Yeni Soğuk Savaş’ın teknoloji cephesi: Türkiye için orta yol var mı?

Yakın zamanda ABD’de TikTok ve WeChat uygulamalarına yönelik yaptırımlarla genişleyen teknoloji cephesi, Japonya, Avustralya, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeleri ABD’nin yanına çekmiş durumda. Peki Türkiye bu savaşın neresinde?

Amerikan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, geçtiğimiz günlerde Huawei’in Türkiye’deki faaliyetlerini konu edinerek, dünyada 5G konusunda lider olan bu şirketin Türkiye ile ABD’nin savunma iş birliğini zora sokabileceğini ima etti. Çin’in dev teknoloji şirketi Huawei Türkiye’deki telekomünikasyon altyapısında önemli bir rol oynuyor. Donald Trump döneminde Çin’in ABD’nin baş rakibi statüsüne yükselmesi, ülkenin Huawei’e yönelik casusluk suçlamalarına da uluslararası bir boyut kazandırmıştı. ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında (ticaret savaşları ve koronavirüs krizinin yanı sıra) teknoloji alanında yaşanan rekabet, “Yeni Soğuk Savaş” adı da verilen bu dönemin önemli bir veçhesi.

Çin’de siyasi rejimin yapısı gereği özel sektörün devletten bağımsız hareket edemeyeceği iddiası, ABD’de veri güvenliği ve bireysel mahremiyet gibi konuları devlet istihbaratı ve ulusal güvenlik gündemine taşıyor. Yakın zamanda ABD’de TikTok ve WeChat uygulamalarına yönelik yaptırımlarla genişleyen teknoloji cephesi, Japonya, Avustralya, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeleri ABD’nin yanına çekmiş durumda. Peki Türkiye bu savaşın neresinde?

1990’lardan beri Batılı diplomatları, gazeteci ve entelektüelleri meşgul eden Çin’in yükselişi (Çin tehdidi/Çin modeli vb.) sorusu, Türkiye’de son yıllara kadar etraflıca tartışılmadı. Türk kamuoyu geleneksel olarak Çin karşıtı olmakla beraber, resmî çevrelerde kuvvetli bir tehdit algısı yoktu; bu konu, büyük oranda ABD’nin/Batının “iç sorunu” olarak görüldü. Donald Trump döneminde Çin, ABD’de esas rakip/düşman konumuna yükselirken, Türkiye’de tehdit değil bilakis “fırsat” perspektifi güçleniyordu. Gelişen finans ve yatırım ilişkileri, Türkiye’nin Uygur sorunundaki –insan hakları ihlallerinin çok daha kötüleştiği bir dönemde üstelik– sessizliği bunun en bariz kanıtları.

Yine de Çin teknoloji şirketleriyle ilgili küresel endişenin Türkiye’yi de etkisi altına aldığını belirtmek gerekiyor; Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun temmuz ayında Çin’in TİkTok adlı sosyal medya platformuna yönelik soruşturma başlatması buna işaret ediyordu. Ancak Türkiye için veri güvenliği ideolojik değil teknik bir konu gibi gözüküyor. Batıya giderek daha mesafeli bir dış politika izleyen Türkiye Yeni Soğuk Savaş’ta kamp tercihi yapmak istemiyor.

Teknolojide tam bağımsızlık mümkün mü?

Peki, teknolojide “tam bağımsızlık” mümkün mü?

Türkiye’de Soğuk Savaş’ın bitişi, devlet katında, ülkeye sağlayacağı düşünülen geniş manevra kabiliyeti açısından neredeyse kutlanan bir gelişme olmuştu. 1990’lı yıllarda bu sevincin öznesi Türkiye’nin nüfuzunu arttıracağı düşünülen Orta Asya ve Kafkas ülkeleri, 2000’lerde ise, “eski Osmanlı bakiyesi” tabir edilen Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Balkanlardı. Bölgesel liderlik ile ilgili bu arzuların ne kadar gerçekleşmiş olduğu bugün tartışmalı da olsa, gelecekte Amerikan-Çin rekabetinin Türkiye gibi orta ölçekli güçlerin elini rahatlatan bu “gri alanı” daraltacağı kesin gibidir.

Bugünkü Soğuk Savaş’ın duvarları tuğla ile değil data ile örülüyor. Artık Boğazların ya da kara sınırlarının eski albenisi yok. Kimi devletlerden daha zengin olan teknoloji şirketlerine ise jeopolitik paha biçilemiyor.

Bugün Çin’e karşı müttefik arama, safları sıklaştırma telaşı Amerikan dış politikasının en önemli hedefleri arasında. Bu konuda ABD’nin en sadık destekçileri Huawei teknolojisini yasaklayan Avustralya, İngiltere ve Japonya oldu. Fransa ve Almanya da ABD’ye yakın konumda. Gelişmekte olan dünyada tarafını çok net belli eden az sayıdaki ülkeden biri de Hindistan. Yaz aylarında Çin ile bir sınır çatışması yaşayan Hindistan Çinli şirketlere ait 59 adet cep telefonu uygulamasını yasaklamıştı.

Dijital ve mobil araçların bireysel kullanımı ile ulusal egemenlik, istihbarat ve savunmanın ilişkilendirildiği bu yeni dönemde “dördüncü endüstri devrimi” alanındaki gelişmeleri birkaç adım geriden takip eden ülkeler ne yapabilir? Teknolojinin hem cismi hem de kuralları ve değerleri büyük bir hızla değişirken gelişmekte olan ülkeler için Çin ve ABD arasında özerk bir alan var mı? Yeni Soğuk Savaş’ın ufkunda ne Hindistan’ın “bağlantısızlık hareketi” ne Fransa’nın DeGaulle mirası kalmışken üstelik.

Teknolojinin uluslararası politikalardaki rolü

Bugün 5G, yapay zeka ve dijital hizmetler üzerinden gündeme gelen teknoloji, uluslararası ilişkilerde her zaman önemli bir rol oynadı. Devletlerin uzak coğrafyalarla iletişim kabiliyeti, savaş seferberliklerini ve istihbarat operasyonlarını nasıl yönettikleri, kimin kim üzerinde tahakküm kurabileceğini belirleyen –nihai değilse de -kritik unsurlar arasındaydı hep.

Birçoğumuzun zihninde Sovyetler Birliği ve ABD arasındaki ideolojik rekabet, uzayı fethetme yarışından nükleer silahlara, savaş uçaklarından endüstriyel makine ve teçhizata kadar esas olarak teknoloji boyutuyla yer etmiştir.

Türkiye gibi ülkeler için Soğuk Savaş’taki ideolojik kamp tercihi, aynı zamanda hangi teknolojiyi kullanacağınızla ilgili bir tercihti. NATO rampalarına S-400 füzesi yerleştirmek henüz imkan dahilinde değildi.

Türkiye, üç-dört yıldır artarak devam eden Çin-Amerikan çekişmesinde şu ana kadar köşeye sıkışmadı. Zaten net bir tercih yapması teknik açıdan da ideolojik açıdan da zor görünüyor. Bugünkü iktidarın telekomünikasyon sektöründe, Kuşak ve Yol projelerinde, madencilik ve turizm gibi alanlarda Çin’den büyük beklentisi var. Türkiye bir NATO üyesi olmasına rağmen, ideolojik saikler ve değerler açısından Batıya özellikle meyilli bir ülke değil. Kamuoyunda Amerikan karşıtlığı Çin karşıtlığından güçlü olan, Avrupa Birliği’ne adayken Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girme isteğini defalarca dile getirmiş bir ülkeden söz ediyoruz.

Türkiye yapay zeka ve dijital teknolojilerde hangi aşamada?

Türkiye’de teknoloji sahasındaki tartışma büyük oranda savunma sanayine odaklanmış durumda; çözüm de genellikle yerli yazılım ve milli sanayi hamlesi olarak sunuluyor. Ancak Türkiye, insansız hava araçlarında “bölgesel bir süper güç” olarak anılsa da, yapay zeka ve dijital teknolojilerde kuralları koyabilecek bir konumda değil.

Küresel İnovasyon Endeksi’nde 51. sırada yer alan Türkiye, kendi bölgesinde İsrail, Kıbrıs ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin gerisinden geliyor. Kaldı ki, makinelerin ve algoritmaların karar-alma mekanizmalarında giderek daha çok söz sahibi olacağı, özerk silah mekanizmalarının Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmesi’ni bile tartışmalı hale getireceği bir dönemde teknolojinin yerli malı mı, ithal mi olacağı biraz tâli bir soru. En azından toplum için.

İki kamp arasındaki temel fark ne?

Çin ve ABD liderliğindeki olası kamplaşmada temel farkı, teknolojik araçların kendisi değil (sözgelimi bugün Batılı ve Çinli şirketlerin üzerinde çalıştığı yüz tanıma ve gözetleme sistemleri temel olarak aynı mantıkta işliyor) bu araçların nasıl denetleneceği, hangi değer ve kurallara tâbi olacağı belirleyecek. Nitekim bugün Facebook, nefret söylemine, ticari ve siyasi manipülasyona açık platform yapısı yüzünden ABD’de neredeyse Çin Komünist Partisi kadar tepki çeken bir kurum haline geldi.

Yeni Soğuk Savaş’ta çizilmeye çalışılan ulusal sınırlar, Çin’in kaybını ABD’nin kazancı olarak görmemizi salık veren devlet-merkezli zihniyet, bize sorunun sadece bir tarafını gösterebilir. Daha yüzeysel olan bu tarafta Çinli ve Amerikalı şirketlerin hangi teknolojiyi üreteceği, o teknolojiyle hangi veriye sahip olacağı, bunu nasıl kullanacağı yer alıyor. Ve tabii, diğer ülkelerin tercihlerini kimden yana kullanacağı.

Teknolojiye hükmetmek mi onu kontrol edecek kuralları belirlemek mi?

Sorunun devlet değil, insan-merkezli boyutuna gelirsek ortada ideal bloklar, hatadan azade siyasi kamplar, mükemmel modeller kalmıyor. Son altı aydır yaşadığımız COVID-19 krizi gösterdi ki, iki “süper güç” arasında seçim yapmak kolay değil. Bir yanda dünyanın en irrasyonel liderlerinden birinin yönettiği eski bir demokrasinin kifayetsiz sağlık sistemiyle yarattığı facia var; diğer tarafta kişisel mahremiyeti es geçebildiği için koronavirüs krizini görece iyi yönetmiş muhalefetsiz bir tek parti rejimi. Yine de bireysel mahremiyet, hak ve özgürlüklerin korunması ya da veri güvenliği açısından demokrasilerin daha şanslı olacağını öngörmek mümkün.

Uçlaştırırsak, seçim kabaca Batı hukukunun yarattığı Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR) gibi denetim mekanizmaları ile Çin yönetiminin güdümünde Xinjiang Uygur özerk bölgesini açık hava hapishanesine dönüştüren üstün güvenlik teknolojileri arasında.

Buradan, devletler için bir kamp tavsiyesi çıkmazsa bile, halkların hangi modele meyletmesinin daha evla olduğu çıkabilir. Önümüzdeki yıllar, teknolojiye hükmetmek kadar –ki dünyada bunu başarabilecek tek bir devlet, şirket ya da kurum olmayacak -onu zapturapt altına alacak kural ve değerleri seçmekle ilgili olacak. Bu da teknik değil siyasi bir tartışmayı gerektiriyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Ekim 2020’de yayımlanmıştır.

Çağdaş Üngör
Çağdaş Üngör
Prof. Dr. Çağdaş Üngör - Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini ODTÜ Uluslararası İlişkiler (1998), yüksek lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler (2004), doktorasını ise New York Eyalet Üniversitesi Binghamton Tarih Bölümü’nde tamamladı (2009). Çin Halk Cumhuriyeti'nin Wuhan ve Beijing kentlerinde Çince dil eğitimi aldı ve araştırma yaptı. Akademik ilgi alanları arasında modern Çin siyaseti ve dış politikası, Asya-Pasifik bölgesinde uluslararası ilişkiler, Soğuk Savaş tarihi, propaganda ve medya çalışmaları var.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Yeni Soğuk Savaş’ın teknoloji cephesi: Türkiye için orta yol var mı?

Yakın zamanda ABD’de TikTok ve WeChat uygulamalarına yönelik yaptırımlarla genişleyen teknoloji cephesi, Japonya, Avustralya, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeleri ABD’nin yanına çekmiş durumda. Peki Türkiye bu savaşın neresinde?

Amerikan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, geçtiğimiz günlerde Huawei’in Türkiye’deki faaliyetlerini konu edinerek, dünyada 5G konusunda lider olan bu şirketin Türkiye ile ABD’nin savunma iş birliğini zora sokabileceğini ima etti. Çin’in dev teknoloji şirketi Huawei Türkiye’deki telekomünikasyon altyapısında önemli bir rol oynuyor. Donald Trump döneminde Çin’in ABD’nin baş rakibi statüsüne yükselmesi, ülkenin Huawei’e yönelik casusluk suçlamalarına da uluslararası bir boyut kazandırmıştı. ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında (ticaret savaşları ve koronavirüs krizinin yanı sıra) teknoloji alanında yaşanan rekabet, “Yeni Soğuk Savaş” adı da verilen bu dönemin önemli bir veçhesi.

Çin’de siyasi rejimin yapısı gereği özel sektörün devletten bağımsız hareket edemeyeceği iddiası, ABD’de veri güvenliği ve bireysel mahremiyet gibi konuları devlet istihbaratı ve ulusal güvenlik gündemine taşıyor. Yakın zamanda ABD’de TikTok ve WeChat uygulamalarına yönelik yaptırımlarla genişleyen teknoloji cephesi, Japonya, Avustralya, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeleri ABD’nin yanına çekmiş durumda. Peki Türkiye bu savaşın neresinde?

1990’lardan beri Batılı diplomatları, gazeteci ve entelektüelleri meşgul eden Çin’in yükselişi (Çin tehdidi/Çin modeli vb.) sorusu, Türkiye’de son yıllara kadar etraflıca tartışılmadı. Türk kamuoyu geleneksel olarak Çin karşıtı olmakla beraber, resmî çevrelerde kuvvetli bir tehdit algısı yoktu; bu konu, büyük oranda ABD’nin/Batının “iç sorunu” olarak görüldü. Donald Trump döneminde Çin, ABD’de esas rakip/düşman konumuna yükselirken, Türkiye’de tehdit değil bilakis “fırsat” perspektifi güçleniyordu. Gelişen finans ve yatırım ilişkileri, Türkiye’nin Uygur sorunundaki –insan hakları ihlallerinin çok daha kötüleştiği bir dönemde üstelik– sessizliği bunun en bariz kanıtları.

Yine de Çin teknoloji şirketleriyle ilgili küresel endişenin Türkiye’yi de etkisi altına aldığını belirtmek gerekiyor; Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun temmuz ayında Çin’in TİkTok adlı sosyal medya platformuna yönelik soruşturma başlatması buna işaret ediyordu. Ancak Türkiye için veri güvenliği ideolojik değil teknik bir konu gibi gözüküyor. Batıya giderek daha mesafeli bir dış politika izleyen Türkiye Yeni Soğuk Savaş’ta kamp tercihi yapmak istemiyor.

Teknolojide tam bağımsızlık mümkün mü?

Peki, teknolojide “tam bağımsızlık” mümkün mü?

Türkiye’de Soğuk Savaş’ın bitişi, devlet katında, ülkeye sağlayacağı düşünülen geniş manevra kabiliyeti açısından neredeyse kutlanan bir gelişme olmuştu. 1990’lı yıllarda bu sevincin öznesi Türkiye’nin nüfuzunu arttıracağı düşünülen Orta Asya ve Kafkas ülkeleri, 2000’lerde ise, “eski Osmanlı bakiyesi” tabir edilen Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Balkanlardı. Bölgesel liderlik ile ilgili bu arzuların ne kadar gerçekleşmiş olduğu bugün tartışmalı da olsa, gelecekte Amerikan-Çin rekabetinin Türkiye gibi orta ölçekli güçlerin elini rahatlatan bu “gri alanı” daraltacağı kesin gibidir.

Bugünkü Soğuk Savaş’ın duvarları tuğla ile değil data ile örülüyor. Artık Boğazların ya da kara sınırlarının eski albenisi yok. Kimi devletlerden daha zengin olan teknoloji şirketlerine ise jeopolitik paha biçilemiyor.

Bugün Çin’e karşı müttefik arama, safları sıklaştırma telaşı Amerikan dış politikasının en önemli hedefleri arasında. Bu konuda ABD’nin en sadık destekçileri Huawei teknolojisini yasaklayan Avustralya, İngiltere ve Japonya oldu. Fransa ve Almanya da ABD’ye yakın konumda. Gelişmekte olan dünyada tarafını çok net belli eden az sayıdaki ülkeden biri de Hindistan. Yaz aylarında Çin ile bir sınır çatışması yaşayan Hindistan Çinli şirketlere ait 59 adet cep telefonu uygulamasını yasaklamıştı.

Dijital ve mobil araçların bireysel kullanımı ile ulusal egemenlik, istihbarat ve savunmanın ilişkilendirildiği bu yeni dönemde “dördüncü endüstri devrimi” alanındaki gelişmeleri birkaç adım geriden takip eden ülkeler ne yapabilir? Teknolojinin hem cismi hem de kuralları ve değerleri büyük bir hızla değişirken gelişmekte olan ülkeler için Çin ve ABD arasında özerk bir alan var mı? Yeni Soğuk Savaş’ın ufkunda ne Hindistan’ın “bağlantısızlık hareketi” ne Fransa’nın DeGaulle mirası kalmışken üstelik.

Teknolojinin uluslararası politikalardaki rolü

Bugün 5G, yapay zeka ve dijital hizmetler üzerinden gündeme gelen teknoloji, uluslararası ilişkilerde her zaman önemli bir rol oynadı. Devletlerin uzak coğrafyalarla iletişim kabiliyeti, savaş seferberliklerini ve istihbarat operasyonlarını nasıl yönettikleri, kimin kim üzerinde tahakküm kurabileceğini belirleyen –nihai değilse de -kritik unsurlar arasındaydı hep.

Birçoğumuzun zihninde Sovyetler Birliği ve ABD arasındaki ideolojik rekabet, uzayı fethetme yarışından nükleer silahlara, savaş uçaklarından endüstriyel makine ve teçhizata kadar esas olarak teknoloji boyutuyla yer etmiştir.

Türkiye gibi ülkeler için Soğuk Savaş’taki ideolojik kamp tercihi, aynı zamanda hangi teknolojiyi kullanacağınızla ilgili bir tercihti. NATO rampalarına S-400 füzesi yerleştirmek henüz imkan dahilinde değildi.

Türkiye, üç-dört yıldır artarak devam eden Çin-Amerikan çekişmesinde şu ana kadar köşeye sıkışmadı. Zaten net bir tercih yapması teknik açıdan da ideolojik açıdan da zor görünüyor. Bugünkü iktidarın telekomünikasyon sektöründe, Kuşak ve Yol projelerinde, madencilik ve turizm gibi alanlarda Çin’den büyük beklentisi var. Türkiye bir NATO üyesi olmasına rağmen, ideolojik saikler ve değerler açısından Batıya özellikle meyilli bir ülke değil. Kamuoyunda Amerikan karşıtlığı Çin karşıtlığından güçlü olan, Avrupa Birliği’ne adayken Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girme isteğini defalarca dile getirmiş bir ülkeden söz ediyoruz.

Türkiye yapay zeka ve dijital teknolojilerde hangi aşamada?

Türkiye’de teknoloji sahasındaki tartışma büyük oranda savunma sanayine odaklanmış durumda; çözüm de genellikle yerli yazılım ve milli sanayi hamlesi olarak sunuluyor. Ancak Türkiye, insansız hava araçlarında “bölgesel bir süper güç” olarak anılsa da, yapay zeka ve dijital teknolojilerde kuralları koyabilecek bir konumda değil.

Küresel İnovasyon Endeksi’nde 51. sırada yer alan Türkiye, kendi bölgesinde İsrail, Kıbrıs ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin gerisinden geliyor. Kaldı ki, makinelerin ve algoritmaların karar-alma mekanizmalarında giderek daha çok söz sahibi olacağı, özerk silah mekanizmalarının Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmesi’ni bile tartışmalı hale getireceği bir dönemde teknolojinin yerli malı mı, ithal mi olacağı biraz tâli bir soru. En azından toplum için.

İki kamp arasındaki temel fark ne?

Çin ve ABD liderliğindeki olası kamplaşmada temel farkı, teknolojik araçların kendisi değil (sözgelimi bugün Batılı ve Çinli şirketlerin üzerinde çalıştığı yüz tanıma ve gözetleme sistemleri temel olarak aynı mantıkta işliyor) bu araçların nasıl denetleneceği, hangi değer ve kurallara tâbi olacağı belirleyecek. Nitekim bugün Facebook, nefret söylemine, ticari ve siyasi manipülasyona açık platform yapısı yüzünden ABD’de neredeyse Çin Komünist Partisi kadar tepki çeken bir kurum haline geldi.

Yeni Soğuk Savaş’ta çizilmeye çalışılan ulusal sınırlar, Çin’in kaybını ABD’nin kazancı olarak görmemizi salık veren devlet-merkezli zihniyet, bize sorunun sadece bir tarafını gösterebilir. Daha yüzeysel olan bu tarafta Çinli ve Amerikalı şirketlerin hangi teknolojiyi üreteceği, o teknolojiyle hangi veriye sahip olacağı, bunu nasıl kullanacağı yer alıyor. Ve tabii, diğer ülkelerin tercihlerini kimden yana kullanacağı.

Teknolojiye hükmetmek mi onu kontrol edecek kuralları belirlemek mi?

Sorunun devlet değil, insan-merkezli boyutuna gelirsek ortada ideal bloklar, hatadan azade siyasi kamplar, mükemmel modeller kalmıyor. Son altı aydır yaşadığımız COVID-19 krizi gösterdi ki, iki “süper güç” arasında seçim yapmak kolay değil. Bir yanda dünyanın en irrasyonel liderlerinden birinin yönettiği eski bir demokrasinin kifayetsiz sağlık sistemiyle yarattığı facia var; diğer tarafta kişisel mahremiyeti es geçebildiği için koronavirüs krizini görece iyi yönetmiş muhalefetsiz bir tek parti rejimi. Yine de bireysel mahremiyet, hak ve özgürlüklerin korunması ya da veri güvenliği açısından demokrasilerin daha şanslı olacağını öngörmek mümkün.

Uçlaştırırsak, seçim kabaca Batı hukukunun yarattığı Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR) gibi denetim mekanizmaları ile Çin yönetiminin güdümünde Xinjiang Uygur özerk bölgesini açık hava hapishanesine dönüştüren üstün güvenlik teknolojileri arasında.

Buradan, devletler için bir kamp tavsiyesi çıkmazsa bile, halkların hangi modele meyletmesinin daha evla olduğu çıkabilir. Önümüzdeki yıllar, teknolojiye hükmetmek kadar –ki dünyada bunu başarabilecek tek bir devlet, şirket ya da kurum olmayacak -onu zapturapt altına alacak kural ve değerleri seçmekle ilgili olacak. Bu da teknik değil siyasi bir tartışmayı gerektiriyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Ekim 2020’de yayımlanmıştır.

Çağdaş Üngör
Çağdaş Üngör
Prof. Dr. Çağdaş Üngör - Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini ODTÜ Uluslararası İlişkiler (1998), yüksek lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler (2004), doktorasını ise New York Eyalet Üniversitesi Binghamton Tarih Bölümü’nde tamamladı (2009). Çin Halk Cumhuriyeti'nin Wuhan ve Beijing kentlerinde Çince dil eğitimi aldı ve araştırma yaptı. Akademik ilgi alanları arasında modern Çin siyaseti ve dış politikası, Asya-Pasifik bölgesinde uluslararası ilişkiler, Soğuk Savaş tarihi, propaganda ve medya çalışmaları var.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x