Belki zekanızın ve yeteneklerinizin bir yere kadar olduğunu düşünüyorsunuz ya da belki kendinizi ortalamanın üstünde görüyorsunuz. Belki zorluklarla karşılaşınca hemen yılıyorsunuz ya da çok çalışınca olacağını düşünüyorsunuz belki de bütün bunlar öğrenmeyi yanlış öğrendiğiniz için benimsediğiniz şehir efsaneleri ve mitler.
Stanford Üniversitesi’nde matematik eğimi profesörü olarak görev yapan ve bu alanda yaptığı çalışmalarla tanınan Jo Boaler, 2024’de Koç Üniversitesi tarafından Türkçesi de basılan Sınırsız Zihin adlı eserinde öğrenmeye dair yanlış ve bir o kadar da zararlı mitleri açığa çıkarıyor. Bu mitleri terk edip doğru inançlar elde ettiğimizde önümüzde nasıl yeni ufuklar açılacağını da ortaya koyuyor.
Boaler, bunu spekülasyon şeklinde değil bilimsel bulgulardan hareket ederek yapıyor. İddialarını sağlam ve güçlü temellere dayandırıyor. Bu da onun çalışmasını kişisel gelişim kitabı olmanın ötesine taşıyarak eğitim bilimleri için de dikkate değer bir kaynak haline getiriyor.
Öğrenme mitleri
Öğrenme faaliyetinin asla tek başına bir bilgi edinme işi olmadığını bunun yanı sıra en temelde beyin bağlantılarının geliştirilmesi süreci olarak görülmesi gerektiğini anlatan Boaler, eserinde verdiği örneklerle bizi öğrenmeye ilişkin bakışımızı değiştirmeye çağırıyor.
Boaler kitabında neredeyse tüm toplumlar tarafından kanıksanmış bazı temel mitleri ve bu mitlerin insanlara ne tür zararlar verdiğini de açıklıyor. Bu mitlerin en temel olanıysa şu: Beynimiz sınırlıdır, bu sınırlar doğuştan belirlenmiştir ve bu sınırları aşmanın imkânı yoktur.
Boaler’a göre bu mitler, kişinin kendisine ve öğrenme kapasitesine ilişkin zararlı bir anlayış geliştirmesine neden oluyor. Bu durum çeşitli sonuçlar da yaratıyor:
“Her sene milyonlarca çocuk öğrenme heyecanıyla başladıkları okullarında, ötekiler kadar ‘zeki’ olmadıkları fikrine kapılarak hayal kırıklığına uğruyor. Aynı şekilde yetişkinler de yeterince iyi veya yine yeterince “zeki” olmadıklarını düşünerek aslında takip etmek istedikleri bir yolu terk ediyor.” (Boaler, 2024, 10)
İnsanların sabit, değişmesi mümkün olmayan, sınırlı bir kapasiteyle doğduğuna inanan kişiler, kendilerini doğuştan şanslı olarak gördükleri gruptan saymıyorlarsa, yeterince “zeki” olmadıklarını düşünüyor ve özgüven sorunu yaşıyor. Bu kişiler, içten içe bu doğal piyangonun sonuçlarına dair bir kızgınlık, kendilerine ilişkin de bir memnuniyetsizlik hissediyor.
Ancak sorun sadece yeterince “zeki” olmadığını düşünenlerle ilgili değil. Doğuştan gelen sabit zekâ ve yetenek düşüncesi, karşı kutbu oluşturan, yani zeki ve yetenekli olduğu düşünülen insanlara da zarar veriyor. Boaler, avantajlı olduğu düşünülen insanların nasıl bir sorun yaşadığını da anlatıyor:
“Avantaj elde ediyorlardı elde etmesine ama bunun bir bedeli de oluyordu. İçlerinde sabit bir şeyin olduğu hissine kapılıyor, zorluk çektiklerinde ise, o şey “demek ki bitti” diye düşünüyorlardı. Soru sormamayı, sadece başkalarının sorularına cevap vermeyi öğrendiklerini söylüyorlardı. Herhangi bir konuda zorlandıklarında, birileri aslında doğuştan yetenekli olmadıklarını anlar diye düşünerek bunu saklama ihtiyacı duyuyorlardı.” (Boaler, 2024, 40)
Aslında doğuştan zeki olduğu düşünülen insanlar da büyük bir özgüvene sahip değiller. Olsa olsa kırılgan bir özgüvenleri olduğu söylenebilir. Zaman zaman kendilerinden kuşku duyuyor, dışarıya karşı oluşturdukları “zeki insan” imajının bozulmaması için çabalayıp duruyorlar. Bu imajı korumak için de başarısız olabileceklerini düşündükleri zorluklardan kaçıyorlar. Bu da aslında kendilerine yaptıkları en büyük kötülüklerden biri. Zira Boaler’ın ortaya koyduğu araştırmalar gösteriyor ki insan zihninin gelişimini sağlayan en önemli unsurlardan biri, zorluklarla karşılaşmak.
Zihnin gelişiminin iki unsuru
Zaten, Boaler’e göre zihin gelişimi için olmazsa olmaz iki husustan biri zorluklarla karşılaşmak, diğeri de sürekli çaba göstermek.
Çaba göstermenin kendine özgü bir işleyişi var. İnsanların herhangi bir alanda başarı göstermek için ihtiyaç duyduğu şey, beyinde nöral yolakları geliştirmek. Bu yolaklar öğrendikçe gelişiyor ve insan ne kadar mücadele ederse hem öğrenme hem de beyin o kadar gelişiyor.
Çaba göstermek, gelişimin anahtarı olmakla birlikte tek başına da yeterli değil. Kişi, çok çalıştığı halde amacına ulaşamıyorsa, izlediği yolun doğru olup olmadığını gözden geçirmeli, gerekirse stratejisini değiştirerek çabasını farklı bir yol izleyerek devam ettirmeli. Bu da kişinin yeterince uyanık ve esnek olmasını gerektiriyor.
Boaler, beynin gelişimi için zorluklara ve hatalara bakışımızın da değişmesi gerektiğini söylüyor. Genelde insanlar zorluklarla karşılaştıklarında geri çekilir. Oysa zorluklar, beynin gelişimi için büyük fırsatlar. İnsanlar, hatalara karşı da olumsuz bir yaklaşım sergiler. İnsanların çoğu, hataların damgalanmaya neden olduğunu, kötü oluğunu ve cezayı gerektirdiğini düşünüyor. Oysa beynin gelişimi için en uygun zamanlar mücadele ettiğimiz ve hata yaptığımız zamanlar. Boaler’ın ifadesi ile “Öğrenme sürecinde engellerle karşılaşmaya ve hata yapmaya istekli olduğumuzda, öğrenme deneyimini hızlandıran ve geliştiren nöral bağlantılar geliştiririz.”
Hata yapma korkusu
Oysa ne yazık ki bizler, her şeyin mutlak doğru olması gerektiğine dair bir inanç taşıyoruz. Bu inancı bırakarak hata yapma korkusunu aştığımızda hem beynimizin gelişimi açısından yeni fırsatlara kapı açacağız hem de kendimizi çok daha özgür hissedeceğiz. Çünkü hata yapma korkusu bizi zannettiğimizden çok daha fazla kısıtlıyor. Bu kısıtlılık halinden kurtularak özgürleşmek, hatayı öğrenmenin ve gelişimin bir parçası olarak görmekle mümkün ki zaten gerçek de tam olarak bu. Bu gerçeği kabul ederek zorluklarla karşılaştığımızda pes etmek yerine ısrarcı olmaya çalışmalıyız. İnsanların takdir edilmelerinin nedeni de salt zorluktan kurtulmaları olmamalı, daha çok o zorluğu aşmak için gösterdikleri çaba ve bu mücadele olmalı.
Yanlış olan sadece beyne dair inançlarımız değil. Onun dışında hataya ve zorluklara ilişkin de doğru olmayan köklü kanaatlerimiz mevcut. Beyin sınırları mutlak bir kapasiteye sahip değilken, hata ve zorluklar da kaçınmamız gereken düşmanlarımız değil. Öte yandan beyin gelişim gösterebilirken buna en büyük katkıyı sağlayan şeyler de öğrenme sürecinde yaptığımız hatalar ve bize meydan okuyan zorluklar. Dolayısıyla bunlardan kaçmak yerine yapıcı bir tavırla bunlara karşılık vermek çok daha doğru.
Diğer yandan beynin gelişime açık olduğunu bilmek, kendimize ilişkin algımızın da değişmesini sağlayabilir. Şöyle ki öğrenme potansiyelinin miras alınan genetiğe değil de kişinin kendi çabasına bağlı olduğunu bilmek, insanın kendi beyni üzerinde bir güce sahip olduğunu hissettirir. Bunun anlamı, insanların zeki veya yetenekli olmasının kendi tercihlerine bağlı olduğunun kabul edilmesi.
Boaler’in ifadesini kullanacak olursak insanlar bu farkındalığa ulaştıklarında “Çizimde berbatım,” demeyecek, bunun yerine “Henüz iyi çizmeyi öğrenemedim” diyecek. Bu farkındalık, “henüz”ün anlamını vurgulayarak onları hataya, hayata ve ilgi duydukları alanlara daha açık hale getiriyor. En azından merak ettikleri fakat önyargıyla başarılı olamayacaklarını düşündükleri alanlar karşısında kendilerine şans verirler.
Beynin sabit olmayıp değişim ve gelişime açık, sınırsız bir kapasiteye sahip olduğu bilgisi, sadece kendini yeterince “zeki” saymayan ya da çok “zeki” gören insanlar için kullanışlı ve özgürleştirici değil. Bu bilgi, aynı zamanda öğrenme güçlüğü çeken insanlar için de bir o kadar, belki daha da fazla yararlı.
Yanlış inançlar terk edildiğinde
Boaler, eserinde beyne ve öğrenmeye ilişkin yanlış inançlar terk edildiğinde bu insanların da uygun çalışmalarla nasıl büyük ilerlemeler sağladığına ilişkin örnekler sunuyor.
Ancak şu unutulmamalı, beynin gelişebilir olması, insanlara sadece iyimser olmak için bir temel sağlamaz. Bunun yanı sıra kişilerin kendilerine, ebeveynlere ve öğretmenlere de büyük bir sorumluluk yükler. Beynimizin halinden genetiğimiz ya da kader değil, bizzat kendimiz sorumluyuz. Bu yüzden beyin gelişebilirken, böyle bir imkâna sahipken bizim bu yönde ne yapıp ne yapmadığımız çok daha kritik hale geliyor.
O halde öğrenmeye ilişkin önyargılarımızı gözden geçirme zamanı.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 21 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.