Asrın Anlaşması, Filistin sorununun yeni bir düzleme geçişi mi?

Kabul görmeyeceği açık olmasına rağmen, Trump’ın Filistin sorununun çözümü için önerdiği planın asıl amacı ne olabilir? Planın kabul görmese bile açıklanması Filistin sorununu nasıl bir düzleme taşıyor? İsrail’in gözden kaçan diplomatik manevraları, Filistin’in açmazları neler?

Göreve gelir gelmez Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ilan eden ABD Başkanı Donald Trump’ın, birkaç yıldır üzerinde konuşulan Filistin’e ilişkin “Asrın Anlaşması” önerisi beklenildiği gibi İsrail’in lehine oldu.

Anlaşma önerisinin açıklandığı törene, Filistin’i temsilen kimse katılmazken İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu oradaydı. Umman Sultanlığı, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve (alt düzeyde) Suudi Arabistan’ın temsilcileri de törende hazır bulunmuştu.

Anlaşmaya göre, Doğu Kudüs’ün de dahil olduğu bir Filistin Devleti kurulması ön görülüyor. Trump tarafından aynı gece Twitter’da yayımlanan haritada[efn_note]https://twitter.com/realDonaldTrump/status/1222224521958187009?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1222224521958187009&ref_url=https%3A%2F%2Farabic.cnn.com%2Fmiddle-east%2Farticle%2F2020%2F01%2F28%2Ftrump-reveals-palestine-future-map[/efn_note] Batı Şeria ve Gazze’nin Filistin topraklarında sayıldığı ve bir ucu Gazze’de, diğer ucu el-Celil’de olan bir tünelle Batı Şeria ve Gazze arasındaki bağlantının sağlandığı görülüyor.

Plan neden şimdi gündeme getirildi?

Trump’ın önerisinin ilanı, Ortadoğu açısından şartların büyük oranda İsrail’den (ya da Netanyahu’dan) yana olduğu bir döneme denk geliyor. Bir türlü hükümet kurulamadığı için üçüncü kez yenilenmesi beklenen İsrail seçimleri öncesi açıklanan plan, Netanyahu’nun Ürdün Vadisi’ni (Batı Şeria) resmen ilhak etme yönündeki seçim vaadiyle örtüşüyor.[efn_note]https://www.timesofisrael.com/as-peace-plan-rolls-out-netanyahu-says-he-will-annex-jordan-valley-settlements/[/efn_note] Bu noktada ve daha pek çok açıdan anlaşmanın Netanyahu açısından iyi bir seçim yatırımı olduğunu söylemek mümkün. [efn_note]https://www.independent.co.uk/voices/trump-peace-deal-middle-east-netanyahu-corruption-a9305911.html[/efn_note]

Mevcut şartlarda Arap ve İslam ülkelerinin duruma ortak bir tepki göstermesi ise mümkün gözükmüyor. Zira, bölge ülkeleri tehdit listelerinde ilk sıraya birbirlerini koymuş vaziyette. Suudi Arabistan, İran-Türkiye-Katar üçgenini şeytan üçgeni olarak görüyor. Ayrıca ABD ile ilişkileri iyice ivme kazandı. 2019 sonlarında Aramco’ya yapılan saldırılardan sonra Riyad’ın da talebiyle ABD, Suudi Arabistan topraklarına yeniden asker konuşlandırdı.[efn_note]https://www.reuters.com/article/us-saudi-aramco-attacks-exclusive/exclusive-u-s-to-send-more-troops-possibly-thousands-to-saudi-arabia-sources-idUSKBN1WQ21Z[/efn_note] Ayrıca, Kasım Süleymani suikastinin ardından ABD ile İran arasında, Suudi Arabistan’a yarayacak şekilde suni bir gerilim oluşturuldu.

Aslında Suudi Arabistan cephesinde, Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın 2017 yılında etkinliğini artırması ile birlikte İsrail ile normalleşme çalışmalarının başladığı her iki tarafın da bazen ağız ucuyla yalanlamasına rağmen bilinen bir gerçek. Riyad’ın İsrail ile ilişkileri geliştirmek için öne sürdüğü şartlar Filistin ile ilgili olmaktan çok, ABD’nin Körfez ülkeleri tarafından Katar’a uygulanan ambargoya destek vermesi ve İran’ın Ortadoğu’daki etkinliğini azaltma çalışmalarını yoğunlaştırmasıyla ilgiliydi. Trump yönetimi ise Katar ambargosuna destek yerine iki taraf arasında arabuluculuk teklif etti. İran’ın Ortadoğu’daki etkinliği konusunda da nükleer anlaşmayı iptal ettikten sonra İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani suikastine kadar adım adım yükselttiği bir diplomatik ve askeri mücadele yürütüyor. Fakat bununla birlikte Washington, İran’ın çok güçlü olmadan Ortadoğu’da var olmasını İsrail kadar da sorun etmiyor. Zira, Suriye’deki İran etkinliği Rusya’nın kontrolünde devam ediyor, Irak’ta da yaşanan sürtüşmelere rağmen İran’ın etkinliğinin azaltılmasına yönelik büyük sayılabilecek adımlar henüz atılmadı. Hal böyle olunca Riyad’ın ABD’ye olan (gönüllü gibi gözüken) bağlılığının aslında zorunlu bir bağlılık olduğu söylenebilir. Ayrıca hiçbir zaman gerçek bir tehdit olarak görmediği İsrail’i “şeytan üçgeni” olarak adlandırdığı yapıya göre daha tercih edilebilir bulduğu söylenebilir.

İran ise Suriye, Irak ve Yemen’de verdiği ciddi savaşların yanı sıra, ABD’nin ambargoları ve bölgedeki faaliyetlerinin yarattığı öfke nedeniyle Filistin konusunda etkin bir adım atamayacak durumda. Zira İran ve uzantıları, Suriye’de diktatörlük rejimine karşı ayaklanan halkı bastırmakla o kadar meşgul ki, Filistin meselesine pek fazla zaman ayırabilecek gibi durmuyor.

Mısır, Filistin sorunu açısından her zaman toplayıcı ülke olma potansiyeli taşıdı. Ancak, darbeyle iktidara gelen Sisi yönetiminin Suudi Arabistan-BAE koalisyonunun adeta taşeronu haline gelmesi bu ülkeyi muhtemel bir etkinlikten uzaklaştırıyor.

Lübnan ve Irak’taki protestolar, Türkiye’nin Suriye ve Libya konusundaki meşguliyeti, bu ülkelerde Filistin meselesinin gündeme gelme ihtimalini oldukça zayıflatıyor. Ancak bütün bu gerçeklere rağmen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki Kudüs oylamasında da görüldüğü gibi Trump ve Netanyahu tarafından atılacak herhangi bir tek taraflı adımın (Asrın Anlaşması gibi) uluslararası meşruiyet kazanma şansı da oldukça düşük görülüyor. Gerek Tel Aviv gerek Washington gerekse Riyad bunun tamamen farkında. Bu ülkeler için Asrın Anlaşması, iç politikada kazanım elde etmek ve Filistin sorununu bir başka düzleme taşımak için önemli bir adım olarak görülebilir. Bu düzlem İsrail’in işgal ettiği topraklardaki varlığının meşrulaştırılması temelinde, Filistinlilere belli küçük alanlarda yaşama şansı verilmesi ve İsrail’in kurulduğundan beri yaşadığı meşruiyet krizini aşması düzlemidir.

Bu ülkeler için Asrın Anlaşması, iç politikada kazanım elde etmek ve Filistin sorununu bir başka düzleme taşımak için önemli bir adım olarak görülebilir. Bu düzlem İsrail’in işgal ettiği topraklardaki varlığının meşrulaştırılması temelinde, Filistinlilere belli küçük alanlarda yaşama şansı verilmesi ve İsrail’in kurulduğundan beri yaşadığı meşruiyet krizini aşması düzlemidir.

İsrail’in stratejik adımları

İsrail yönetimi, Asrın Anlaşması’nı iç politikaya yönelik kullanmakla birlikte anlaşmanın uluslararası meşruiyetini sağlamak için Ortadoğu, Afrika Boynuzu ve Kuzey Afrika’daki mevcut şartları kullanarak çeşitli arayışlar içinde.

Netanyahu geçtiğimiz günlerde Sudan Egemenlik Meclisi Başkanı Abdulfettah Abdulaziz el-Burhan ile bir araya geldi. Uganda’nın Entebbe kentinde yapılan görüşmede, Sudan İsrail’den 1993 yılından beri ABD tarafından uygulanan ambargoların kaldırılması ve Sudan’ın teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarılması için aracı olmasını isterken, İsrail tarafı ise Sudan’dan hava sahasını İsrail uçaklarına açmasını ve ilişkileri normalleştirmesini talep etti.[efn_note]https://twitter.com/RassdNewsN/status/1224373657486659584[/efn_note] Sudan’ın içinde bulunduğu mevcut durumda paraya ihtiyaç duyduğu kesin. Geçiş süreci yaşayan ülkeye İsrail ile arası en iyi olan Arap ülkesi gibi görülen BAE’nin aracı olması[efn_note]http://www.almayadeen.net/analysis/1378322/التطبيع-السوداني-مع–إسرائيل—-أين-ثورة-الحرية-والتغيير[/efn_note] Hartum açısından ekonomik durumunu iyileştirmesi için bir umut doğurabilir. Ancak Sudan’da bu tür manevralara el-Burhan’ın tek başına karar vermesi çok mümkün gözükmüyor. Zira Ömer el-Beşir’i yerinden eden devrimin dinamosu sayılan Sudan Zanaatkarlar Birliği (ya da Meslek Odaları Birliği) yaptığı açıklamada, bu duruma dikkat çekerek anlaşmayı reddetmişti.[efn_note]https://twitter.com/AssociationSd/status/1224965313084764161[/efn_note]

İsrail’in benzer bir girişimi Fas Krallığı ile sürdürdüğü iddiaları, Tel Aviv’in geniş bir alanda meşruiyet arayışı içine girdiğini akıllara getiriyor. İsrailli kaynakların verdiği bilgiye göre, Tel Aviv yönetimi, Rabat ile ilişkilerin normalleşmesi karşılığında Batı Sahra’daki Fas hakimiyetinin kabul edilmesi için ABD’yi ikna etme sözü verdi.[efn_note]https://www.dw.com/ar/تقريرـ-إسرائيل-تدفع-ترامب-لدعم-المغرب-في-قضية-الصحراء-الغربية/a-52249722[/efn_note] Fas açısından Batı Sahra sorunu oldukça önemli bir sorun. Rabat’ın İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi karşılığında Batı Sahra’daki egemenliğini kabul ettirmesi oldukça pragmatik ve tercih edilir bir seçim olarak görülüyor. Bu konuda da zorluklar olmasına rağmen İsrail’in bu girişimi kritik bir önem arz ediyor.

İsrail’in bu diplomatik girişimlerinin başarılı olması halinde, Filistin tarafının yalnızlığına yalnızlık katılacağı söylenebilir.

Fetih ve Hamas’ın yapısal çıkmazları

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Asrın Anlaşması önerisini Oslo sürecinin sonu olarak nitelendirdi. Oslo ile birlikte silahlı seçenekten vazgeçen Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), İsrail gerçekliğini de açıkça kabul etmişti. Öte yandan, Filistin direnişinin diğer kanadını teşkil eden Gazze’yi elinde tutan gruplar ise İsrail’in tanınmaması konusunda ısrarlı. Zaten bu temelde Oslo’ya karşı çıkan Hamas gibi örgütlerin, Asrın Anlaşması’na da peşinen karşı çıkması doğal. Çünkü bu örgütler, temelde İsrail’in varlığını meşru görmüyor.

Filistin’deki bu bölünmüşlük ve ulusal bir tavırdan yoksunluk yapısal bir kriz olarak Filistin cephesinin önünde duruyor. Bölünmüşlüğün giderilmesi için daha önce birçok çalışma yapılsa da, iki tarafın temeldeki farklılığı ve etkisi altında bulundukları dış güçlerin birbiriyle çatışma halinde olması bölünmüşlüğün giderilmesini neredeyse imkansız kılıyor.

Abbas’ın anlaşmaya karşı tek seçeneği, ulusal birleşik bir tavır geliştirmek ve ABD’nin Filistin sorununun çözümünde arabuluculuk rolü oynamasını reddettiğini ilan etmekti. Bunu daha önce defalarca yapmaya çalışan Abbas, Asrın Anlaşması’nın ilanından sonra da aynı girişimde bulunma kararı aldı. Ramallah’tan yapılan açıklamada birlik için Gazze’ye bir heyet gönderileceği ve ardından Abbas’ın bizzat Gazze’ye gideceği bildirildi.[efn_note]https://aawsat.com/home/article/2106301/وفد-عباس-إلى-غزة-من-أجل-«إنهاء-الانقسام»[/efn_note]

Ancak bu konuda bir ilerleyiş kaydedilmesi de oldukça zor. Zira daha önceki tecrübelerden de anlaşıldığı üzere bölünmüşlüğün giderilmesi için İsrail tehdidi itici bir motivasyon olsa da Kahire’nin arabuluculuğuyla yapılan son girişimde sürecin ortak bir hükümette kimin daha etkin olacağı hususunda tıkandığı görülüyor. Öte yandan, Hamas’ın giderek İran’a yaklaşması, Arap ülkelerinin birçoğundan da uzaklaşması anlamına geliyor. Örgüt içinde Halid Meşal’in Siyasi Ofis Başkanlığı’ndan ayrılmasının ardından İrancı kanadın oldukça güçlendiğini söylemek mümkün. Örgüt içindeki en önemli pozisyon olan Gazze Sorumluluğunda İran’a yakınlığıyla bilinen Yahya Sinvar’ın olması ve İsmail Heniyye’nin Kasım Süleymani’nin cenazesi için Tahran’a gitmesinin yanı sıra, İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı’nın yaptığı açıklamada arkasına proxy grupların bayrağıyla birlikte Hamas bayrağını da koyması örgütün Tahran’a ne kadar yaklaştığının çarpıcı örneği.

Tablo bu haldeyken Filistin’de safların birleşmesi oldukça zor görülüyor. Bunun gerçekleşmesi halinde bile tarafların karşıt kampların etkisinde olması, İsrail’in diplomatik destek topladığı bugünlerde, Filistin cephesinin benzeri bir diplomatik girişimde bulunmasını olanaksız hale getiriyor.

Sonuç olarak, Trump ve Netanyahu, Asrın Anlaşması ile bir taraftan iç politikada konumlarını güçlendirirken, bir taraftan da Oslo’yu çöpe atarak Filistin sorununda yeni bir düzlemi dayatıyor. Bu düzlem İsrail açısından meşruiyet krizinin çözülmesi için uygun olacaktır. Ayrıca, Filistin tarafının bu denli bölünmüş ve diplomatik destekten yoksun olmasına karşılık İsrail’in çeşitli manevralarla normalleşme çalışmalarında ciddi aşamalar kat etmesi, Trump ve Netanyahu’nun dayattığı düzlemin uzun vadede başarı şansını artırıyor.

Twitter: @ahismail_

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Şubat 2020’de yayımlanmıştır.

İsmail Çoktan
İsmail Çoktan
İsmail Çoktan - Lisans eğitimi Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde tamamladı. Çeşitli kurumlarda gazetecilik ve mütercimlik yapan Çoktan Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisans eğitimini sürdürüyor. Çoktan'ın Ortadoğu hakkındaki analizleri çeşitli basın kuruluşları ve ORSAM, ORDAF gibi stratejik araştırma merkezlerinde yayınlanıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Asrın Anlaşması, Filistin sorununun yeni bir düzleme geçişi mi?

Kabul görmeyeceği açık olmasına rağmen, Trump’ın Filistin sorununun çözümü için önerdiği planın asıl amacı ne olabilir? Planın kabul görmese bile açıklanması Filistin sorununu nasıl bir düzleme taşıyor? İsrail’in gözden kaçan diplomatik manevraları, Filistin’in açmazları neler?

Göreve gelir gelmez Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ilan eden ABD Başkanı Donald Trump’ın, birkaç yıldır üzerinde konuşulan Filistin’e ilişkin “Asrın Anlaşması” önerisi beklenildiği gibi İsrail’in lehine oldu.

Anlaşma önerisinin açıklandığı törene, Filistin’i temsilen kimse katılmazken İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu oradaydı. Umman Sultanlığı, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve (alt düzeyde) Suudi Arabistan’ın temsilcileri de törende hazır bulunmuştu.

Anlaşmaya göre, Doğu Kudüs’ün de dahil olduğu bir Filistin Devleti kurulması ön görülüyor. Trump tarafından aynı gece Twitter’da yayımlanan haritada[efn_note]https://twitter.com/realDonaldTrump/status/1222224521958187009?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1222224521958187009&ref_url=https%3A%2F%2Farabic.cnn.com%2Fmiddle-east%2Farticle%2F2020%2F01%2F28%2Ftrump-reveals-palestine-future-map[/efn_note] Batı Şeria ve Gazze’nin Filistin topraklarında sayıldığı ve bir ucu Gazze’de, diğer ucu el-Celil’de olan bir tünelle Batı Şeria ve Gazze arasındaki bağlantının sağlandığı görülüyor.

Plan neden şimdi gündeme getirildi?

Trump’ın önerisinin ilanı, Ortadoğu açısından şartların büyük oranda İsrail’den (ya da Netanyahu’dan) yana olduğu bir döneme denk geliyor. Bir türlü hükümet kurulamadığı için üçüncü kez yenilenmesi beklenen İsrail seçimleri öncesi açıklanan plan, Netanyahu’nun Ürdün Vadisi’ni (Batı Şeria) resmen ilhak etme yönündeki seçim vaadiyle örtüşüyor.[efn_note]https://www.timesofisrael.com/as-peace-plan-rolls-out-netanyahu-says-he-will-annex-jordan-valley-settlements/[/efn_note] Bu noktada ve daha pek çok açıdan anlaşmanın Netanyahu açısından iyi bir seçim yatırımı olduğunu söylemek mümkün. [efn_note]https://www.independent.co.uk/voices/trump-peace-deal-middle-east-netanyahu-corruption-a9305911.html[/efn_note]

Mevcut şartlarda Arap ve İslam ülkelerinin duruma ortak bir tepki göstermesi ise mümkün gözükmüyor. Zira, bölge ülkeleri tehdit listelerinde ilk sıraya birbirlerini koymuş vaziyette. Suudi Arabistan, İran-Türkiye-Katar üçgenini şeytan üçgeni olarak görüyor. Ayrıca ABD ile ilişkileri iyice ivme kazandı. 2019 sonlarında Aramco’ya yapılan saldırılardan sonra Riyad’ın da talebiyle ABD, Suudi Arabistan topraklarına yeniden asker konuşlandırdı.[efn_note]https://www.reuters.com/article/us-saudi-aramco-attacks-exclusive/exclusive-u-s-to-send-more-troops-possibly-thousands-to-saudi-arabia-sources-idUSKBN1WQ21Z[/efn_note] Ayrıca, Kasım Süleymani suikastinin ardından ABD ile İran arasında, Suudi Arabistan’a yarayacak şekilde suni bir gerilim oluşturuldu.

Aslında Suudi Arabistan cephesinde, Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın 2017 yılında etkinliğini artırması ile birlikte İsrail ile normalleşme çalışmalarının başladığı her iki tarafın da bazen ağız ucuyla yalanlamasına rağmen bilinen bir gerçek. Riyad’ın İsrail ile ilişkileri geliştirmek için öne sürdüğü şartlar Filistin ile ilgili olmaktan çok, ABD’nin Körfez ülkeleri tarafından Katar’a uygulanan ambargoya destek vermesi ve İran’ın Ortadoğu’daki etkinliğini azaltma çalışmalarını yoğunlaştırmasıyla ilgiliydi. Trump yönetimi ise Katar ambargosuna destek yerine iki taraf arasında arabuluculuk teklif etti. İran’ın Ortadoğu’daki etkinliği konusunda da nükleer anlaşmayı iptal ettikten sonra İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani suikastine kadar adım adım yükselttiği bir diplomatik ve askeri mücadele yürütüyor. Fakat bununla birlikte Washington, İran’ın çok güçlü olmadan Ortadoğu’da var olmasını İsrail kadar da sorun etmiyor. Zira, Suriye’deki İran etkinliği Rusya’nın kontrolünde devam ediyor, Irak’ta da yaşanan sürtüşmelere rağmen İran’ın etkinliğinin azaltılmasına yönelik büyük sayılabilecek adımlar henüz atılmadı. Hal böyle olunca Riyad’ın ABD’ye olan (gönüllü gibi gözüken) bağlılığının aslında zorunlu bir bağlılık olduğu söylenebilir. Ayrıca hiçbir zaman gerçek bir tehdit olarak görmediği İsrail’i “şeytan üçgeni” olarak adlandırdığı yapıya göre daha tercih edilebilir bulduğu söylenebilir.

İran ise Suriye, Irak ve Yemen’de verdiği ciddi savaşların yanı sıra, ABD’nin ambargoları ve bölgedeki faaliyetlerinin yarattığı öfke nedeniyle Filistin konusunda etkin bir adım atamayacak durumda. Zira İran ve uzantıları, Suriye’de diktatörlük rejimine karşı ayaklanan halkı bastırmakla o kadar meşgul ki, Filistin meselesine pek fazla zaman ayırabilecek gibi durmuyor.

Mısır, Filistin sorunu açısından her zaman toplayıcı ülke olma potansiyeli taşıdı. Ancak, darbeyle iktidara gelen Sisi yönetiminin Suudi Arabistan-BAE koalisyonunun adeta taşeronu haline gelmesi bu ülkeyi muhtemel bir etkinlikten uzaklaştırıyor.

Lübnan ve Irak’taki protestolar, Türkiye’nin Suriye ve Libya konusundaki meşguliyeti, bu ülkelerde Filistin meselesinin gündeme gelme ihtimalini oldukça zayıflatıyor. Ancak bütün bu gerçeklere rağmen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki Kudüs oylamasında da görüldüğü gibi Trump ve Netanyahu tarafından atılacak herhangi bir tek taraflı adımın (Asrın Anlaşması gibi) uluslararası meşruiyet kazanma şansı da oldukça düşük görülüyor. Gerek Tel Aviv gerek Washington gerekse Riyad bunun tamamen farkında. Bu ülkeler için Asrın Anlaşması, iç politikada kazanım elde etmek ve Filistin sorununu bir başka düzleme taşımak için önemli bir adım olarak görülebilir. Bu düzlem İsrail’in işgal ettiği topraklardaki varlığının meşrulaştırılması temelinde, Filistinlilere belli küçük alanlarda yaşama şansı verilmesi ve İsrail’in kurulduğundan beri yaşadığı meşruiyet krizini aşması düzlemidir.

Bu ülkeler için Asrın Anlaşması, iç politikada kazanım elde etmek ve Filistin sorununu bir başka düzleme taşımak için önemli bir adım olarak görülebilir. Bu düzlem İsrail’in işgal ettiği topraklardaki varlığının meşrulaştırılması temelinde, Filistinlilere belli küçük alanlarda yaşama şansı verilmesi ve İsrail’in kurulduğundan beri yaşadığı meşruiyet krizini aşması düzlemidir.

İsrail’in stratejik adımları

İsrail yönetimi, Asrın Anlaşması’nı iç politikaya yönelik kullanmakla birlikte anlaşmanın uluslararası meşruiyetini sağlamak için Ortadoğu, Afrika Boynuzu ve Kuzey Afrika’daki mevcut şartları kullanarak çeşitli arayışlar içinde.

Netanyahu geçtiğimiz günlerde Sudan Egemenlik Meclisi Başkanı Abdulfettah Abdulaziz el-Burhan ile bir araya geldi. Uganda’nın Entebbe kentinde yapılan görüşmede, Sudan İsrail’den 1993 yılından beri ABD tarafından uygulanan ambargoların kaldırılması ve Sudan’ın teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarılması için aracı olmasını isterken, İsrail tarafı ise Sudan’dan hava sahasını İsrail uçaklarına açmasını ve ilişkileri normalleştirmesini talep etti.[efn_note]https://twitter.com/RassdNewsN/status/1224373657486659584[/efn_note] Sudan’ın içinde bulunduğu mevcut durumda paraya ihtiyaç duyduğu kesin. Geçiş süreci yaşayan ülkeye İsrail ile arası en iyi olan Arap ülkesi gibi görülen BAE’nin aracı olması[efn_note]http://www.almayadeen.net/analysis/1378322/التطبيع-السوداني-مع–إسرائيل—-أين-ثورة-الحرية-والتغيير[/efn_note] Hartum açısından ekonomik durumunu iyileştirmesi için bir umut doğurabilir. Ancak Sudan’da bu tür manevralara el-Burhan’ın tek başına karar vermesi çok mümkün gözükmüyor. Zira Ömer el-Beşir’i yerinden eden devrimin dinamosu sayılan Sudan Zanaatkarlar Birliği (ya da Meslek Odaları Birliği) yaptığı açıklamada, bu duruma dikkat çekerek anlaşmayı reddetmişti.[efn_note]https://twitter.com/AssociationSd/status/1224965313084764161[/efn_note]

İsrail’in benzer bir girişimi Fas Krallığı ile sürdürdüğü iddiaları, Tel Aviv’in geniş bir alanda meşruiyet arayışı içine girdiğini akıllara getiriyor. İsrailli kaynakların verdiği bilgiye göre, Tel Aviv yönetimi, Rabat ile ilişkilerin normalleşmesi karşılığında Batı Sahra’daki Fas hakimiyetinin kabul edilmesi için ABD’yi ikna etme sözü verdi.[efn_note]https://www.dw.com/ar/تقريرـ-إسرائيل-تدفع-ترامب-لدعم-المغرب-في-قضية-الصحراء-الغربية/a-52249722[/efn_note] Fas açısından Batı Sahra sorunu oldukça önemli bir sorun. Rabat’ın İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi karşılığında Batı Sahra’daki egemenliğini kabul ettirmesi oldukça pragmatik ve tercih edilir bir seçim olarak görülüyor. Bu konuda da zorluklar olmasına rağmen İsrail’in bu girişimi kritik bir önem arz ediyor.

İsrail’in bu diplomatik girişimlerinin başarılı olması halinde, Filistin tarafının yalnızlığına yalnızlık katılacağı söylenebilir.

Fetih ve Hamas’ın yapısal çıkmazları

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Asrın Anlaşması önerisini Oslo sürecinin sonu olarak nitelendirdi. Oslo ile birlikte silahlı seçenekten vazgeçen Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), İsrail gerçekliğini de açıkça kabul etmişti. Öte yandan, Filistin direnişinin diğer kanadını teşkil eden Gazze’yi elinde tutan gruplar ise İsrail’in tanınmaması konusunda ısrarlı. Zaten bu temelde Oslo’ya karşı çıkan Hamas gibi örgütlerin, Asrın Anlaşması’na da peşinen karşı çıkması doğal. Çünkü bu örgütler, temelde İsrail’in varlığını meşru görmüyor.

Filistin’deki bu bölünmüşlük ve ulusal bir tavırdan yoksunluk yapısal bir kriz olarak Filistin cephesinin önünde duruyor. Bölünmüşlüğün giderilmesi için daha önce birçok çalışma yapılsa da, iki tarafın temeldeki farklılığı ve etkisi altında bulundukları dış güçlerin birbiriyle çatışma halinde olması bölünmüşlüğün giderilmesini neredeyse imkansız kılıyor.

Abbas’ın anlaşmaya karşı tek seçeneği, ulusal birleşik bir tavır geliştirmek ve ABD’nin Filistin sorununun çözümünde arabuluculuk rolü oynamasını reddettiğini ilan etmekti. Bunu daha önce defalarca yapmaya çalışan Abbas, Asrın Anlaşması’nın ilanından sonra da aynı girişimde bulunma kararı aldı. Ramallah’tan yapılan açıklamada birlik için Gazze’ye bir heyet gönderileceği ve ardından Abbas’ın bizzat Gazze’ye gideceği bildirildi.[efn_note]https://aawsat.com/home/article/2106301/وفد-عباس-إلى-غزة-من-أجل-«إنهاء-الانقسام»[/efn_note]

Ancak bu konuda bir ilerleyiş kaydedilmesi de oldukça zor. Zira daha önceki tecrübelerden de anlaşıldığı üzere bölünmüşlüğün giderilmesi için İsrail tehdidi itici bir motivasyon olsa da Kahire’nin arabuluculuğuyla yapılan son girişimde sürecin ortak bir hükümette kimin daha etkin olacağı hususunda tıkandığı görülüyor. Öte yandan, Hamas’ın giderek İran’a yaklaşması, Arap ülkelerinin birçoğundan da uzaklaşması anlamına geliyor. Örgüt içinde Halid Meşal’in Siyasi Ofis Başkanlığı’ndan ayrılmasının ardından İrancı kanadın oldukça güçlendiğini söylemek mümkün. Örgüt içindeki en önemli pozisyon olan Gazze Sorumluluğunda İran’a yakınlığıyla bilinen Yahya Sinvar’ın olması ve İsmail Heniyye’nin Kasım Süleymani’nin cenazesi için Tahran’a gitmesinin yanı sıra, İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı’nın yaptığı açıklamada arkasına proxy grupların bayrağıyla birlikte Hamas bayrağını da koyması örgütün Tahran’a ne kadar yaklaştığının çarpıcı örneği.

Tablo bu haldeyken Filistin’de safların birleşmesi oldukça zor görülüyor. Bunun gerçekleşmesi halinde bile tarafların karşıt kampların etkisinde olması, İsrail’in diplomatik destek topladığı bugünlerde, Filistin cephesinin benzeri bir diplomatik girişimde bulunmasını olanaksız hale getiriyor.

Sonuç olarak, Trump ve Netanyahu, Asrın Anlaşması ile bir taraftan iç politikada konumlarını güçlendirirken, bir taraftan da Oslo’yu çöpe atarak Filistin sorununda yeni bir düzlemi dayatıyor. Bu düzlem İsrail açısından meşruiyet krizinin çözülmesi için uygun olacaktır. Ayrıca, Filistin tarafının bu denli bölünmüş ve diplomatik destekten yoksun olmasına karşılık İsrail’in çeşitli manevralarla normalleşme çalışmalarında ciddi aşamalar kat etmesi, Trump ve Netanyahu’nun dayattığı düzlemin uzun vadede başarı şansını artırıyor.

Twitter: @ahismail_

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Şubat 2020’de yayımlanmıştır.

İsmail Çoktan
İsmail Çoktan
İsmail Çoktan - Lisans eğitimi Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde tamamladı. Çeşitli kurumlarda gazetecilik ve mütercimlik yapan Çoktan Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisans eğitimini sürdürüyor. Çoktan'ın Ortadoğu hakkındaki analizleri çeşitli basın kuruluşları ve ORSAM, ORDAF gibi stratejik araştırma merkezlerinde yayınlanıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x