Küresel salgın tarihi yeniden şekillendirmiyor, hızlandırıyor

Korona sonrası dünya kimi düşünürlere göre radikal kopuşlar ve değişimler yaşayacak. Bazılarıysa, mevcut ve pek de iyimser olmayan eğilimlerin derinleşeceğini öngörüyorlar. İşte onlara göre, küresel güç mücadelelerinden yeni dengelere, Çin’in gücünden mültecilerin durumuna göre bizi bekleyen dünya…

Koronavirüs salgını ile birlikte bireyin hayatından toplumlara, devletlere ve uluslararası sisteme kadar büyük bir dönüşümün içindeyiz. Dünyayı nelerin beklediğine yönelik analizler birçok yazıya konu oluyor. Kimi yazarlar radikal kopuşlar ve değişimler öngörürken, kimileri de on küsur yıldır dünyada mevcut temel eğilimlerin çok daha ileri boyutlara taşınacağını savunuyorlar.

Bu ikinci grubun önde gelen isimlerinden biri, hâlihazırda Dış İlişkiler Konseyi Başkanı olan Richard N. Haass. 7 Nisan’da Foreign Affairs’te “Küresel Salgın, Tarihi Yeniden Şekillendirmek Yerine Hızlandıracak” başlıklı bir makale kaleme alan Haass, 2001-2003 yılları arasında Amerikan dışişleri bakanlığı politika planlama direktörlüğü, ardından Amerikan Başkanı George W. Bush’un Kuzey İrlanda özel elçisi ve Afganistan’ın Geleceği koordinatörü olarak görev yapmış bir isim.

“Her bakımından büyük bir krizden geçiyoruz; dolayısıyla bunun modern tarihin bir dönüm noktası olacağını öngörmek doğal” diye yazısına başlayan Haass, koronavirüsün dünyayı kökten değiştireceğini iddia eden uzmanların aksine, pandemi sonrası dünyanın öncesinden radikal biçimde farklı olacağını beklemiyor.

Ona göre Covid-19 dünya tarihinin temel istikametini çok fazla değiştirmeyecek ama hızlandıracak.

“Pandemi ve gösterilen reaksiyon, günümüz jeopolitiğinin temel özelliklerini ortaya döküyor ve pekiştiriyor. Sonuçta bu kriz, bir dönüm noktasından ziyade, dünyanın son on yıllarda ilerlediği güzergâhta bir ara istasyon olacağa benziyor.”

Yazara göre krizin ne zaman sona ereceğini öngörebilmek için henüz oldukça erken. Ancak krizden doğacak dünya bilindik olacak.

Zayıflayan Amerikan liderliği, sarsılan küresel iş birliği, büyük güç anlaşmazlıkları… Bütün bunlar daha Covid-19 ortaya çıkmadan evvelki uluslararası ortamın özellikleriydi ve pandemi bunları çok daha keskin bir şekilde açığa çıkardı. Bunların gelecekteki dünyanın çok daha belirgin birer özelliğine dönüşmesi muhtemel.”

Amerika-sonrası dünya

Yazara göre mevcut krizin bir özelliği Amerikan liderliğinin bariz bir şekilde eksikliği.

“ABD, virüsle ve iktisadi etkileriyle mücadele etmek için dünyayı ortak bir çaba etrafında toplayabilmiş değil. Keza içerideki problemle baş etmek üzere dünyayı kendi liderliğini izlemesi için harekete geçirmiş de değil. Diğer ülkeler kendi başlarının çaresine bakıyor veya salgının tepe noktasını geride bırakmış Çin gibi ülkelerden yardım istiyor.”

Haass’a göre, eğer ki bu krizin akabindeki dünya ABD’nin gittikçe daha az hükmettiği bir dünya olacaksa bu gidişat zaten yeni değil; en az on yıldır bu zaten besbelli:

“Bu bir bakıma Fareed Zakaria’nın deyimiyle ‘ötekinin yükselişi’nin (özellikle de Çin’in) bir sonucu. ABD’nin mutlak iktisadi ve askeri gücü artmaya devam etse de [ötekinin yükselişi] mukayeseli üstünlüğünde bir düşüşü beraberinde getirdi. Ama bu, düşen Amerikan kapasitesinden ziyade bocalayan Amerikan iradesinin bir sonucu.”

Bu bağlamda “Amerikan Başkanı Barack Obama Afganistan’dan ve Ortadoğu’dan geri çekilişe nezaret etti. Donald Trump da düşmanlarıyla mücadelede çoğunlukla iktisadi gücü kullandı. Bununla birlikte Suriye’deki Amerikan mevcudiyetini temelde sonlandırdı ve şu an Afganistan’da da aynısını yapmaya çalışıyor; çok daha önemlisi, ittifaklara da ABD’nin temel ulus-üstü meselelere eğilmekte geleneksel liderlik rolünü sürdürmeye de pek ilgi göstermedi.”

“Bu değişim beklentisi, Trump’ın ‘Önce Amerika’ mesajının çekiciliğinin büyük bir parçasıydı; ABD’nin yurt dışına daha az yönelip enerjisini iç meselelere odaklaması halinde daha güçlü ve daha müreffeh olacağını vaat ediyordu. Bu görüşte örtük olan husus, ABD’nin dünyada yaptıklarının çoğunun savurganca, gereksiz ve içerideki refahla bağlantısız olduğu varsayımıydı.”

Yazara göre pandemi, içerideki refahın dünyanın geri kalanından nasıl etkilendiğine ışık tutmak yerine, birçok Amerikalının zihninde ‘Önce Amerika’ mesajında örtük olan varsayımı güçlendirecek.

Haass’a göre Amerikan politika tercihleri kadar önemli olan diğer bir boyut da ABD örnekliğinin gücü. “COVID-19 dünyayı kasıp kavurmadan çok önce Amerikan modelinin cazibesinde keskin bir düşüş zaten vardı. Müzminleşen siyasi tıkanıklık, silahlı şiddet, 2008 küresel finansal krizine yol açan kötü yönetim, her türlü uyuşturucu madde salgını ve daha niceleri sağ olsun, ABD’nin temsil ettiği şeyler gittikçe cazibesini yitirdi. Federal hükümetin pandemiye karşı yavaş, tutarsız ve çoğu zaman beceriksizce tutumu, ABD’nin yolunu kaybettiğine dair yaygın kanaati pekiştirecek.”

Anarşik toplum

Haass, zayıflayan Amerikan liderliği boyutunu ele aldıktan sonra sarsılan küresel iş birliğine giriyor. Ona göre, bir ülkede başlayan ve dünya çapında büyük hızla yayılan bu salgın, küreselleşmenin bir tercih değil, bir gerçeklik olduğunun kanıtı. Ancak eksik olan şey, en ufak bir anlamlı küresel reaksiyonun bulunmaması. Dünya Sağlık Örgütü’nün adeta ilgisizliği, küresel yönetişimin zayıflığını ortaya döküyor.

Haass küresel iş birliğindeki sarsıntının yeni olmadığını şöyle anlatıyor:

“Pandemi bu gerçekliği gün gibi açık hale getirse de altta yatan şu cereyanlar çoktandır vardı: Ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir ülkenin kendi başına başarılı bir şekilde mücadele edemeyeceği küresel meydan okumaların ortaya çıkması ve küresel örgütlerin de bu meydan okumalara yetişmekteki başarısızlığı. Gerçekten de küresel meseleler ile bunları giderme kapasitesi arasındaki boşluk, pandeminin ölçeğini açıklamakta çok yardımcı oluyor.

Pandemiye verilen temel reaksiyon uluslararası değil, ulusal, hatta yerel düzeyde. Kriz geçtikten sonra ise vurgu ulusal toparlanmaya kayacak. Bu bağlamda mesela iklim değişikliğiyle mücadele için pek bir istek ve şevk görmek zor, hele de -yanlış bir şekilde- daha acil olanlara el atmak için rafa kaldırılabilecek uzak bir sorun olarak görülmeye devam ederse…”

Büyük güç anlaşmazlığı

Haass, uzunca bir süredir yaşanan büyük güç anlaşmazlıkları boyutuna şöyle giriyor:

“Mevcut karamsarlığın bir nedeni, küresel meydan okumaların çoğuyla baş edebilmek için dünyanın en güçlü iki ülkesi arasında iş birliğinin elzem olması, ancak ABD-Çin ilişkilerinin yıllardır giderek kötüleşmesi. Pandemi iki ülke arasındaki sürtüşmeyi artırıyor.”

Washington’da birçokları pandemiden Çin hükümetini sorumlu tutarken, Pekin’in şu an kendisini pandemiyle başa çıkmak için başarılı bir model olarak sunma ve bu anı dünya üzerindeki etkisini yaymak için bir fırsat olarak kullanma girişimi, yazara göre, yalnızca Amerikan düşmanlığına katkıda bulunacak. Bu arada mevcut krizle ilgili hiçbir şey, Çin’in ABD’nin Asya’daki varlığının tarihî bir anomali olduğu görüşünü değiştirmeyecek veya ticaret, insan hakları ve Tayvan da dahil olmak üzere Amerikan politikasına ilişkin bir dizi konudaki kızgınlığını azaltmayacak.

Yazar, Amerikan ve Çin ekonomilerinin birbirine bağımlılığının bu süreçten nasıl etkileneceğine dair öngörülerine de yer vermiş:

“İki ekonominin ‘ayrıştırılması’ fikri, ABD’de birçok temel üründe potansiyel düşmana çok bağımlı olunduğu ve Çin casusluğu ve fikri mülkiyet hırsızlığına aşırı yatkın hale gelindiği korkusuyla pandemiden önce kayda değer bir ilgi görmüştü. Ayrıştırma güdüsü, pandeminin bir sonucu olarak ve kısmen de Çin hakkındaki endişeler nedeniyle artacak. Yerli üretimi teşvik etme arzusunun yanı sıra tedarik zincirlerinin kesintiye uğrama potansiyeline yeniden odaklanılacak. Küresel ticaret kısmen toparlanacak, ancak ticaretin çoğu piyasalardan ziyade hükümetler tarafından yönetilecek.”

Mülteci akınlarına direnç

Peki ya 2015’ten bu yana dünya gündemine damgasını vuran mülteci akınları pandemiden nasıl etkilenecek? Haass’ın öngörüleri şu şekilde:

“Gelişmiş dünyanın çoğunda -en azından son beş yıldır görülen bir eğilim olan- büyük göçmen ve mülteci kitlelerini kabul etmeye karşı direniş, pandemiyle birlikte daha da yoğunlaşacak. Bu, kısmen bulaşıcı hastalıkları ithal riskiyle ilgili endişeden, kısmen de yüksek işsizliğin toplumları yabancıları kabul etmeye karşı temkinli kılmasından kaynaklanacak. Ekonomiler artık nüfuslarını besleyemezken -zaten tarihi seviyelerde olan- yerinden edilmişlerin ve mültecilerin sayısının önemli ölçüde artmaya devam etmesine karşı muhalefet de paralel şekilde artacaktır.”

Yazar, bütün bunların sonuçta hem yaygın insani acılar hem de devletler üzerinde altından kolay kolay kalkamayacakları büyük yükler oluşturacağı ve başarısız devlet olgusunu giderek yaygınlaştıracağı kanaatinde:

“Devletin zayıflığı zaten onlarca yıldır var olan önemli bir küresel sorundu; ancak pandeminin ekonomik maliyeti çok daha zayıf veya başarısız devletler yaratacak. Bunun tırmanacak bir borçlanma meselesiyle daha da kötüleşeceği neredeyse kesin: Dünyanın büyük bir kısmında kamu borçları ve özel borçlar zaten görülmemiş seviyelerdeydi; artık sağlık harcamalarını karşılamak ve işsizleri desteklemek için hükümet harcamalarına duyulan ihtiyaç borçların fırlamasına neden olacak. Özellikle gelişmekte olan dünya, karşılayamayacağı muazzam ihtiyaçlarla yüz yüze kalacak ve gelişmiş ülkelerin içerideki talepler karşısında dışarıya yardım etmeye istekli olup olmayacağını göreceğiz. Küresel toparlanmayı engelleyebilecek artçı şoklar ihtimali -Hindistan, Brezilya, Meksika ve bütün Afrika kıtasında- hakikaten var.”

Haass’a göre, COVID-19’un Avrupa’ya ve kıta üzerinden [dünyaya] yayılması, Avrupa projesinin ivme kaybına işaret ediyor. “Ülkeler pandemiye ve onun iktisadi etkilerine çoğunlukla tek başlarına çözüm üretmeye çalışıyor. Ancak Avrupa entegrasyonu süreci, -Brexit’in alenen gösterdiği gibi- bu krizden çok önce enerjisini tüketmişti. Pandemi sonrası dünyada temel soru şu olacak: Ülkeler kendi sınırları üzerindeki kontrolün virüsün yayılma hızını yavaşlatıp yavaşlatamayacağını sorgularken, acaba sarkaç Brüksel’den ulusal başkentlere doğru ne ölçüde salınmaya devam edecek?”

Peki ya demokrasinin ve özgürlüklerin akıbeti ne olacak? Yazara göre pandemi, son 15 yıldır belirgin olan demokratik gerilemeyi daha da pekiştirecek. “İster nüfus hareketliliğini kısıtlamak isterse iktisadi yardım sağlamak amacıyla olsun, toplumlarda hükümet rolünün artması için çağrılar yapılacak. Sivil özgürlükler, birçokları tarafından bir savaşzede, kriz anında karşılanamayacak bir lüks muamelesi görecek. Bu arada Rusya, Kuzey Kore ve İran gibi liberal olmayan ülkelerin tehditleri devam edecek.”

Çok daha büyük bir kargaşa içinde dünya

Yazar, 2017 yılı başında Kargaşa İçinde Bir Dünya: Amerikan Dış Politikası ve Eski Düzenin Krizi başlıklı bir kitap yayınladığını hatırlatıyor. “Kitap dünyada azalan Amerikan rolünün yanı sıra büyük güç rekabetinin arttığı, nükleer silahların yayıldığı, zayıf devletlerin ortaya çıktığı, mülteci dalgalarının kabardığı ve milliyetçiliğin yükseldiği bir dünya manzarası çiziyordu. Pandemi sonucunda değişecek şey, kargaşa gerçeği değil, kargaşanın ölçeği.”

Yazara göre ideal olan, krizin beraberinde daha sağlam bir uluslararası düzen inşa etme taahhüdünü getirmesi; ancak günümüz dünyası böyle şekillenmeye elverişli değil: “Güç, daha evvel hiç olmadığı kadar çeşitli -hem devlet hem de devlet dışı- aktörlerin ellerinde dağılmış halde. Fikir birliği ekseriyetle mevcut değil. Yeni teknolojiler ve meydan okumalar, onlarla baş etme konusundaki kolektif kabiliyeti aştı. Hiçbir ülke 1945’teki ABD’nin konumuna sahip değil.”

“Üstelik ABD, Afganistan ve Irak’taki iki uzun savaşın getirdiği tükenmişlik ve ülke içinde artan ihtiyaçlar yüzünden şu an öncü bir uluslararası rol üstlenmeye hazır ve istekli değil. Kasım ayındaki başkanlık seçimlerini eski Başkan Yardımcısı Joseph Biden gibi bir dış politika “gelenekçi”si kazansa dahi Kongre’nin ve halkın direnişi, dünyada geniş çaplı Amerikan rolüne tam anlamıyla geri dönmeyi engelleyecek. Ve ne Çin ne de başka herhangi bir ülke, ABD’nin bıraktığı boşluğu doldurma arzusuna ve yeteneğine sahip.”

Yazısının sonunda Haass, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra beliren komünist tehdide karşı koyma zaruretinin, Amerikan halkını, ülkelerinin dünya çapında öncü bir rol üstlenmesini desteklemeye sevk ettiğini hatırlatıyor. Bazı uzmanlar, Çin tehdidinin bugün benzer bir şekilde Amerikan halkının desteğini harekete geçirebileceğini savunsa da Haass, konuya başka bir boyuttan bakarak itiraz ediyor: “Çin’e karşı koymaya dayalı bir dış politika, günümüz dünyasını şekillendiren küresel meydan okumaların üzerine eğilmek için pek uygun değil.”

Yazar ayrıca küresel sorunlarla mücadeleyi ABD dış politikasının merkezine koymayı Amerikan halkına pazarlamanın zor olacağını da vurguluyor ve şu önemli tespitle yazısını sonlandırıyor: “Buna göre dikkate alınması gereken daha uygun örnek, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden dönem değil, -Amerikan müdahilliğinin azaldığı ve uluslararası çalkantıların arttığı- Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden dönem olabilir. Hani derler ya, gerisi zaten malumunuz.”

Bu yazı ilk kez 15 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Küresel salgın tarihi yeniden şekillendirmiyor, hızlandırıyor

Korona sonrası dünya kimi düşünürlere göre radikal kopuşlar ve değişimler yaşayacak. Bazılarıysa, mevcut ve pek de iyimser olmayan eğilimlerin derinleşeceğini öngörüyorlar. İşte onlara göre, küresel güç mücadelelerinden yeni dengelere, Çin’in gücünden mültecilerin durumuna göre bizi bekleyen dünya…

Koronavirüs salgını ile birlikte bireyin hayatından toplumlara, devletlere ve uluslararası sisteme kadar büyük bir dönüşümün içindeyiz. Dünyayı nelerin beklediğine yönelik analizler birçok yazıya konu oluyor. Kimi yazarlar radikal kopuşlar ve değişimler öngörürken, kimileri de on küsur yıldır dünyada mevcut temel eğilimlerin çok daha ileri boyutlara taşınacağını savunuyorlar.

Bu ikinci grubun önde gelen isimlerinden biri, hâlihazırda Dış İlişkiler Konseyi Başkanı olan Richard N. Haass. 7 Nisan’da Foreign Affairs’te “Küresel Salgın, Tarihi Yeniden Şekillendirmek Yerine Hızlandıracak” başlıklı bir makale kaleme alan Haass, 2001-2003 yılları arasında Amerikan dışişleri bakanlığı politika planlama direktörlüğü, ardından Amerikan Başkanı George W. Bush’un Kuzey İrlanda özel elçisi ve Afganistan’ın Geleceği koordinatörü olarak görev yapmış bir isim.

“Her bakımından büyük bir krizden geçiyoruz; dolayısıyla bunun modern tarihin bir dönüm noktası olacağını öngörmek doğal” diye yazısına başlayan Haass, koronavirüsün dünyayı kökten değiştireceğini iddia eden uzmanların aksine, pandemi sonrası dünyanın öncesinden radikal biçimde farklı olacağını beklemiyor.

Ona göre Covid-19 dünya tarihinin temel istikametini çok fazla değiştirmeyecek ama hızlandıracak.

“Pandemi ve gösterilen reaksiyon, günümüz jeopolitiğinin temel özelliklerini ortaya döküyor ve pekiştiriyor. Sonuçta bu kriz, bir dönüm noktasından ziyade, dünyanın son on yıllarda ilerlediği güzergâhta bir ara istasyon olacağa benziyor.”

Yazara göre krizin ne zaman sona ereceğini öngörebilmek için henüz oldukça erken. Ancak krizden doğacak dünya bilindik olacak.

Zayıflayan Amerikan liderliği, sarsılan küresel iş birliği, büyük güç anlaşmazlıkları… Bütün bunlar daha Covid-19 ortaya çıkmadan evvelki uluslararası ortamın özellikleriydi ve pandemi bunları çok daha keskin bir şekilde açığa çıkardı. Bunların gelecekteki dünyanın çok daha belirgin birer özelliğine dönüşmesi muhtemel.”

Amerika-sonrası dünya

Yazara göre mevcut krizin bir özelliği Amerikan liderliğinin bariz bir şekilde eksikliği.

“ABD, virüsle ve iktisadi etkileriyle mücadele etmek için dünyayı ortak bir çaba etrafında toplayabilmiş değil. Keza içerideki problemle baş etmek üzere dünyayı kendi liderliğini izlemesi için harekete geçirmiş de değil. Diğer ülkeler kendi başlarının çaresine bakıyor veya salgının tepe noktasını geride bırakmış Çin gibi ülkelerden yardım istiyor.”

Haass’a göre, eğer ki bu krizin akabindeki dünya ABD’nin gittikçe daha az hükmettiği bir dünya olacaksa bu gidişat zaten yeni değil; en az on yıldır bu zaten besbelli:

“Bu bir bakıma Fareed Zakaria’nın deyimiyle ‘ötekinin yükselişi’nin (özellikle de Çin’in) bir sonucu. ABD’nin mutlak iktisadi ve askeri gücü artmaya devam etse de [ötekinin yükselişi] mukayeseli üstünlüğünde bir düşüşü beraberinde getirdi. Ama bu, düşen Amerikan kapasitesinden ziyade bocalayan Amerikan iradesinin bir sonucu.”

Bu bağlamda “Amerikan Başkanı Barack Obama Afganistan’dan ve Ortadoğu’dan geri çekilişe nezaret etti. Donald Trump da düşmanlarıyla mücadelede çoğunlukla iktisadi gücü kullandı. Bununla birlikte Suriye’deki Amerikan mevcudiyetini temelde sonlandırdı ve şu an Afganistan’da da aynısını yapmaya çalışıyor; çok daha önemlisi, ittifaklara da ABD’nin temel ulus-üstü meselelere eğilmekte geleneksel liderlik rolünü sürdürmeye de pek ilgi göstermedi.”

“Bu değişim beklentisi, Trump’ın ‘Önce Amerika’ mesajının çekiciliğinin büyük bir parçasıydı; ABD’nin yurt dışına daha az yönelip enerjisini iç meselelere odaklaması halinde daha güçlü ve daha müreffeh olacağını vaat ediyordu. Bu görüşte örtük olan husus, ABD’nin dünyada yaptıklarının çoğunun savurganca, gereksiz ve içerideki refahla bağlantısız olduğu varsayımıydı.”

Yazara göre pandemi, içerideki refahın dünyanın geri kalanından nasıl etkilendiğine ışık tutmak yerine, birçok Amerikalının zihninde ‘Önce Amerika’ mesajında örtük olan varsayımı güçlendirecek.

Haass’a göre Amerikan politika tercihleri kadar önemli olan diğer bir boyut da ABD örnekliğinin gücü. “COVID-19 dünyayı kasıp kavurmadan çok önce Amerikan modelinin cazibesinde keskin bir düşüş zaten vardı. Müzminleşen siyasi tıkanıklık, silahlı şiddet, 2008 küresel finansal krizine yol açan kötü yönetim, her türlü uyuşturucu madde salgını ve daha niceleri sağ olsun, ABD’nin temsil ettiği şeyler gittikçe cazibesini yitirdi. Federal hükümetin pandemiye karşı yavaş, tutarsız ve çoğu zaman beceriksizce tutumu, ABD’nin yolunu kaybettiğine dair yaygın kanaati pekiştirecek.”

Anarşik toplum

Haass, zayıflayan Amerikan liderliği boyutunu ele aldıktan sonra sarsılan küresel iş birliğine giriyor. Ona göre, bir ülkede başlayan ve dünya çapında büyük hızla yayılan bu salgın, küreselleşmenin bir tercih değil, bir gerçeklik olduğunun kanıtı. Ancak eksik olan şey, en ufak bir anlamlı küresel reaksiyonun bulunmaması. Dünya Sağlık Örgütü’nün adeta ilgisizliği, küresel yönetişimin zayıflığını ortaya döküyor.

Haass küresel iş birliğindeki sarsıntının yeni olmadığını şöyle anlatıyor:

“Pandemi bu gerçekliği gün gibi açık hale getirse de altta yatan şu cereyanlar çoktandır vardı: Ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir ülkenin kendi başına başarılı bir şekilde mücadele edemeyeceği küresel meydan okumaların ortaya çıkması ve küresel örgütlerin de bu meydan okumalara yetişmekteki başarısızlığı. Gerçekten de küresel meseleler ile bunları giderme kapasitesi arasındaki boşluk, pandeminin ölçeğini açıklamakta çok yardımcı oluyor.

Pandemiye verilen temel reaksiyon uluslararası değil, ulusal, hatta yerel düzeyde. Kriz geçtikten sonra ise vurgu ulusal toparlanmaya kayacak. Bu bağlamda mesela iklim değişikliğiyle mücadele için pek bir istek ve şevk görmek zor, hele de -yanlış bir şekilde- daha acil olanlara el atmak için rafa kaldırılabilecek uzak bir sorun olarak görülmeye devam ederse…”

Büyük güç anlaşmazlığı

Haass, uzunca bir süredir yaşanan büyük güç anlaşmazlıkları boyutuna şöyle giriyor:

“Mevcut karamsarlığın bir nedeni, küresel meydan okumaların çoğuyla baş edebilmek için dünyanın en güçlü iki ülkesi arasında iş birliğinin elzem olması, ancak ABD-Çin ilişkilerinin yıllardır giderek kötüleşmesi. Pandemi iki ülke arasındaki sürtüşmeyi artırıyor.”

Washington’da birçokları pandemiden Çin hükümetini sorumlu tutarken, Pekin’in şu an kendisini pandemiyle başa çıkmak için başarılı bir model olarak sunma ve bu anı dünya üzerindeki etkisini yaymak için bir fırsat olarak kullanma girişimi, yazara göre, yalnızca Amerikan düşmanlığına katkıda bulunacak. Bu arada mevcut krizle ilgili hiçbir şey, Çin’in ABD’nin Asya’daki varlığının tarihî bir anomali olduğu görüşünü değiştirmeyecek veya ticaret, insan hakları ve Tayvan da dahil olmak üzere Amerikan politikasına ilişkin bir dizi konudaki kızgınlığını azaltmayacak.

Yazar, Amerikan ve Çin ekonomilerinin birbirine bağımlılığının bu süreçten nasıl etkileneceğine dair öngörülerine de yer vermiş:

“İki ekonominin ‘ayrıştırılması’ fikri, ABD’de birçok temel üründe potansiyel düşmana çok bağımlı olunduğu ve Çin casusluğu ve fikri mülkiyet hırsızlığına aşırı yatkın hale gelindiği korkusuyla pandemiden önce kayda değer bir ilgi görmüştü. Ayrıştırma güdüsü, pandeminin bir sonucu olarak ve kısmen de Çin hakkındaki endişeler nedeniyle artacak. Yerli üretimi teşvik etme arzusunun yanı sıra tedarik zincirlerinin kesintiye uğrama potansiyeline yeniden odaklanılacak. Küresel ticaret kısmen toparlanacak, ancak ticaretin çoğu piyasalardan ziyade hükümetler tarafından yönetilecek.”

Mülteci akınlarına direnç

Peki ya 2015’ten bu yana dünya gündemine damgasını vuran mülteci akınları pandemiden nasıl etkilenecek? Haass’ın öngörüleri şu şekilde:

“Gelişmiş dünyanın çoğunda -en azından son beş yıldır görülen bir eğilim olan- büyük göçmen ve mülteci kitlelerini kabul etmeye karşı direniş, pandemiyle birlikte daha da yoğunlaşacak. Bu, kısmen bulaşıcı hastalıkları ithal riskiyle ilgili endişeden, kısmen de yüksek işsizliğin toplumları yabancıları kabul etmeye karşı temkinli kılmasından kaynaklanacak. Ekonomiler artık nüfuslarını besleyemezken -zaten tarihi seviyelerde olan- yerinden edilmişlerin ve mültecilerin sayısının önemli ölçüde artmaya devam etmesine karşı muhalefet de paralel şekilde artacaktır.”

Yazar, bütün bunların sonuçta hem yaygın insani acılar hem de devletler üzerinde altından kolay kolay kalkamayacakları büyük yükler oluşturacağı ve başarısız devlet olgusunu giderek yaygınlaştıracağı kanaatinde:

“Devletin zayıflığı zaten onlarca yıldır var olan önemli bir küresel sorundu; ancak pandeminin ekonomik maliyeti çok daha zayıf veya başarısız devletler yaratacak. Bunun tırmanacak bir borçlanma meselesiyle daha da kötüleşeceği neredeyse kesin: Dünyanın büyük bir kısmında kamu borçları ve özel borçlar zaten görülmemiş seviyelerdeydi; artık sağlık harcamalarını karşılamak ve işsizleri desteklemek için hükümet harcamalarına duyulan ihtiyaç borçların fırlamasına neden olacak. Özellikle gelişmekte olan dünya, karşılayamayacağı muazzam ihtiyaçlarla yüz yüze kalacak ve gelişmiş ülkelerin içerideki talepler karşısında dışarıya yardım etmeye istekli olup olmayacağını göreceğiz. Küresel toparlanmayı engelleyebilecek artçı şoklar ihtimali -Hindistan, Brezilya, Meksika ve bütün Afrika kıtasında- hakikaten var.”

Haass’a göre, COVID-19’un Avrupa’ya ve kıta üzerinden [dünyaya] yayılması, Avrupa projesinin ivme kaybına işaret ediyor. “Ülkeler pandemiye ve onun iktisadi etkilerine çoğunlukla tek başlarına çözüm üretmeye çalışıyor. Ancak Avrupa entegrasyonu süreci, -Brexit’in alenen gösterdiği gibi- bu krizden çok önce enerjisini tüketmişti. Pandemi sonrası dünyada temel soru şu olacak: Ülkeler kendi sınırları üzerindeki kontrolün virüsün yayılma hızını yavaşlatıp yavaşlatamayacağını sorgularken, acaba sarkaç Brüksel’den ulusal başkentlere doğru ne ölçüde salınmaya devam edecek?”

Peki ya demokrasinin ve özgürlüklerin akıbeti ne olacak? Yazara göre pandemi, son 15 yıldır belirgin olan demokratik gerilemeyi daha da pekiştirecek. “İster nüfus hareketliliğini kısıtlamak isterse iktisadi yardım sağlamak amacıyla olsun, toplumlarda hükümet rolünün artması için çağrılar yapılacak. Sivil özgürlükler, birçokları tarafından bir savaşzede, kriz anında karşılanamayacak bir lüks muamelesi görecek. Bu arada Rusya, Kuzey Kore ve İran gibi liberal olmayan ülkelerin tehditleri devam edecek.”

Çok daha büyük bir kargaşa içinde dünya

Yazar, 2017 yılı başında Kargaşa İçinde Bir Dünya: Amerikan Dış Politikası ve Eski Düzenin Krizi başlıklı bir kitap yayınladığını hatırlatıyor. “Kitap dünyada azalan Amerikan rolünün yanı sıra büyük güç rekabetinin arttığı, nükleer silahların yayıldığı, zayıf devletlerin ortaya çıktığı, mülteci dalgalarının kabardığı ve milliyetçiliğin yükseldiği bir dünya manzarası çiziyordu. Pandemi sonucunda değişecek şey, kargaşa gerçeği değil, kargaşanın ölçeği.”

Yazara göre ideal olan, krizin beraberinde daha sağlam bir uluslararası düzen inşa etme taahhüdünü getirmesi; ancak günümüz dünyası böyle şekillenmeye elverişli değil: “Güç, daha evvel hiç olmadığı kadar çeşitli -hem devlet hem de devlet dışı- aktörlerin ellerinde dağılmış halde. Fikir birliği ekseriyetle mevcut değil. Yeni teknolojiler ve meydan okumalar, onlarla baş etme konusundaki kolektif kabiliyeti aştı. Hiçbir ülke 1945’teki ABD’nin konumuna sahip değil.”

“Üstelik ABD, Afganistan ve Irak’taki iki uzun savaşın getirdiği tükenmişlik ve ülke içinde artan ihtiyaçlar yüzünden şu an öncü bir uluslararası rol üstlenmeye hazır ve istekli değil. Kasım ayındaki başkanlık seçimlerini eski Başkan Yardımcısı Joseph Biden gibi bir dış politika “gelenekçi”si kazansa dahi Kongre’nin ve halkın direnişi, dünyada geniş çaplı Amerikan rolüne tam anlamıyla geri dönmeyi engelleyecek. Ve ne Çin ne de başka herhangi bir ülke, ABD’nin bıraktığı boşluğu doldurma arzusuna ve yeteneğine sahip.”

Yazısının sonunda Haass, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra beliren komünist tehdide karşı koyma zaruretinin, Amerikan halkını, ülkelerinin dünya çapında öncü bir rol üstlenmesini desteklemeye sevk ettiğini hatırlatıyor. Bazı uzmanlar, Çin tehdidinin bugün benzer bir şekilde Amerikan halkının desteğini harekete geçirebileceğini savunsa da Haass, konuya başka bir boyuttan bakarak itiraz ediyor: “Çin’e karşı koymaya dayalı bir dış politika, günümüz dünyasını şekillendiren küresel meydan okumaların üzerine eğilmek için pek uygun değil.”

Yazar ayrıca küresel sorunlarla mücadeleyi ABD dış politikasının merkezine koymayı Amerikan halkına pazarlamanın zor olacağını da vurguluyor ve şu önemli tespitle yazısını sonlandırıyor: “Buna göre dikkate alınması gereken daha uygun örnek, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden dönem değil, -Amerikan müdahilliğinin azaldığı ve uluslararası çalkantıların arttığı- Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden dönem olabilir. Hani derler ya, gerisi zaten malumunuz.”

Bu yazı ilk kez 15 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x
keetcnjp