Geçtiğimiz günlerde tüm dünyanın gözü Polonya – Belarus sınırındaki Bruzgi sınır kapısındaydı. 8 Kasım 2021 tarihinde çoğu Orta Doğu’dan gelen mülteciler olmak üzere 2 bin kadar kişi, Avrupa Birliği topraklarına girebilmek için Polonya sınır kapısına dayandı. Özgürlüğe ve refaha doğru yürüdüklerini düşünürken, karşılarına yaklaşık 12 bin Polonyalı asker, tel örgüden duvar ve helikopter çıktı. Bir anda konuyla ilgili ülkelerden sert mesajlar geldi, olay bir krize dönüştü. Kriz derinleştikçe restleşmeler başladı; tepkiler büyüdü, tehditler havada uçuştu. İş öyle bir noktaya vardı ki, dar anlamda Polonya ve Belarus, geniş anlamda ise Avrupa Birliği ve Rusya karşı karşıya kaldı.
Peki, olaylar nasıl gelişti, aktörler hangi amaçları güdüyor ve daha da ilginci Türkiye bu krizin nasıl parçası oldu?
Kriz yeni değil, bir birikimin sonucu
Her şeyden önce Avrupa Birliği ile Belarus hükümeti arasındaki gerilim yeni değil. Belarus lideri Aleksandr Lukaşenko’nun kazandığı söylenen ama tartışmalı Ağustos 2020 seçimleri sonrası Belarus’taki muhaliflerin çoğunun Litvanya’ya sığınması, Avrupalı liderlerin Lukaşenko’nun meşruiyetini tanımaması ve ülke çapında yaşanan protestolara AB’nin verdiği destekler, 27 yıldır demir yumrukla yöneten Belarus rejimini kızdıran ilk adımlar oldu. Mayıs ayında ise muhalif gazetecinin bulunduğu uçağı bomba ihbarı ile Minsk’e indirip gazeteciyi tutuklatan Belarus hükümeti AB tarafından hava korsanlığıyla suçlandı ve yaptırımlar uygulandı. Kasım ayının başında da Rusya ile ekonomik ve sosyal alanda da yardımlaşmayı içeren ‘Birlik Devlet’ anlaşmasını imzalandı. Devamında ise Belarus, Avrupa Birliği (AB) ile yaptığı Geri Kabul Anlaşması’nı da Haziran’da askıya aldı. Böylece ilişkiler iyice gerildi.
Bunların bir parçası olarak, Belarus son aylarda mültecileri Baltık ülkelerine karşı bir baskı aracı olarak kullanmaya başladı. Çoğunlukla Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden göç etmeye çalışan insanları turist vizesi ve kaçakçılar aracılığıyla Minsk’e getiren Belarus, mültecileri özellikle 680 km’lik sınırı paylaştığı Litvanya’ya doğru gönderiyordu. Bu nedenle sınır bölgesinde kırmızı alarm ilan etmek zorunda kalan Litvanya’da şu an dört bin kadar mülteci bulunuyor. Sayılar göreceli olarak az olsa da, geçmiş yıllar ile karşılaştırıldığında Litvanya’ya bu sene gelen mülteci sayısı 2019 yılına kıyasla 110; 2020 yılına kıyasla ise 55 kat artmış durumda. Buna karşın Litvanya hükümeti, Belarus’un siyasi ve askeri tehditleri yanında mültecileri de işin içine kattığını belirterek bir ‘hibrit savaş’ yöntemi uygulandığını söylüyor.
Baltık Ülkeleri sonrası hedef Polonya
Son birkaç haftada Litvanya – Belarus sınırı daha sakin bir hal gelmiş olsa da, şu an benzer bir sorun kendini Polonya – Belarus sınırında gösteriyor.
Bir süredir Polonya – Belarus sınır bölgesinde kamp halindeki mülteciler, 8 Kasım günü Avrupa Birliği sınırlarına geçmek için Bruzgi sınır kapısına ilerlemişti. Hali hazırda geniş güvenlik önlemleri alan Polonya, sınırdaki dikenli telleri aşmak isteyen mültecilere karşı göz yaşartıcı gaz kullandı, hatta bölgede psikolojik baskı için helikopter dahi uçurdu. Polonyalı yetkililerin açıklamasıysa net: “Göçmenlerin ülkeye girişine izin verilmeyecek, giriş yapanlar ise Belarus sınırına geri gönderilecek.”
Ülke politikalarının yanı sıra, Avrupa Birliği’nin kapısında gerçek anlamda bir insanlık dramı yaşanıyor. Normalde de soğuk ülkeler olarak anılan Polonya ve Belarus sınırına kış geldi, şimdiden 7 mülteci soğuk dolayısıyla hayatını kaybetti. Kışın daha fazla sertleşmesiyle mültecilerin akıbetinin ne olacağı belli değil. Belarus ise sadece “misafirperver” bir ülke olduğunu iddia ediyor ve mültecilerin Belarus’ta kalmak istemediklerini, bu nedenle AB sınırına gittiklerini söylüyor. AB tarafına göre ise Belarus mültecileri teşvik etmesinin yanında zorla Polonya sınırına ittiriyor; askeri araçlarla Minsk’teki mültecileri Polonya sınırına bırakıp olayları provoke etmeye çalışıyor. Tek bilinen gerçek ise, iki tarafın da sorumluluk almaktan kaçındığı.
Kriz büyüdükçe NATO, ABD ve AB ülkelerinden mesajlar da keskinleşti. Lukaşenko’nun AB’yi hibrit savaş yöntemi ile yıldırmaya çalıştığı, fakat AB’nin bu şantajı kabul etmeyeceği ifade edildi. İngiltere Genel Kurmay Başkanı Nick Carter, daha da ileri giderek “Rusya ile savaşa hazır olmalıyız” dedi. AB, bu meselede AB ve NATO sınırını koruyan Polonya’nın yanında durduğunu ifade etti. Oysa AB – Polonya ilişkileri çok zor bir dönemden geçiyordu. Son olaylardan tam iki hafta önce, AB’nin en yüksek mahkemesi olan Adalet Divanı, Polonya’nın bağımsız yargıçları cezalandırabilmek için kurulan, Anayasa Mahkemesi’ne bağlı Disiplin Kurulu’nu kapatmaması nedeniyle Polonya’ya günlük bir milyon Euro para cezası vermişti. Polonya, bunu Avrupa tarafından yapılan bir ‘şantaj’ olarak nitelendirmiş hatta “Polexit” yani Polanya’nın AB’den ayrılması bile konuşulur olmuş, 11 Ekim Polonya Bağımsızlık Günü’nde sokaklarda Alman bayrakları yakılmıştı. Mülteci krizi, AB – Polonya arasındaki soğuk rüzgarları şimdilik biraz dindirmiş görünüyor.
Diplomasi hâlâ devrede
Polonya-Belarus sınırındaki göçmen krizi Brüksel ve Moskova’yı da karşı karşıya getirdi. Polonya ve AB, yaşananların Rusya desteği ile yapıldığını, hatta mültecilerin Rus havayolu ile kitlesel bir şekilde sınıra getirildiğini, bu nedenle iki ülkeye daha fazla yaptırım uygulanabileceğini belirtti. Rusya buna cevap olarak Belarus ile sınırda tatbikat yaptı; iki savaş uçağı gönderdi, iddiaları kesin bir şekilde yalanladı ve “Biz tansiyonu arttırmaya değil, düşürmeye çalışıyoruz” dedi. Daha öncesinde de Polonya ile çatışma çıkabileceğini belirten Lukaşenko, yaşanan mülteci krizini aşmak için Belarus’un ‘nükleer başlıklı bombardıman uçaklarına’ ihtiyacı olduğunu, krizi Avrupa’nın yarattığını söyledi ve şu cümleleri kurdu: “Polonyalı liderlere, Litvanyalılara ve diğerlerine, konuşmadan önce düşünmelerini öneriyorum. Avrupa’yı biz ısıtıyoruz ve onlar bizi tehdit ediyor. Peki, ya gaz ikmalini durdurursak?”
Savrulan tehdit cümlelerine rağmen en azından bölgede diplomasi hâlâ sürdürülüyor. Krizin derinleşmesi üzerine Almanya Başbakanı Angela Merkel ilk olarak Putin ile görüştü ama görüşmeden yapıcı bir sonuç alınamadı. Ağustos ayında AB, Irak makamlarından Belarus’a giden tüm uçuşları yasaklamasını istemiş, Bağdat yönetimi bunu kısıtlı bir süre yapmayı kabul etmişti. Merkel – Putin görüşmesi sonrası AB, Irak’ı ikna ederek Belarus’ta bulunan ve kendi ülkelerine dönmek isteyen Iraklıların Irak’a geri getirileceği duyuruldu. Fakat mültecilerin çoğunun ne pahasına olursa olsun Avrupa Birliği topraklarına geçmek istemeleri nedeniyle krizde bir hafifleme yaşanmadı.
Bu sırada Baltık devletleri de süreç içinde ortak hareket edeceklerini duyurarak AB’nin Belarus’a yaptırımları arttırmasını, gerekirse ilişkilerin tam anlamıyla kesilmesini istedi. Fakat bunun ne kadar uygulanabileceği büyük bir soru işareti çünkü Belarus’un ticaret yolları ve doğal gaz ithalatını durdurması demek, AB’nin kuzeyden neredeyse hiçbir şey alamaması anlamına geliyor. Alternatif yollar olan Ukrayna üzerinden de şu an geçilmesi mümkün değil çünkü Rusya yolları kapalı, ayrıca Ukrayna sınırında yaklaşık 100 bin Rus askeri konuşlandırılmış durumda. Baltık ülkeleri üzerinden geçen yollar da yok. Yani iki aktör birbiriyle kanlı bıçaklı olmasına karşın, bir yandan da karşılıklı olarak bağımlı.
Gerilim tırmanırken başlangıçta iki bin olan mülteci sayısı da artmaya devam ediyor. Unutulmaması gereken bir konu var ki, Belarus’un mültecileri AB’ye ihraç etmeye çalışıldığı düşünülse de Belarus da belli bir açıdan mülteci krizi yaşıyor. Nüfusu 8,5 milyon olan Belarus’ta şu an 15 ila 20 bin arasında göçmenin bulunduğu tahmin ediliyor. Ayrıca ara sınırda kalmış mültecileri Belarus da artık etmiyor, yani mülteciler büyük bir siyasi düğümün içinde tamamen sıkışmış durumda.
Diplomasinin son aşamasında, Belarus seçimlerinden beri ilk defa yaşanan bir durum ortaya çıktı: Almanya Şönsölyesi Merkel, Lukaşenko ile telefon görüşmesi yaparak durumun çözülmesi istedi. Böylelikle Merkel, Belarus’ta geçen yılki tartışmalı seçimin ardından Lukaşenko ile görüşen ilk AB lideri oldu. Belarus televizyonları bunu “AB önümüzde diz çökmeye başladı” yorumuyla duyurdu.
Krizde neden Türkiye’nin adı geçiyor?
Kriz başlangıcından itibaren Avrupa Birliği, Polonya sınırına gönderilen mültecilerin “birkaç ülkenin işi” olduğunu öne sürdü. İlk olarak Belarus ve Rusya suçlansa da, Türkiye de Avrupalı liderler arasında konuşulan bir ülke oldu.
Türkiye’nin Rusya ile çalıştığı iddia edilerek, öncelikle Rusya ve Belarus havayolları olmak üzere Türk Hava Yolları’na da yaptırım uygulanması önerileri dile getirildi. Türk Hava Yolları, ilk günden itibaren iddiaları yalanladı.
Yine de Türkiye’den THY aracılığıyla Irak, Suriye ve Yemen vatandaşlarına Belarus’a gitmeyi yasakladı. AB, bu karar için teşekkürlerini iletti ve diğer havayollarının Türkiye’yi örnek alması gerektiğini söyledi. Suriye merkezli havayolu Cham Wings de Şam – Belarus uçuşlarını askıya aldı.
Konu büyük projeye kadar geldi
Kriz şimdilik, Türkiye için kapanmış gibi gözükse de, AB – Rusya ilişkilerine yeni bir olumsuzluk ve restleşme olarak yansımaya devam ediyor. Hatta konu Rusya’nın Arktik bölgesinden Almanya’ya, Baltık Denizi’nin altından doğalgaz taşıyacak olan ve Almanya’nın Rusya’dan alacağı doğalgaz miktarını iki katına çıkarak olan Kuzey Akım-2 projesinin Almanya tarafından askıya alınmasıyla da ilişkilendirildi.
Resmî açıklamaya göre Almanya enerji piyasası düzenleme kurumu, yaklaşık 10 milyar euroluk projeye ruhsat vermeden önce, boru hattı projesinin yürütücü firmasının Alman yasalarıyla uyumlanması gerektiğini belirterek ruhsat verme sürecini 16 Kasım’da askıya aldı. Bu hamle Avrupa’da doğalgaz fiyatlarını yüzde 17 artırdı.
Ukrayna, Polonya ve Baltık ülkelerinin baştan beri karşı çıktığı Kuzey Akım Projesi’nden Almanya’nın vazgeçmesini isteyen ülkeler arasında Polonya da katıldı. Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, projeyi mülteci krizi ile ilişkilendirerek, Almanya’nın, barış için çalışmak istiyorsa, projeyi durdurması gerektiğini söyledi. Polonya Başbakanına göre, Rusya, Kuzey Akım 2’den gelecek olan parayı güçlenip, mülteci krizi gibi alanlarda kullanmaya devam edecek.
10 milyar avroya mal olan ve bu sene kullanıma girmesi beklenen Kuzey Akım-2 projesinin askıya alınması, Avrupa Birliği’nin tekrar bir mülteci krizini yaşamak istemediğinin en büyük göstergesi. Brexit sonrası çalkalanmaya devam eden Birlik, en azından dış dünyaya kendini güçlü göstermek için bu sefer inatçı davranabilir. Bunun yanında yıllardır insan hakları konusunda kendini örnek gösteren ve bu düşünce sistemini diğer ülkelere de empoze etmeye çalışan AB, kendi hazırladığı sınavda sınıfta kalmış gözüküyor. Bedelini de, her zaman olduğu gibi mülteciler ödüyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 19 Kasım 2021’de yayımlanmıştır.