Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonraki ilk yıllarda Sovyetlerin asıl mirasçısı olan Rusya Federasyonu, zor bir dönem geçirdi. Parçalanma eşiğine gelen Rusya, ekonomik olarak büyük sorunlar yaşadığı gibi uluslararası kuruluşlara da borçlandı. Bu husus, Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerine karşı ilgisiz kalmasına, Batı karşısında da teslimiyetçi dış politika izlemesine neden oldu. Bu dönemde Rusya ile Batı yakınlaşmaya çalışsalar da “romantik dönem” uzun sürmedi. Hâlbuki Rusya, bu dönemde G-7’ye kabul edilmiş, ilginç bir şekilde NATO’ya üyeliği konuşulmaya başlanmış, Vladimir Putin Almanya Parlamentosu’nda Almanca bir konuşma yapmıştı.
Yeniden güvensizlik
AB ve NATO’nun genişlemeye devam etmesi, Rusya’nın ise 1990’lardaki sorunları geride bırakarak daha aktif siyaset izlemeye başlaması ve bu siyasetinde önceliği eski Sovyet coğrafyasına vermesi, Rusya ile Batı arasında sorunlu dönemin yeniden başlamasına neden oldu.
Rusya’nın NATO’nun hedefinde kendisinin olduğunu düşünmesi, hâlâ “arka bahçe” olarak gördüğü eski Sovyet coğrafyasına en küçük müdahaleyi dahi kıskançlıkla karşılaması, Batı’nın da aynı şekilde Rusya’ya güvenmemesi, AB ve NATO’nun son üyeleri olan eski Doğu Bloku ülkelerinin de Rusya’yı hâlâ tehdit olarak görmeleri, güvensiz bir ortamın oluşmasında etkili oldu. Kremlin, ABD’nin tek kutuplu dünya düzenine karşı çıkmaya başladığı gibi küresel güç olmanın bölgesel güç olmaktan geçtiği düşüncesiyle eski Sovyet coğrafyasına daha fazla sarılmaya, yeni örgütlenmelere gitmeye başladı.
Putin’in iki hassasiyeti
Vladimir Putin dış politikada özellikle birbirine bağlı olan iki konuya vurgu yapıyor: SSCB’nin yıkılışının bir felaket oluşu ve NATO’nun yayılması meselesi.
Moskova, son yıllarda Baltıklar dışında eski Sovyet coğrafyasında etkisini arttırırken tehdit olarak gördüğü NATO’nun yayılmasına doğal olarak engel olamıyor. Ancak başta ayrılıkçı bölgeler ile referandumlar olmak üzere elinde önemli kozları var.
Nitekim 2008’de Gürcistan’ın NATO üyeliği gündeme geldiğinde ve Rusya ile Gürcistan arasındaki ilişkiler tamamen koptuğunda Kremlin, radikal bir adım atarak yıllarca destek verdiği ve Gürcistan yönetimi ile ilişkilerde pazarlık unsuru olarak kullandığı Abhazya ile Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanıdı.
NATO ile mesafe
Gürcistan’ın ardından Ukrayna’da da renkli devrimin ikinci kez (2014) başarılı olmasından sonra benzer bir senaryo Ukrayna’da da yaşandı. Başta 2014’te Kırım yarımadasında gerçekleştirilen ve Kırım Tatarlarının katılmadığı referandum sonucunda Kırım, Rusya Federasyonu’nun içerisinde yer alırken, aynı yıllarda ortaya çıkan ayrılıkçı Lugansk ve Donetsk cumhuriyetleri de özerklik talebinde bulunmaya başladılar. Bu iki oluşum, hem Ukrayna ile hem Batı ile pazarlıkta Moskova’nın elini güçlendiren bir konuydu.
Ancak Ukrayna’nın 2015’te imzalanan ve adı geçen cumhuriyetlere özerklik tanınmasını öngören Minsk Antlaşması’na uymaması ve Batı ile askerî alandaki işbirliğini arttırması ile başlayan süreç Moskova’nın Lugansk ile Donetsk’i bağımsız devletler olarak tanımasıyla sonuçlandı. Böylece Rusya aynen Kafkasya’da olduğu gibi Batı sınırının bir kısmını da güvence altına aldı, Batı ile arasında set rolü oynayacak bir bölge oluşturdu, Ukrayna’nın NATO üyeliğini iyice zorlaştırdı, NATO’nun kendi sınırına yaklaşmasını engellemiş oldu.
Rusya ile Batı’nın arası iyice açılacak
Rusya’nın bu son adımı, Batı ile arasını iyice açacaktır. Nitekim Rusya’nın tanıma kararından hemen sonra gerek ABD gerekse de AB ülkeleri Rusya’ya yeni yaptırım kararlarını açıklamaya başladılar. Uluslararası arenada usta oyuncu olan Rusya’nın tüm bunları önceden hesapladığını söyleyebiliriz.
Peki, Rusya’nın Batı ile savaşa girmekten korkmamasının ve yaptırımlarla karşı karşıya kalmaktan çekinmemesinin sebepleri nelerdir? Diğer bir deyişle, Rusya neye güveniyor?
Rusya’sız bir dünyayı yok edecek kadar güç
Ukrayna meselesinin ve Kremlin’den yapılan açıklamalarının da gösterdiği gibi Moskova, en radikal adımları atmaya hazır. Ukrayna sınırında son iki ayda yaşanan gerginlik çerçevesinde Rus yetkililer devamlı Batı ile savaşın dünyanın sonu olacağı mesajını verirken, ABD’li yetkililer bölgeye asker ve silah göndermesine rağmen ABD ve NATO askerlerinin muhtemel bir Rusya saldırısında savaşa dâhil olmayacaklarını dile getirdiler. Tanıma sonrasında Rusya bağımsızlıklarını tanıdığı cumhuriyetlere asker gönderme kararı alırken ABD ve AB ülkeleri elçilik ve konsolosluk personellerini tahliye etmeye başladılar. Benzer bir tablo aslında Gürcistan, Suriye vb. çekişme alanlarında da mevcuttu.
Kremlin, NATO’nun toplam askerî gücünün Rusya’nınkinden çok daha üstün olduğunu kabul etmekle birlikte Rusya’nın elindeki teknolojilerin de “Rusya’sız bir dünyanın kalmaması” için yeterli olduğunu dile getiriyor.
Nitekim Rusya son 7-8 yılda Silahlı Kuvvetleri’ndeki askerî teknolojilerini %71 oranında yeniledi. Sarmat adlı kıtalararası balistik füze, Tsirkon adlı hipersonik seyir füzesi, S-500 Prometey uzun menzilli hava savunma füze sitemini kullanıma aldı. Dolayısıyla Rusya’ya en büyük güveni veren faktörlerin başında kendi askerî teknolojileri geliyor.
Batı’nın tavrı da Rusya’yı cesaretlendiriyor
Rusya’yı son olaylar çerçevesinde güçlendiren ve cesaretlendirilen bir başka faktör de Batı’nın izlediği yanlış siyaset.
İlginçtir ki gerek AB gerekse de NATO bir taraftan eski Sovyet cumhuriyetlerini Rusya’ya bırakmak istemezken, diğer taraftan da Gürcistan ve Ukrayna ile entegrasyon süreçleri bir mesafe kat etmedi. Diğer bir deyişle Batı, bu cumhuriyetlere karşı nasıl bir siyaset izlenmesi gerektiğini hâlâ belirlemiş değil.
Rusya’nın işini kolaylaştıran diğer sebepler arasında AB’nin gittikçe gücünü kaybetmesi, uluslararası sorunlardaki rolünün azalması, İngiltere’nin AB’den ayrılması ve yeni bir cephe oluşturmaya çalışması, ABD – AB arasında da birtakım sorunların olması gibi konular yer alıyor. George W. Bush, Silvio Berlusconi, Nicolas Sarkozy, Angela Merkel gibi güçlü ve karizmatik devlet adamlarının olmaması, mevcut yetkililerin bölge ile ilgili temel bilgileri dahi bilmemesi de Kremlin’in işini kolaylaştırıyor.
Rusya ile savaşa girmeyeceğini dile getiren ve genellikle de kendisinin de müdahalelerde bulunmasına rağmen hiçbir sorunu sonuna kadar çözmeyip bölgelerden ayrılan Batı, ne olursa olsun Rusya’ya yalnızca yaptırım uygulayacağını dile getiriyor. Ancak şu da bir gerçek ki Rusya 8 yıldır çok yönlü yaptırımlarla yaşıyor ve bir nevi buna alıştı, ticarî ilişkilerini de farklı coğrafyalara yönlendirmeyi başardı.
Yaptırımlar ne kadar anlamlı?
Şüphesiz AB’nin uyguladığı yaptırımlar Rusya ekonomisine büyük zarar veriyor. Ancak ilginçtir ki 2021’de Rusya-AB ticaret hacmi, bir önceki yıla kıyasla yaklaşık yüzde 40 artarak 300 milyar dolara yaklaşmış bulunuyor. Rusya, tüm yaptırımlara rağmen AB’nin 5. en büyük ticarî ortağı.
Rusya ile ABD arasındaki ticaret hacmi de 2021’de aynı oranda (yüzde 40) artarak 30 milyar doları geçti. Yaptırımlar olmasaydı şüphesiz ticaret hacmi çok daha yüksek olacak, Rusya’ya Batılı şirketlerin yatırımları artmış olacaktı. Ancak şimdiki durum bile ticarî ilişkilerin artarak geliştiğini gösteriyor.
Bugüne kadar uygulanan yaptırımlar, taraflar arasında enerji alanındaki iş birliğini de etkilemedi. Hatta tam tersine 2014 yılından itibaren Rus enerji kaynaklarına ihtiyaç arttığı gibi yeni boru hatları projeleri de hayata geçirildi.
AB’nin Rusya’ya enerji alanındaki bağlılığı azaltmaya yönelik tüm çabalarına rağmen bugün AB ülkelerinin toplam tükettikleri gazın yüzde 40’ı Rus gazı. Rusya’dan sonra ikinci sırada gelen Norveç’ten ithal edilen gaz miktarı bu rakamdan iki kat daha az. ABD, Katar ve Nijerya’dan alınan sıkıştırılmış gaz sayesinde söz konusu bağlılık azaltılmaya çalışılsa da sıkıştırılmış gaz fiyatları daha yüksek olduğu gibi günümüzde sıkıştırılmış gaz rezervleri de tükenmiş durumda. Kaldı ki AB’nin enerji ihtiyacı da giderek artıyor. Dolayısıyla tüm yaptırım açıklamalarına rağmen enerji alanı, yine yaptırımların dışında kalacağı gibi gözüküyor. Kremlin’in tüm bu ayrıntıları fazlasıyla iyi bildiğini de söylemek gerekiyor.
AB’nin tek kozu
AB’nin Ukrayna meselesinde belki de tek kozu, Kuzey Akım-2 Projesi idi. Tamamlanmış ve son onayları bekleyen bu projenin Rusya’nın son adımıyla birlikte askıya alındığı açıklandı. Rusya’nın kendi imkanlarıyla inşa ettiği bu projenin hayata geçirilmemesinin şüphesiz Rusya için ekonomik zararı olacaktır. Ancak bu zarar, Rusya’nın siyasi amaçlarına ulaşmasını engelleyecek bir zarar değil.
Kuzey-Akım-2 hayata geçirilmezse dahi önümüzdeki en az birkaç yıl AB ülkeleri Rusya’dan gaz almaya devam edecekler. Rusya da bunun hesaplamasını iyi yapmış durumda. Türk Akımı boru hattı projesiyle de Moskova, transit konusunda Ukrayna’ya bağlılığı zayıflattı. Rus enerji kaynakları yalnızca AB için değil Rusya ekonomisi için de önemli rol oynadığından, Moskova her ihtimale karşı kendisi de AB’ye alternatif arayışını sürdürüyor. Örneğin, Olimpiyatların açılış gününde bir araya gelen Putin ile Çin Devlet Başkanı Cinping, Rusya’nın Çin’e gaz ihracatını arttırması konusunda anlaşmaya vardılar.
Rusya’nın yaptırımlara karşı aldığı önlemlerden biri de, Milli Refah Fonu. Özellikle enerji kaynaklarından elde edilen gelirlerin azaldığı takdirde devlet harcamaları için kullanılması amacıyla oluşturulan ve başta Rezerv Fonu olarak adlandırılan fonun Ocak 2022’deki rezervi 174.9 milyar dolar. Bununla birlikte son yıllarda Rusya rezervlerini altında tutmaya karar verdi. Şubat 2022’de Rusya’nın altın rezervleri rekor seviyesine ulaşmış bulunuyor: 639.6 milyar dolar. Dolayısıyla Rusya’nın yaptırımları göze alırken söz konusu altın rezervine de güvendiği söylenebilir.
Rusya ülke içerisindeki birçok soruna rağmen (nüfus azalması, halkın refah durumu vs) bir taraftan “kara gün” için altın rezervlerini artırırken diğer taraftan da askerî alana yatırım yapmaya devam ediyor. Bunlara paralel olarak, Moskova yine son 10 yıldır ülkede merkeziyetçi siyaset izleyerek federasyonu oluşturan cumhuriyetlerin Moskova’ya bağlılığını da artırdı. Tüm bunlar Rusya’nın aktif, hatta agresif bir dış politika izlemesine imkân tanıyor. Diğer küresel güç ve teşkilatların zayıfladığı, uluslararası örgütlerin etkisini kaybettiği bir ortamda Rusya’nın kendisine olan güveni iyice artıyor.
Pekin’den destek
Yine her ne kadar aralarında birtakım sorunlar olsa da Moskova, Pekin ile uluslararası gelişmelere karşı sahip oldukları ortak yaklaşımdan da güç alıyor. Özellikle Orta Asya’da Çin de Rusya’nın rakibi olmasına rağmen Rusya, Çin’e yaklaşmaktan çekinmiyor. Olimpiyatların açılış gününde, Putin ile Cinping, uluslararası arenadaki gelişmelerle ilgili ortak bildiri yayımlayarak, uluslararası ilişkilerdeki yeni kuralları aynı şekilde yorumladıklarını ve dünyanın ABD’nin direttiği kurallara göre yaşamaması gerektiğini dile getirdi.
Dolayısıyla Rusya bir taraftan eski Sovyet cumhuriyetlerini kendi etrafına çekerek adeta yeni bir siyasi merkez oluştururken diğer taraftan da gerektiğinde Çin ile yakınlaşabileceğini ve ondan destek alabileceğini göstermiş oldu.
Yaptırımlara rağmen Rusya kendince ve şimdiye kadar kendi açısından sonuç veren önlemlerle Batı ile mücadelesini devam ettirecek. Ukrayna konusunda da aslında tam istediğini almış değil. Yapılan açıklamaya bakıldığında Moskova, hem Ukrayna’dan hem de NATO’dan, Ukrayna’nın NATO üyeliği ile ilgili garantiler istiyor. Dolayısıyla hem pazarlıkların hem de mücadelenin tüm hızıyla devam edeceği görülüyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 23 Şubat 2022’de yayımlanmıştır.