Avrupa’nın kaderi mi belirleniyor? Bu kaderde Türkiye’ye yer var mı?

Avrupa bir yol ayrımında. Rusya tehdidi ve enerji krizi gibi yaşamsal sorunlarla boğuşurken zorlanıyor; çevre ülkelerle daha çok işbirliğiyle ABD’den daha bağımsız bir Avrupa inşa etmek istiyor. Peki, burada Türkiye’ye yer var mı? Doç. Dr. Çiğdem Nas yazdı.

[one_fourth_last]İçinden geçtiğimiz dönemin tektonik olayları tüm siyasi aktörleri olduğu gibi Avrupa Birliği’ni (AB) de zorluyor. AB, ikiz dönüşümler olarak adlandırılan yeşil mutabakat ve dijitalleşme gündemlerini hayata geçirmekle meşguldü ama önce Covid 19 krizi, ardından Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla değişen jeopolitik ortam ve büyüyen enerji kriziyle yüzleşmek zorunda kaldı. Bütün bunlar, AB’nin acil önlemlere odaklanmasına yol açtı.

Yeni tehditler ve zorluklar karşısında “AB bütünlüğünü koruyabilecek mi?”, “Rusya’ya karşı sağlam durabilecek mi?” ve “yeşil mutabakat başta olmak üzere önceliklerine sadık kalabilecek mi?” soruları yeniden gündemi işgal etmeye başladı.

Yeni üye almamanın sonuçları

Son yıllarda AB’nin yeni üye alım süreci neredeyse durma noktasına gelmişti. Türkiye’nin katılım müzakereleri 2016’da açılan son fasıldan sonra 2018’de Konseyin aldığı karar ile fiilen durmuştu.

Diğer aday ülkeler olan Sırbistan ve Karadağ ile müzakereler açılmışken, Fransa başta olmak üzere Üye Devletlerin çoğu Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile üyelik müzakerelerini başlatmakta isteksiz davranıyordu. Bosna Hersek ve Kosova ise potansiyel aday ülkeler olarak anılırken, katılımları ile ilgili olarak gerçekçi bir perspektif bulunmuyordu.

AB’nin önceliği daha çok iç reformları gerçekleştirmek ve Polonya ve Macaristan’da olduğu gibi üye olduktan sonra AB için sorun yaratan ülkelerin sayısını artırmamak için gerçek anlamda hazır olmadan yeni üye almamaktı. Ancak bu durum AB üyeliği hedefini benimsemiş fakat AB tarafından teşvik görmeyen aday ülkelerin iç istikrarı ve reform süreci açısından sorunlar yaratıyordu.

AB’nin yeni üye ikilemi ve Avrupa ruhu

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi AB ve bölge için taşları yerinden oynattı. Saldırının başladığı 24 Şubat’tan 4 gün sonra Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski AB’ye üyelik başvurusunu sundu. Ukrayna’nın başvurusunu Rusya’nın saldırgan yayılmacılığından mağdur olmuş ülkeler olan Moldova ve Gürcistan’ın başvuruları izledi.

Ukrayna’nın Rusya’ya direnişine destek veren ve Rusya’ya sert yaptırımlar uygulayan AB özellikle Ukrayna’nın başvurusunu memnuniyetle kabul etti. Bununla birlikte hemen herkesin gördüğü bir gerçeklik de vardı. Bu ülkelerin kısa vadede AB üyesi olması imkânsızdı. Ayrıca Türkiye ve Batı Balkanlar gibi uzunca bir süredir AB’ye üye olmak için bekleyen ülkeler de durumdan hoşnutsuzluklarını belli ediyorlardı. AB üyelik sırasında Ukrayna ve diğerlerinin önlerine geçmesi ihtimalinden rahatsızdılar.

Bu durum AB için bir ikilem oluşturuyordu. Bir yandan ortak Avrupa ruhu ve bunun gereği olarak Rusya tehdidi ile karşı karşıya olan ülkelere moral ve materyal destek verme yükümlülüğü, öte yandan ise üyelik koşullarını gevşetmeme ve kriterleri yerine getirme zorunluluğu arasında sıkışan bir AB ile karşı karşıya kaldık.

Yani AB tarihi bir sorumluluğu yüklenirken kendi üzerine oturduğu temelleri aşındırma tehlikesi ile yüz yüze idi.

Macron ve Scholz’un Avrupa’nın geleceğine dair vizyonları

Bu ikilemden çıkış için ilk öneri Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 9 Mayıs Avrupa Günü’nde, bir yıl önce başlamış olan Avrupa’nın Geleceği Konferansı’nın kapanışında Avrupa Parlamentosunda yaptığı konuşmada kamuoyuna sunuldu.

Macron, SSCB’nin dağılmasından sonra eski Cumhurbaşkanlarından François Mitterand tarafından gündeme getirilen bir Avrupa Konfederasyonu oluşturma fikrine de atıfta bulunarak bu önerinin arkasındaki sorunun Ukrayna krizi ile birlikte tekrar gündeme geldiğini açıklıyordu:

“Avrupa’yı siyasi bakış açısından ve AB’den daha geniş bir kapsam içinde nasıl organize edebiliriz?” Macron bu soruya cevap vermenin tarihsel bir yükümlülük olduğunun altını çizerken, önerdiği Avrupa Siyasi Topluluğunun AB üyesi olmayan ama ortak Avrupa değerlerini paylaşan ülkelerin siyaset, güvenlik, enerji, ulaştırma, yatırım, altyapı, kişilerin serbest dolaşımı gibi alanlardaki işbirliğini geliştirmek için yeni bir alan yaratacağını ifade ediyordu. Bu Topluluğun AB katılım sürecinin alternatifi olmadığın vurgulayan Macron, AB’yi terk etmiş ülkelerin yani Birleşik Krallık’ın da katılımına açık olacağını belirtti.

Ardından 29 Ağustos’ta Almanya Şansölyesi Olaf Scholz Prag’da Charles Üniversites’inde Avrupa’nın Geleceğini ele aldığı bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında Scholz da daha geniş bir Avrupa vizyonuna değindi. Scholz Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın başvurularını desteklediğini belirtikten sonra, Macron’un Avrupa Siyasi Topluluğu önerisine değinerek, böyle bir forumun Avrupalı ülkeler arasında siyasi düzeyde tüm kıtayı ilgilendiren konularda düzenli görüşme ve işbirliğini sağlayacağını belirtti. Scholz bu girişimin AB genişlemesinin yerini almayacağını özelikle belirtti ve katılım sürecindeki aday ülkelere verdikleri sözün tutulması gerektiğini söyledi. 36 ülkeye ulaşmış bir Birlikle 21. Yüzyılın Avrupa vizyonunu ortaya koyan Scholz daha geniş bir AB için önce AB karar alma süreçleri ve kurumsal yapısında ciddi reformlara ihtiyaç olduğunu da sözlerine ekledi.

Prag Zirvesinden ne beklemeli?

AB’nin geleceği ve daha geniş bir Avrupa mimarisi ile ilgili görüş oluşturma ve harekete geçme ihtiyacı, 6 Ekim Prag Zirvesinin Avrupa Siyasi Topluluğunun ilk toplantısı olması sonucunu doğurdu. AB ülkelerinin yanında, aday ve potansiyel aday ülkeler ve Avrupa Ekonomik alanı içindeki ülkeler ile Avrupa Komşuluk alanı içinde yer alan Azerbaycan ve Ermenistan ile AB üyeliğinden ayrılmış olan Birleşik Krallık da dâhil olmak üzere 44 ülkenin Devlet veya hükümet Başkanının katıldığı Zirveden nasıl sonuçlar çıkacağı henüz net değil. Ancak Rusya’nın Ukrayna saldırısının yarattığı koşullarda Rusya ve Belarus’un davet edilmediği bu girişim, AB’nin ABD’den de ayrı olarak daha bağımsız ve etkin bir Avrupa oluşturma girişimi olarak görülebilir.

Avrupa sınırlarından değerlerine birçok konu gündemde

AB Bakanlar Konseyi Dönem Başkanlığını yürüten Çekya’nın AB Bakanına göre Avrupa’nın sınırlarının tartışılacağı gibi Avrupa’yı Avrupa yapan ortak değerler ve bunların bu zirveye katılan tüm ülkelerce paylaşılıp paylaşılmadığı da sorgulanacak.

Zirveye Birleşik Krallık’ın da katılacak olması, Brexit sürecinde oldukça gerginleşen ilişkilerin daha yapıcı bir yöne dönmesine yol açabilir. Nitekim Zirveye katılmaya karar veren yeni Başbakan Liz Truss 6 ay sonra gerçekleşmesi öngörülen ikinci toplantıya ev sahipliği yapmayı önererek AB’den çıkmanın Avrupa’dan uzaklaşmak anlamına gelmeyeceği mesajını da vermiş oldu.

Daha geniş bir Avrupa

Avrupa Siyasi Topluluğu girişimi, Rusya’nın yarattığı Avrupa güvenliğine yönelik tehdit ortamında, liberal düzene meydan okumasına karşılık olarak AB’nin daha geniş Avrupa mimarisi vizyonunu ortaya koyuyor.

Bunun yanında, henüz AB üyesi olamayan çevredeki ülkelere bir ara formül sunma çabası olarak nitelendirilebilir. Geniş Avrupa’da işbirliği ve diyalog imkânlarını artırmaya yarayacak olan bu girişim, söz konusu ülkelerin AB üyeliği isteklerini ise gideremeyecek, olsa olsa biraz daha sabretmeleri için bir ara istasyon görevi görecektir.

AB kendi iç bütünlüğünü de sağlamak için üyelik kriterlerinde katı olmaya devam edecek ve bir sonraki genişlemeden önce, kendi iç sorunlarını reform yoluyla çözmenin yollarını araştıracaktır.

Avrupa Siyasi Topluluğu bu süreçte AB ve AB dışı Avrupa’yı bir araya getirerek, güvenlik, enerji, ulaştırma ve altyapı gibi ortak meseleleri çözmekte önemli bir işlev görebilir ve eğer başarılı olursa, AB üyeliği için gerekli hazırlıkları yapmakta aday ülkelere motivasyon ve destek sağlayabilir. Ancak bunun mümkün olabilmesi için AB’nin genişleme politikasında tutarlı olması ve aday ülkelerin Avrupa Siyasi Topluluğunu bir teselli ödülü olarak görmesinin önüne geçilmesi gerekir.

Türkiye Açısından Çıkarımlar

Macron’un Avrupa Siyasi Topluluğu fikrini ortaya attığı konuşmasında ve Scholz’un Prag konuşmasında Türkiye’den söz etmediklerine dikkat çekmek gerek. Ancak Prag zirvesi öncesinde Türkiye’nin de davet edilmesine karar verilerek, ülkemizin bu süreçten dışlanması engellenmiş oldu. Kuşkusuz ki bunda AB Konseyi Başkanı Michel ve Çekya Başbakanı Fiala gibi isimlerin yanında, Dışişleri Bakanlığımızın çabalarının da büyük etkisi oldu. 1965’ten beri Türkiye’nin AB entegrasyonu hedefi için çaba gösteren düşünce kuruluşu İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) de konuyla ilgili duyuruda bulunarak Türkiye’nin Prag Zirvesine davet edilerek sürece dâhil edilmesi yönünde çağrılarda bulundu. Sonuçta Türkiye’nin davet edilmesi önem taşıyor ancak bunun AB üyelik sürecinin canlandırılmasına vesile olacağını beklememek gerekiyor.

Türkiye yeni Avrupa güvenlik mimarisinde önemli konuma sahip bir ülke olmaya devam ederken, aynı zamanda Avrupa’nın başta enerji, iklim, göç gibi sorunlarında da kilit rol oynuyor. Bu yüzden AB açısından önemini korusa da, üyelik perspektifinin canlandırılması aşamasından henüz çok uzağız. AB genişleme sürecine Türkiye gibi iddialı bir dosyayı dâhil etmekten kaçınacaktır. Ayrıca Kıbrıs meselesi ve Yunanistan ile son dönemde ayyuka çıkan sorunlar da engel oluşturmaya devam ediyor.

Türkiye’nin söylemsel ve eylemsel olarak AB sürecinden uzaklaşması, daha çok AB’nin kendini ayrıştırdığı ülkeler ile birlikte anılıyor olması ise AB’ye yakınlaşma hedefi için fayda sağlamıyor.

Bunun yanında, dijital gündem ve Yeşil Mutabakat ile somutlaşan ekonomik ve sosyal dönüşüm süreci, Türkiye ve AB’nin işbirliği konularını ve ihtiyacını artırıyor. Bu açıdan bakıldığında, üyelik sürecinin canlanması ihtimalinin henüz muğlak olduğu mevcut koşullar altında, AB ve Türkiye’nin Avrupa Siyasi Topluluğu çatısı altında işbirliği ve diyaloğu artırması ve altı ayda bir yapılması öngörülen Zirvelerde en üst düzeyde diyalog ve etkileşim imkânının bulunması önem taşıyor.

Her şeyden önemlisi ise Türkiye’nin tüm kurumları, sivil toplumu, akademisi ve iş dünyası ile Avrupa’nın bir parçası olduğunun ve Avrupa’nın geleceğinde söz sahibi olabilmesinin Avrupa değerlerini içine sindirmesine bağlı olduğunun bilincinde olarak, bu yöndeki çabalarını artırmasında saklı.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 7 Ekim 2022’de yayımlanmıştır.

Çiğdem Nas
Çiğdem Nas
Doç. Dr. Çiğdem Nas, İktisadi Kalkınma Vakfı Genel Sekreteri ve Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim görevlisi. 1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünü tamamladı, daha sonra London School of Economics'de Avrupa Sosyal Politikası alanında yüksek lisans ve Marmara Üniversitesi AB Enstitüsü'nde AB siyaseti ve Uluslararası İlişkiler alanında doktora yaptı. Akademik ilgi alanları arasında Avrupa birliği, AB-Türkiye ilişkileri, Avrupa siyaseti ve demokratikleşme konuları bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Avrupa’nın kaderi mi belirleniyor? Bu kaderde Türkiye’ye yer var mı?

Avrupa bir yol ayrımında. Rusya tehdidi ve enerji krizi gibi yaşamsal sorunlarla boğuşurken zorlanıyor; çevre ülkelerle daha çok işbirliğiyle ABD’den daha bağımsız bir Avrupa inşa etmek istiyor. Peki, burada Türkiye’ye yer var mı? Doç. Dr. Çiğdem Nas yazdı.

[one_fourth_last]İçinden geçtiğimiz dönemin tektonik olayları tüm siyasi aktörleri olduğu gibi Avrupa Birliği’ni (AB) de zorluyor. AB, ikiz dönüşümler olarak adlandırılan yeşil mutabakat ve dijitalleşme gündemlerini hayata geçirmekle meşguldü ama önce Covid 19 krizi, ardından Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla değişen jeopolitik ortam ve büyüyen enerji kriziyle yüzleşmek zorunda kaldı. Bütün bunlar, AB’nin acil önlemlere odaklanmasına yol açtı.

Yeni tehditler ve zorluklar karşısında “AB bütünlüğünü koruyabilecek mi?”, “Rusya’ya karşı sağlam durabilecek mi?” ve “yeşil mutabakat başta olmak üzere önceliklerine sadık kalabilecek mi?” soruları yeniden gündemi işgal etmeye başladı.

Yeni üye almamanın sonuçları

Son yıllarda AB’nin yeni üye alım süreci neredeyse durma noktasına gelmişti. Türkiye’nin katılım müzakereleri 2016’da açılan son fasıldan sonra 2018’de Konseyin aldığı karar ile fiilen durmuştu.

Diğer aday ülkeler olan Sırbistan ve Karadağ ile müzakereler açılmışken, Fransa başta olmak üzere Üye Devletlerin çoğu Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile üyelik müzakerelerini başlatmakta isteksiz davranıyordu. Bosna Hersek ve Kosova ise potansiyel aday ülkeler olarak anılırken, katılımları ile ilgili olarak gerçekçi bir perspektif bulunmuyordu.

AB’nin önceliği daha çok iç reformları gerçekleştirmek ve Polonya ve Macaristan’da olduğu gibi üye olduktan sonra AB için sorun yaratan ülkelerin sayısını artırmamak için gerçek anlamda hazır olmadan yeni üye almamaktı. Ancak bu durum AB üyeliği hedefini benimsemiş fakat AB tarafından teşvik görmeyen aday ülkelerin iç istikrarı ve reform süreci açısından sorunlar yaratıyordu.

AB’nin yeni üye ikilemi ve Avrupa ruhu

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi AB ve bölge için taşları yerinden oynattı. Saldırının başladığı 24 Şubat’tan 4 gün sonra Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski AB’ye üyelik başvurusunu sundu. Ukrayna’nın başvurusunu Rusya’nın saldırgan yayılmacılığından mağdur olmuş ülkeler olan Moldova ve Gürcistan’ın başvuruları izledi.

Ukrayna’nın Rusya’ya direnişine destek veren ve Rusya’ya sert yaptırımlar uygulayan AB özellikle Ukrayna’nın başvurusunu memnuniyetle kabul etti. Bununla birlikte hemen herkesin gördüğü bir gerçeklik de vardı. Bu ülkelerin kısa vadede AB üyesi olması imkânsızdı. Ayrıca Türkiye ve Batı Balkanlar gibi uzunca bir süredir AB’ye üye olmak için bekleyen ülkeler de durumdan hoşnutsuzluklarını belli ediyorlardı. AB üyelik sırasında Ukrayna ve diğerlerinin önlerine geçmesi ihtimalinden rahatsızdılar.

Bu durum AB için bir ikilem oluşturuyordu. Bir yandan ortak Avrupa ruhu ve bunun gereği olarak Rusya tehdidi ile karşı karşıya olan ülkelere moral ve materyal destek verme yükümlülüğü, öte yandan ise üyelik koşullarını gevşetmeme ve kriterleri yerine getirme zorunluluğu arasında sıkışan bir AB ile karşı karşıya kaldık.

Yani AB tarihi bir sorumluluğu yüklenirken kendi üzerine oturduğu temelleri aşındırma tehlikesi ile yüz yüze idi.

Macron ve Scholz’un Avrupa’nın geleceğine dair vizyonları

Bu ikilemden çıkış için ilk öneri Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 9 Mayıs Avrupa Günü’nde, bir yıl önce başlamış olan Avrupa’nın Geleceği Konferansı’nın kapanışında Avrupa Parlamentosunda yaptığı konuşmada kamuoyuna sunuldu.

Macron, SSCB’nin dağılmasından sonra eski Cumhurbaşkanlarından François Mitterand tarafından gündeme getirilen bir Avrupa Konfederasyonu oluşturma fikrine de atıfta bulunarak bu önerinin arkasındaki sorunun Ukrayna krizi ile birlikte tekrar gündeme geldiğini açıklıyordu:

“Avrupa’yı siyasi bakış açısından ve AB’den daha geniş bir kapsam içinde nasıl organize edebiliriz?” Macron bu soruya cevap vermenin tarihsel bir yükümlülük olduğunun altını çizerken, önerdiği Avrupa Siyasi Topluluğunun AB üyesi olmayan ama ortak Avrupa değerlerini paylaşan ülkelerin siyaset, güvenlik, enerji, ulaştırma, yatırım, altyapı, kişilerin serbest dolaşımı gibi alanlardaki işbirliğini geliştirmek için yeni bir alan yaratacağını ifade ediyordu. Bu Topluluğun AB katılım sürecinin alternatifi olmadığın vurgulayan Macron, AB’yi terk etmiş ülkelerin yani Birleşik Krallık’ın da katılımına açık olacağını belirtti.

Ardından 29 Ağustos’ta Almanya Şansölyesi Olaf Scholz Prag’da Charles Üniversites’inde Avrupa’nın Geleceğini ele aldığı bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında Scholz da daha geniş bir Avrupa vizyonuna değindi. Scholz Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın başvurularını desteklediğini belirtikten sonra, Macron’un Avrupa Siyasi Topluluğu önerisine değinerek, böyle bir forumun Avrupalı ülkeler arasında siyasi düzeyde tüm kıtayı ilgilendiren konularda düzenli görüşme ve işbirliğini sağlayacağını belirtti. Scholz bu girişimin AB genişlemesinin yerini almayacağını özelikle belirtti ve katılım sürecindeki aday ülkelere verdikleri sözün tutulması gerektiğini söyledi. 36 ülkeye ulaşmış bir Birlikle 21. Yüzyılın Avrupa vizyonunu ortaya koyan Scholz daha geniş bir AB için önce AB karar alma süreçleri ve kurumsal yapısında ciddi reformlara ihtiyaç olduğunu da sözlerine ekledi.

Prag Zirvesinden ne beklemeli?

AB’nin geleceği ve daha geniş bir Avrupa mimarisi ile ilgili görüş oluşturma ve harekete geçme ihtiyacı, 6 Ekim Prag Zirvesinin Avrupa Siyasi Topluluğunun ilk toplantısı olması sonucunu doğurdu. AB ülkelerinin yanında, aday ve potansiyel aday ülkeler ve Avrupa Ekonomik alanı içindeki ülkeler ile Avrupa Komşuluk alanı içinde yer alan Azerbaycan ve Ermenistan ile AB üyeliğinden ayrılmış olan Birleşik Krallık da dâhil olmak üzere 44 ülkenin Devlet veya hükümet Başkanının katıldığı Zirveden nasıl sonuçlar çıkacağı henüz net değil. Ancak Rusya’nın Ukrayna saldırısının yarattığı koşullarda Rusya ve Belarus’un davet edilmediği bu girişim, AB’nin ABD’den de ayrı olarak daha bağımsız ve etkin bir Avrupa oluşturma girişimi olarak görülebilir.

Avrupa sınırlarından değerlerine birçok konu gündemde

AB Bakanlar Konseyi Dönem Başkanlığını yürüten Çekya’nın AB Bakanına göre Avrupa’nın sınırlarının tartışılacağı gibi Avrupa’yı Avrupa yapan ortak değerler ve bunların bu zirveye katılan tüm ülkelerce paylaşılıp paylaşılmadığı da sorgulanacak.

Zirveye Birleşik Krallık’ın da katılacak olması, Brexit sürecinde oldukça gerginleşen ilişkilerin daha yapıcı bir yöne dönmesine yol açabilir. Nitekim Zirveye katılmaya karar veren yeni Başbakan Liz Truss 6 ay sonra gerçekleşmesi öngörülen ikinci toplantıya ev sahipliği yapmayı önererek AB’den çıkmanın Avrupa’dan uzaklaşmak anlamına gelmeyeceği mesajını da vermiş oldu.

Daha geniş bir Avrupa

Avrupa Siyasi Topluluğu girişimi, Rusya’nın yarattığı Avrupa güvenliğine yönelik tehdit ortamında, liberal düzene meydan okumasına karşılık olarak AB’nin daha geniş Avrupa mimarisi vizyonunu ortaya koyuyor.

Bunun yanında, henüz AB üyesi olamayan çevredeki ülkelere bir ara formül sunma çabası olarak nitelendirilebilir. Geniş Avrupa’da işbirliği ve diyalog imkânlarını artırmaya yarayacak olan bu girişim, söz konusu ülkelerin AB üyeliği isteklerini ise gideremeyecek, olsa olsa biraz daha sabretmeleri için bir ara istasyon görevi görecektir.

AB kendi iç bütünlüğünü de sağlamak için üyelik kriterlerinde katı olmaya devam edecek ve bir sonraki genişlemeden önce, kendi iç sorunlarını reform yoluyla çözmenin yollarını araştıracaktır.

Avrupa Siyasi Topluluğu bu süreçte AB ve AB dışı Avrupa’yı bir araya getirerek, güvenlik, enerji, ulaştırma ve altyapı gibi ortak meseleleri çözmekte önemli bir işlev görebilir ve eğer başarılı olursa, AB üyeliği için gerekli hazırlıkları yapmakta aday ülkelere motivasyon ve destek sağlayabilir. Ancak bunun mümkün olabilmesi için AB’nin genişleme politikasında tutarlı olması ve aday ülkelerin Avrupa Siyasi Topluluğunu bir teselli ödülü olarak görmesinin önüne geçilmesi gerekir.

Türkiye Açısından Çıkarımlar

Macron’un Avrupa Siyasi Topluluğu fikrini ortaya attığı konuşmasında ve Scholz’un Prag konuşmasında Türkiye’den söz etmediklerine dikkat çekmek gerek. Ancak Prag zirvesi öncesinde Türkiye’nin de davet edilmesine karar verilerek, ülkemizin bu süreçten dışlanması engellenmiş oldu. Kuşkusuz ki bunda AB Konseyi Başkanı Michel ve Çekya Başbakanı Fiala gibi isimlerin yanında, Dışişleri Bakanlığımızın çabalarının da büyük etkisi oldu. 1965’ten beri Türkiye’nin AB entegrasyonu hedefi için çaba gösteren düşünce kuruluşu İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) de konuyla ilgili duyuruda bulunarak Türkiye’nin Prag Zirvesine davet edilerek sürece dâhil edilmesi yönünde çağrılarda bulundu. Sonuçta Türkiye’nin davet edilmesi önem taşıyor ancak bunun AB üyelik sürecinin canlandırılmasına vesile olacağını beklememek gerekiyor.

Türkiye yeni Avrupa güvenlik mimarisinde önemli konuma sahip bir ülke olmaya devam ederken, aynı zamanda Avrupa’nın başta enerji, iklim, göç gibi sorunlarında da kilit rol oynuyor. Bu yüzden AB açısından önemini korusa da, üyelik perspektifinin canlandırılması aşamasından henüz çok uzağız. AB genişleme sürecine Türkiye gibi iddialı bir dosyayı dâhil etmekten kaçınacaktır. Ayrıca Kıbrıs meselesi ve Yunanistan ile son dönemde ayyuka çıkan sorunlar da engel oluşturmaya devam ediyor.

Türkiye’nin söylemsel ve eylemsel olarak AB sürecinden uzaklaşması, daha çok AB’nin kendini ayrıştırdığı ülkeler ile birlikte anılıyor olması ise AB’ye yakınlaşma hedefi için fayda sağlamıyor.

Bunun yanında, dijital gündem ve Yeşil Mutabakat ile somutlaşan ekonomik ve sosyal dönüşüm süreci, Türkiye ve AB’nin işbirliği konularını ve ihtiyacını artırıyor. Bu açıdan bakıldığında, üyelik sürecinin canlanması ihtimalinin henüz muğlak olduğu mevcut koşullar altında, AB ve Türkiye’nin Avrupa Siyasi Topluluğu çatısı altında işbirliği ve diyaloğu artırması ve altı ayda bir yapılması öngörülen Zirvelerde en üst düzeyde diyalog ve etkileşim imkânının bulunması önem taşıyor.

Her şeyden önemlisi ise Türkiye’nin tüm kurumları, sivil toplumu, akademisi ve iş dünyası ile Avrupa’nın bir parçası olduğunun ve Avrupa’nın geleceğinde söz sahibi olabilmesinin Avrupa değerlerini içine sindirmesine bağlı olduğunun bilincinde olarak, bu yöndeki çabalarını artırmasında saklı.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 7 Ekim 2022’de yayımlanmıştır.

Çiğdem Nas
Çiğdem Nas
Doç. Dr. Çiğdem Nas, İktisadi Kalkınma Vakfı Genel Sekreteri ve Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim görevlisi. 1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünü tamamladı, daha sonra London School of Economics'de Avrupa Sosyal Politikası alanında yüksek lisans ve Marmara Üniversitesi AB Enstitüsü'nde AB siyaseti ve Uluslararası İlişkiler alanında doktora yaptı. Akademik ilgi alanları arasında Avrupa birliği, AB-Türkiye ilişkileri, Avrupa siyaseti ve demokratikleşme konuları bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x