Dünya nüfusunun üçte birini evlerine kapanmaya zorlayan koronavirüs nereden çıktı? Çin’in Wuhan kenti balık pazarına nasıl geldi ve insanlara bulaştı? Bu sorulara verilecek yanıtlar sonraki salgınlara karşı önlemlerin alınması için de büyük önem taşıyor.
Bu sorunun yanıtının endüstriyel tarım uygulamalarında, özellikle endüstriyel besicilikte aranması gerektiğini savunanlar da var. Bunlardan biri de “1918 İspanyol Gribi – Dünyayı Nasıl Değiştirdi?” kitabının yazarı, bilim gazetecisi Laura Spinney.
Spinney, The Guardian’da yayınlanan makalesine, bilimsel adı SARS-CoV-2 olan virüsün laboratuvarda insan eliyle üretildiği yönünde hayli taraftar bulan iddianın, 17 Mart’ta bilimsel olarak çürütüldüğünü hatırlatarak başlıyor ve ABD’nin California eyaletindeki Scripp Araştırma Enstitüsü’nden Kristian G. Andersen’in, virüsün doğal evrimin sonucu ortaya çıktığını anlatan çalışmasına referans veriyor.
Andersen ve ekibi, Sars-CoV-2’nin genetik diziliminin yarasalara ulaşan koronavirüslerle aynı olduğunu, virüsün kaynağının ise büyük ihtimalle Çin olduğunu açıklamıştı. Bu açıklamaların ardından virüsün Çinlilerin yemeyi sevdiği, Wuhan’daki balık pazarında da satılan, karıncayiyenler aracılığıyla insanlara bulaşmış olabileceği iddia edilmişti. Ancak Spinney’e göre bu iddialar salgının misal, 20 yıl önce değil de neden bugün patlak verdiğini açıklamıyor:
“Batılılar tarafından egzotik bulunan Çin’in damak tadı yeni değil. O yüzden başka faktörlere bakmalıyız. (…) Biyolog Rob Wallace’ın dediği gibi “Virüsü veya kültürel adetleri suçlayabiliriz ancak gerçek neden insan ile ekoloji arasındaki ilişkiye dayanıyor.”
Fakirleştirilen çiftçi vahşi hayvan beslemek zorunda kaldı
1990’lardan itibaren, ekonomik dönüşümün bir parçası olarak Çin gıda üretim sistemini endüstriyel seviyeye çıkardı. Bunun bir yan etkisi olarak, antropologlar Lyle Fearnley ile Christos Lynteris’in ortaya çıkardığı gibi, küçük çiftçilerin sayısı azaltıldı ve besicilik endüstrisinden çıkarıldı. Bu çiftçiler, yaşamlarını idame ettirebilmek için daha önce sadece ikame olarak tüketilen vahşi türlerin besiciliğine başladı. Vahşi hayvansal gıdalar bir sektör olarak resmiyet kazandı ve bu tür gıdalar zamanla lüks ürün olarak yaftaladı. Ancak söz konusu küçük üreticiler sadece tarımdan atılmadılar, endüstriyel tarım daha fazla toprağa ihtiyaç duymaya başladığı için coğrafi olarak tarıma elverişli olmayan bölgelere itildiler. Ormanlara yaklaştıkça yarasalar ve virüsler pusuda bekliyordu. Temasların yoğunluğu ve sıklığı arttıkça yayılma riski de artıyordu.
Bir başka deyişle son yıllarda insan nüfusun daha önce bozulmamış eko sistemlere yayılması zoonozların, yani hayvanlardan insanlara geçen hastalıkların arttığı bir gerçektir. Ebola ve HIV bunu kanıtladı. Ama bu değişimin ardından bir başkası vardı. Bu da gıda üretim şeklidir. Modern tarım sektörü zoonozların ortaya çıkışına katkıda bulunuyor.
Tavuk çiftliklerindeki tehlike
Örneğin grip, yüksek bulaşıcılık riski bulunan bir hastalık olarak kabul edilir ve son 500 yılda en az 15 pandemiye yol açtı. Brüksel Üniversitesi’den Marius Gilbert’in dediği gibi, “Son derece patojen kuş gribi salgınlarının sıklaşmasıyla kümes hayvancılığının yoğunlaşması arasında sarih bir bağlantı vardır.”
Bunun nedeni, tavuk, tesislere doldurulmuş hindi ve diğer kümes hayvanlarının en yağsız etleri vermesi için yıllardır seleksiyona uğratılıp birbirinin genetik klonları haline getirilmesidir. Böylesi bir süreye virüs bulaşırsa onu engelleyecek genetik farklılıkla karşılaşmadan hızla yayılabilir. Hem bilimsel deneyler hem de gerçek hayat deneyimleri virüsün yayılma kabiliyetini artırdığını göstermiştir. Bu yayılımın ardından virüs insana bulaşırsa potansiyel olarak başımız belada demektir. 2018’de yayınlanan bir araştırmaya göre, o kadar patojen olmayan kuş gribi silsilesinin çoğu gelişmiş ülkede kurulu ticari kümes hayvancılığı sistemlerinden kaynaklandığını ortaya çıkardı. Bu salgınlar, Çin’den çok Avustralya, Avrupa ve ABD’de görüldü.
Laura Spinney, H5N1 ve H7N9 gibi son yıllarda son derece tehlikeli kuş gribi mikroplarının son dönemde Çin’den çıktığını ancak bu ülkede sadece yabancı firmalarında endüstriyel kümes hayvancılığı yaptığının da unutulmaması gerektiğini vurguluyor.
ABD ve Avrupa en büyük domuz gribi ihracatçısı
Peki, tek sorun endüstriyel kümes hayvancılığı mı? Spinney, endüstriyel domuz besiciliğinin de virüs salgınlarına yol açtığını yazıyor:
“Domuz üreme ve solunum sendromu (PRRS), adı verilen domuz hastalığı ilk kez ABD’de 1980’li yılların sonunda tanımlanmış ve dünyaya yayılmıştı. Yakın zamanda Çin’de de görülen hastalığın ABD’de görülenden daha öldürücü olduğu belirlendi. ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü’nden Martha Nelson ve ekibi tarafından yapılan araştırma domuz gribi virüslerinin genetik dizilimi ortaya çıkarıldı ve dünyanın en büyük domuz eti ihracatçıları olan Avrupa ve ABD’nin aynı zamanda en büyük domuz gribi ihracatçısı olduğunu belirledi.”
Veganlar haklı mı?
Sosyal medyada daha az et yense COVID-19 benzeri salgınların olmayacağı yönünde bazıları veganlar tarafından paylaşılan mesajlar olduğunu hatırlatan Spinney, bu iddialarda doğruluk payı olduğunu düşünüyor:
“Bu mesajlardan bazıları ilginç biçimde ana akım medya tarafından “Kısmen yanlış” olarak yaftalanıp engellendi. Ancak bu iddialar kısmen doğrudur. Öne sürülen bağlantı aşırı basite indirgenmiş olsa da sadece Çin’de değil her yerde et üretme yöntemimizin COVID-19’a katkısı var.”
Laura Spinney, yazısını uyarılarla sonlandırıyor:
“Hayvandan insana geçen yeni hastalıkların ortaya çıkmasını önlemek için Çin’in taze et pazarlarının daha iyi denetlenmesi gerektiği açıktır. Ancak bu pazarların arka planına da bakmalı, küresel olarak nasıl gıda ürettiğimizi gözden geçirmeliyiz. (…) Yine de SARS-CoV-2’nin bulaştığı insanların üçte birini öldüren H7N7 veya daha fazlasını öldüren H5N1 gibi ölümcül olmadığı şanslıyız. Bu bize hayat biçimi seçimlerimizi sorgulama fırsatı veriyor. Sonuçta milyonlarca kişinin ölümüne neden oluyorsa tavuk ucuz değildir.”
Bu yazı ilk kez 13 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.