İklim değişikliği, küresel bir sorun olarak giderek daha fazla dikkat çekiyor. Türkiye’nin bu konuda attığı adımlar hem çevresel hem de ekonomik açıdan kritik öneme sahip.
Bu adımların bir parçası olarak artık Türkiye’nin de bir İklim Kanunu var ama 2 Temmuz 2025’te kabul edilip 9 Temmuz 2025’te Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren kanun hakkındaki tartışmalar bitmiyor.
Kanunun amacı, sera gazı emisyonlarını azaltmak, biyoçeşitliliği korumak ve dirençli, akıllı şehirler kurmak olarak ifade ediliyor. Ancak bu kanun, çevresel bir yaklaşımdan ziyade sanayi ve emisyon ticaretine odaklanması nedeniyle kamuoyunda eleştiriler alıyor.
Bununla birlikte kanun, Türkiye’nin 2053 net sıfır emisyon hedefini destekliyor. AB’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) ve 1 Ocak 2026’da başlayacak ekonomik yükümlülüklere Türkiye sanayisini hazırlayan bir çerçeve sunuyor. Bu anlamda kanunun, uluslararası taahhütlerle uyumlu bir şekilde sanayi sektörümüzü dönüştürme potansiyeli var.
Adil, şeffaf ve kapsayıcı bir şekilde uygulanırsa, İklim Kanununun Türkiye’yi daha yeşil ve yaşanabilir bir geleceğe taşıma potansiyeli oldukça yüksek.
Ana odak 1: Emisyon Ticaret Sistemi (ETS)
Avrupa Birliği, 1 Ocak 2026 tarihinden itibaren, 6 sektörde (demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre, elektrik ve hidrojen) birlik içine ithal edilecek tüm ürünlerin karbon ayak izinin ölçülmesini şart koşuyor. Eğer bu karbon ülke içinde fiyatlandırılmıyor ve vergisi verilmiyorsa çevreye salınan her bir ton başına AB sınırında karbon vergisi alınması gerekiyor.
Türkiye, bu düzenlemeye uyum sağlamak için Emisyon Ticaret Sistemi’ni (ETS) kurmak zorundaydı ve hatta geç bile kaldı. Bu 6 sektördeki üretimin karbon emisyonu ülke içinde ölçülür, raporlanır, denetlenir ve vergisi ödenirse, ihracatçılarımız AB sınırından ürünlerini problemsiz geçirebilecek. Aksi halde, AB’ye ihraç edilen ürünlerin üretiminden açığa çıkan karbon ton başına AB’ye vergi ödenecek.
Türkiye’nin ihracatının yaklaşık %40’ı AB’ye yapılıyor. Dolayısıyla, Türkiye’de ETS’nin kurulması AB pazarında rekabet dezavantajı yaşamamak için hayati önem arz ediyor.
AB, ETS’yi 2005’te kurdu ve 20 yıldır geliştirmek ve iyileştirmekle meşgul. Emisyon Ticaret Sistemi’nin başlamasından bu yana 20 yılda, Almanya’daki EU-ETS 1 kapsamındaki tesisler emisyonlarını yaklaşık %47 oranında azalttı. Avrupa genelinde ise EU-ETS 1 kapsamındaki emisyonlar %51 oranında azaldı. Ayrıca bu sistemin vergi olarak devlete kazandırdığı para da küçümsenmeyecek miktarda. 2024 yılında ETS Almanya’da 18,5 milyar avro gelirle federal hükümetin İklim ve Dönüşüm Fonu’nu finanse etti.
Ana odak 2: Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SDKM)
Türkiye, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’na (SKDM) hazırlık kapsamında demir-çelik, alüminyum, gübre ve çimento gibi sektörlerin emisyonlarını 1,5 yıldır ölçüyor ve raporluyor. Bu süreç, sanayi sektörünün karbon ayak izini azaltma yolunda çok önemli bir hazırlık aşamasıydı.
Şimdi sıra, emisyon üst sınırını belirleyip tahsisatları dağıtmaya geldi. Tahsisat derken şunu kast ediyorum:
Şirketlere belirli bir süre boyunca bir ton karbondioksit eşdeğerinde sera gazı emisyonu üretme hakkı veriliyor. Bu tahsisatlar ETS kurulduğunda üreticilere ücretsiz dağıtılacak, zamanla az emisyon üreten şirketler, emisyon üretme hakkını başka bir şirkete satabilecek. Yani yeşil ve temiz üretime geçen firma, emisyon hakkını satarak kâr elde edecek.
Tahsisatların adil dağıtılması, firmaları karbon ayak izini azaltmaya teşvik eden bir mekanizma kurulması ve sürecin şeffaf ilerlemesi kritik.
AB örneği, ücretsiz tahsisatların dağıtılmasında ilk fazda hatalar olabileceğini ancak sonraki fazlarda bunların düzeltilebileceğini gösteriyor; bu da öğrenme sürecinin bir parçası olarak kabul edilmeli. Ayrıca Türkiye’nin önünde AB’nin 20 yıllık bir ETS tecrübesi var, AB’den alınacak derslerden hareketle Türkiye’nin daha az hata ile bu süreci atlatması beklenebilir.
Karbon fiyatı nasıl belirlenecek?
İklim Kanununun kabulünden sonra karbon fiyatının, yani sera gazı emisyonlarının çevresel maliyetinin fiyatlanması sonucunda bir ton karbon emisyonunun fiyatının nasıl belirleneceği konusunda da farklı görüşler ortaya çıktı.
Karbon fiyatını herhangi bir piyasa veya borsa gibi düşünmemiz gerekiyor. Karbon fiyatı gelişmelere uygun olarak inip çıkacak, bir ülkede yüksek diğer ülkede düşük olabilecek. AB’den düşük bir karbon fiyatı olan ülke sınırda -şu anki bilgimize göre- farkı ödeyecek.
Ancak burada da fiyata değil sürece odaklanmak, emisyonları aşamalı bir şekilde düşürmeye çalışmak ülke olarak faydamıza olacaktır. Neticede her geçen sene karbon emisyonlarını düşüren üretici kazanan olacak. Bu sistem, sanayi sektörünü daha sürdürülebilir bir yapıya kavuştururken, Türkiye’nin küresel ticaretteki konumunu ve de rekabet avantajını güçlendirecek.
İklim Kanunu: Yeni sanayileşme stratejisi
İklim Kanunu çevresel endişelerden daha çok emisyon ticaretine ve sanayiye odaklandığı için eleştirildi. Ancak 2019 yılına geri gider ve Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın ortaya çıktığı zamanlarda Avrupa’daki yazıları incelersek benzer bir durumla karşılaşırız. AB de vakti zamanında yeşil ve ikiz dönüşümü salt bir çevre politikası olarak değil, bilakis yeni endüstrileşme stratejisi olarak lanse etmişti.
Günümüzde tarım deyince gözümüzde çapa yapan insanlar değil büyük tarım makineleri canlanıyor. Bu nedenle kanunun adının iklim kanunu olarak konması ve fakat daha çok sanayi ve emisyon ticaretine odaklanması, olayın doğasının ve çağımızın bir gereği. Ama kanun koyucuların da en çok eleştirinin bu noktadan geldiğini görmesi gerekli.
Kanun, Türkiye’nin sanayi sektörünü modernize ederek küresel rekabette öne çıkmasını sağlamayı hedefliyor. Yeşil teknolojilere yatırım, uzun vadede ekonomik büyümeyi desteklerken çevresel zararları azaltacak.
İnsanların karbon ayak izi ölçülecek ve özgürlükleri kısıtlanacak mı?
Sosyal medyada, İklim Kanununun bireylerin her eylemini izleyeceği ve sınırlayacağı yönünde yanlış bilgiler yayılıyor. Oysa ki kanun mevcut haliyle sadece üretim yapan sanayi kuruluşlarının karbon ayak izini ölçmeyi hedefliyor. Fabrikaların emisyonlarını azaltması, Türkiye’de yaşayanlar için daha temiz bir çevre vadediyor. Ve bu tamamen toplumun faydasına olan bir önlem. Kim ister ki yanı başında üretim yapan alüminyum veya çimento fabrikası bol bol karbon üretsin ve gökyüzü maviden griye dönsün.
İlerleyen yıllarda karbon ayak izi ölçülen sektör sayısı artar mı azalır mı, bunu tabii ki zaman gösterecek. AB’de başlangıçta karbon ayak izi ölçülen sektör sayısının altıdan da yukarıya çıkmasını beklerken, şu an frene bastıklarını görebiliyoruz. Bu nedenle mevcut duruma bakarak gelecekle ilgili çıkarımlar yapmak için çok erken. Aynı durum fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişte veya elektrikli otomobillerde de geçerli. Her ne kadar planlar bir an önce fosil yakıtlardan kurtulmak şeklinde yapılsa da savaşlar, krizler veya jeopolitik gerçekler bir anda tüm planları bozabiliyor.
Diğer yandan AB içinde satılan süt, yumurta veya et gibi hayvansal ürünler konusunda hayvan refahını önceleyen yaklaşımlar, Türkiye’nin gıda güvenliği konusunda da örnek olabilir. Şöyle ki, satın aldığınız yumurtayı yapan tavuğun gezen tavuk olması, genetiği değiştirilmemiş yem yemesi, bulunduğu ortamın açık ortam olması gibi şartlara göre derecelendirilmesi ve paketin üzerinde bunun bir logosunun olması tüketici için güven veriyor. Bu bakımdan Avrupalıların ne yediğine ve ne kadar kaliteli yediğine bizden daha çok dikkat ettiğini ve bunun insan sağlığı için güzel bir şey olduğunu söyleyebiliriz.
Yerel yönetimler de işin içinde
Yerel yönetimlerin sürece dahil edilmesi, kanunun dikkat çeken bir unsuru.
Her ilde vali başkanlığında kurulacak İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulları, 31 Aralık 2027’ye kadar yerel eylem planları hazırlayacak. Böylece iklim politikalarının tabana yayılması ve yerel ihtiyaçlara uygun çözümler geliştirilmesi sağlanacak. Eğitim müfredatına iklim değişikliği ve yeşil dönüşüm konularının eklenmesi, genç nesillerde çevre bilinci oluşturacak.
Ayrıca, biyoçeşitliliği koruma ve dirençli, akıllı şehirler inşa etme hedefleri, kanunun kapsamını genişletiyor. Yerel yönetimlerin bu süreçte aktif rol alması, politikaların etkinliğini artıracak.
En büyük sorun bilgi kirliliği
İklim Kanunu Türkiye’de yoğun tartışmalara yol açtı. Eleştirilerin bazıları yersiz olsa da haklı endişeler dikkate alınmalı. Tahsisatların belirlenmesi ve dağıtımında hakkaniyetli olunması çok önemli. Kanunda fosil yakıtlardan çıkış için net bir takvim olmaması eleştiriliyor, ancak 5. maddedeki sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik önlemler, yenilenebilir enerjiye geçişi ve fosil yakıtlardan çıkışı teşvik ediyor.
Sosyal medyada kanunun “küreselcilerin oyunu” veya “dış güçlerin dayatması” olduğu, seyahat özgürlüğünü kısıtlayacağı, yapay et veya böcek tüketimini teşvik edeceği gibi asılsız iddialar dolaşıyor. Bu bilgi kirliliği, kanunun çevre ve uluslararası ticaret açısından getireceği faydaları gölgeliyor. Emisyon azaltımı, hava kalitesini iyileştirerek yaşam kalitesini yükseltmeyi ve su ile gıda güvenliğini sağlamayı hedefliyor. Bu çabalar, AB veya dış güçler için değil, Türkiye’de daha iyi bir yaşam için tasarlandı. İklim Kanunu, çevre, ticaret ve sanayi için çok önemli ve alternatifi olmayan bir adımdı. Eğer kendi ETS’mizi kurmamış olsaydık, ya 1 Ocak 2026 itibarıyla AB ile olan ticarette yüksek vergiler ödemek zorunda kalacaktık ya da AB yerine ihracatımızın yüzde 40’ını yapmak için alternatif bir büyük pazar bulmaya çalışacaktık.
Şeffaf, adil ve kapsayıcı bir uygulama, kanunun potansiyelini gerçekleştirmede kilit rol oynayacak. Yanlış bilgilerin doğru bilgiyle yer değiştirmesi, toplumsal sahiplenme için hayati önem arz ediyor. Bu büyük dönüşüm, ancak toplum tarafından benimsendiğinde başarılı olabilir. Vatandaşların, STK’ların ve paydaşların sürece dahil edilmesi, kanunun etkinliğini artıracak ve Türkiye’yi 2053 net sıfır hedefine taşıyacak.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 21 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.