Hızla dönerken, kuralsızlığın egemen olması nedeniyle savrulan dünyamız bir yandan da giderek artan bir biçimde yavaşlamanın yollarını arıyor.
2020’nin yayımladığımız ilk yazısının başlığı, “Dünya neyin şafağında?” idi. Yazarlarımızdan Galip Dalay’ın da anlattığı gibi, bir dönemin sonuna gelmiş olmamız bu kuralsızlığı ve dünyanın hızını arttırıyor. Yine onun vurguladığı gibi, yeni bir döneme mi giriyoruz, yoksa ara bir dönemde miyiz, o bile henüz belli değil ama Çin-ABD rekabeti, bölgesel aktörlerin yükselişi, ana akım partilerin gerilemesi gibi faktörler geleceğimizi belirleyecek eğilimler olarak öne çıkıyor. Fakat bu eğilimlere itirazlar da gittikçe artmaya başladı. Örneğin, uluslararası hukuk ve adalet kavramlarına ilişkin tartışmalar, yeniden gündemde. Oysa yakın bir tarihe kadar, bu kavramların uygulanamasalar bile, en azından uyulması gereken kurallar olduğuna dair genel bir kabul vardı.
Uluslararası Hukuk alanında kendisine en fazla referans verilen Princeton Üniversitesi Emeritus Profesör Richard Falk, bizi kırmayıp, uluslararası hukukun tanımını ve sınırlarını yeniden düşünmemizi sağlayan, uluslararası hukukun çöktüğü iddiasının ne kadar doğru olduğunu tartışan bir makaleyi Fikir Turu okurları için kaleme aldı. Ayrıca biz de benzer bir yaklaşımla “Dış politikada ahlak neden önemlidir?” yazısını çevirdik.
Savrulan dünyada kuralsızlık
Bu hukukun gündeme hararetli bir biçimde gelmesinin birçok nedeni var ama bunlardan en belirgin olanı, İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin, Irak havaalanında ABD tarafından öldürülmesiydi. Dünyanın tansiyonunu bir anda yükselten bu gelişmenin anlamını kavrayabilmek için öncelikle tüm yönleriyle Süleymani’nin kim olduğunu anlatmanın uygun olacağını düşündük. Türkçede bu konuda yazılmış en iyi portreyi iktibas ettik. İran uzmanı Gülriz Şen’in kaleminden “Süleymani suikastının ardından İran ve Ortadoğu’yu ne bekliyor?” yazısını yayınladık. Suikast, İran’ı pek anlamadığını düşündüğümüz Batı dünyasının bazı yayın organlarında savaş çıkacak paniğine yol açtı; bizse, İran, Rusya, Çin ve İsrail’de konuşulan senaryolara bakmayı tercih ettik ve bu ülkelerde yayınlanan uzmanlarının kaleme aldığı makaleleri çevirdik. Bu vesileyle, yeni yazarlara açık olma sözümüzü bir kez daha tutup, yazar ve çevirmen kadromuza Dr. Eyüp Ersoy’u ekledik. Kendisi bize, “İran’da ulusal birlik söylemi etkisini neden yitirdi?” makalesini de yazdı. Kendisine siz okurlarımızın nezdinde de buradan hoş geldiniz demek istiyoruz.
Ortadoğu coğrafyasından, Çin’den, Rusya’dan ve İran medyasından çeviriler yapıyorduk ancak bunların hepsini kısa kısa da olsa bir yazıda, taze yorumlarla görmek, bu ülkelerde nelerin konuşulduğunu, tartışıldığını öğrenmek arzusu bizi yeni bir formatı denemeye götürdü. Bu hafta itibariyle, zaman zaman, değerli akademisyen ve çevirmenlerimiz aracılığıyla göz atabildiğimiz coğrafyalardan haftanın öne çıkan meselelerine dair bazı yorumları tek bir yazıda sizlerle paylaşmaya başladık. Adını da “Bir tutam dünya turu” koyduk. Umarız seversiniz. Bu hafta corona virüsüyle boğuşan Çin’i, Rusya’da yeni Kabine’deki gizli gücü, Trump’ın ‘Yüzyılın Anlaşması’ önerisine Ortadoğu’dan tepkileri ve İran’daki “seçimler formalite mi?” tartışmasını bu yazıdan takip edebilirsiniz.
Ocak ayında dünyanın gündemini giderek meşgul eden başka bir konu da Libya idi. Geçen senenin son yazılarından biri “Libya’da kim neyin peşinde” olmuştu. Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararından sonra konu iyice önem kazandı. Libya sorunu çerçevesinde Türkiye’nin ilişkilerini geliştirmek için diplomatik temaslara hız verdiği Libya’nın iki komşusu Cezayir ve Tunus’un meseledeki kritik önemini ve yaklaşımlarını yine bir çeviri yazı ile dikkatlerinize sunduk.
Libya’da iç savaşın hız kazanması, çözüm arayışlarının da gündeme gelmesine yol açtı. Bu konuda öncü rolü Almanya üstlendi. ABD’nin kabuğuna çekilerek, savrulan dünyada tavır olmaya zorladığı Almanya’nın, dünyanın 4. büyük ekonomisi olmasına rağmen, küresel meselelere karışırken neden seçici ve çekingen davrandığını “Almanya kalıbının ülkesi olabilecek mi? (Peki, bunu istiyor mu)” yazısında Doç. Mesut Eren anlattı.
Dünya meselelerine yenileri eklenirken, uluslararası güçlerin çare bulamadığı İdlib krizi de yeni bir boyuta taşındı. Rejim güçleri, muhaliflerin son kalesi İdlib’de kritik bölgeleri ele geçirmeye başladı, yüz binlerce insan Türkiye sınırında. Bölgeyi karış karış bilen ve sahadan yeni dönen Doç. Serhat Erkmen en taze bilgileri, geleceğe yönelik ihtimalleri, muhtemel senaryoları tüm boyutlarıyla sabaha kadar uykusuz kalarak yazdı. Geçen İdlib yazısı da pek çok insanın aklındaki soru işaretlerini gideren ve çok okunan Erkmen’e teşekkür ediyoruz.
Savrulan dünyada çevre sorunları
Dünyamızın hızla savruluşu yalnızca jeo-politik arenada olmuyor. Ülkelerin ve kurumların bir araya gelip iş birliği gösteremediği başka bir alan da çevresel sorunlarımız.
Fikir Turu’nun iklim değişikliği, gıda güvenliği, şehircilik, sürdürülebilir yaşam konularındaki hassasiyetini bilen okurlarımız, ocak ayında da sayfalarımızda Esat Arslan’ın kaleminden “Küresel ısınma tehdidi altında iktisat bilimini yeniden düşünmek” yazısını okudular. Avustralya’da, günlerce süren, onlarca insanın ve yüzbinlerce hayvanın ölümüne neden olan ve olası sebepleri arasında İklim değişikliği de gösterilen yangınlarla ilgili Prof. Tuncay Neyişçi, “Avustralya Aborjinleri anlayamamış olmanın bedelini ödüyor” makalesini yazdı. Söylememiz gerek, okurlarımızla her zaman gurur duyduk ama bu yazının ocak ayında en çok okunan yazılardan biri olması, okurlarımızın farkındalığına ve duyarlılığına bir kez daha bizi hayran bıraktı.
Savrulan dünyada dijital göçmenler: Biz
Dünyamızın hızını arttıran en önemli unsur, şüphesiz teknolojik gelişmeler. Bu gelişmeler artık hepimizin cebinde, başucunda.
Fikir Turu’nun okurlarının önemli bir kısmı, bazı teorilerde ‘dijital göçmen’ olarak adlandırılan, yani doğduğu evde henüz elektronik tablet olmayanlardan. Bizim teknolojiyi kullanma kabiliyetimiz, ne kadar uğraşırsak uğraşalım, dijital dünyanın içine doğmuş, yani dijital yerlilerden daha sınırlı. Fakat ister dijital göçmen olalım ister dijital yerli, teknolojiyi kullanırken, dolandırılmamak, özgürlüğümüzden olmamak, bilgilerimizi çaldırmamak için dikkatli olmak zorundayız. Bunu nasıl yapabileceğimizi, gözlerimiz yuvalarından fırlaya fırlaya Doç. Salih Bıçakcı’nın “Dijital göçmenlere siber hijyen tavsiyeleri” makalesinde okuduk. Siz ne yaptınız bilmiyoruz ama biz kendi adımıza hemen bazı önlemler aldık. Eğer gözünüzden kaçırdıysanız, bu yazıyı okumanızı ve sözü edilen tavsiyeleri acilen almanızı öneriyoruz.
Ocak ayında dikkatinize sunduğumuz başka bir dijital tehlike de cep telefonlarımızın konum belirleme özelliklerinin nasıl da büyük bir izleme alanına dönüşebileceği ve bu konuda henüz etkili bir yasal düzenlemenin dünyanın hiçbir yerinde olmadığını anlatan “cebimizdeki büyük tehlike” çevirisini dikkatinize sunduk.
Savrulan dünyada hakikat sonrası dönemde gazetecilik
Teknolojik gelişmelerin bir yansıması olarak hayatımıza giren başka bir konu da sosyal medya kullanımının artması. Bu durumun getirdiği sorunlardan biri de sosyal medyanın çoğu zaman gerçeği saptırmak için kullanılması, provokasyon ve kavga platformu olması. Bu durum, gerçeklere değil de, inanmak istediğimize inandığımız, komplo teorilerine pirim verilen hakikat sonrası dönemin de en belirgin özelliği. Artık hiçbir mücadele sosyal medyada kazanılmadan kazanılmış olmuyor. Bu konuda Türkiye’nin eksikliklerini, neler yapması gerektiğini Emre Kaya “Türkiye sahada kazandığını sosyal medyada nasıl kaybediyor” yazısında ele aldı.
Hakikat sonrası dönemde savrulan ve nereye gideceği belli olmayan başka bir alan da gazetecilik ve genel olarak da iletişim. Oysa, dünyanın içinde bulunduğu durumdan çıkıp, yeni bir döneme girebilmesi için iş birliği alanlarının artması, gerçeğin yaygınlaştırılması ve her şeyden önce doğru soruların sorulması gerek. Hangisinin doğru, hangisinin yanlış ve çarpıtılmış olduğunu anlayamadığımız bilgi bombardımanını filtrelenmesi, dünyanın yavaşlatılması için elzem. Bunun olmasına yardım edecek gazetecilik ise ağır bir itibar krizi sorunuyla yüzleşiyor. Fakat bu konuda da arayışlar devam ediyor. Bu arayışların nasıl sonuç vermeye başladığını Şükrü Oktay Kılıç, “Gazeteciliği itibar krizinden çıkartabilecek reçete var mı?” yazısında ele alıp, enine boyuna anlatarak umutlarımızı tazeledi. Yeni iletişim formatlarımızdan biri olan, bizi mekandan ve zamandan özgürleştiren yeni tutkumuz podcast’ler de, bir çok özelliğinin yanı sıra gazeteciliğin de özgürce yapılabileceği platformlar olarak ön plana çıkmaya başladı. Podcast’leri neden bu kadar sevdiğimizi ve benimsediğimizi de İlkan Akgül’ün kaleminden okuduk.
Savrulan dünyada hislerimiz
Savrulan dünyamızın yol açtığı belirsizlik atmosferi içinde bireylerin toplum ve siyasetle ilişkisinde en öne çıkan duygulardan biri güven sorunu. Özellikle Türkiye’de kurumlara ve birbirimize duyduğumuz güvenin eksikliği demokrasimizde de eksikliğe yol açıyor. Erkan Koca “En çok güvendiğimiz kurumlar araştırmaları ne kadar güvenilir?” makalesinde bu konuyu irdeledi.
Türkiye’de güvenmediğimiz kurumlardan biri de adalet sistemimiz. Özellikle ceza davalarında mağdur olduğumuzda, failler ceza alsa bile adalet duygumuzun onarılamadığı hissine kapıldığımız oluyor. Oysa, adaletin onarıcı bir yüzü de var, Türkiye’de de bazı suçlar söz konusu olduğunda devreye giren bu sistemi, avukat ve arabulucu Dilek Yumurtaş, “Adaletin onaran yüzü” makalesinde tüm boyutlarıyla ele aldı. Makaleye okurlarımızın gösterdiği ilgi, adalet konusunda ne kadar yaralı olduğumuzu bir kez daha gösterdi.
Adalet arayışı yalnızca mahkemeler sınırlı değil, futbol maçlarında da yerinde kararlar alınabilmesi için uygulamaya konulan ve uygulanmaya başlandığından beri tartışılan VAR sistemini “Futbolun teknoloji ile imtihanı” yazısında Anıl Çobanoğulları anlattı.
Savrulan dünyamızda adalet kadar ihtiyaç duyduğumuz başka bir konu da yeri ve zamanı geldiğinde ‘hayır’ diyebilmek. Ne zaman, nasıl ve niçin hayır diyeceğimizi Prof. Dr. Aslıhan Dönmez’den okuduk.
Dünyamız bu haldeyken huzuru edebiyatta aradığımız oluyor, hatta geçmişten gelen yazarları yeniden keşfettiğimiz. Yaşadığı dönemde de modernleşmenin getirdiği sosyal, kültürel ve politik savrulmalara tanıklık eden ve eserlerine bunu yansıtan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ölüm yıldönümü olan 24 Ocak’ta neden yeniden keşfedildiğini Prof. Ali Şükrü Çoruk yazdı.
Yalnızca küresel dengeler, bölgemiz, iç dünyalarımız değil, günlük hayatımız da savruluyor, bu savrulmayı anlatan sosyolog ve edebiyatçı Fatma Barbarosoğlu’nun ‘sürahi sosyolojisi’ yazısı bizim için tam bir yılbaşı hediyesi oldu. Kendisine ve elbette bütün yazarlarımız ve çevirmenlerimize teşekkür ederiz.
Daha yavaş, sakin ve huzurlu bir Şubat ayı dileriz.
Bu yazı ilk kez 31 Ocak 2020’de yayımlanmıştır.