şam’ın etki alanını genişletmesi ile Rakka, Deir ez Zor ve hatta Haseke’de PYD’nin kontrol ettiği alanları kaybetmesi sonuçta ABD’yi bölgeden çekilmeye zorlayacak bir dizi gelişmeyi tetikleyebilir.

Bu durumda ABD sadece IŞİD ile mücadele çerçevesinde Suriye’nin doğusu ve Irak’ın batısında kontrol ettiği bölgeler üzerindeki denetimini yitirmiş olmayacak. Aynı zamanda İran’ın etki sahasının genişlemesini de engelleyemeyecek. PYD’nin bulunduğu bölgelerdeki ABD varlığının tek nedeninin IŞİD olmadığını biliyoruz. İran’dan Lübnan’a uzanan bir koridorun denetlenmesinde Irak’ın batısı ve Suriye’nin doğusundaki bölge iki devlet arasındaki önemli bir çekişme noktası.

Ankara’nın Şam’daki hükümetle uzlaşmaması, ABD açısından Suriye’deki mevcut durumu devam ettirebilmek için önemli bir araçtı. Uzlaşı, Rusya güdümünde bir barış süreci yaşanmasının ötesinde Suriye’nin doğusunda İran’ın ABD aleyhine etki sahasını genişletebileceği, Rusya’nın Şam üzerinden PYD üzerinde hakimiyet tesis edebileceği, ülkeyi ayağa kaldırmak için Çin’in stratejik yol projesinin Suriye’ye çekilebileceği bir ortam yaratabilir. Bu nedenlerle ABD artık açık açık Ankara-Şam anlaşmasına karşı olduğunu söylüyor.

ABD’nin verdiği iki mesaj

Ancak ABD’nin yaklaşımı diplomatik tepkilerle sınırlı kalmadı. Amerikalı yetkililer PYD’ye uzun süreli ziyaretler dizisi gerçekleştirdi. Bu ziyaretlere dikkatle bakıldığında iki mesaj almak mümkün: Birinci mesaj Türkiye’ye yönelik: “Suriye Demokratik Güçleri sadece PYD’den ibaret bir yapı değil. Diğer gruplar da güçlendirilebilir ve PKK’nın varlığı ve görünürlüğü azaltılabilir.” Tabii şu anda Türkiye bu mesaja inanmıyor, hoş inanması için bir gerekçe de yok.

Fakat ikinci mesaj daha ilginç ve bence bu mesaj daha çok PYD’nin kendisine dönük. “Ankara ve Şam yan yana geliyor. Ayağını denk al. Moskova – Şam eksenine kayma çabalarını görüyoruz. Yapma. Mevcut pozisyonunu koru.”

Yerel aktörlerin tutumu

Üçüncü dinamik yerel aktörlerin uzlaşma karşıtı tutumlarının artması oldu. Ocak ayının başından itibaren İdlib’de HTŞ ve onunla işbirliği yapan Kaideci gruplar Halep’in batısı ve İdlib’in güneyindeki Suriye askerlerine karşı sistematik operasyonlar silsilesi başlattı. Bu operasyonlarda çok sayıda Suriye Ordusu askeri öldürüldü.

Tamamına yakını sızma operasyonu biçiminde gerçekleştirilen bu sızma saldırılarının bazıları Türkiye’nin İdlib’deki bazı askerî üs bölgelerinin civarından yapılıyor. Hal böyle olunca Suriye Ordusu’nun misilleme atışları zaman zaman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üs bölgelerinin yakınlarını hedef alıyor. Bu durum bazı örneklerde karşılıklı gerginliğe neden oldu. Türkiye tarafında kayıp olmasa da Suriye tarafı için aynı şey söylenemez.

Dahası, bu hareketlilik İdlib cephesiyle sınırlı değil. Özgür Suriye Ordusu içindeki bazı gruplar da Suriye Ordusu’na küçük çaplı operasyonların sayısını artırdılar. Tel Rifat ve El Bab civarında çok sayıda küçük çaplı çatışma yaşandı. Şu anda bu çatışmalar taktik veya stratejik bir sonuç üretecek seviyede değil. Ancak mutlaka not edilmeli. Çünkü daha geniş kapsamlı başka bir soruna işaret ediyor.

Uzlaşma ihtimalinden kimler rahatsız?

Birçok kez söyledim ve yazdım. İç savaşlar kendilerine has toplumsal ve siyasal dinamikler yaratıyor. Suriye’nin kuzeyinde yaşayanların önemli bir kısmı Ankara – Şam görüşmeleri konusunda endişeli bir bekleyiş içerisinde. Kimisi uzun vadede tekrar Şam’ın denetimi altına girmeye uzak durmayabilir. Fakat halkın önemli bir kısmı bugün yaşadığı yerlere Suriye’nin farklı kesimlerinden gelmek zorunda kaldı. Bazıları kendi imkanlarıyla güç bela kaçtı, bazıları zorla gönderildi. Bu insanlar için Ankara – Şam diyaloğu uzun vadede tekrar eski idarenin yönetiminde yaşamak anlamına geliyor. Bu olasılık yüzbinlerce insan için kabul edilmesi güç bir gerçeklik. Bu nedenle Ankara – Şam uzlaşısını kendisine ihanet gibi görenlerin olası tercihleri şu ana kadar pek de tartışmadığımız bir risk yaratıyor.

Birbiriyle pek çok konuda anlaşamayan silahlı muhalefetin önemli bir kısmının hâlâ üzerinde uzlaşabildiği bir konu var: Suriye Hükümeti’ni kabul etmeme.

Uzun süredir yerel çıkarlar ve tercihler Suriyelilik kimliğini öylesine zayıflattı ki; Suriye Hükümeti’nin reddi Şam’daki Hükümet ile sınırlı değil. Suriye’de muhaliflerin oluşturduğu geçici hükümet ve muhaliflerin oluşturduğu siyasal temsil kurumları da çok zayıf bir kabul görüyor. Nitekim muhalefetin en güçlü kurumu sayılabilecek Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu Başkanı Salih El Muslat, Ocak ortasında Azez’e yaptığı bir ziyarette fiziksel saldırıya uğradı. Saldırının en azından görünürdeki gerekçesi uzlaşı sürecinde takındıkları tavrın yetersiz görülmesiydi.

Buzdağının görünmeyen kısmında ne var?

Aslında bu tür tepkiler buzdağının görünen yüzü. Suriye’nin kuzeyinde birçok silahlı grup Ankara ile Şam arasında bir uzlaşı olması halinde son on yılda elde ettikleri avantajları ve zenginlikleri kaybedeceklerinden duydukları endişe nedeniyle uzlaşı sürecine karşı.

İdlib’de kendisine ait bir bölge kuran ve bu bölgeyi Afrin’nden El Bab’a kadar genişletmek isteyen HTŞ, diğer silahlı grupların endişelerini ve tedirginliklerini yakından izleyip, lehine çevirmek istiyor. Bu yüzden Ekim ayında HTŞ ile bazı ÖSO grupları arasında yaşanan çatışmaların bir benzerinin önümüzdeki dönemde yeniden yaşanması ihtimali küçümsenmemeli.

Ankara – Şam anlaşmasını reddiye üzerine kurulu bir ortaklığın sahada neden olabileceği yeni dengeler, Türkiye’yi ya bazı ÖSO gruplarına ve hatta HTŞ’ye karşı radikal tedbirler almak ya da Şam ile ilişkiler konusunu gözden geçirmek zorunda bıraktırabilir.

Lütfen bu konuyu küçümsemeyin, Suriye’nin kuzeyindeki dinamikler ve dengeler “bir çırpıda bir sözle, iki bombayla, üç toplantıyla…” çözülemeyecek kadar karmaşık bir yapıya sahip. Milyonlarca Suriyelinin Türkiye sınır kapılarına dayanması, sınır güvenliğinin büyük bir zarar görerek her türlü terör örgütü militanı ve organize suç şebekesi üyesinin geçişine açık hale gelmesi, Türkiye’deki Suriyelilerin geri dönüşünün imkansızlaşması, Suriye’nin kuzeyinde radikalleşmenin önlenmesi gibi pek çok sorunu henüz konuşmaya başlamadık. Fakat bu sorunları konuşmamamız onların var olduğu anlamına gelmiyor. Bu nedenle, yerel faktörleri küçümseyerek Ankara-Şam uzlaşma sürecindeki yavaşlamayı açıklamaya çalışmak çok yersiz bir davranış olur.

İran’ın sürece dahil olması

Ele alınması gereken dördüncü ve son dinamik İran’ın sürece dahil olması. Ankara – Şam diyalog sürecinin başladığı günden itibaren en tartışmalı konulardan birisi İran’ın bu sürece bakışıydı.

Bence İran’ın bakış açısını ve bugünlerde sürece dahil olma istediğini anlamak hiç de zor değil. Ukrayna’daki savaşın başlaması Rusya’nın Suriye’deki gücünü azalttı. İran’a Suriye’de kaybettiği bazı alanları yeniden kazanma fırsatı doğurdu.

Bu süreçte Türkiye ve Rusya arasında Suriye’deki işbirliği arttığı için İran’ın özellikle Halep civarında yeniden etkin olma girişimleri sonuçsuz kalıyordu. Tüm bunlara Ankara – Şam ilişkisindeki iyileşmenin de eklenmesi, İran’ın Suriye’deki varlığını ve etkinliğini iyice zora sokabilirdi.

Bununla birlikte, Tahran ile Şam hâlâ müttefik. Türkiye gibi güçlü bir ülkenin Suriye Hükümeti’yle ilişkilerini işbirliği yönünde değiştirmesi, İran’ın Şam’daki etkisini sınırlar ama aynı zamanda bu durumun Tahran’ın Irak’tan Lübnan’a kadar kurduğu lojistik hat üzerinde olumsuz bir etkisi olmaz. Son birkaç aydır iç problemlerle uğraşan ancak 2023’ün ilk ayı itibariyle tekrar dikkatini Irak, Suriye, Ukrayna gibi yerlere çeviren İran, Suriye’de olup biten hiçbir şeye uzak durmak istemiyor.

Ankara – Şam diyaloğunun dışında kalmak İran için istenilir bir durum değil. Tersine sürece dahil olarak hem olup biteni görebilmek hem de Suriye’deki çıkarlarına zarar gelmeyecek yönlendirmeler yapmak istiyor.

Rusya ve Türkiye neden İran konusunda fikir değiştirdi?

Başta Rusya ve Türkiye, İran’ı sürece dahil etmeye sıcak bakmazken birkaç faktör bu tavrın değişmesine neden oldu. Öncelikle bölgedeki ABD etkisini azaltmanın yolu olabildiğince geniş bir işbirliği kurmaktan geçiyor. Rusya, Ukrayna’da ABD’yle karşı karşıya iken ve İran’dan da bu konuda destek alırken, İran’ı Suriye’de tamamen küstürebilecek bir pozisyonu uzun süre devam ettiremez.

İran’ın Halep’in batısı ve Deir ez Zor’da oynayabileceği rolü hafife almamak lazım. Halep’in batısı doğrudan İdlib ile bağlantılı. Hepimiz Ankara – Şam uzlaşmasının sonuçta bir ayağının İdlib’e uzanacağının farkındayız. Bu noktada İran çatışmanın tırmanmamasında da, bir operasyon gerçekleşmesi durumunda da farklı ama önemli roller oynayabilir.

Ancak bunun da ötesinde PYD’nin kendisini en rahatsız hissettiği bölge olan Deir ez Zor’da İran son derece güçlü. Hatta bu vilayetin büyük ölçüde İran ve ABD arasında etki sahalarına bölündüğü söylenebilir. Eğer uzun vadede Ankara-Şam-Moskova üçlüsü PYD’yi Suriye’nin kuzeydoğusunda köşeye sıkıştırmak istiyorsa İran’ın Deir ez Zor’daki varlığına ihtiyaç duyacaklardır. Fakat bu çok uzun vadeli bir değerlendirme.

Kısa vadede İran’ı, Türkiye ve Rusya açısından önemli kılan asıl faktör, Astana Süreci’ne başka bir boyut kazandırmak gibi görünüyor. Malum, Suriye’nin geleceğinin tayin edilmesinde Astana ve Cenevre, birisi Rusya’nın diğeri Batı ülkelerinin başını çektiği iki ayrı yola dönüştü.

2017 sonlarından beri Türkiye, Rusya ve İran, Astana Mutabakatı çerçevesinde Suriye’de zorlukla da olsa işleyen bir mekanizma kurdular. Bu mekanizma uzun vadeli bir siyasi çözüme zemin hazırlamaktan çok sahada askerî operasyonların koordinasyonuna ve üç devletin etki sahalarının belirlenmesine temel oluşturdu. Gelinen noktada İran’ın Ankara – Şam diyaloğuna dahil olmasının Astana Süreci çerçevesinde yeni bir içerik kazanması sadece tıkanan sürecin aşılması ya da hızlandırılmasına değil uzun vadede Suriye’nin geleceğinde çözüm odağının Batı ekseninden doğu eksenine kaymasına da işaret edecektir.

Türkiye bunu ne kadar ister diye sorabilirsiniz. Sonuçta, uzun yıllar boyunca Ankara – Şam rekabetinde Esad’ı destekleyen en temel iki güç Rusya ve İran’dı. Türkiye başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri ve Arap dünyasının önde gelen ülkelerinin çoğuyla paralel bir duruşa sahipti. Fakat PYD meselesi her şeyi kökten değiştirdi. Batı ülkelerinin açıkça PYD’nin yanında yer alması, Türkiye için Suriye’nin geleceğinde atacağı adımlar açısından yeni önceliklendirmeler yapmasına neden oldu. Türkiye, Batı’ya PYD meselesinin çözülmesi için başvurdukça aldığı yanıt PYD’den vazgeçilmemesi olurken, Rusya ve İran bu konuda daha işbirlikçi (elbette kendi çıkarları çerçevesinde) bir çizgi belirlediler.

Çin bu tabloya nasıl girebilir?

Son bir noktanın daha altını çizelim. Belki bugün için çok uzak bir ihtimal ve başka bir yazıda uzun uzun analiz edilmesi gerekiyor. Ancak Suriye’nin geleceğinin “doğu”da belirlenmesi bir başka aktörü daha bölgeye çekebilir: Çin.

Suriye bağlamında Çin şu ana kadar çok dar bir çerçevede tartışıldı. Bu çerçeve genellikle Doğu Türkistan’dan Suriye’ye gelen Uygurların Çin için uzun vadede güvenlik sorunu yaratmasıydı. Doğrusu 1.5 milyar nüfusu olan bir ülkede birkaç yüz silahlı militanının ne kadar tehdide neden olacağı tartışılır. Şu an için bu meseleye girmek istemiyorum. Fakat uzun vadede, Çin’in Suriye’de boy göstermesini sadece güvenlik mülahazaları çerçevesinde değerlendirmek yanlış olur.

Ocak 2022’de Suriye’nin Çin’in “bir kuşak bir yol” girişimine dahil olmak için bu ülkeyle yaptığı “uzlaşı belgesi”nden beri yeni şeyler gündeme gelmeye başladı.

Sözü uzatmayayım Suriye’de çatışma sona ererse ya da bir gün yeniden inşa süreci başladığında gerekli sermaye Akdeniz’e açılmak için her türlü fırsatı kollayan Çin’den gelirse şaşırtıcı olmamalı. Suriye’nin yeniden inşasının maliyeti yüz milyarlarca dolar tutacak. Irak ve Libya gibi doğal kaynak zengini bir ülke de değil. Dünyada bu çapta bir ekonomik projeyi zamana yayarak yürütmekle ilgilenebilecek az sayıda ülke bulunuyor. Ve bu ülkelerden birisi de Çin. Bunun İran’la ne alakası var demeyin. Suriye’nin “bir kuşak bir yol” projesine dahil olması İran Dışişleri Bakanı’nın Çin ziyaretinin iki gün sonrasında gerçekleşmişti. Yani İran’ın bu süreçteki etkisi tamamen ihmal edilebilecek bir boyutta değil. Neyse, biz konuyu tekrar daha geniş perspektife oturtalım.

Moskova’da Rusya’nın gözetiminde gerçekleşmesi beklenen buluşmanın Ocak ayında gerçekleşmemesi, Ankara – Şam diyalog sürecinin ertelendiği görüntüsüne neden oluyor. Fakat galiba gecikmenin asıl nedeni, Şam’ın itirazları ve Ankara’nın Suriye içi/uluslararası tepkiler nedeniyle ağırdan alması değil.

Süreç İran’ı da alacak şekilde genişlerken Suriye’nin geleceğinin belirlenmesinde ağırlıklı rolün batıdan doğuya kaydığı yeni bir içerik kazanıyor olabilir.

Elbette bu şekilde bir değerlendirmeyi erken bulabilirsiniz. Bununla birlikte Avrupa Ukrayna Savaşı’na odaklanmışken, Batı dünyası Türkiye’yi güvenlik ve dış politika endişelerinde yalnız bırakırken Suriye’deki sürecin yön değiştirmesi şaşırtıcı olmamalı. O yüzden “…durdu, yürümüyor, Türkiye adım atamıyor…” diye düşünürken Ankara-Şam diyaloğunun taktik bir uzlaşıdan stratejik bir anlaşmaya dönüştüğü bir süreçte bulunuyor olabiliriz. Bu sadece bir olasılık, ancak dikkate değer bir olasılık.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 6 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Ankara-Şam hattında ne oluyor?

Ankara – Şam hattında sessiz sedasız neler yaşanıyor? Süreç tıkandı mı? Ocak ayında belirginleşen dört temel dinamik ne? ABD’nin verdiği iki mesaj ne? Hangi yerel aktörler uzlaşma ihtimalinden rahatsız? Çin bu fotoğrafa nasıl girdi? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Kasım ayının son günlerinde Suriye meselesi Türkiye’nin en önemli gündem maddelerinden birisi haline gelmişti. İstanbul’da gerçekleşen terör saldırısından sonra Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde PKK/YPG terör örgütüne karşı bir operasyon yapması beklentisi yoğunlaşmıştı.

Bir süreliğine operasyon beklentisi doruğa çıksa da Ankara-Şam-Moskova hattında yaşanan gelişmeler nedeniyle güvenlik diplomasisinde hızlanan adımların gölgesinde kaldı.

Bugünlerde Suriye, Türkiye’nin gündeminden epey düştü. Fakat sessiz sedasız yaşananlar önümüzdeki günlerde yeniden bir canlanma olacağını, hatta bu canlanmanın sürece beklenmedik yeni boyutlar katabileceğini gösteriyor.

Son dönemin gelişmeleri

Son bir ayda Suriye’de yaşananları bu sefer gün gün anlatmayacağım. Ocak ayında Suriye’yi yakından ilgilendiren dört temel dinamik belirginleşmeye başladı. Artan hızlanan/derinleşen güvenlik temelli görüşmeler; ABD’nin yoğun baskısı; yerel aktörlerin uzlaşma karşıtı tutumlarının artması; İran’ın sürece dahil olma çabaları.

İlk dinamikle başlayalım. Ankara-Şam arasında görüşme trafiği 28 Aralık 2022 günü resmiyet kazanmıştı. Sonrasında iki ülke dışişleri bakanlarının bir araya gelmesi bekleniyordu. Ancak Ocak ayının ortasına kadar gerçekleşmesi beklenen görüşme ayın sonuna gelinmesine rağmen gerçekleşmedi. Hatta bu süreçte Şam’ın ısrarla “Türkiye Suriye’den çekilmedikçe bir ilerleme olmayacak” sözleri, sürecin akamete uğradığı düşüncesini güçlendirdi. Buna karşılık sahadan gelen haberler ve birçoğu basına yansımayan özel görüşmelerden anlaşıldığı kadarıyla iki taraf arasında güvenlik odaklı temas devam ediyor.

Bu görüşmelerin çoğu teknik ve orta/üst düzey temsilciler arasında gerçekleşiyor. Rusya’nın da doğrudan/dolaylı parçası olduğu trafiğin kesilmemesi yakın gelecekte yaşanabilecek saha gelişmeleri açısından önemli. Çoğumuzun görmediği ve duymadığı, büyük emekler verilerek adım adım götürülen bu tür görüşmelerin, büyük hamlelerin gerçekleştirilmesindeki rolü unutmamalı. Yakın gelecekte İdlib’de, Tel Rifat’ta, Menbiç’te veya Ayn El Arap’ta bir operasyon, ortak bir devriye veya uzlaştırma süreci yaşanırsa bugün yürütülen görüşmelerin önemi daha net ortaya çıkar.

ABD, Ankara – Şam yakınlaşmasına neden karşı?

İkinci dinamik, ABD’nin yoğun baskısı olarak tanımlanabilir. ABD, Ankara-Şam ilişkisindeki ilerlemeye karşı olduğunu başlangıçta düşük bir perdeden dile getirdi. Ocak ortasından itibaren ise Washington daha net ve üst perdeden bir duruş sergiler hale geldi. ABD, Esad Yönetimi’yle anlaşılmasına karşı olduğunu, kendisinin anlaşmayacağını ve Türkiye’nin de anlaşmaması gerektiğini her fırsatta vurguluyor. ABD’nin bu tutumunun arkasında çok temel bir faktör yatıyor.

Ankara-Şam anlaşması nihayetinde PYD ve YPG’nin bölgeden sökülüp atılmasına neden olacak. Ankara’nın askerî baskı mekanizmalarının Suriye’de Şam’ın etki alanını genişletmesi ile Rakka, Deir ez Zor ve hatta Haseke’de PYD’nin kontrol ettiği alanları kaybetmesi sonuçta ABD’yi bölgeden çekilmeye zorlayacak bir dizi gelişmeyi tetikleyebilir.

Bu durumda ABD sadece IŞİD ile mücadele çerçevesinde Suriye’nin doğusu ve Irak’ın batısında kontrol ettiği bölgeler üzerindeki denetimini yitirmiş olmayacak. Aynı zamanda İran’ın etki sahasının genişlemesini de engelleyemeyecek. PYD’nin bulunduğu bölgelerdeki ABD varlığının tek nedeninin IŞİD olmadığını biliyoruz. İran’dan Lübnan’a uzanan bir koridorun denetlenmesinde Irak’ın batısı ve Suriye’nin doğusundaki bölge iki devlet arasındaki önemli bir çekişme noktası.

Ankara’nın Şam’daki hükümetle uzlaşmaması, ABD açısından Suriye’deki mevcut durumu devam ettirebilmek için önemli bir araçtı. Uzlaşı, Rusya güdümünde bir barış süreci yaşanmasının ötesinde Suriye’nin doğusunda İran’ın ABD aleyhine etki sahasını genişletebileceği, Rusya’nın Şam üzerinden PYD üzerinde hakimiyet tesis edebileceği, ülkeyi ayağa kaldırmak için Çin’in stratejik yol projesinin Suriye’ye çekilebileceği bir ortam yaratabilir. Bu nedenlerle ABD artık açık açık Ankara-Şam anlaşmasına karşı olduğunu söylüyor.

ABD’nin verdiği iki mesaj

Ancak ABD’nin yaklaşımı diplomatik tepkilerle sınırlı kalmadı. Amerikalı yetkililer PYD’ye uzun süreli ziyaretler dizisi gerçekleştirdi. Bu ziyaretlere dikkatle bakıldığında iki mesaj almak mümkün: Birinci mesaj Türkiye’ye yönelik: “Suriye Demokratik Güçleri sadece PYD’den ibaret bir yapı değil. Diğer gruplar da güçlendirilebilir ve PKK’nın varlığı ve görünürlüğü azaltılabilir.” Tabii şu anda Türkiye bu mesaja inanmıyor, hoş inanması için bir gerekçe de yok.

Fakat ikinci mesaj daha ilginç ve bence bu mesaj daha çok PYD’nin kendisine dönük. “Ankara ve Şam yan yana geliyor. Ayağını denk al. Moskova – Şam eksenine kayma çabalarını görüyoruz. Yapma. Mevcut pozisyonunu koru.”

Yerel aktörlerin tutumu

Üçüncü dinamik yerel aktörlerin uzlaşma karşıtı tutumlarının artması oldu. Ocak ayının başından itibaren İdlib’de HTŞ ve onunla işbirliği yapan Kaideci gruplar Halep’in batısı ve İdlib’in güneyindeki Suriye askerlerine karşı sistematik operasyonlar silsilesi başlattı. Bu operasyonlarda çok sayıda Suriye Ordusu askeri öldürüldü.

Tamamına yakını sızma operasyonu biçiminde gerçekleştirilen bu sızma saldırılarının bazıları Türkiye’nin İdlib’deki bazı askerî üs bölgelerinin civarından yapılıyor. Hal böyle olunca Suriye Ordusu’nun misilleme atışları zaman zaman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üs bölgelerinin yakınlarını hedef alıyor. Bu durum bazı örneklerde karşılıklı gerginliğe neden oldu. Türkiye tarafında kayıp olmasa da Suriye tarafı için aynı şey söylenemez.

Dahası, bu hareketlilik İdlib cephesiyle sınırlı değil. Özgür Suriye Ordusu içindeki bazı gruplar da Suriye Ordusu’na küçük çaplı operasyonların sayısını artırdılar. Tel Rifat ve El Bab civarında çok sayıda küçük çaplı çatışma yaşandı. Şu anda bu çatışmalar taktik veya stratejik bir sonuç üretecek seviyede değil. Ancak mutlaka not edilmeli. Çünkü daha geniş kapsamlı başka bir soruna işaret ediyor.

Uzlaşma ihtimalinden kimler rahatsız?

Birçok kez söyledim ve yazdım. İç savaşlar kendilerine has toplumsal ve siyasal dinamikler yaratıyor. Suriye’nin kuzeyinde yaşayanların önemli bir kısmı Ankara – Şam görüşmeleri konusunda endişeli bir bekleyiş içerisinde. Kimisi uzun vadede tekrar Şam’ın denetimi altına girmeye uzak durmayabilir. Fakat halkın önemli bir kısmı bugün yaşadığı yerlere Suriye’nin farklı kesimlerinden gelmek zorunda kaldı. Bazıları kendi imkanlarıyla güç bela kaçtı, bazıları zorla gönderildi. Bu insanlar için Ankara – Şam diyaloğu uzun vadede tekrar eski idarenin yönetiminde yaşamak anlamına geliyor. Bu olasılık yüzbinlerce insan için kabul edilmesi güç bir gerçeklik. Bu nedenle Ankara – Şam uzlaşısını kendisine ihanet gibi görenlerin olası tercihleri şu ana kadar pek de tartışmadığımız bir risk yaratıyor.

Birbiriyle pek çok konuda anlaşamayan silahlı muhalefetin önemli bir kısmının hâlâ üzerinde uzlaşabildiği bir konu var: Suriye Hükümeti’ni kabul etmeme.

Uzun süredir yerel çıkarlar ve tercihler Suriyelilik kimliğini öylesine zayıflattı ki; Suriye Hükümeti’nin reddi Şam’daki Hükümet ile sınırlı değil. Suriye’de muhaliflerin oluşturduğu geçici hükümet ve muhaliflerin oluşturduğu siyasal temsil kurumları da çok zayıf bir kabul görüyor. Nitekim muhalefetin en güçlü kurumu sayılabilecek Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu Başkanı Salih El Muslat, Ocak ortasında Azez’e yaptığı bir ziyarette fiziksel saldırıya uğradı. Saldırının en azından görünürdeki gerekçesi uzlaşı sürecinde takındıkları tavrın yetersiz görülmesiydi.

Buzdağının görünmeyen kısmında ne var?

Aslında bu tür tepkiler buzdağının görünen yüzü. Suriye’nin kuzeyinde birçok silahlı grup Ankara ile Şam arasında bir uzlaşı olması halinde son on yılda elde ettikleri avantajları ve zenginlikleri kaybedeceklerinden duydukları endişe nedeniyle uzlaşı sürecine karşı.

İdlib’de kendisine ait bir bölge kuran ve bu bölgeyi Afrin’nden El Bab’a kadar genişletmek isteyen HTŞ, diğer silahlı grupların endişelerini ve tedirginliklerini yakından izleyip, lehine çevirmek istiyor. Bu yüzden Ekim ayında HTŞ ile bazı ÖSO grupları arasında yaşanan çatışmaların bir benzerinin önümüzdeki dönemde yeniden yaşanması ihtimali küçümsenmemeli.

Ankara – Şam anlaşmasını reddiye üzerine kurulu bir ortaklığın sahada neden olabileceği yeni dengeler, Türkiye’yi ya bazı ÖSO gruplarına ve hatta HTŞ’ye karşı radikal tedbirler almak ya da Şam ile ilişkiler konusunu gözden geçirmek zorunda bıraktırabilir.

Lütfen bu konuyu küçümsemeyin, Suriye’nin kuzeyindeki dinamikler ve dengeler “bir çırpıda bir sözle, iki bombayla, üç toplantıyla…” çözülemeyecek kadar karmaşık bir yapıya sahip. Milyonlarca Suriyelinin Türkiye sınır kapılarına dayanması, sınır güvenliğinin büyük bir zarar görerek her türlü terör örgütü militanı ve organize suç şebekesi üyesinin geçişine açık hale gelmesi, Türkiye’deki Suriyelilerin geri dönüşünün imkansızlaşması, Suriye’nin kuzeyinde radikalleşmenin önlenmesi gibi pek çok sorunu henüz konuşmaya başlamadık. Fakat bu sorunları konuşmamamız onların var olduğu anlamına gelmiyor. Bu nedenle, yerel faktörleri küçümseyerek Ankara-Şam uzlaşma sürecindeki yavaşlamayı açıklamaya çalışmak çok yersiz bir davranış olur.

İran’ın sürece dahil olması

Ele alınması gereken dördüncü ve son dinamik İran’ın sürece dahil olması. Ankara – Şam diyalog sürecinin başladığı günden itibaren en tartışmalı konulardan birisi İran’ın bu sürece bakışıydı.

Bence İran’ın bakış açısını ve bugünlerde sürece dahil olma istediğini anlamak hiç de zor değil. Ukrayna’daki savaşın başlaması Rusya’nın Suriye’deki gücünü azalttı. İran’a Suriye’de kaybettiği bazı alanları yeniden kazanma fırsatı doğurdu.

Bu süreçte Türkiye ve Rusya arasında Suriye’deki işbirliği arttığı için İran’ın özellikle Halep civarında yeniden etkin olma girişimleri sonuçsuz kalıyordu. Tüm bunlara Ankara – Şam ilişkisindeki iyileşmenin de eklenmesi, İran’ın Suriye’deki varlığını ve etkinliğini iyice zora sokabilirdi.

Bununla birlikte, Tahran ile Şam hâlâ müttefik. Türkiye gibi güçlü bir ülkenin Suriye Hükümeti’yle ilişkilerini işbirliği yönünde değiştirmesi, İran’ın Şam’daki etkisini sınırlar ama aynı zamanda bu durumun Tahran’ın Irak’tan Lübnan’a kadar kurduğu lojistik hat üzerinde olumsuz bir etkisi olmaz. Son birkaç aydır iç problemlerle uğraşan ancak 2023’ün ilk ayı itibariyle tekrar dikkatini Irak, Suriye, Ukrayna gibi yerlere çeviren İran, Suriye’de olup biten hiçbir şeye uzak durmak istemiyor.

Ankara – Şam diyaloğunun dışında kalmak İran için istenilir bir durum değil. Tersine sürece dahil olarak hem olup biteni görebilmek hem de Suriye’deki çıkarlarına zarar gelmeyecek yönlendirmeler yapmak istiyor.

Rusya ve Türkiye neden İran konusunda fikir değiştirdi?

Başta Rusya ve Türkiye, İran’ı sürece dahil etmeye sıcak bakmazken birkaç faktör bu tavrın değişmesine neden oldu. Öncelikle bölgedeki ABD etkisini azaltmanın yolu olabildiğince geniş bir işbirliği kurmaktan geçiyor. Rusya, Ukrayna’da ABD’yle karşı karşıya iken ve İran’dan da bu konuda destek alırken, İran’ı Suriye’de tamamen küstürebilecek bir pozisyonu uzun süre devam ettiremez.

İran’ın Halep’in batısı ve Deir ez Zor’da oynayabileceği rolü hafife almamak lazım. Halep’in batısı doğrudan İdlib ile bağlantılı. Hepimiz Ankara – Şam uzlaşmasının sonuçta bir ayağının İdlib’e uzanacağının farkındayız. Bu noktada İran çatışmanın tırmanmamasında da, bir operasyon gerçekleşmesi durumunda da farklı ama önemli roller oynayabilir.

Ancak bunun da ötesinde PYD’nin kendisini en rahatsız hissettiği bölge olan Deir ez Zor’da İran son derece güçlü. Hatta bu vilayetin büyük ölçüde İran ve ABD arasında etki sahalarına bölündüğü söylenebilir. Eğer uzun vadede Ankara-Şam-Moskova üçlüsü PYD’yi Suriye’nin kuzeydoğusunda köşeye sıkıştırmak istiyorsa İran’ın Deir ez Zor’daki varlığına ihtiyaç duyacaklardır. Fakat bu çok uzun vadeli bir değerlendirme.

Kısa vadede İran’ı, Türkiye ve Rusya açısından önemli kılan asıl faktör, Astana Süreci’ne başka bir boyut kazandırmak gibi görünüyor. Malum, Suriye’nin geleceğinin tayin edilmesinde Astana ve Cenevre, birisi Rusya’nın diğeri Batı ülkelerinin başını çektiği iki ayrı yola dönüştü.

2017 sonlarından beri Türkiye, Rusya ve İran, Astana Mutabakatı çerçevesinde Suriye’de zorlukla da olsa işleyen bir mekanizma kurdular. Bu mekanizma uzun vadeli bir siyasi çözüme zemin hazırlamaktan çok sahada askerî operasyonların koordinasyonuna ve üç devletin etki sahalarının belirlenmesine temel oluşturdu. Gelinen noktada İran’ın Ankara – Şam diyaloğuna dahil olmasının Astana Süreci çerçevesinde yeni bir içerik kazanması sadece tıkanan sürecin aşılması ya da hızlandırılmasına değil uzun vadede Suriye’nin geleceğinde çözüm odağının Batı ekseninden doğu eksenine kaymasına da işaret edecektir.

Türkiye bunu ne kadar ister diye sorabilirsiniz. Sonuçta, uzun yıllar boyunca Ankara – Şam rekabetinde Esad’ı destekleyen en temel iki güç Rusya ve İran’dı. Türkiye başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri ve Arap dünyasının önde gelen ülkelerinin çoğuyla paralel bir duruşa sahipti. Fakat PYD meselesi her şeyi kökten değiştirdi. Batı ülkelerinin açıkça PYD’nin yanında yer alması, Türkiye için Suriye’nin geleceğinde atacağı adımlar açısından yeni önceliklendirmeler yapmasına neden oldu. Türkiye, Batı’ya PYD meselesinin çözülmesi için başvurdukça aldığı yanıt PYD’den vazgeçilmemesi olurken, Rusya ve İran bu konuda daha işbirlikçi (elbette kendi çıkarları çerçevesinde) bir çizgi belirlediler.

Çin bu tabloya nasıl girebilir?

Son bir noktanın daha altını çizelim. Belki bugün için çok uzak bir ihtimal ve başka bir yazıda uzun uzun analiz edilmesi gerekiyor. Ancak Suriye’nin geleceğinin “doğu”da belirlenmesi bir başka aktörü daha bölgeye çekebilir: Çin.

Suriye bağlamında Çin şu ana kadar çok dar bir çerçevede tartışıldı. Bu çerçeve genellikle Doğu Türkistan’dan Suriye’ye gelen Uygurların Çin için uzun vadede güvenlik sorunu yaratmasıydı. Doğrusu 1.5 milyar nüfusu olan bir ülkede birkaç yüz silahlı militanının ne kadar tehdide neden olacağı tartışılır. Şu an için bu meseleye girmek istemiyorum. Fakat uzun vadede, Çin’in Suriye’de boy göstermesini sadece güvenlik mülahazaları çerçevesinde değerlendirmek yanlış olur.

Ocak 2022’de Suriye’nin Çin’in “bir kuşak bir yol” girişimine dahil olmak için bu ülkeyle yaptığı “uzlaşı belgesi”nden beri yeni şeyler gündeme gelmeye başladı.

Sözü uzatmayayım Suriye’de çatışma sona ererse ya da bir gün yeniden inşa süreci başladığında gerekli sermaye Akdeniz’e açılmak için her türlü fırsatı kollayan Çin’den gelirse şaşırtıcı olmamalı. Suriye’nin yeniden inşasının maliyeti yüz milyarlarca dolar tutacak. Irak ve Libya gibi doğal kaynak zengini bir ülke de değil. Dünyada bu çapta bir ekonomik projeyi zamana yayarak yürütmekle ilgilenebilecek az sayıda ülke bulunuyor. Ve bu ülkelerden birisi de Çin. Bunun İran’la ne alakası var demeyin. Suriye’nin “bir kuşak bir yol” projesine dahil olması İran Dışişleri Bakanı’nın Çin ziyaretinin iki gün sonrasında gerçekleşmişti. Yani İran’ın bu süreçteki etkisi tamamen ihmal edilebilecek bir boyutta değil. Neyse, biz konuyu tekrar daha geniş perspektife oturtalım.

Moskova’da Rusya’nın gözetiminde gerçekleşmesi beklenen buluşmanın Ocak ayında gerçekleşmemesi, Ankara – Şam diyalog sürecinin ertelendiği görüntüsüne neden oluyor. Fakat galiba gecikmenin asıl nedeni, Şam’ın itirazları ve Ankara’nın Suriye içi/uluslararası tepkiler nedeniyle ağırdan alması değil.

Süreç İran’ı da alacak şekilde genişlerken Suriye’nin geleceğinin belirlenmesinde ağırlıklı rolün batıdan doğuya kaydığı yeni bir içerik kazanıyor olabilir.

Elbette bu şekilde bir değerlendirmeyi erken bulabilirsiniz. Bununla birlikte Avrupa Ukrayna Savaşı’na odaklanmışken, Batı dünyası Türkiye’yi güvenlik ve dış politika endişelerinde yalnız bırakırken Suriye’deki sürecin yön değiştirmesi şaşırtıcı olmamalı. O yüzden “…durdu, yürümüyor, Türkiye adım atamıyor…” diye düşünürken Ankara-Şam diyaloğunun taktik bir uzlaşıdan stratejik bir anlaşmaya dönüştüğü bir süreçte bulunuyor olabiliriz. Bu sadece bir olasılık, ancak dikkate değer bir olasılık.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 6 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x