Rusya’nın stratejisi: ABD’yi affet, Fransa’yı görmezden gel, Almanya’yı cezalandır

Rus muhalif lider Alexei Navalny’nin derhal serbest bırakılmasını isteyen Batı’ya karşı Moskova’nın tepkisi ne olacak? Kremlin tepkilere karşı nasıl bir yol izliyor ve neden? Batı, Rusya’ya yeni yaptırımlar uygulayacak mı?

Rus muhalif lider Alexei Navalny’nin zehirlenmesi ve tutuklanmasının ardından Rusya ile Batı ilişkileri yeniden kızıştı. Rus politika analisti ve yazar Vladimir Frolov, The Moscow Times’daki yazısında, Rusya’ya yönelik stratejinin konuşulacağı AB Konseyi’nin mart ayındaki görüşmelerinden önce mevcut durumu ve Rusya’nın ‘ABD’yi affet, Fransa’yı görmezden gel ve Almanya’yı cezalandır’ stratejisini değerlendirdi.

Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“ABD eski Başkanı George W. Bush yönetimi, 2004 yılında BM Güvenlik Konseyi’nde Fransa, Almanya ve Rusya’nın ABD’nin Irak’ı işgaline karşı oluşturdukları ittifaka nasıl karşılık vereceğini düşünürken, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice bunu kısa ve öz bir şekilde ifade etmişti: ‘Rusya’yı affet, Almanya’yı görmezden gel ve Fransa’yı cezalandır’. Rice, burada ABD karşıtı ittifakı Fransa eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın örgütlediği gerçeğine atıf yapmıştı.

Rus muhalif lider Alexei Navalny’nin zehirlenmesi ve tutuklanmasıyla bir kriz yaşayan Moskova ise Batı ile gelecekteki ilişkileri konusunda şöyle özetlenebilecek bir strateji belirledi: ‘ABD’yi affet, Fransa’yı görmezden gel ve Almanya’yı cezalandır.’

Bu strateji, Başkan Vladimir Putin’in Batılı liderlerle bir araya gelmesi ya da konuşması sırasında Navalny’nin de görünmez bir şekilde bu konuşmalarda mevcut olmasını önleme girişimi.

Aslında, üst düzey tüm Rus yetkililer artık her görüşmede Batılı meslektaşlarının Navalny’nin serbest bırakılmasını farklı düzeylerde ısrarla talep etmesini bekleyebilir. Zira G7 ülkeleri dışişleri bakanları, Navalny’nin derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması ve kimyasal silahlarla zehirlenmesine yönelik bir soruşturma başlatılması konusunda benzeri görülmemiş bir ortak bildiri yayınladı. Rusya Dışişleri Bakanlığı da açıklamaya gergin bir karşılık verdi.

Ancak bu, Rus dış politikası için pek de yeni bir sorun değil. Moskova, 2003’ten 2013’e kadar, Yukos’un eski CEO’su ve Putin’in siyasi rakibi Mikhail Khodorkovsky’nin tutuklanması üzerine, Batı karşıtı saldırgan tutumunu güçlendirerek gelen baskıları başarıyla savuşturmuştu.

Navalny’nin tutuklanması ve öncesinde Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün (OPCW) kesin olarak kanıtladığı gibi kimyasal savaş gazıyla zehirlenmesi, Batılı liderler için tuhaf bir siyasi durum yaratıyor. Liderler, üst düzey Rus yetkililerle Rus muhalif liderin serbest bırakılmasını talep etmeden herhangi bir anlaşma yapamayacaklardır. Bu durum, özellikle Navalny’nin uçakla nakledilerek Şansölye Angela Merkel’in kişisel konuğu olarak tıbbi tedavi gördüğü Almanya için geçerli. (…)

Kuşkusuz Rus liderler, Navalny konusundan tamamen kaçınmayı tercih edecektir, ancak bu pek de mümkün değil. Esas mesele, Batı’nın bu meseleyi Rusya’nın içişlerine ve siyasetine karışmak için bir araç olarak kullanmasına izin vermeyi önlemektir.”

Yazar, Rusya’nın Batı ile Navalny konusunda ölçülü atışmasının aslında Kremlin için bir nimet olduğunu vurguluyor: “Bu durum ülke içinde, yurt dışından gelen düşmanca müdahale, Rusya’nın egemenliğine yönelik saldırılar ve yabancı ajanların faaliyetleri hakkındaki resmî propagandayı güçlendiriyor. Dış politika cephesinde ise Kremlin’in, Rus halkını rejimin bayrağı etrafında bir araya getirecek misilleme niteliğindeki Rus karşıtı eylemleri kışkırtmak amacıyla Batı’nın ‘kötü niyetli eylemler’ olarak adlandırdığı eylemlere girişmek zorunda kalmamasını sağlıyor.

Batılı bazı analistler, Navalny üzerindeki Batı baskısının Rusya’nın daha kışkırtıcı bir dış politika izlemesine neden olabileceğinden korksalar da bunun tersi daha olası: Moskova artık kendi amaçları uğruna ihtiyaç duyduğundan daha fazla dış baskıdan kaçınmak için daha temkinli hareket edecektir. Bazı tahminlerin aksine Moskova suçlu gibi görünerek kendi kendini izole etmeyecek, Batı ile diyalog ve işbirliğinden vazgeçmeyecek, ABD ve AB’nin çıkarlarına hizmet eden kuruluşlar ve sistemlerden çekilmeyecektir.”

Yazar Frolov, Batı ile üst düzey işbirliğini sürdürmek ve hatta genişletmenin, yüksek profilli diyaloglar için yeni platformlar yaratmanın, Rus hükümetinin meşruiyetini sağlamlaştıracağını, yerel destek oluşturacağını ve liderlerin bu desteği gerektiğinde kanalize etmesine olanak tanıyacağını söylüyor. (…)

“ABD’yi affet”

“Moskova, ABD ile sistematik, üst düzey diplomatik ilişkiler kurumayı ve iki devlet başkanının düzenli olarak buluşmasını sağlayacak bir mekanizma da dâhil yüksek profilli etkileşim biçimlerini yeniden oluşturmayı seçti.

ABD eski Başkanı Barack Obama tarafından kısıtlanan ve ABD eski Başkanı Donald Trump tarafından yeniden tesis edilmeyen bu tür bir diyalog, artık değerli görülüyor. Rusya için böyle bir diyaloğun meyve vermesi gerekmiyor, var olması yeter. Krizleri aşmaya yardım etmenin ötesinde bu tür bir diyalog, Rusya’nın büyük küresel güç statüsünü güçlendiriyor ve halkının gözünde Rus hükümetine dışarıda meşruiyet kazandırıyor. Kremlin’in, ülke içindeki duruşuna da zarar veren bir imaj olan haydut ya da yağmacı devlet olarak algılanmasını engelliyor.

Biden yönetimi; sert retoriğine, Rusya’ya yüksek bedel ödetme vaatlerine ve Navalny’nin derhal ve koşulsuz serbest bırakılması taleplerine rağmen, Rusya’ya karşı herhangi bir somut adım atmadı. Yaptırımlar konusunda ise ‘yeniden değerlendirme’ yapılıyor ve anlamlı hedeflerle ‘stratejik bir yaklaşım’ belirleniyor vaatlerinde bulunuyor.

Bu da Kremlin’e ‘agresif retoriği’ görmezden gel, ‘ABD’yi affet’ fırsatını yaratarak temiz bir sayfa açma imkânı tanıyor.

“Fransa’yı görmezden gel”

Fransa’yı görmezden gelmek, Moskova’nın Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un politikalarını ve ülkedeki durumu değerlendirirken ölçülü davranmaktan sadece biraz fazlasını gerektiren, basit bir strateji.

Putin’in Fransız liderine, Navalny’nin kendi kendini zehirlediğine dair şüphesini ileterek ‘Galya istihbaratına hakaret’ ettiği 14 Eylül’deki meşhur ‘sağırlar diyaloğu’nun ardından Macron, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Rusya’nın ‘siyasi muhalefet figürüne yönelik sinir gazı Novichok kullanılan cinayet teşebbüsünü tam olarak aydınlatması’ gerektiğini söyledi. Ardından Fransız lider, Rusya ile stratejik diyaloğa hızlı bir şekilde geri dönerek aksi halde ‘Avrupa’da barışın mümkün olmadığını’ belirtti. (…)

Moskova, Macron’un pozisyonunun Avrupa Birliği’nde hiçbir desteği olmadığını gayet iyi biliyor, ancak Rusya ile ‘stratejik diyalog’ retoriği Kremlin için faydalı. (…)

“Almanya’yı cezalandır”

Almanya’nın cezalandırılması için Moskova, 2 Eylül 2020’de Alman Silahlı Kuvvetlerine ait bir laboratuvarın Navalny’nin Novichok türü askeri bir sinir gazıyla zehirlendiğinin belirlediğini bizzat ilan eden Başbakan Merkel’in imajına zarar vermek için propaganda yoluna başvurmak zorunda. Merkel’in hamlesi, Navalny’nin daha sonra Almanya’da kalması ve Alman hükümetinin koruması altındaki yıkıcı faaliyetleri, Kremlin’i büyük ölçüde rahatsız etti.

Moskova için bu, Almanya’nın Rusya ile ‘özel ilişkisini’ reddetmesi, yetersiz gerekçelerle işbirliğini azaltması, itibarını sarsmak için Rusya liderliğine kişisel bir savaş ilan etmesi ve rejim değişikliğini desteklemesi anlamına geliyordu.

Moskova, Navalny’nin Almanya’da kalmasının Merkel’in Rusya’nın içişlerine daha fazla müdahale için ahlaki ve siyasi bir yükümlülük oluşturduğunun farkında. Kremlin’e göre bu, öngörülebilir gelecekte Rusya’nın ‘dış etkilerden bağımsız tam egemenlik’ sağlama yönündeki temel dış politika hedefini tehlikeye atıyor.”

Yazara göre Kremlin’in bu ikileme getirdiği çözüm, gelecekteki Alman liderliğiyle pragmatik bir diyalog için açık kapı bırakırken Merkel’i gözden düşürmek. Nitekim: “Moskova, Merkel’i, Navalny’nin ‘sahnelediği’ zehirlenme olayıyla ilgili yalan söylemekle suçladı, hatta kimyasal silahların Alman topraklarında kendisine karşı kullanıldığını ima etti.

Avrupa Birliği’ni küçük düşür

Almanya’nın Avrupa Birliği’nde öncü bir rol oynaması ve Berlin’in, Navalny’nin zehirlenmesine karşı kolektif bir Avrupa tepkisini desteklemesi nedeniyle Moskova, AB’yi cezalandırmak için sert bir tepki vermesi gerektiğini düşünüyor. Dış ülkelerle yaptığı tüm anlaşmalara düzenleyici yükümlülükleri dahil ederek değerlerini destekleyen bir süper güç olarak AB, devlet ve sosyal düzen konusunda çekici bir alternatif model sunuyor ve Rus hükümetine varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. (…)

AB, ülkelerin kendi vatandaşlarına karşı evrensel ilkelere ve uluslararası yükümlülüklere uymasını gerektiren sınırlı bir egemenlik fikrini ve Rusya’nın Avrupa Konseyi ve AGİT üyeliğini sürdürmek zorunda olduğunu savunuyor. Bu fikir, normalde diğer devletlerin içişlerine müdahale olarak görülmüyor ve ikili anlaşmalarda tartışılması gereken bir husus olarak değerlendiriliyor. Ancak Moskova bunun, Navalny davasıyla ilgili olarak yabancı güçlerin Rusya’nın iç politikasına müdahalesini sağlayan bir araç haline geldiğini düşünüyor.

AB liderlerinin ve Avrupa Komisyonu’nun Navalny’nin serbest bırakılmasını talep eden ve Rusya’nın eski istihbarat ya da askeri teşkilat mensubu politikacılarının Navalny’yi destekleyen protestoculara yönelik baskılarını eleştiren açıklaması, Moskova’ya bu koşullarda ulaştı.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ve daha önce de İspanya Dışişleri Bakanı olarak da görev yapan Josep Borrell’in 2017’den bu yana ilk kez geçtiğimiz hafta Moskova’ya yaptığı Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, kasıtlı bir şekilde ‘Katalan meselesi’ni gündeme getirdi. (…) Lavrov’un, yaptırım politikasının AB’yi güvenilmez bir ortak yaptığına dair açıklaması ve Rus gazetecilerin Borrell’e yönelttiği ve ilki Küba’ya karşı yaptırımlarla ilgili olan planlı sorular da aynı derecede küçük düşürücüydü.

Aslında Borrell, Rusya’nın Moskova ve St. Petersburg’daki protestolara katıldıkları iddiasıyla Polonya, İsveç ve Almanya’dan üç diplomatı sınır dışı edeceğini Lavrov ile yaptığı görüşmede öğrenmişti. Bu, Moskova’nın yalnızca Navalny davasıyla ilgili taviz vermeyi reddetmediğini, aynı zamanda serbest bırakılması taleplerini dikkate almadığı ya da genel olarak iç işlerini tartışmadığını gösteren bir başka güçlü işaretti. Verdikleri mesaj “İşimize burnunuzu sokmayın”dı.

Rusya’nın AB’yi aşağı çekme taktiği çok ileri gitmiş olabilir. Zira Borrell aslında çok olumlu düşünen Avrupalı bir politikacı. Mart ayında Rusya’ya yönelik stratejinin konuşulacağı AB Konseyi görüşmelerinden önce bilgi toplamak amacıyla bu hassas durumda Moskova ziyaretini gerçekleştirmek istedi. Moskova ayrıca, AB üye ülkelerinin bir Avrupa Komisyonu temsilcisinin alenen küçük düşürülmesinden dolayı şahsen küçümsenmiş hissedebileceklerini ve bu ülkelerin ortak kararlarını Lavrov’un katılımı olmadan Brüksel’de alacakları gerçeğini de gözden kaçırmış görünüyor.

Dolayısıyla Moskova, Rusya’ya karşı daha çatışmacı bir yaklaşımı savunan AB güçlerinin konumunu sağlamlaştırmayı başardı. Bunun yeni yaptırımlarda karışık bulup bulmayacağı ise Mart ayında netleşecek.”

Bu yazı ilk kez 18 Şubat 2021’de yayımlanmıştır.

 

Vladimir Frolov’un The Moscow Times’da yayımlanan “Navanly sonrası dönemle Rusya nasıl baş edecek?” başlıklı yazısından bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla ayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.themoscowtimes.com/2021/02/10/how-russia-confronts-the-west-post-navalny-a72886

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Rusya’nın stratejisi: ABD’yi affet, Fransa’yı görmezden gel, Almanya’yı cezalandır

Rus muhalif lider Alexei Navalny’nin derhal serbest bırakılmasını isteyen Batı’ya karşı Moskova’nın tepkisi ne olacak? Kremlin tepkilere karşı nasıl bir yol izliyor ve neden? Batı, Rusya’ya yeni yaptırımlar uygulayacak mı?

Rus muhalif lider Alexei Navalny’nin zehirlenmesi ve tutuklanmasının ardından Rusya ile Batı ilişkileri yeniden kızıştı. Rus politika analisti ve yazar Vladimir Frolov, The Moscow Times’daki yazısında, Rusya’ya yönelik stratejinin konuşulacağı AB Konseyi’nin mart ayındaki görüşmelerinden önce mevcut durumu ve Rusya’nın ‘ABD’yi affet, Fransa’yı görmezden gel ve Almanya’yı cezalandır’ stratejisini değerlendirdi.

Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“ABD eski Başkanı George W. Bush yönetimi, 2004 yılında BM Güvenlik Konseyi’nde Fransa, Almanya ve Rusya’nın ABD’nin Irak’ı işgaline karşı oluşturdukları ittifaka nasıl karşılık vereceğini düşünürken, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice bunu kısa ve öz bir şekilde ifade etmişti: ‘Rusya’yı affet, Almanya’yı görmezden gel ve Fransa’yı cezalandır’. Rice, burada ABD karşıtı ittifakı Fransa eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın örgütlediği gerçeğine atıf yapmıştı.

Rus muhalif lider Alexei Navalny’nin zehirlenmesi ve tutuklanmasıyla bir kriz yaşayan Moskova ise Batı ile gelecekteki ilişkileri konusunda şöyle özetlenebilecek bir strateji belirledi: ‘ABD’yi affet, Fransa’yı görmezden gel ve Almanya’yı cezalandır.’

Bu strateji, Başkan Vladimir Putin’in Batılı liderlerle bir araya gelmesi ya da konuşması sırasında Navalny’nin de görünmez bir şekilde bu konuşmalarda mevcut olmasını önleme girişimi.

Aslında, üst düzey tüm Rus yetkililer artık her görüşmede Batılı meslektaşlarının Navalny’nin serbest bırakılmasını farklı düzeylerde ısrarla talep etmesini bekleyebilir. Zira G7 ülkeleri dışişleri bakanları, Navalny’nin derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması ve kimyasal silahlarla zehirlenmesine yönelik bir soruşturma başlatılması konusunda benzeri görülmemiş bir ortak bildiri yayınladı. Rusya Dışişleri Bakanlığı da açıklamaya gergin bir karşılık verdi.

Ancak bu, Rus dış politikası için pek de yeni bir sorun değil. Moskova, 2003’ten 2013’e kadar, Yukos’un eski CEO’su ve Putin’in siyasi rakibi Mikhail Khodorkovsky’nin tutuklanması üzerine, Batı karşıtı saldırgan tutumunu güçlendirerek gelen baskıları başarıyla savuşturmuştu.

Navalny’nin tutuklanması ve öncesinde Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün (OPCW) kesin olarak kanıtladığı gibi kimyasal savaş gazıyla zehirlenmesi, Batılı liderler için tuhaf bir siyasi durum yaratıyor. Liderler, üst düzey Rus yetkililerle Rus muhalif liderin serbest bırakılmasını talep etmeden herhangi bir anlaşma yapamayacaklardır. Bu durum, özellikle Navalny’nin uçakla nakledilerek Şansölye Angela Merkel’in kişisel konuğu olarak tıbbi tedavi gördüğü Almanya için geçerli. (…)

Kuşkusuz Rus liderler, Navalny konusundan tamamen kaçınmayı tercih edecektir, ancak bu pek de mümkün değil. Esas mesele, Batı’nın bu meseleyi Rusya’nın içişlerine ve siyasetine karışmak için bir araç olarak kullanmasına izin vermeyi önlemektir.”

Yazar, Rusya’nın Batı ile Navalny konusunda ölçülü atışmasının aslında Kremlin için bir nimet olduğunu vurguluyor: “Bu durum ülke içinde, yurt dışından gelen düşmanca müdahale, Rusya’nın egemenliğine yönelik saldırılar ve yabancı ajanların faaliyetleri hakkındaki resmî propagandayı güçlendiriyor. Dış politika cephesinde ise Kremlin’in, Rus halkını rejimin bayrağı etrafında bir araya getirecek misilleme niteliğindeki Rus karşıtı eylemleri kışkırtmak amacıyla Batı’nın ‘kötü niyetli eylemler’ olarak adlandırdığı eylemlere girişmek zorunda kalmamasını sağlıyor.

Batılı bazı analistler, Navalny üzerindeki Batı baskısının Rusya’nın daha kışkırtıcı bir dış politika izlemesine neden olabileceğinden korksalar da bunun tersi daha olası: Moskova artık kendi amaçları uğruna ihtiyaç duyduğundan daha fazla dış baskıdan kaçınmak için daha temkinli hareket edecektir. Bazı tahminlerin aksine Moskova suçlu gibi görünerek kendi kendini izole etmeyecek, Batı ile diyalog ve işbirliğinden vazgeçmeyecek, ABD ve AB’nin çıkarlarına hizmet eden kuruluşlar ve sistemlerden çekilmeyecektir.”

Yazar Frolov, Batı ile üst düzey işbirliğini sürdürmek ve hatta genişletmenin, yüksek profilli diyaloglar için yeni platformlar yaratmanın, Rus hükümetinin meşruiyetini sağlamlaştıracağını, yerel destek oluşturacağını ve liderlerin bu desteği gerektiğinde kanalize etmesine olanak tanıyacağını söylüyor. (…)

“ABD’yi affet”

“Moskova, ABD ile sistematik, üst düzey diplomatik ilişkiler kurumayı ve iki devlet başkanının düzenli olarak buluşmasını sağlayacak bir mekanizma da dâhil yüksek profilli etkileşim biçimlerini yeniden oluşturmayı seçti.

ABD eski Başkanı Barack Obama tarafından kısıtlanan ve ABD eski Başkanı Donald Trump tarafından yeniden tesis edilmeyen bu tür bir diyalog, artık değerli görülüyor. Rusya için böyle bir diyaloğun meyve vermesi gerekmiyor, var olması yeter. Krizleri aşmaya yardım etmenin ötesinde bu tür bir diyalog, Rusya’nın büyük küresel güç statüsünü güçlendiriyor ve halkının gözünde Rus hükümetine dışarıda meşruiyet kazandırıyor. Kremlin’in, ülke içindeki duruşuna da zarar veren bir imaj olan haydut ya da yağmacı devlet olarak algılanmasını engelliyor.

Biden yönetimi; sert retoriğine, Rusya’ya yüksek bedel ödetme vaatlerine ve Navalny’nin derhal ve koşulsuz serbest bırakılması taleplerine rağmen, Rusya’ya karşı herhangi bir somut adım atmadı. Yaptırımlar konusunda ise ‘yeniden değerlendirme’ yapılıyor ve anlamlı hedeflerle ‘stratejik bir yaklaşım’ belirleniyor vaatlerinde bulunuyor.

Bu da Kremlin’e ‘agresif retoriği’ görmezden gel, ‘ABD’yi affet’ fırsatını yaratarak temiz bir sayfa açma imkânı tanıyor.

“Fransa’yı görmezden gel”

Fransa’yı görmezden gelmek, Moskova’nın Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un politikalarını ve ülkedeki durumu değerlendirirken ölçülü davranmaktan sadece biraz fazlasını gerektiren, basit bir strateji.

Putin’in Fransız liderine, Navalny’nin kendi kendini zehirlediğine dair şüphesini ileterek ‘Galya istihbaratına hakaret’ ettiği 14 Eylül’deki meşhur ‘sağırlar diyaloğu’nun ardından Macron, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Rusya’nın ‘siyasi muhalefet figürüne yönelik sinir gazı Novichok kullanılan cinayet teşebbüsünü tam olarak aydınlatması’ gerektiğini söyledi. Ardından Fransız lider, Rusya ile stratejik diyaloğa hızlı bir şekilde geri dönerek aksi halde ‘Avrupa’da barışın mümkün olmadığını’ belirtti. (…)

Moskova, Macron’un pozisyonunun Avrupa Birliği’nde hiçbir desteği olmadığını gayet iyi biliyor, ancak Rusya ile ‘stratejik diyalog’ retoriği Kremlin için faydalı. (…)

“Almanya’yı cezalandır”

Almanya’nın cezalandırılması için Moskova, 2 Eylül 2020’de Alman Silahlı Kuvvetlerine ait bir laboratuvarın Navalny’nin Novichok türü askeri bir sinir gazıyla zehirlendiğinin belirlediğini bizzat ilan eden Başbakan Merkel’in imajına zarar vermek için propaganda yoluna başvurmak zorunda. Merkel’in hamlesi, Navalny’nin daha sonra Almanya’da kalması ve Alman hükümetinin koruması altındaki yıkıcı faaliyetleri, Kremlin’i büyük ölçüde rahatsız etti.

Moskova için bu, Almanya’nın Rusya ile ‘özel ilişkisini’ reddetmesi, yetersiz gerekçelerle işbirliğini azaltması, itibarını sarsmak için Rusya liderliğine kişisel bir savaş ilan etmesi ve rejim değişikliğini desteklemesi anlamına geliyordu.

Moskova, Navalny’nin Almanya’da kalmasının Merkel’in Rusya’nın içişlerine daha fazla müdahale için ahlaki ve siyasi bir yükümlülük oluşturduğunun farkında. Kremlin’e göre bu, öngörülebilir gelecekte Rusya’nın ‘dış etkilerden bağımsız tam egemenlik’ sağlama yönündeki temel dış politika hedefini tehlikeye atıyor.”

Yazara göre Kremlin’in bu ikileme getirdiği çözüm, gelecekteki Alman liderliğiyle pragmatik bir diyalog için açık kapı bırakırken Merkel’i gözden düşürmek. Nitekim: “Moskova, Merkel’i, Navalny’nin ‘sahnelediği’ zehirlenme olayıyla ilgili yalan söylemekle suçladı, hatta kimyasal silahların Alman topraklarında kendisine karşı kullanıldığını ima etti.

Avrupa Birliği’ni küçük düşür

Almanya’nın Avrupa Birliği’nde öncü bir rol oynaması ve Berlin’in, Navalny’nin zehirlenmesine karşı kolektif bir Avrupa tepkisini desteklemesi nedeniyle Moskova, AB’yi cezalandırmak için sert bir tepki vermesi gerektiğini düşünüyor. Dış ülkelerle yaptığı tüm anlaşmalara düzenleyici yükümlülükleri dahil ederek değerlerini destekleyen bir süper güç olarak AB, devlet ve sosyal düzen konusunda çekici bir alternatif model sunuyor ve Rus hükümetine varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. (…)

AB, ülkelerin kendi vatandaşlarına karşı evrensel ilkelere ve uluslararası yükümlülüklere uymasını gerektiren sınırlı bir egemenlik fikrini ve Rusya’nın Avrupa Konseyi ve AGİT üyeliğini sürdürmek zorunda olduğunu savunuyor. Bu fikir, normalde diğer devletlerin içişlerine müdahale olarak görülmüyor ve ikili anlaşmalarda tartışılması gereken bir husus olarak değerlendiriliyor. Ancak Moskova bunun, Navalny davasıyla ilgili olarak yabancı güçlerin Rusya’nın iç politikasına müdahalesini sağlayan bir araç haline geldiğini düşünüyor.

AB liderlerinin ve Avrupa Komisyonu’nun Navalny’nin serbest bırakılmasını talep eden ve Rusya’nın eski istihbarat ya da askeri teşkilat mensubu politikacılarının Navalny’yi destekleyen protestoculara yönelik baskılarını eleştiren açıklaması, Moskova’ya bu koşullarda ulaştı.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ve daha önce de İspanya Dışişleri Bakanı olarak da görev yapan Josep Borrell’in 2017’den bu yana ilk kez geçtiğimiz hafta Moskova’ya yaptığı Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, kasıtlı bir şekilde ‘Katalan meselesi’ni gündeme getirdi. (…) Lavrov’un, yaptırım politikasının AB’yi güvenilmez bir ortak yaptığına dair açıklaması ve Rus gazetecilerin Borrell’e yönelttiği ve ilki Küba’ya karşı yaptırımlarla ilgili olan planlı sorular da aynı derecede küçük düşürücüydü.

Aslında Borrell, Rusya’nın Moskova ve St. Petersburg’daki protestolara katıldıkları iddiasıyla Polonya, İsveç ve Almanya’dan üç diplomatı sınır dışı edeceğini Lavrov ile yaptığı görüşmede öğrenmişti. Bu, Moskova’nın yalnızca Navalny davasıyla ilgili taviz vermeyi reddetmediğini, aynı zamanda serbest bırakılması taleplerini dikkate almadığı ya da genel olarak iç işlerini tartışmadığını gösteren bir başka güçlü işaretti. Verdikleri mesaj “İşimize burnunuzu sokmayın”dı.

Rusya’nın AB’yi aşağı çekme taktiği çok ileri gitmiş olabilir. Zira Borrell aslında çok olumlu düşünen Avrupalı bir politikacı. Mart ayında Rusya’ya yönelik stratejinin konuşulacağı AB Konseyi görüşmelerinden önce bilgi toplamak amacıyla bu hassas durumda Moskova ziyaretini gerçekleştirmek istedi. Moskova ayrıca, AB üye ülkelerinin bir Avrupa Komisyonu temsilcisinin alenen küçük düşürülmesinden dolayı şahsen küçümsenmiş hissedebileceklerini ve bu ülkelerin ortak kararlarını Lavrov’un katılımı olmadan Brüksel’de alacakları gerçeğini de gözden kaçırmış görünüyor.

Dolayısıyla Moskova, Rusya’ya karşı daha çatışmacı bir yaklaşımı savunan AB güçlerinin konumunu sağlamlaştırmayı başardı. Bunun yeni yaptırımlarda karışık bulup bulmayacağı ise Mart ayında netleşecek.”

Bu yazı ilk kez 18 Şubat 2021’de yayımlanmıştır.

 

Vladimir Frolov’un The Moscow Times’da yayımlanan “Navanly sonrası dönemle Rusya nasıl baş edecek?” başlıklı yazısından bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla ayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.themoscowtimes.com/2021/02/10/how-russia-confronts-the-west-post-navalny-a72886

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x