Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarında uluslararası dengeler değişiyor

Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarında bu sefer farklı olan ne? Geçmişteki barış girişimleri neden kalıcı sonuç vermedi? Çatışmalar Kafkasya’nın yeni denkleminde nasıl sonuçlanabilir? Rusya ve İran neden ve nasıl tavır değiştiriyor? Prof. Dr. Mitat Çelikpala yazdı.

Kafkasya’nın dondurulmuş anlaşmazlıkları arasında en hassas ve tehlikelisi olarak nitelenebilecek olan Dağlık (Yukarı) Karabağ’ın ve Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarının durumu, karşılıklı çatışmaların kapsamlı bir askerî harekâta dönüşmesiyle birlikte yeniden dünyanın gündemine oturdu.

Cephe hattında uzunca bir süreden bu yana neredeyse gündelik olarak yaşanan ateşkes ihlalleri 26-27 Eylül’de yerini ilk önce genişleyen çatışmalara, sonrasında da Azerbaycan’ın kapsamlı askerî harekâtına bıraktı. Azerbaycan kuvvetleri yaklaşık 200 kilometrelik bir cephe hattında silahlı insansız hava araçları, top ve roket atışlarıyla karşı tarafı büyük bir baskı altına almış durumda. Gelişmelerin ilk haftasında yaşanan hareketlilik sonrasında Ermenistan tarafında ateşkes çağrısının yanı sıra Türkiye ve Azerbaycan’a yönelik suçlamalar artarak devam ediyor. Azerbaycan tarafında ise bir yandan en üst düzeyde “30 yıl daha bekleyecek sabrımız ve vaktimiz yok” açıklaması yapılırken, diğer yandan son Ermeni askeri işgal bölgesini terk edene kadar harekâtın genişleyerek devam edeceği yönünde kararlı mesajlar veriliyor.

Uluslararası toplum tarafları her zaman olduğu gibi yeniden ateşkese ve masa başında görüşmelere davet ediyor. Konuyla yakından ilgili bölgesel unsurlar olarak görülen Türkiye, Rusya ve İran’ın tavrı da dikkatlice gözlemlenip değerlendiriliyor.

Çatışmaların bölgesel unsurları da içine çekecek bir savaşa dönüşmesi ise en istenilmeyen gelişme olarak karşımızda duruyor. Yaşanan çatışmaların, son 30 yıllık tarihi ve bölgesel stratejik gelişmelerin bu süreçte geçirdiği dönüşüm dikkatlice değerlendirilmeden konunun ve bugün yaşananların doğru bir biçimde anlaşılması ise mümkün değil.

Sovyet mirasının en tehlikelisi: Dağlık Karabağ sorunu

Bir sorun olarak Dağlık Karabağ, Sovyetler Birliği’nin Kafkasya’ya miras olarak bıraktığı toprak anlaşmazlıklarının en büyüğü ve tehlikelisi olarak kabul edilebilir.

Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölge olan yaklaşık 4,400 kilometrekarelik Karabağ, Stalin’e atfedilen demografik ve siyasi ‘böl ve yönet’ politikalarına yoğun biçimde maruz bırakıldı. Nüfus yapısıyla oynanan bölge halkı sürekli bir istikrarsızlığın esiri haline getirildi.

Azerbaycan ve Ermenistan’ın Ağustos 1991’deki bağımsızlık ilanları öncesinde Karabağ’da başlayan yerel küçük çaplı çatışmalar, bağımsızlık ilanları sonrasında, 12 Mayıs 1994’te Bişkek’te imzalanan ateşkese kadar geçen sürede topyekûn savaşa dönüştü. Sovyet desteğini arkasına alan Ermeni güçlerinin Dağlık Karabağ’ın yanı sıra Karabağ’ı çevreleyen Laçin, Hocavend, Kelbecer, Ağdere, Ağdam, Cebrayil, Fuzuli, Gubadlı ve Zengilan gibi Azerbaycan topraklarını da işgal altına almasıyla neticelendi.

İşgalin yarattığı insani trajedi çarpıcıdır. Dağlık Karabağ’da yaşayan 500 binin üzerindeki Azerbaycan vatandaşının yanı sıra Ermenistan’da yaşamlarını sürdüren yaklaşık 220 bin Türk evlerini terk etmek zorunda bırakıldı. Azerbaycan’dan ayrılarak Ermenistan’a gitmek durumunda kalan Ermeni nüfusun ise 200 binin üzerinde olduğu tahmin edilmekte.

Barış Çabaları, Minsk Grubu ve başarısızlığın nedenleri

Dağlık Karabağ meselesi, Batılı aktörlerin çözüm için müdahil oldukları ve kısa sürede başarılı olacaklarını düşündükleri ilk büyük anlaşmazlıktır. Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ı işgal etmesiyle başlayan krizde taraflar arasında arabuluculuk görevi yürüterek nihai ve barışçıl bir çözüm sağlanması amacıyla Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatınca 1994’te AGİT Minsk Grubu kuruldu. Minsk Grubunun eş başkanlıklarını 1997’den bu yana ABD, Fransa ve Rusya yürütüyor. Daimî üye ülkeler ise Azerbaycan ve Ermenistan’ın yanı sıra Belarus, Almanya, İtalya, İsveç, Finlandiya ve Türkiye. Daimî üyelerin varlığına rağmen süreci eş başkanların yürüttüğü belirtilmelidir.

Görüldüğü üzere süreç başından beri uluslararası bir nitelik taşıyor. Kurulduğu dönemde grubun hızlı bir görüşme süreci yürüterek etkin bir çözümle kısa sürede görevini başarıyla tamamlayacağına inanılırken aradan geçen 30 yılda üretilen 4 plan ve yüzlerce görüşmeye rağmen taraflarca kabul gören ve uygulamaya geçirilebilen herhangi bir sonuca ulaşılamadı.

Başarısızlığın ve çözümsüzlüğün başlıca nedeni Ermeni tarafının, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, BM Güvenlik Konseyi ve Avrupa Konseyi’nin çeşitli kararlarına rağmen Dağlık Karabağ’ın uluslararası toplumca da kabul edilen siyasi statüsünü tanımamak istememesidir.

Taraflara Minsk Grubu tarafından sunulan ve Madrid Prensipleri olarak da bilinen son plan 2007 tarihli. Bütüncül bir paketten ziyade aşamalı bir öneri olarak gündeme gelen plana göre Dağlık Karabağ çevresindeki işgal edilmiş toprakların bir an önce Azerbaycan’a teslim edilmesi, Dağlık Karabağ’a ara bir statü verilerek nihai statü için görüşmelere başlanması, Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasındaki koridorun açılması, yerlerinden edilmiş kişilerin topraklarına dönmesi ve AGİT tarafından bölgeye barış gücü gönderilmesi öngörülüyordu.

Azerbaycan Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesini talep ederken Ermenistan, Dağlık Karabağ’a kendi kaderini tayin edeceği bir statü sağlanmaması halinde bunu yapmayacağını duyurdu.

Sonuçta, iki taraf bugüne kadar anlaşmaya varamadı. Özetle, Dağlık Karabağ’ın nihai statüsü konusunda tıkanan bu plan sonrasında Minsk grubunun sessizliğe gömüldüğü iddia edilebilir. Konuşulacak tüm konuların konuşulduğu, tarafların pozisyonlarını birbirlerine ve uluslararası topluma ilettiği bir ortamda yapılacak bir şey kalmadığı algısı tarafları kendi hallerine bırakmış oldu.

Bu şartlar altında tarafların neredeyse son 10 yıldır sessizce fiili durumu idare ettikleri söylenebilir. Ermenistan’ın tercih ettiği bu fiili durumun Azerbaycan tarafından kabul edilmediği ve son 10 yılın gelişmelerinin tarafları bugün karşı karşıya bulunduğumuz duruma taşıdığı görülüyor.

Son gelişmelerin arka planı ve farkı

Taraflar arasında barışçıl çözüm ümidinin kalmadığı bu şartlar altında son 10 yılda yaşanan gelişmelere bir göz atıldığında sürecin bugün yaşananların altyapısını hazırladığı belirtilebilir. Bu süreç zarfında Ermenistan iç siyasi çekişmeler, yolsuzluk ve ekonomik sorunlarla boğuşan istikrarsız bir görüntü sergilerken Azerbaycan özellikle petrol ve doğal gaz satışından elde edilen gelirle zenginleşerek ülkenin altyapısını geliştirdi.

Azerbaycan’ın artan ekonomik geliri, askerî altyapının gelişmesini ve savunma sanayine kaynak ayrılarak güçlü bir savunma sistemi ve ordunun kurulmasını sağladı. Son 10 yılın askerî harcamalarına bakıldığında Azerbaycan’ın yaklaşık 20 milyar dolarlık askerî harcamasının Ermenistan’ın harcamalarının yaklaşık 4 katı olduğu görülüyor. Askerî alanda Rusya’nın yanı sıra başta İsrail, Türkiye ve Ukrayna gibi ülkelerle yapılan anlaşmalar Azerbaycan’ın kapasitesini geliştirirken askerî yeteneklerini de artırdı. Bu yatırımların neticesi olarak cephe hattında karşılıklı çatışmaların artarak şiddetlendiği bir 10 yıl söz konusu.

Bu süreçte, her seferinde birkaç gün süren ve gerilimi tırmandıran çatışmalar sonrası, yeniden 20 yılı aşkın süredir devam eden mevcut duruma dönüldü. Bu durum uluslararası toplumun iki taraf arasındaki fiili durumu kanıksaması ve çatışmaların artan şiddet ve düzeyine gereken önemi vermemesinin de nedeni olarak kabul edilebilir.

26-27 Eylül’de başlayan çatışmalar ise yeni bir dönemi işaret ediyor. Gelişmeler karşısında iki tarafta da sokağa çıkma yasakları ve seferberlik ilan edilmesi, yoğun askeri yığınak yapılması, kamuoylarının harekete geçirilmesi, Ermenistan’ın cephe hattı ve gerisinde son 20 yılda oluşturduğu savunma hattı ve altyapısı ile Azerbaycan harekâtının hızla genişlemesi gibi birçok emare gerginliğin daha da tırmanacağına işaret ediyor.

Gelişmeler ve Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin yürüttüğü harekâtın nitelikleri, Bakü’nün, özellikle Nisan 2016 çatışmalarında elde edilen taktik başarıya bağlı olarak işgal altındaki toprakların geri alınması için askeri seçeneğin kullanılmasını daha gerçekçi bir yöntem olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

Yeni Kafkasya denklemi

Bu aşamada sürecin ne şekilde evrileceği konuyla yakından ilgili aktörlerin yaklaşımlarıyla yakından ilintili. Bu bağlamda bölgede ağırlığı hissedilen öncelikli iki aktör olarak karşımıza Rusya ve Türkiye çıkıyor. Zaman zaman bu ikili arasında Suriye’den Libya’ya uzanan geniş bir alanda vekâlet savaşlarının yaşandığı, Kafkasya’nın da bunun yeni alanı olduğu iddia edilse de ikilinin son dönemde birçok konuda çözümler üretebildiği görülüyor.

Gelişmeler karşısında Türkiye’nin tavrı belki de 1990’ların başından bugüne ilk defa bu kadar net ve yüksek perdeden dile getirildi. Dışişleri Bakanlığından yapılan “Ermenistan’ın saldırganlığını örtme çabasının uluslararası camia tarafından da hiçbir şekilde kabul görmemesini temenni ediyoruz. Türkiye, toprak bütünlüğünü koruma mücadelesinde tüm imkânlarıyla Azerbaycan’ın yanında yer almaya devam edecektir.” şeklindeki açıklamaya ek olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bölgede Dağlık Karabağ’ın işgaliyle başlayan krize artık bir son verilmelidir. İşgale uğrayan topraklar Azerbaycan toprakları. ‘Artık hesap vakti geldi’ diyen Azerbaycan kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda kalmıştır.” ifadelerini kullandı. Türkiye’nin bu tavrının hukuki zemini 6 Ağustos 2010 tarihli Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının 2. maddesi.

Bu madde taraflardan birinin, bir üçüncü ülke veya bir grup ülke tarafından silahlı saldırı veya askeri tecavüze maruz kalması halinde tarafların BM Şartının 51. maddesinin tanıdığı bireysel veya ortak meşru savunma hakkının hayata geçirilmesi için askeri imkân ve kabiliyetlerinin kullanılması da dâhil mevcut olanakları çerçevesinde gerekli bütün önlemlerin alınması amacıyla birbirine karşılıklı yardımda bulunmak hususunda mutabık kaldıklarını ifade ediyor.

Bunun ötesinde Türkiye, son 10 yılda Gürcistan’ın da katılımıyla kurduğu üçlü iş birliği mekanizmasıyla Kafkasya’da enerjiden ticarete, kültürel işbirliğinden askerî dayanışmaya birçok adım atmış durumda. Son dönemde gündeme gelen Orta Koridor ile Çin’den Avrupa’ya uzanan demir-deniz-kara yolu ağlarını içeren bir ticaret koridoru oluşturuluyor. Bunun sonucunda Ermenistan gittikçe yalnızlaşırken yeni bir Kafkasya denklemi ortaya çıkıyor. Bu denklem Rusya’ya ve barışçıl politikalara dönerek işgal etiği toprakları boşaltması halinde Ermenistan’ın katılımına da açık. Ama şu ana kadar bu çağrının Erivan tarafından anlaşılmadığı görülüyor.

Rusya’nın sessizliği

Türkiye’nin bu şekilde net bir pozisyon alması karşısında Ermenistan’ın geleneksel müttefiki Rusya’nın sessizliğini sürdürmesi ise dikkatlerden kaçmadı. Dışişleri Bakanı Lavrov’un her iki liderle de görüştüğü ve ateşkes görüşmeleri için Moskova’ya davet ettiği açıklansa da Rusya’nın konuya hızla müdahil olmaması kafalarda birçok soru işaretini yarattı.

Rusya’nın Erivan’dan bıkmış olduğu, Paşinyan’ı cezalandırmak istediği, Rusya’ya yakın bir siyasi iktidar tesis etmeye çalıştığı ya da Kafkasya’da yeni şekillenen dengeleri gözeterek makas değiştirdiği yönünde birçok değerlendirme söz konusu. Azerbaycan’ın da Rusya ile yakın ve dengeli ilişkileri dikkate alındığında Moskova’nın statükonun değişiminin zamanın geldiğine kanaat getirdiği ve bu çerçevede yeni bir pozisyon aldığı da iddia edilebilir.

İran da tavır değişikliğine gidiyor

Bu ikilinin yanı sıra yine bölgesel bir aktör olarak nitelenen İran da denklem içinde görülmesi gereken bir unsur. Bölgesel gelişmelerde adı sıklıkla Ermenistan ve Rusya’nın yanında yer alan İran Rusya’yı izleyerek Erivan’a daha mesafeli bir tutum sergiliyor. Nitekim İran’dan Ermenistan’a askeri malzeme ve mühimmat gönderildiği yönündeki iddialar İran dışişleri bakanlığınca yapılan bir açıklama ile reddedildi. Bu da bir ilk olarak dikkatleri çekti. Önceki dönemlerde İran’ın bu türde iddialar karşısında sessiz kaldığı görülürdü.

Seçim süreci ve iç dalgalanmalarla boğuşan ABD konuya ve gelişmelere uzakta dururken, Minsk grubunun diğer üyesi Fransa’nın AB adına sesini yükseltmeye çalıştığı görülüyor.

Gelişmeleri yakından izleyen Fransa’nın değerlendirmelerin odağına son dönemde Doğu Akdeniz’de Kıbrıs, Yunanistan ve Libya gibi konularda rekabet içerisinde yer aldığı Türkiye’yi yerleştirmesi ise farklı bir günde yaratma olarak görülebilir.

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Türkiye’den yapılan açıklamaları “tehlikeli ve münasebetsiz” olarak nitelendirirken, Karabağ sorununun çözümüne yönelik olarak somut bir teklif geliştirememesi Kafkasya’daki rolünü sınırlandırıcı bir faktör olarak kabul edilebilir.

Sonuç olarak, bugün yaşanan çatışmaların ve Kafkasya’daki dengelerin anlaşılması için Kafkasya’da son 10 yılda yaşanan gelişmelerin dikkatlice bir stratejik okumasını yapılması gerekir. Bu 10 yılda ekonomik açıdan zenginleşen, siyasi ve askeri olarak güçlenen Azerbaycan’ın Türkiye ile ilişkileri yeni bir alan ve fırsatlar penceresi açmış durumda. Ermenistan’ın içinde bulunduğu sınırlılıklar ve ekonomik-siyasi zorluklar Rusya’nın çözüm yönünde yeni bir tavır takınmasını beraberinde getirmiş gözüküyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Ekim 2020’de yayımlanmıştır.

Mitat Çelikpala
Mitat Çelikpala
Prof. Dr. Mitat Çelikpala, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanlığı görevini yürüten Dr. Çelikpala’nın çalışma alanları arasında eski Sovyet coğrafyası ve Kafkasya, diyaspora çalışmaları, Karadeniz Bölgesi ve güvenliği, Türk-Rus ilişkileri, enerji güvenliği, kritik altyapı güvenliği ve terörizmle mücadele gibi konular yer alıyor. Lisans eğitimini ODTÜ’de tamamladı, Yüksek Lisansını Hacettepe, Doktora çalışmasını ise Bilkent Üniversitesi’nde yaptı. Oxford Üniversitesi St. Antony’s College’da Senior Associate Member ve EDAM Yönetim Kurulu üyesi olan Çelikpala, çeşitli uluslararası kurum, düşünce kuruluşu ve şirketlerin yanı sıra NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Türk Silahlı Kuvvetleri Stratejik Araştırma Merkezi (SAREM), Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde akademik danışmanlık yaptı. Çelikpala’nın yukarıda belirtilen konularda akademik dergiler ve güncel medyada yayınlanmış makale ve değerlendirmeleri bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarında uluslararası dengeler değişiyor

Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarında bu sefer farklı olan ne? Geçmişteki barış girişimleri neden kalıcı sonuç vermedi? Çatışmalar Kafkasya’nın yeni denkleminde nasıl sonuçlanabilir? Rusya ve İran neden ve nasıl tavır değiştiriyor? Prof. Dr. Mitat Çelikpala yazdı.

Kafkasya’nın dondurulmuş anlaşmazlıkları arasında en hassas ve tehlikelisi olarak nitelenebilecek olan Dağlık (Yukarı) Karabağ’ın ve Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarının durumu, karşılıklı çatışmaların kapsamlı bir askerî harekâta dönüşmesiyle birlikte yeniden dünyanın gündemine oturdu.

Cephe hattında uzunca bir süreden bu yana neredeyse gündelik olarak yaşanan ateşkes ihlalleri 26-27 Eylül’de yerini ilk önce genişleyen çatışmalara, sonrasında da Azerbaycan’ın kapsamlı askerî harekâtına bıraktı. Azerbaycan kuvvetleri yaklaşık 200 kilometrelik bir cephe hattında silahlı insansız hava araçları, top ve roket atışlarıyla karşı tarafı büyük bir baskı altına almış durumda. Gelişmelerin ilk haftasında yaşanan hareketlilik sonrasında Ermenistan tarafında ateşkes çağrısının yanı sıra Türkiye ve Azerbaycan’a yönelik suçlamalar artarak devam ediyor. Azerbaycan tarafında ise bir yandan en üst düzeyde “30 yıl daha bekleyecek sabrımız ve vaktimiz yok” açıklaması yapılırken, diğer yandan son Ermeni askeri işgal bölgesini terk edene kadar harekâtın genişleyerek devam edeceği yönünde kararlı mesajlar veriliyor.

Uluslararası toplum tarafları her zaman olduğu gibi yeniden ateşkese ve masa başında görüşmelere davet ediyor. Konuyla yakından ilgili bölgesel unsurlar olarak görülen Türkiye, Rusya ve İran’ın tavrı da dikkatlice gözlemlenip değerlendiriliyor.

Çatışmaların bölgesel unsurları da içine çekecek bir savaşa dönüşmesi ise en istenilmeyen gelişme olarak karşımızda duruyor. Yaşanan çatışmaların, son 30 yıllık tarihi ve bölgesel stratejik gelişmelerin bu süreçte geçirdiği dönüşüm dikkatlice değerlendirilmeden konunun ve bugün yaşananların doğru bir biçimde anlaşılması ise mümkün değil.

Sovyet mirasının en tehlikelisi: Dağlık Karabağ sorunu

Bir sorun olarak Dağlık Karabağ, Sovyetler Birliği’nin Kafkasya’ya miras olarak bıraktığı toprak anlaşmazlıklarının en büyüğü ve tehlikelisi olarak kabul edilebilir.

Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölge olan yaklaşık 4,400 kilometrekarelik Karabağ, Stalin’e atfedilen demografik ve siyasi ‘böl ve yönet’ politikalarına yoğun biçimde maruz bırakıldı. Nüfus yapısıyla oynanan bölge halkı sürekli bir istikrarsızlığın esiri haline getirildi.

Azerbaycan ve Ermenistan’ın Ağustos 1991’deki bağımsızlık ilanları öncesinde Karabağ’da başlayan yerel küçük çaplı çatışmalar, bağımsızlık ilanları sonrasında, 12 Mayıs 1994’te Bişkek’te imzalanan ateşkese kadar geçen sürede topyekûn savaşa dönüştü. Sovyet desteğini arkasına alan Ermeni güçlerinin Dağlık Karabağ’ın yanı sıra Karabağ’ı çevreleyen Laçin, Hocavend, Kelbecer, Ağdere, Ağdam, Cebrayil, Fuzuli, Gubadlı ve Zengilan gibi Azerbaycan topraklarını da işgal altına almasıyla neticelendi.

İşgalin yarattığı insani trajedi çarpıcıdır. Dağlık Karabağ’da yaşayan 500 binin üzerindeki Azerbaycan vatandaşının yanı sıra Ermenistan’da yaşamlarını sürdüren yaklaşık 220 bin Türk evlerini terk etmek zorunda bırakıldı. Azerbaycan’dan ayrılarak Ermenistan’a gitmek durumunda kalan Ermeni nüfusun ise 200 binin üzerinde olduğu tahmin edilmekte.

Barış Çabaları, Minsk Grubu ve başarısızlığın nedenleri

Dağlık Karabağ meselesi, Batılı aktörlerin çözüm için müdahil oldukları ve kısa sürede başarılı olacaklarını düşündükleri ilk büyük anlaşmazlıktır. Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ı işgal etmesiyle başlayan krizde taraflar arasında arabuluculuk görevi yürüterek nihai ve barışçıl bir çözüm sağlanması amacıyla Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatınca 1994’te AGİT Minsk Grubu kuruldu. Minsk Grubunun eş başkanlıklarını 1997’den bu yana ABD, Fransa ve Rusya yürütüyor. Daimî üye ülkeler ise Azerbaycan ve Ermenistan’ın yanı sıra Belarus, Almanya, İtalya, İsveç, Finlandiya ve Türkiye. Daimî üyelerin varlığına rağmen süreci eş başkanların yürüttüğü belirtilmelidir.

Görüldüğü üzere süreç başından beri uluslararası bir nitelik taşıyor. Kurulduğu dönemde grubun hızlı bir görüşme süreci yürüterek etkin bir çözümle kısa sürede görevini başarıyla tamamlayacağına inanılırken aradan geçen 30 yılda üretilen 4 plan ve yüzlerce görüşmeye rağmen taraflarca kabul gören ve uygulamaya geçirilebilen herhangi bir sonuca ulaşılamadı.

Başarısızlığın ve çözümsüzlüğün başlıca nedeni Ermeni tarafının, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, BM Güvenlik Konseyi ve Avrupa Konseyi’nin çeşitli kararlarına rağmen Dağlık Karabağ’ın uluslararası toplumca da kabul edilen siyasi statüsünü tanımamak istememesidir.

Taraflara Minsk Grubu tarafından sunulan ve Madrid Prensipleri olarak da bilinen son plan 2007 tarihli. Bütüncül bir paketten ziyade aşamalı bir öneri olarak gündeme gelen plana göre Dağlık Karabağ çevresindeki işgal edilmiş toprakların bir an önce Azerbaycan’a teslim edilmesi, Dağlık Karabağ’a ara bir statü verilerek nihai statü için görüşmelere başlanması, Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasındaki koridorun açılması, yerlerinden edilmiş kişilerin topraklarına dönmesi ve AGİT tarafından bölgeye barış gücü gönderilmesi öngörülüyordu.

Azerbaycan Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesini talep ederken Ermenistan, Dağlık Karabağ’a kendi kaderini tayin edeceği bir statü sağlanmaması halinde bunu yapmayacağını duyurdu.

Sonuçta, iki taraf bugüne kadar anlaşmaya varamadı. Özetle, Dağlık Karabağ’ın nihai statüsü konusunda tıkanan bu plan sonrasında Minsk grubunun sessizliğe gömüldüğü iddia edilebilir. Konuşulacak tüm konuların konuşulduğu, tarafların pozisyonlarını birbirlerine ve uluslararası topluma ilettiği bir ortamda yapılacak bir şey kalmadığı algısı tarafları kendi hallerine bırakmış oldu.

Bu şartlar altında tarafların neredeyse son 10 yıldır sessizce fiili durumu idare ettikleri söylenebilir. Ermenistan’ın tercih ettiği bu fiili durumun Azerbaycan tarafından kabul edilmediği ve son 10 yılın gelişmelerinin tarafları bugün karşı karşıya bulunduğumuz duruma taşıdığı görülüyor.

Son gelişmelerin arka planı ve farkı

Taraflar arasında barışçıl çözüm ümidinin kalmadığı bu şartlar altında son 10 yılda yaşanan gelişmelere bir göz atıldığında sürecin bugün yaşananların altyapısını hazırladığı belirtilebilir. Bu süreç zarfında Ermenistan iç siyasi çekişmeler, yolsuzluk ve ekonomik sorunlarla boğuşan istikrarsız bir görüntü sergilerken Azerbaycan özellikle petrol ve doğal gaz satışından elde edilen gelirle zenginleşerek ülkenin altyapısını geliştirdi.

Azerbaycan’ın artan ekonomik geliri, askerî altyapının gelişmesini ve savunma sanayine kaynak ayrılarak güçlü bir savunma sistemi ve ordunun kurulmasını sağladı. Son 10 yılın askerî harcamalarına bakıldığında Azerbaycan’ın yaklaşık 20 milyar dolarlık askerî harcamasının Ermenistan’ın harcamalarının yaklaşık 4 katı olduğu görülüyor. Askerî alanda Rusya’nın yanı sıra başta İsrail, Türkiye ve Ukrayna gibi ülkelerle yapılan anlaşmalar Azerbaycan’ın kapasitesini geliştirirken askerî yeteneklerini de artırdı. Bu yatırımların neticesi olarak cephe hattında karşılıklı çatışmaların artarak şiddetlendiği bir 10 yıl söz konusu.

Bu süreçte, her seferinde birkaç gün süren ve gerilimi tırmandıran çatışmalar sonrası, yeniden 20 yılı aşkın süredir devam eden mevcut duruma dönüldü. Bu durum uluslararası toplumun iki taraf arasındaki fiili durumu kanıksaması ve çatışmaların artan şiddet ve düzeyine gereken önemi vermemesinin de nedeni olarak kabul edilebilir.

26-27 Eylül’de başlayan çatışmalar ise yeni bir dönemi işaret ediyor. Gelişmeler karşısında iki tarafta da sokağa çıkma yasakları ve seferberlik ilan edilmesi, yoğun askeri yığınak yapılması, kamuoylarının harekete geçirilmesi, Ermenistan’ın cephe hattı ve gerisinde son 20 yılda oluşturduğu savunma hattı ve altyapısı ile Azerbaycan harekâtının hızla genişlemesi gibi birçok emare gerginliğin daha da tırmanacağına işaret ediyor.

Gelişmeler ve Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin yürüttüğü harekâtın nitelikleri, Bakü’nün, özellikle Nisan 2016 çatışmalarında elde edilen taktik başarıya bağlı olarak işgal altındaki toprakların geri alınması için askeri seçeneğin kullanılmasını daha gerçekçi bir yöntem olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

Yeni Kafkasya denklemi

Bu aşamada sürecin ne şekilde evrileceği konuyla yakından ilgili aktörlerin yaklaşımlarıyla yakından ilintili. Bu bağlamda bölgede ağırlığı hissedilen öncelikli iki aktör olarak karşımıza Rusya ve Türkiye çıkıyor. Zaman zaman bu ikili arasında Suriye’den Libya’ya uzanan geniş bir alanda vekâlet savaşlarının yaşandığı, Kafkasya’nın da bunun yeni alanı olduğu iddia edilse de ikilinin son dönemde birçok konuda çözümler üretebildiği görülüyor.

Gelişmeler karşısında Türkiye’nin tavrı belki de 1990’ların başından bugüne ilk defa bu kadar net ve yüksek perdeden dile getirildi. Dışişleri Bakanlığından yapılan “Ermenistan’ın saldırganlığını örtme çabasının uluslararası camia tarafından da hiçbir şekilde kabul görmemesini temenni ediyoruz. Türkiye, toprak bütünlüğünü koruma mücadelesinde tüm imkânlarıyla Azerbaycan’ın yanında yer almaya devam edecektir.” şeklindeki açıklamaya ek olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bölgede Dağlık Karabağ’ın işgaliyle başlayan krize artık bir son verilmelidir. İşgale uğrayan topraklar Azerbaycan toprakları. ‘Artık hesap vakti geldi’ diyen Azerbaycan kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda kalmıştır.” ifadelerini kullandı. Türkiye’nin bu tavrının hukuki zemini 6 Ağustos 2010 tarihli Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının 2. maddesi.

Bu madde taraflardan birinin, bir üçüncü ülke veya bir grup ülke tarafından silahlı saldırı veya askeri tecavüze maruz kalması halinde tarafların BM Şartının 51. maddesinin tanıdığı bireysel veya ortak meşru savunma hakkının hayata geçirilmesi için askeri imkân ve kabiliyetlerinin kullanılması da dâhil mevcut olanakları çerçevesinde gerekli bütün önlemlerin alınması amacıyla birbirine karşılıklı yardımda bulunmak hususunda mutabık kaldıklarını ifade ediyor.

Bunun ötesinde Türkiye, son 10 yılda Gürcistan’ın da katılımıyla kurduğu üçlü iş birliği mekanizmasıyla Kafkasya’da enerjiden ticarete, kültürel işbirliğinden askerî dayanışmaya birçok adım atmış durumda. Son dönemde gündeme gelen Orta Koridor ile Çin’den Avrupa’ya uzanan demir-deniz-kara yolu ağlarını içeren bir ticaret koridoru oluşturuluyor. Bunun sonucunda Ermenistan gittikçe yalnızlaşırken yeni bir Kafkasya denklemi ortaya çıkıyor. Bu denklem Rusya’ya ve barışçıl politikalara dönerek işgal etiği toprakları boşaltması halinde Ermenistan’ın katılımına da açık. Ama şu ana kadar bu çağrının Erivan tarafından anlaşılmadığı görülüyor.

Rusya’nın sessizliği

Türkiye’nin bu şekilde net bir pozisyon alması karşısında Ermenistan’ın geleneksel müttefiki Rusya’nın sessizliğini sürdürmesi ise dikkatlerden kaçmadı. Dışişleri Bakanı Lavrov’un her iki liderle de görüştüğü ve ateşkes görüşmeleri için Moskova’ya davet ettiği açıklansa da Rusya’nın konuya hızla müdahil olmaması kafalarda birçok soru işaretini yarattı.

Rusya’nın Erivan’dan bıkmış olduğu, Paşinyan’ı cezalandırmak istediği, Rusya’ya yakın bir siyasi iktidar tesis etmeye çalıştığı ya da Kafkasya’da yeni şekillenen dengeleri gözeterek makas değiştirdiği yönünde birçok değerlendirme söz konusu. Azerbaycan’ın da Rusya ile yakın ve dengeli ilişkileri dikkate alındığında Moskova’nın statükonun değişiminin zamanın geldiğine kanaat getirdiği ve bu çerçevede yeni bir pozisyon aldığı da iddia edilebilir.

İran da tavır değişikliğine gidiyor

Bu ikilinin yanı sıra yine bölgesel bir aktör olarak nitelenen İran da denklem içinde görülmesi gereken bir unsur. Bölgesel gelişmelerde adı sıklıkla Ermenistan ve Rusya’nın yanında yer alan İran Rusya’yı izleyerek Erivan’a daha mesafeli bir tutum sergiliyor. Nitekim İran’dan Ermenistan’a askeri malzeme ve mühimmat gönderildiği yönündeki iddialar İran dışişleri bakanlığınca yapılan bir açıklama ile reddedildi. Bu da bir ilk olarak dikkatleri çekti. Önceki dönemlerde İran’ın bu türde iddialar karşısında sessiz kaldığı görülürdü.

Seçim süreci ve iç dalgalanmalarla boğuşan ABD konuya ve gelişmelere uzakta dururken, Minsk grubunun diğer üyesi Fransa’nın AB adına sesini yükseltmeye çalıştığı görülüyor.

Gelişmeleri yakından izleyen Fransa’nın değerlendirmelerin odağına son dönemde Doğu Akdeniz’de Kıbrıs, Yunanistan ve Libya gibi konularda rekabet içerisinde yer aldığı Türkiye’yi yerleştirmesi ise farklı bir günde yaratma olarak görülebilir.

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Türkiye’den yapılan açıklamaları “tehlikeli ve münasebetsiz” olarak nitelendirirken, Karabağ sorununun çözümüne yönelik olarak somut bir teklif geliştirememesi Kafkasya’daki rolünü sınırlandırıcı bir faktör olarak kabul edilebilir.

Sonuç olarak, bugün yaşanan çatışmaların ve Kafkasya’daki dengelerin anlaşılması için Kafkasya’da son 10 yılda yaşanan gelişmelerin dikkatlice bir stratejik okumasını yapılması gerekir. Bu 10 yılda ekonomik açıdan zenginleşen, siyasi ve askeri olarak güçlenen Azerbaycan’ın Türkiye ile ilişkileri yeni bir alan ve fırsatlar penceresi açmış durumda. Ermenistan’ın içinde bulunduğu sınırlılıklar ve ekonomik-siyasi zorluklar Rusya’nın çözüm yönünde yeni bir tavır takınmasını beraberinde getirmiş gözüküyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Ekim 2020’de yayımlanmıştır.

Mitat Çelikpala
Mitat Çelikpala
Prof. Dr. Mitat Çelikpala, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanlığı görevini yürüten Dr. Çelikpala’nın çalışma alanları arasında eski Sovyet coğrafyası ve Kafkasya, diyaspora çalışmaları, Karadeniz Bölgesi ve güvenliği, Türk-Rus ilişkileri, enerji güvenliği, kritik altyapı güvenliği ve terörizmle mücadele gibi konular yer alıyor. Lisans eğitimini ODTÜ’de tamamladı, Yüksek Lisansını Hacettepe, Doktora çalışmasını ise Bilkent Üniversitesi’nde yaptı. Oxford Üniversitesi St. Antony’s College’da Senior Associate Member ve EDAM Yönetim Kurulu üyesi olan Çelikpala, çeşitli uluslararası kurum, düşünce kuruluşu ve şirketlerin yanı sıra NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Türk Silahlı Kuvvetleri Stratejik Araştırma Merkezi (SAREM), Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde akademik danışmanlık yaptı. Çelikpala’nın yukarıda belirtilen konularda akademik dergiler ve güncel medyada yayınlanmış makale ve değerlendirmeleri bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x