Yaz, sel, orman yangını: Afetler kaçınılmaz mı?

Artık yazla birlikte seller, taşkınlar, orman yangınları da hayatın bir parçası… Ama bunlar afete dönüşmek zorunda değil. Ne tür tedbirler alınabilir? Sel riski karşısında ne yapmanız gerektiğini biliyor musunuz? Doç. Dr. Meltem Balaban yazdı.

Son yıllarda, yaza doğru ya da yaz aylarında sıklıkla seller, akarsu taşkınları, kent-içi su baskınlarını ya da orman yangınlarını konuşuyoruz. Özellikle iklim değişikliğinin etkilerini bu tür sıklaşan, şiddetini, süresini ve etki alanını genişleten meteorolojik olaylarda daha fazla deneyimler olduk.

Peki bu tür olaylar yaşandığında insan yerleşmeleri hep afetlere sahne olmak zorunda mı? Acaba benzer durumlarla karşı karşıya kalan dünyanın başka köşesindeki topluluklar nasıl daha az hasarla bu olayları atlatmayı başarabiliyor? Ne tür hazırlıklar bu göreceli başarıda etken? Gelecekteki kayıplar nasıl gerçekleşmeden azaltılabiliyor? Tüm bu sorular eminim pek çoğumuzun aklından geçiyordur.

Afetlerden korunmak mümkün mü?

Özellikle son yıllarda yapılan araştırma ve uygulamalara baktığımızda; “önetkin çabalarla alınacak tedbirler bizleri pek çok ‘afet’ zararından koruyabilir hatta bu olaylar afetlere dönüşmeden ufak hasarlarla geçiştirilebilir” kabulü var. Nasıl mı?

Bazı kritik konuları vurgulamakta fayda var. Umarım karar vericiler de zararları tazmin etme yoluyla sadece “günü kurtararak” bu büyük sorunun çözülemeyeceğinin farkına varırlar. Aslında olması gereken; uzun soluklu ve kapsamlı tedbirlerin önceliklendirilmesi ve olaylar yaşanmadan ivedilikle uygulanması! Böylece yineleyen ve afet[efn_note]Afet nedir? Uluslararası Acil Durum Veritabanı’na göre bir olaya afet diyebilmek için ilgili 4 kriterden en az 1’nin sağlanmış olması gerekiyor. Bu kriterler:
a) 10 ve/veya daha fazla can kaybı yaşanması,
b)100 ve/veya kişinin etkilenmesi,
c) acil durum ilan edilmesi,
d) uluslararası yardım çağrısında bulunulması.
Kaynak: https://www.emdat.be/)
[/efn_note] boyutundaki zararlarla karşı karşıya kalmayacağımız aşikar…

Bu konuda epey bir çalışma ve uluslararası gündemi yönlendiren tecrübe edilerek öğrenilmiş ortak kabuller var. Afetler aslında kaçınılabilecek olaylar. İnsan yerleşmelerinin sürekliliği ve refahı için doğa ile uyumlu, olası riskleri azaltan doğa tabanlı çözümler mümkün.

Peki bunlar neler olmalı?

Bizleri bekleyen riskler ve olası etkileri neler?

Ülkemiz coğrafi koşullar, iklimsellik ve şehirleşme açısından pek çok özelliğe ve dolayısıyla çeşitli tehlike ve kırılganlıklara sahip… Bunlardan bazıları bizlere yüzyıllar öncesinden miras kalmış bazıları ise bizden önceki nesiller tarafından üretilmiş… Dolayısıyla nasıl bir okyanus ya da ada ülkesi kendine has özelliklere sahipse biz de Türkiye olarak Asya ve Avrupa kıtalarını birleştiren, Arap, Afrika ve Avrasya yerkabuğu plakaları arasında kalmış, üç tarafı denizlerle çevrili, çok çeşitli iklimsel koşullara sahip bir ülkeyiz. Bu özelliklerimiz dolayısıyla pek çok doğal tehlikeye maruz durumdayız.

Bunun yanı sıra sahip olduğumuz doğal bitki örtüsü, canlı ve insan varlığı ve yerleşme yapısı bakımından bakıldığında insan ve teknolojik kaynaklı pek çok tehlikeyle de baş başayız. Bu tehlikeli durumlar; belirli bir zaman aralığında, belirli bir olasılıkla, belirli bir alanı, belirli bir şiddette etkileyebilirler.

Olası durumları geçmiş deneyimler kadar bir takım öngörülü çalışmalarla tahmin eden pek çok çaba var. Beklenmedik, tahmini zor durumların da olduğu aşikar.

Ancak riskleri ne kadar iyi tahmin edebilir, ne kadar çok azaltabilirsek o kadar güvenli yaşam alanlarına sahip olabilmek mümkün… Tehlikelere maruz olan ve o tehlikeler karşısında daha kırılgan yapıdaki hassas birtakım varlıklar eğer o tehlikeler karşısında gerekli tedbirleri almaz, kırılganlıklarını azaltamaz, baş etme kapasitelerini geliştiremez ise bu riskleri yönetmek de pek de mümkün olmayacaktır. (Şekil 1)

Şekil 1. Tehlike-Zarargörebilirlik (Kırılganlık)-Risk İlişkisi (Kaynak: Şenol Balaban, M. (Editör), (2017). Kent, Planlama ve Afet Risk Yönetimi. Eskişehir: Anadolu Yayınları.)

Yaşam alanlarımız hangi tehlikelere maruz? Ne tür fiziksel ve sosyal kırılganlıkları var? Başa çıkma kapasiteleri kurumsal ve bireysel olarak ne düzeyde? Bu soruların yanıtlarını iyi tespit edebilirsek olası durumlarla karşılaşmadan önce gerekli tedbirleri kent yönetimleri, merkezi yönetim kurumları, toplum ve birey olarak almak yoluyla daha az afetle karşı karşıya kalırız.

Son zamanlarda özellikle yaz aylarına girerken her yıl neredeyse aşırı ve ani yağış sonrası akarsu taşkınları, seller ve kent içi su baskınlarına rastlıyoruz.

Taşkın, sel, su baskını nedir? Önlenebilir mi?

Taşkın ve seller aslında doğal meteorolojik olaylar sonrası tetiklenen olaylardır. Belirli sezonlarda gelen yağışlarla kendi su toplama havzaları içinde vadiler, akarsular yoluyla yukarı havzadan aşağı havzaya taşınır ve zaman zaman yakın çevrelerine taşkın ovası dediğimiz alanlara yayılarak ekolojik yaşamın devamını sağlarlar.

Aslında suyun atmosfer ve yerküredeki doğal bir döngüsünün bir sonucudur (Şekil 2: su döngüsü) ve akarsulara rahatça taşabilmesi için yeterli doğal alanları bırakmak ve böylece ekolojik dengeyi korumak gerekir. Ancak bu olmadığında ya da bu döngü bir engelle karşılaştığında büyük miktarlarda su olması gereken yerin dışında çevresindeki pek çok şeye zarar vermeye başlar (Şekil 3).

Öte yandan bu döngü olması gereken doğal akışına uyumlu yaşanırsa tam tersine verimli tarım toprakları, ekolojik yaşamın devamı için gereken ortamı sağlayabilir ve doğal yaşam sürdürülebilir.

Neden kentlerimizde bu tür olayları afet olarak yaşıyoruz?

Geçmişe nazaran çok daha sık, etki alanı yaygın ve şiddetli yağışlara şahit oluyoruz. Bunun bir sebebi, iklimlerin değişmesine bağlı ekstrem yağış miktarlarında artışa sebep olması ya da yağışın eskiye nazaran daha uzun süre gerçekleşmesi olabilirken bu düzeyde bir yağış olmasa dahi artık kentsel alanlarımızın geçirimsiz yüzeylerle yoğun biçimde kaplı olması da olabilir.

Dolayısıyla yağışlarla yeryüzüne ulaşan su başka kaynaklara taşınacağı kanalları ve doğal emilim alanlarını bulamadığı takdirde yüzeyde oldukça büyük bir kuvvete erişerek önüne gelen her şeyi yıkarak çevresindeki varlıklara zarar verebiliyor.

Şekil 2: Su Döngüsü (Kaynak: https://www.mgm.gov.tr/genel/hidrometeoroloji.aspx?s=4)

Şekil 3. Taşkın ovalarında yoğun kentleşme örneği[efn_note]https://www.mlit.go.jp/river/basic_info/english/pdf/conf_04-0.pdf[/efn_note]
Sel ve taşkınlara dirençli yerleşimler nasıl oluşturulabilir?

Yerleşimler planlanırken jeomorfolojik yapıyı iyi okumak ve ona uygun bir yapılaşma düzeni oluşturmak doğayla uyumlu dirençli yerleşimler için öncelikli temel adımlar…

Doğal drenaj alanlarının mevcut haliyle korunması, kentin ve kentlinin kamusal kullanımına açık hale getirileceği açık ve yeşil alanlarla beraber rekreatif kullanımlara ayrılması, doğal özelliklerini kaybetmeden kullanılması diğer gerekli adımlar…

Ancak kentlerimizde özellikle yoğun bir biçimde kırdan kente göç ve nüfus artışı sonucu doğal drenaj alanlarının çoğu korunamadı. Hatta uzun yıllar akarsuların kent içinden geçen kısımlarının belli bir bölümünü kapalı kesit hale getirerek kentsel kullanımlara açan pek çok kentimiz bulunuyor. Örneğin, Ankara’da isimlerinden de anlaşılacağı üzere Kavaklıdere, Cevizlidere, Hoşdere vb. gibi caddelerimiz eskiden birer dere ve dere yatağı iken şimdilerde yollara, yerleşimlere dönüşerek birer yer altı kanalizasyonu haline geldi. Bu nedenle özellikle artan yağış rejimleri sonrası bu ve bunun gibi alanlarda su baskınlarına rastlıyoruz.

Aslında Ankara ilk planlanırken bu doğal drenaj alanları olan vadiler, akarsu yatakları ve çevresini dikkate alan plan kararları bulunuyordu. Ancak bu planlardaki kararları korumak günümüze eriştirmek pek çok başka kentimizde olduğu gibi pek mümkün olamadı.[efn_note]https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/460931[/efn_note]

Karadeniz’in farkı ne?

Sahip olduğumuz farklı coğrafi ve iklim koşulları taşkın, sel ve su baskını tehlikesi kadar toprak kayması, kaya düşmesi gibi tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Örneğin Karadeniz bölgemizin topoğrafyasıyla, bitki örtüsüyle ve yağış rejimiyle diğer bölgelerden farklı olması sonucu bu bölgede yağış sonrası ortaya çıkan durum farklı seyredebiliyor.

Karadeniz Bölgesi’nde yaşanan yağışlarla birlikte gelen suyun toplandığı havza, oldukça dik eğimleri olan derin vadilere sahiptir. Yukarı havzadaki orman varlığı özellikle son yıllarda azalarak yerini çay tarlaları gibi tarım faaliyetlerine bıraktı. Bu durum yağışla birlikte toprak ve toprak üzerinden diğer malzemenin de taşınmasına sebep oluyor ve dik eğimlerle bu kısa sürede gerçekleşebiliyor hatta çok büyük miktarlarda sürüntü malzemeleri akarsulara doluyor. Bu durum akarsu kanallarının taşıma kapasitesini de düşürerek bu sürüntü malzemesini aşağı havzadaki vadilere taşıyor ve dolayısıyla yakındaki önemli ulaşım yollarına, daha düzlükte yerleşmiş yerleşimlere zarar verecek biçimde şişerek çevresine taşarak zarar verebiliyor.

Burada Devlet Su İşleri, yerel yönetimler ve vatandaşların birlikte alabilecekleri birtakım tedbirler var. Öncelikle yukarı havza önlemleri fazla suyu yukarıda tutabilecek biçimde ele alınabilir, akarsular düzenli biçimde temizlenirse aşağı havzaya taşınan suyun miktarı görece azalır. Aşağı havzada ise taşkına maruz kalabilecek düzlük alan ve ovalarda yerleşimlerin mümkünse taşkın kotu üstünde ve daha az yoğunluklu olarak inşa edilmesi, halihazırdaki yerleşim yerleri varsa yağmursuyu ve kanalizasyon sistemlerini ayrı olarak tasarlandığı ve özellikle yağmur suyu sistemlerinin taşıma ve depolama kapasitelerinin özellikle iklim değişikliği sebebiyle artan yağış miktarlarına göre düşünüldüğü sistemlere yatırım yapılması gerekir.

Öte yandan daha fazla nüfusun topoğrafyaya uyumlu bir yapı düzeniyle vadileri kapatmadan, heyelan duyarlılıklarını da dikkate alacak biçimde yamaçlara yayılması biçiminde düşünülebilir. Karadeniz’deki geleneksel yapılaşmaya bakıldığında doğaya ve coğrafyaya uyumlu daha fazla örneğe rastlansa da günümüzde bu terkedilerek düzlük arazilere taşkın kotunu dikkate almaksızın yoğunlaşan bir yerleşim düzenine dönüştü. Bu durum bizleri günümüzde taşkın ve seller karşısında daha kırılgan hale getiriyor.

Bireyler konut seçiminde sel riski konusunda nelere dikkat etmeli?

Bizler yaşadığımız konutları seçerken yukarda bahsettiğimiz tehlikeleri düşünerek nelere dikkat etmeliyiz?

Pek çok açık kaynaktan faydalanarak doğal tehlikelere ne kadar maruz durumdayız bunu az da olsa öğrenmek mümkün. Taşkın yönetim planları ve taşkın tehlike haritaları (Şekil 4) özellikle bize bu konuda yardımcı olabilir.

Ayrıca her ilin kendine has başkaca doğal ve teknolojik kaynaklı tehlikelerinin nerelerde etkin olduğu ve risklerin nasıl azaltılabileceğini dikkate alarak hazırlanan İl Risk Azaltma Planları bizlere diğer tehlikeler karşısında kentin hangi kesimlerinin ne tür riskler taşıdığı hakkında yol gösterebilir.

Eğer bir taşkın tehlike alanındaysanız, taşkından etkilenebilecek zemin ve zemin altı katlarının olması nedeniyle üst katlarda bir konut düşünebiliriz.

Şekil 4. Ankara Mamak İlçesindeki taşkın riskine sahip yapılar[efn_note]http://www.aski.gov.tr/yukle/dosya/AnkaraHavzasiTaskinYonetimPlani.pdf[/efn_note]
Binaların alt katlarında oturanlar sel durumunda ne yapmalı?

Taşkın tehlikesine maruz alanlarda bulunan binalarda özellik zemin ve zemin altı katlarda yaşam alanlarının olması bizi diğer katlara göre kırılgan yapar. Bu alanlarda bulunan özellikle su basman kotu altındaki alçak bodrum katlarının yaşam alanları olarak kullanılmaması gerekir ancak ülkemizde bu tür alanlar hâlâ bulunuyor.

Dolayısıyla, herhangi bir acil durumda bu alanlarda yaşayanları ivedilikle uyarmak ve güvenli alanlara tahliye etmek en öncelikli yapılması gereken konuların başında gelir.

Burada vatandaşların herhangi bir aşırı yağış durumunda nereye gideceklerini bilmesi, güvenli tahliye alanlarının oluşturulması ve deneyimlenmesi en azından canların kurtarılması adına önemli aşamalardır. Dolayısıyla Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün erken uyarılarının takibi önemlidir.

Sele yaya olarak yakalanırsak ne yapmalıyız?

Ani seller, akarsu taşkınları ve su baskınlarının yaratabileceği tehlikeler sonrasında aslında yapılması ve yapılmaması gereken pek çok davranış var.

Öncelikle meteorolojik uyarıları mutlaka dinlemek o uyarılara göre hareket etmek özellikle acil durumda yardım kuvvetlerinin işlerini kolaylaştırıcı bir destek verecektir. Ne kadar az kişi bu acil durumda mahsur kalırsa onları kurtarma olasılığı daha fazla olacaktır.

Bu tür bir uyarı yapıldığında olaya evimiz dışında yakalandıysak mutlaka sel sularından uzak durarak yüksek alanlara çıkarak kendimizi güvenli noktalara taşımalı, yardım gelene ve sel suları çekilene kadar güvenli alanlarda beklemeliyiz.

Eğer sel suları içinde kaldıysak ve henüz 15 cm. yüksekliği aşmamış ise sel sularının altını göremediğimiz için mutlaka elimizde bir çubuk yardımıyla bastığımız yeri hızlıca kontrol ederek güvenli bir alana geçmeliyiz.

Sel suları altında hem bazı kesici parçaların batması sebebiyle, hem bazı zehirli hayvan ve haşerat tarafından ısırılma, hem de bir takım elektrik kaçakları ihtimali durumunda yaralanmamıza sebep olacağından sel sularında karşıdan karşıya geçmeye çalışmamak gerekir.

Sele araçta yakalanırsak ne yapmalıyız?

Özellikle araç kullanıcılarının kesinlikle sel sularına araçlarıyla girmemesi, sele yakalanıldığı takdirde mutlaka araç dışına çıkarak yine sel suları yükselmeden daha güvenli yerlere ulaşmalarında fayda var.

Sel sularının yol tabanlarını parçaladıkları bilindiğinden araçla yoldan geçmeye çalışmak beklenmedik çukurlara düşerek canımıza mal olabilir; bu yüzden mutlaka aracın geldiği güvenli tarafa dönülmesi bu mümkün değil ise aracın terk edilmesi ve sel sularına kesinlikle araçla girilmemesi gerekir. (Şekil 5).

Şekil 5. Taşkın, sel durumunda yapılması gerekenler işaretlerle bildiriliyor (Crawford, Arkansas, ABD)

Yüksek akıntı gücüne sahip 15 cm’lik (ayak bileklerimize gelen 1 karış suya denk gelir) bir yayanın düşerek sürüklenmesine sebep olabilirken, dizlerimize gelen yaklaşık 30 cm’lik akışkan bir su kütlesi birçok aracı sürükleyebilecek güçtedir. Ancak 60 cm’lik akışkan sel suyunun kamyonet, SUV’lar gibi yüksek araçlar da dahil pek çok aracı taşıyabildiği gözlemlenmiştir.[efn_note]Bununla ilgili kısa aydınlatıcı animasyona şu linkten erişebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=PvJuocemHS4[/efn_note]

ABD’nin pek çok eyaletinde Federal Acil Durum Yönetim Kurumu (FEMA) sel, taşkın durumlarında neler yapılması gerektiğini vatandaşlarına anlatır.[efn_note]https://www.weather.gov/tsa/hydro_tadd[/efn_note] Özellikle bazı alanların taşkın ve sele uğrama ihtimaline karşı kişileri bilgilendirme tabelaları (Şekil 3) kullanılır. Türkiye’de de AFAD web sitesinden özellikle sel durumunda yapılması gerekenler ayrıntılı bir şekilde özetlenmiş durumda.

Orman yangınları

Yaz sıcaklarında bazı bölgelerimizin karşı karşıya kalacağı bir diğer tehlike de orman yangını tehlikesi.

Her yıl yaz başı kimi riskli bölgelerde ormanlık alanlara girişlerin ve piknik gibi pek çok aktivitenin yasaklandığı bilgisi paylaşılır. Bu yasaklara olabildiğince uyulabilirse; orman yangınlarının ortaya çıkma olasılığı, özellikle insan kaynaklı olabilecek gerekçeler nedeniyle azaltılabilir.

Ancak aşırı sıcaklıklar arttığında dış etkenler olmadan da ormanlık arazide kendiliğinden tutuşma durumları olabilir. Buna karşı alınacak tedbirler var: Kuru ot varlığının güvenli bir biçimde azaltılması, belli bölgelerde önceden soğutma için havadan yağmurlama çalışmalarının yapılması, havadan ve karadan sürekli gözlemin artırılması, herhangi bir yangın başlangıcında zamanında müdahale edebilmek için yer söndürme ekiplerinin sürekli hazırda tutulması, ormanlık alanlara yakın olan orman köylerinin bu dönemlerde bir yangın ihtimaline karşı özellikle kendi hazırlıklarını artırması bu tedbirlerden bazıları…

Bu tedbirlere ilaveten yangın söndürme ekiplerinin yangınları kısa sürede tespit etme ve henüz küçük alanda başlayan yangına hızlıca müdahale etme ile rüzgar ve başka sebeplerden büyüyerek yayılmadan bu küçük alanda etkili yangınların söndürülmesine çalışmak da olayların bir felakete dönüşmeden bertaraf edilmesini sağlayacaktır.

Japonlar nasıl başarıyor? Hangi tedbirleri alıyor?

Bu yazı boyunca dikkatlerinizi çekmek istediğim doğal ve insan kaynaklı tehlikeler; her daim oldu ve olmaya devam edecek. Ancak burada yapılması gereken, bu tehlikeler gerçekleştiğinde afetlere hatta felaketler dönüşmemesini sağlayabilmek.

Böylelikle; öngörülmemiş durumlar olsa dahi can kayıplarını olabilen en az seviyeye indirebilmek mümkün olacaktır.

Örneğin; Japonya’da pek çok yerleşmede tehlike ve risk bilgisine vatandaşlar erişebilir ve acil durumlar için düzenli tatbikatlarla hazırlıklar canlı tutulur. Japon hükümeti ve yerel yönetimler, özellikle hakim tehlikeler karşısında gerekli yapısal koruma tedbirleri üreten, inşaat faaliyetleri de dahil olmak üzere kadar birtakım tehlike haritaları hazırlarlar, vatandaşlar yerleşim kararlarını buna göre alırlar. Ayrıca eğitim faaliyetlerine yatırım yaparak yapısal olmayan diğer tedbirleri düzenli biçimde uygulamaya koyarlar.[efn_note]Tokyo, Japonya’daki hazırlık çalışmaları https://www.metro.tokyo.lg.jp/english/guide/bosai/index.html[/efn_note]

Doğa ve insan kaynaklı pek çok olay gerçekleşmeden yapabileceğimiz her bir öngörü ve bunlara göre alacağımız her bir tedbir kadar olay yaşandığında bulunduğumuz yere göre atacağımız adımları önceden planlamak da olaylar karşısında daha hazırlıklı olmamızı sağlayacaktır. İlgili kurumlar ve yerel yönetimlerin hazırlanması kadar birey ve toplulukların bilinçlendirilmesi ve kendi hazırlıklarını yapması da olayların afete dönüşmemesi yolunda önemli katkılar verecektir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 14 Temmuz 2023’te yayımlanmıştır.

Meltem Şenol Balaban
Meltem Şenol Balaban
Doç. Dr. Meltem Şenol Balaban - ODTÜ - Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden 1998 yılında mezun oldu. Yüksek lisans çalışmasını, aynı bölümün Kentsel Tasarım Yüksek Lisans programında 2001 yılında tamamladı. 1999-2005 yılları arasında Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak çalıştı. Bu dönemde, çeşitli planlama stüdyolarında ve planlama projelerinde görev aldı. 2004-2005 döneminde Almanya’nın Yer Bilimleri Araştırma Merkezi’nde burslu araştırmacı olarak bulundu. İlk doktora derecesini ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden 2009 yılında aldı. Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) tarafından sağlanan 3 yıllık burs ile Tokyo Üniversitesi Kent Mühendisliği Bölümü’nde ikinci doktorasını 2012 yılında tamamlayarak Türkiye’ye döndü. 2013 yılından beri ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak görev yapan Balaban, halen Planlama Stüdyosu dersleri ile Planlamada Coğrafi Bilgi Sistemlerine Giriş, Şehir ve Bölge Planlama Disiplininde Güncel konular derslerini derslerine giriyor. Deprem Çalışmaları Y. lisans Programında ise birkaç dönem Afet Risk Yönetimi ve Risk Azaltma Temel Prensipleri derslerini de verdi. Risk yönetimi ve sakınım planlaması, iklim değişikliği, kentsel taşkın risk yönetimi ve tahliye alanlarının mekansal dağılımının coğrafi bilgi sistemlerinde modellenmesi gibi çalışma konuları ile çeşitli ulusal ve uluslararası araştırma projelerinde yer alıyor. Ağustos 2018 tarihinden beridir ODTÜ Afet Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü (https://dmc.metu.edu.tr/) görevini sürdürüyor. Uzmanlık konularıyla ilgili çeşitli görsel ve yazılı malzemelere https://avesis.metu.edu.tr/mbalaban/dokumanlar ve adresinden ulaşabilir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Yaz, sel, orman yangını: Afetler kaçınılmaz mı?

Artık yazla birlikte seller, taşkınlar, orman yangınları da hayatın bir parçası… Ama bunlar afete dönüşmek zorunda değil. Ne tür tedbirler alınabilir? Sel riski karşısında ne yapmanız gerektiğini biliyor musunuz? Doç. Dr. Meltem Balaban yazdı.

Son yıllarda, yaza doğru ya da yaz aylarında sıklıkla seller, akarsu taşkınları, kent-içi su baskınlarını ya da orman yangınlarını konuşuyoruz. Özellikle iklim değişikliğinin etkilerini bu tür sıklaşan, şiddetini, süresini ve etki alanını genişleten meteorolojik olaylarda daha fazla deneyimler olduk.

Peki bu tür olaylar yaşandığında insan yerleşmeleri hep afetlere sahne olmak zorunda mı? Acaba benzer durumlarla karşı karşıya kalan dünyanın başka köşesindeki topluluklar nasıl daha az hasarla bu olayları atlatmayı başarabiliyor? Ne tür hazırlıklar bu göreceli başarıda etken? Gelecekteki kayıplar nasıl gerçekleşmeden azaltılabiliyor? Tüm bu sorular eminim pek çoğumuzun aklından geçiyordur.

Afetlerden korunmak mümkün mü?

Özellikle son yıllarda yapılan araştırma ve uygulamalara baktığımızda; “önetkin çabalarla alınacak tedbirler bizleri pek çok ‘afet’ zararından koruyabilir hatta bu olaylar afetlere dönüşmeden ufak hasarlarla geçiştirilebilir” kabulü var. Nasıl mı?

Bazı kritik konuları vurgulamakta fayda var. Umarım karar vericiler de zararları tazmin etme yoluyla sadece “günü kurtararak” bu büyük sorunun çözülemeyeceğinin farkına varırlar. Aslında olması gereken; uzun soluklu ve kapsamlı tedbirlerin önceliklendirilmesi ve olaylar yaşanmadan ivedilikle uygulanması! Böylece yineleyen ve afet[efn_note]Afet nedir? Uluslararası Acil Durum Veritabanı’na göre bir olaya afet diyebilmek için ilgili 4 kriterden en az 1’nin sağlanmış olması gerekiyor. Bu kriterler:
a) 10 ve/veya daha fazla can kaybı yaşanması,
b)100 ve/veya kişinin etkilenmesi,
c) acil durum ilan edilmesi,
d) uluslararası yardım çağrısında bulunulması.
Kaynak: https://www.emdat.be/)
[/efn_note] boyutundaki zararlarla karşı karşıya kalmayacağımız aşikar…

Bu konuda epey bir çalışma ve uluslararası gündemi yönlendiren tecrübe edilerek öğrenilmiş ortak kabuller var. Afetler aslında kaçınılabilecek olaylar. İnsan yerleşmelerinin sürekliliği ve refahı için doğa ile uyumlu, olası riskleri azaltan doğa tabanlı çözümler mümkün.

Peki bunlar neler olmalı?

Bizleri bekleyen riskler ve olası etkileri neler?

Ülkemiz coğrafi koşullar, iklimsellik ve şehirleşme açısından pek çok özelliğe ve dolayısıyla çeşitli tehlike ve kırılganlıklara sahip… Bunlardan bazıları bizlere yüzyıllar öncesinden miras kalmış bazıları ise bizden önceki nesiller tarafından üretilmiş… Dolayısıyla nasıl bir okyanus ya da ada ülkesi kendine has özelliklere sahipse biz de Türkiye olarak Asya ve Avrupa kıtalarını birleştiren, Arap, Afrika ve Avrasya yerkabuğu plakaları arasında kalmış, üç tarafı denizlerle çevrili, çok çeşitli iklimsel koşullara sahip bir ülkeyiz. Bu özelliklerimiz dolayısıyla pek çok doğal tehlikeye maruz durumdayız.

Bunun yanı sıra sahip olduğumuz doğal bitki örtüsü, canlı ve insan varlığı ve yerleşme yapısı bakımından bakıldığında insan ve teknolojik kaynaklı pek çok tehlikeyle de baş başayız. Bu tehlikeli durumlar; belirli bir zaman aralığında, belirli bir olasılıkla, belirli bir alanı, belirli bir şiddette etkileyebilirler.

Olası durumları geçmiş deneyimler kadar bir takım öngörülü çalışmalarla tahmin eden pek çok çaba var. Beklenmedik, tahmini zor durumların da olduğu aşikar.

Ancak riskleri ne kadar iyi tahmin edebilir, ne kadar çok azaltabilirsek o kadar güvenli yaşam alanlarına sahip olabilmek mümkün… Tehlikelere maruz olan ve o tehlikeler karşısında daha kırılgan yapıdaki hassas birtakım varlıklar eğer o tehlikeler karşısında gerekli tedbirleri almaz, kırılganlıklarını azaltamaz, baş etme kapasitelerini geliştiremez ise bu riskleri yönetmek de pek de mümkün olmayacaktır. (Şekil 1)

Şekil 1. Tehlike-Zarargörebilirlik (Kırılganlık)-Risk İlişkisi (Kaynak: Şenol Balaban, M. (Editör), (2017). Kent, Planlama ve Afet Risk Yönetimi. Eskişehir: Anadolu Yayınları.)

Yaşam alanlarımız hangi tehlikelere maruz? Ne tür fiziksel ve sosyal kırılganlıkları var? Başa çıkma kapasiteleri kurumsal ve bireysel olarak ne düzeyde? Bu soruların yanıtlarını iyi tespit edebilirsek olası durumlarla karşılaşmadan önce gerekli tedbirleri kent yönetimleri, merkezi yönetim kurumları, toplum ve birey olarak almak yoluyla daha az afetle karşı karşıya kalırız.

Son zamanlarda özellikle yaz aylarına girerken her yıl neredeyse aşırı ve ani yağış sonrası akarsu taşkınları, seller ve kent içi su baskınlarına rastlıyoruz.

Taşkın, sel, su baskını nedir? Önlenebilir mi?

Taşkın ve seller aslında doğal meteorolojik olaylar sonrası tetiklenen olaylardır. Belirli sezonlarda gelen yağışlarla kendi su toplama havzaları içinde vadiler, akarsular yoluyla yukarı havzadan aşağı havzaya taşınır ve zaman zaman yakın çevrelerine taşkın ovası dediğimiz alanlara yayılarak ekolojik yaşamın devamını sağlarlar.

Aslında suyun atmosfer ve yerküredeki doğal bir döngüsünün bir sonucudur (Şekil 2: su döngüsü) ve akarsulara rahatça taşabilmesi için yeterli doğal alanları bırakmak ve böylece ekolojik dengeyi korumak gerekir. Ancak bu olmadığında ya da bu döngü bir engelle karşılaştığında büyük miktarlarda su olması gereken yerin dışında çevresindeki pek çok şeye zarar vermeye başlar (Şekil 3).

Öte yandan bu döngü olması gereken doğal akışına uyumlu yaşanırsa tam tersine verimli tarım toprakları, ekolojik yaşamın devamı için gereken ortamı sağlayabilir ve doğal yaşam sürdürülebilir.

Neden kentlerimizde bu tür olayları afet olarak yaşıyoruz?

Geçmişe nazaran çok daha sık, etki alanı yaygın ve şiddetli yağışlara şahit oluyoruz. Bunun bir sebebi, iklimlerin değişmesine bağlı ekstrem yağış miktarlarında artışa sebep olması ya da yağışın eskiye nazaran daha uzun süre gerçekleşmesi olabilirken bu düzeyde bir yağış olmasa dahi artık kentsel alanlarımızın geçirimsiz yüzeylerle yoğun biçimde kaplı olması da olabilir.

Dolayısıyla yağışlarla yeryüzüne ulaşan su başka kaynaklara taşınacağı kanalları ve doğal emilim alanlarını bulamadığı takdirde yüzeyde oldukça büyük bir kuvvete erişerek önüne gelen her şeyi yıkarak çevresindeki varlıklara zarar verebiliyor.

Şekil 2: Su Döngüsü (Kaynak: https://www.mgm.gov.tr/genel/hidrometeoroloji.aspx?s=4)

Şekil 3. Taşkın ovalarında yoğun kentleşme örneği[efn_note]https://www.mlit.go.jp/river/basic_info/english/pdf/conf_04-0.pdf[/efn_note]
Sel ve taşkınlara dirençli yerleşimler nasıl oluşturulabilir?

Yerleşimler planlanırken jeomorfolojik yapıyı iyi okumak ve ona uygun bir yapılaşma düzeni oluşturmak doğayla uyumlu dirençli yerleşimler için öncelikli temel adımlar…

Doğal drenaj alanlarının mevcut haliyle korunması, kentin ve kentlinin kamusal kullanımına açık hale getirileceği açık ve yeşil alanlarla beraber rekreatif kullanımlara ayrılması, doğal özelliklerini kaybetmeden kullanılması diğer gerekli adımlar…

Ancak kentlerimizde özellikle yoğun bir biçimde kırdan kente göç ve nüfus artışı sonucu doğal drenaj alanlarının çoğu korunamadı. Hatta uzun yıllar akarsuların kent içinden geçen kısımlarının belli bir bölümünü kapalı kesit hale getirerek kentsel kullanımlara açan pek çok kentimiz bulunuyor. Örneğin, Ankara’da isimlerinden de anlaşılacağı üzere Kavaklıdere, Cevizlidere, Hoşdere vb. gibi caddelerimiz eskiden birer dere ve dere yatağı iken şimdilerde yollara, yerleşimlere dönüşerek birer yer altı kanalizasyonu haline geldi. Bu nedenle özellikle artan yağış rejimleri sonrası bu ve bunun gibi alanlarda su baskınlarına rastlıyoruz.

Aslında Ankara ilk planlanırken bu doğal drenaj alanları olan vadiler, akarsu yatakları ve çevresini dikkate alan plan kararları bulunuyordu. Ancak bu planlardaki kararları korumak günümüze eriştirmek pek çok başka kentimizde olduğu gibi pek mümkün olamadı.[efn_note]https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/460931[/efn_note]

Karadeniz’in farkı ne?

Sahip olduğumuz farklı coğrafi ve iklim koşulları taşkın, sel ve su baskını tehlikesi kadar toprak kayması, kaya düşmesi gibi tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Örneğin Karadeniz bölgemizin topoğrafyasıyla, bitki örtüsüyle ve yağış rejimiyle diğer bölgelerden farklı olması sonucu bu bölgede yağış sonrası ortaya çıkan durum farklı seyredebiliyor.

Karadeniz Bölgesi’nde yaşanan yağışlarla birlikte gelen suyun toplandığı havza, oldukça dik eğimleri olan derin vadilere sahiptir. Yukarı havzadaki orman varlığı özellikle son yıllarda azalarak yerini çay tarlaları gibi tarım faaliyetlerine bıraktı. Bu durum yağışla birlikte toprak ve toprak üzerinden diğer malzemenin de taşınmasına sebep oluyor ve dik eğimlerle bu kısa sürede gerçekleşebiliyor hatta çok büyük miktarlarda sürüntü malzemeleri akarsulara doluyor. Bu durum akarsu kanallarının taşıma kapasitesini de düşürerek bu sürüntü malzemesini aşağı havzadaki vadilere taşıyor ve dolayısıyla yakındaki önemli ulaşım yollarına, daha düzlükte yerleşmiş yerleşimlere zarar verecek biçimde şişerek çevresine taşarak zarar verebiliyor.

Burada Devlet Su İşleri, yerel yönetimler ve vatandaşların birlikte alabilecekleri birtakım tedbirler var. Öncelikle yukarı havza önlemleri fazla suyu yukarıda tutabilecek biçimde ele alınabilir, akarsular düzenli biçimde temizlenirse aşağı havzaya taşınan suyun miktarı görece azalır. Aşağı havzada ise taşkına maruz kalabilecek düzlük alan ve ovalarda yerleşimlerin mümkünse taşkın kotu üstünde ve daha az yoğunluklu olarak inşa edilmesi, halihazırdaki yerleşim yerleri varsa yağmursuyu ve kanalizasyon sistemlerini ayrı olarak tasarlandığı ve özellikle yağmur suyu sistemlerinin taşıma ve depolama kapasitelerinin özellikle iklim değişikliği sebebiyle artan yağış miktarlarına göre düşünüldüğü sistemlere yatırım yapılması gerekir.

Öte yandan daha fazla nüfusun topoğrafyaya uyumlu bir yapı düzeniyle vadileri kapatmadan, heyelan duyarlılıklarını da dikkate alacak biçimde yamaçlara yayılması biçiminde düşünülebilir. Karadeniz’deki geleneksel yapılaşmaya bakıldığında doğaya ve coğrafyaya uyumlu daha fazla örneğe rastlansa da günümüzde bu terkedilerek düzlük arazilere taşkın kotunu dikkate almaksızın yoğunlaşan bir yerleşim düzenine dönüştü. Bu durum bizleri günümüzde taşkın ve seller karşısında daha kırılgan hale getiriyor.

Bireyler konut seçiminde sel riski konusunda nelere dikkat etmeli?

Bizler yaşadığımız konutları seçerken yukarda bahsettiğimiz tehlikeleri düşünerek nelere dikkat etmeliyiz?

Pek çok açık kaynaktan faydalanarak doğal tehlikelere ne kadar maruz durumdayız bunu az da olsa öğrenmek mümkün. Taşkın yönetim planları ve taşkın tehlike haritaları (Şekil 4) özellikle bize bu konuda yardımcı olabilir.

Ayrıca her ilin kendine has başkaca doğal ve teknolojik kaynaklı tehlikelerinin nerelerde etkin olduğu ve risklerin nasıl azaltılabileceğini dikkate alarak hazırlanan İl Risk Azaltma Planları bizlere diğer tehlikeler karşısında kentin hangi kesimlerinin ne tür riskler taşıdığı hakkında yol gösterebilir.

Eğer bir taşkın tehlike alanındaysanız, taşkından etkilenebilecek zemin ve zemin altı katlarının olması nedeniyle üst katlarda bir konut düşünebiliriz.

Şekil 4. Ankara Mamak İlçesindeki taşkın riskine sahip yapılar[efn_note]http://www.aski.gov.tr/yukle/dosya/AnkaraHavzasiTaskinYonetimPlani.pdf[/efn_note]
Binaların alt katlarında oturanlar sel durumunda ne yapmalı?

Taşkın tehlikesine maruz alanlarda bulunan binalarda özellik zemin ve zemin altı katlarda yaşam alanlarının olması bizi diğer katlara göre kırılgan yapar. Bu alanlarda bulunan özellikle su basman kotu altındaki alçak bodrum katlarının yaşam alanları olarak kullanılmaması gerekir ancak ülkemizde bu tür alanlar hâlâ bulunuyor.

Dolayısıyla, herhangi bir acil durumda bu alanlarda yaşayanları ivedilikle uyarmak ve güvenli alanlara tahliye etmek en öncelikli yapılması gereken konuların başında gelir.

Burada vatandaşların herhangi bir aşırı yağış durumunda nereye gideceklerini bilmesi, güvenli tahliye alanlarının oluşturulması ve deneyimlenmesi en azından canların kurtarılması adına önemli aşamalardır. Dolayısıyla Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün erken uyarılarının takibi önemlidir.

Sele yaya olarak yakalanırsak ne yapmalıyız?

Ani seller, akarsu taşkınları ve su baskınlarının yaratabileceği tehlikeler sonrasında aslında yapılması ve yapılmaması gereken pek çok davranış var.

Öncelikle meteorolojik uyarıları mutlaka dinlemek o uyarılara göre hareket etmek özellikle acil durumda yardım kuvvetlerinin işlerini kolaylaştırıcı bir destek verecektir. Ne kadar az kişi bu acil durumda mahsur kalırsa onları kurtarma olasılığı daha fazla olacaktır.

Bu tür bir uyarı yapıldığında olaya evimiz dışında yakalandıysak mutlaka sel sularından uzak durarak yüksek alanlara çıkarak kendimizi güvenli noktalara taşımalı, yardım gelene ve sel suları çekilene kadar güvenli alanlarda beklemeliyiz.

Eğer sel suları içinde kaldıysak ve henüz 15 cm. yüksekliği aşmamış ise sel sularının altını göremediğimiz için mutlaka elimizde bir çubuk yardımıyla bastığımız yeri hızlıca kontrol ederek güvenli bir alana geçmeliyiz.

Sel suları altında hem bazı kesici parçaların batması sebebiyle, hem bazı zehirli hayvan ve haşerat tarafından ısırılma, hem de bir takım elektrik kaçakları ihtimali durumunda yaralanmamıza sebep olacağından sel sularında karşıdan karşıya geçmeye çalışmamak gerekir.

Sele araçta yakalanırsak ne yapmalıyız?

Özellikle araç kullanıcılarının kesinlikle sel sularına araçlarıyla girmemesi, sele yakalanıldığı takdirde mutlaka araç dışına çıkarak yine sel suları yükselmeden daha güvenli yerlere ulaşmalarında fayda var.

Sel sularının yol tabanlarını parçaladıkları bilindiğinden araçla yoldan geçmeye çalışmak beklenmedik çukurlara düşerek canımıza mal olabilir; bu yüzden mutlaka aracın geldiği güvenli tarafa dönülmesi bu mümkün değil ise aracın terk edilmesi ve sel sularına kesinlikle araçla girilmemesi gerekir. (Şekil 5).

Şekil 5. Taşkın, sel durumunda yapılması gerekenler işaretlerle bildiriliyor (Crawford, Arkansas, ABD)

Yüksek akıntı gücüne sahip 15 cm’lik (ayak bileklerimize gelen 1 karış suya denk gelir) bir yayanın düşerek sürüklenmesine sebep olabilirken, dizlerimize gelen yaklaşık 30 cm’lik akışkan bir su kütlesi birçok aracı sürükleyebilecek güçtedir. Ancak 60 cm’lik akışkan sel suyunun kamyonet, SUV’lar gibi yüksek araçlar da dahil pek çok aracı taşıyabildiği gözlemlenmiştir.[efn_note]Bununla ilgili kısa aydınlatıcı animasyona şu linkten erişebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=PvJuocemHS4[/efn_note]

ABD’nin pek çok eyaletinde Federal Acil Durum Yönetim Kurumu (FEMA) sel, taşkın durumlarında neler yapılması gerektiğini vatandaşlarına anlatır.[efn_note]https://www.weather.gov/tsa/hydro_tadd[/efn_note] Özellikle bazı alanların taşkın ve sele uğrama ihtimaline karşı kişileri bilgilendirme tabelaları (Şekil 3) kullanılır. Türkiye’de de AFAD web sitesinden özellikle sel durumunda yapılması gerekenler ayrıntılı bir şekilde özetlenmiş durumda.

Orman yangınları

Yaz sıcaklarında bazı bölgelerimizin karşı karşıya kalacağı bir diğer tehlike de orman yangını tehlikesi.

Her yıl yaz başı kimi riskli bölgelerde ormanlık alanlara girişlerin ve piknik gibi pek çok aktivitenin yasaklandığı bilgisi paylaşılır. Bu yasaklara olabildiğince uyulabilirse; orman yangınlarının ortaya çıkma olasılığı, özellikle insan kaynaklı olabilecek gerekçeler nedeniyle azaltılabilir.

Ancak aşırı sıcaklıklar arttığında dış etkenler olmadan da ormanlık arazide kendiliğinden tutuşma durumları olabilir. Buna karşı alınacak tedbirler var: Kuru ot varlığının güvenli bir biçimde azaltılması, belli bölgelerde önceden soğutma için havadan yağmurlama çalışmalarının yapılması, havadan ve karadan sürekli gözlemin artırılması, herhangi bir yangın başlangıcında zamanında müdahale edebilmek için yer söndürme ekiplerinin sürekli hazırda tutulması, ormanlık alanlara yakın olan orman köylerinin bu dönemlerde bir yangın ihtimaline karşı özellikle kendi hazırlıklarını artırması bu tedbirlerden bazıları…

Bu tedbirlere ilaveten yangın söndürme ekiplerinin yangınları kısa sürede tespit etme ve henüz küçük alanda başlayan yangına hızlıca müdahale etme ile rüzgar ve başka sebeplerden büyüyerek yayılmadan bu küçük alanda etkili yangınların söndürülmesine çalışmak da olayların bir felakete dönüşmeden bertaraf edilmesini sağlayacaktır.

Japonlar nasıl başarıyor? Hangi tedbirleri alıyor?

Bu yazı boyunca dikkatlerinizi çekmek istediğim doğal ve insan kaynaklı tehlikeler; her daim oldu ve olmaya devam edecek. Ancak burada yapılması gereken, bu tehlikeler gerçekleştiğinde afetlere hatta felaketler dönüşmemesini sağlayabilmek.

Böylelikle; öngörülmemiş durumlar olsa dahi can kayıplarını olabilen en az seviyeye indirebilmek mümkün olacaktır.

Örneğin; Japonya’da pek çok yerleşmede tehlike ve risk bilgisine vatandaşlar erişebilir ve acil durumlar için düzenli tatbikatlarla hazırlıklar canlı tutulur. Japon hükümeti ve yerel yönetimler, özellikle hakim tehlikeler karşısında gerekli yapısal koruma tedbirleri üreten, inşaat faaliyetleri de dahil olmak üzere kadar birtakım tehlike haritaları hazırlarlar, vatandaşlar yerleşim kararlarını buna göre alırlar. Ayrıca eğitim faaliyetlerine yatırım yaparak yapısal olmayan diğer tedbirleri düzenli biçimde uygulamaya koyarlar.[efn_note]Tokyo, Japonya’daki hazırlık çalışmaları https://www.metro.tokyo.lg.jp/english/guide/bosai/index.html[/efn_note]

Doğa ve insan kaynaklı pek çok olay gerçekleşmeden yapabileceğimiz her bir öngörü ve bunlara göre alacağımız her bir tedbir kadar olay yaşandığında bulunduğumuz yere göre atacağımız adımları önceden planlamak da olaylar karşısında daha hazırlıklı olmamızı sağlayacaktır. İlgili kurumlar ve yerel yönetimlerin hazırlanması kadar birey ve toplulukların bilinçlendirilmesi ve kendi hazırlıklarını yapması da olayların afete dönüşmemesi yolunda önemli katkılar verecektir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 14 Temmuz 2023’te yayımlanmıştır.

Meltem Şenol Balaban
Meltem Şenol Balaban
Doç. Dr. Meltem Şenol Balaban - ODTÜ - Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden 1998 yılında mezun oldu. Yüksek lisans çalışmasını, aynı bölümün Kentsel Tasarım Yüksek Lisans programında 2001 yılında tamamladı. 1999-2005 yılları arasında Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak çalıştı. Bu dönemde, çeşitli planlama stüdyolarında ve planlama projelerinde görev aldı. 2004-2005 döneminde Almanya’nın Yer Bilimleri Araştırma Merkezi’nde burslu araştırmacı olarak bulundu. İlk doktora derecesini ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden 2009 yılında aldı. Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) tarafından sağlanan 3 yıllık burs ile Tokyo Üniversitesi Kent Mühendisliği Bölümü’nde ikinci doktorasını 2012 yılında tamamlayarak Türkiye’ye döndü. 2013 yılından beri ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak görev yapan Balaban, halen Planlama Stüdyosu dersleri ile Planlamada Coğrafi Bilgi Sistemlerine Giriş, Şehir ve Bölge Planlama Disiplininde Güncel konular derslerini derslerine giriyor. Deprem Çalışmaları Y. lisans Programında ise birkaç dönem Afet Risk Yönetimi ve Risk Azaltma Temel Prensipleri derslerini de verdi. Risk yönetimi ve sakınım planlaması, iklim değişikliği, kentsel taşkın risk yönetimi ve tahliye alanlarının mekansal dağılımının coğrafi bilgi sistemlerinde modellenmesi gibi çalışma konuları ile çeşitli ulusal ve uluslararası araştırma projelerinde yer alıyor. Ağustos 2018 tarihinden beridir ODTÜ Afet Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü (https://dmc.metu.edu.tr/) görevini sürdürüyor. Uzmanlık konularıyla ilgili çeşitli görsel ve yazılı malzemelere https://avesis.metu.edu.tr/mbalaban/dokumanlar ve adresinden ulaşabilir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x