PYD kontrolündeki devlet inşasının dünü-bugünü-yarını

PYD neyi amaçlıyordu, şimdi hangi noktada? PYD’nin kontrolü altındaki bölgelerde ekonomik ve sosyal yapı nasıl? PYD’nin avantajları, dezavantajları, açmazları neler? Bütün bunlar bölgenin geleceği hakkında ne söylüyor? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Suriye’nin kuzeyini mercek altına alan analizlerimin ilkinde, eskiden Özgür Suriye Ordusu diye bildiğimiz şimdiki Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) hâkim olduğu alanı incelemiştim. Analizlerimin ikincisinin odak noktasıysa PYD kontrolündeki bölge olacak.

Öncelikle Kuzey Doğu Suriye’den kastın neresi olduğundan başlayayım. Suriye’nin kuzeydoğusu ve kısmen de doğusunda PYD’nin kontrolündeki bölgeleri tanımlamak için kullanılan en genel ifade Suriye’nin kuzeydoğusudur. Bölge için “Rojava” ve “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” gibi politik içerikli ifadeler kullanılsa da bunlar PKK/PYD terör örgütünün politik çizgisine yakın olanları tercihi… Şu ana değin anılan bölgeyi özerk veya federal bir siyasi birim olarak kabul eden bir devlet yok. Üstelik, Suriye Anayasası’nda özerklik ya da federalizm de yok. Dolayısıyla, bölgeyi tanımlamak için Suriye’nin kuzeydoğusu demek en doğrusu.

Suriye’nin kuzeydoğusunda bugüne nasıl gelindi?

Suriye’deki isyanın iç savaşa dönüştüğü 2012 yılının ortalarında isyanla askerî olarak başa çıkmakta zorluk yaşayan Suriye Hükümeti, muhaliflere karşı yeni bir cephe yaratmak için ülkenin kuzeyindeki üç bölgeden çekildi. Bu bölgeler Halep’in Afrin ve Ayn El Arap ile Cezire vilayetinin Haseke ilçeleriydi. Tam da Şam’ın beklediği ve istediği gibi PYD kısa sürede hükümetin çekildiği yerlerde kontrolü sağladı. Hatta, kısa süre içinde yukarıdaki ilçe merkezlerinin çevresinde kalan yerleri de ele geçirdi. Bunu yaparken önce Suriye’de Kürtlerin çoğunlukta olduğu ve/veya nüfusun tamamını oluşturduğu yerlere yöneldi. Ancak bu bölgelerin bir kısmı o dönemde muhalif grupların elinde olduğundan, 2013’ten itibaren PYD ile rejim muhalifleri arasında çatışmalar başladı.

Bu çatışmaların sonucunda PYD özellikle Türkiye – Suriye sınır hattındaki bazı bölgeleri kontrol altına aldı. Aynı süreçte PYD, Suriye Kürtleri arasında uzun süredir faaliyet gösteren Irak’taki KDP ve KYB’ye yakın olan partileri de güç kullanarak elimine etti. 2014’e kadar PYD, Suriye Hükümeti’nin çekildiği ancak birbiriyle doğrudan bağlantılı olmayan üç bölgede hâkim konuma gelmişti. Fakat bölgeler arasında coğrafi süreklilik olmaması, PYD’yi mecburen “kanton” biçiminde bir yapı ilan etmeye itti.

Bu sırada IŞİD’in tüm muhalif grupları teker teker ezmesiyle birlikte, PYD de IŞİD tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Nitekim, IŞİD 2014 yılında birkaç ay içinde Suriye’nin kuzeydoğusunda PYD’nin elindeki bölgelerin çok önemli bir kısmını ele geçirdi. Ancak Ayn El Arab ya da kamuoyunda bilinen diğer ismiyle Kobani kuşatması, PYD’nin ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki dengeleri tamamen değiştirdi.

PYD’nin yükselişi

ABD’nin 2014 Ekim ayında Ayn El Arab’da IŞİD’a karşı hava operasyonlarını başlatması bu örgüt için sonun başlangıcı oldu. IŞİD’in düşüşe geçmesi ise PYD’nin yükselişinin önünü açtı. Çünkü bu tarihten itibaren ABD, PYD’yi ve ona bağlı olan silahlı grupları (başta YPG olmak üzere) Suriye’deki temel askerî ortağı haline getirdi. 2014-2016 arasında Suriye’nin kuzeydoğusunda ve Rakka’nın kuzeyinde IŞİD’den arındırılan her yeri PYD almaya başladı. Bu durum PYD için tarihsel bir stratejik fırsat ortaya çıkardı.

IŞİD ile mücadele çerçevesinde aldığı destekle önce Ayn el Arab ve Haseke arasındaki bölgeyi birleştirdi. Sonra Afrin’den bir kol ve Fırat’ın doğusundan gelen bir kol şeklinde Halep’in kuzeyini ele geçirerek Suriye’nin kuzeyinde bütünleşik bir bölge kurma stratejisini hayata geçirdi. Ancak PYD, bu planın en önemli parçalarından olan Menbiç’i ele geçirdikten kısa bir süre sonra Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’nu (FKO) başlatması, PYD’nin bütünleşik bir kuşak kurmasını engelledi. Fakat, FKO, PYD’nin sadece batıya doğru genişlemesinin önüne geçebildi. ABD’nin desteğiyle IŞİD’den Rakka’yı ve Deir ez Zor’un kuzey ve doğu bölgelerini kontrol alına alan PYD kısa süre içinde kendisinin bile tahmin etmediği ölçüde genişledi.

2019’un başlarına kadar bu genişleme süreci IŞİD’den arındırılan bölgeleri ele geçirerek devam etti. Ancak bu süreçte PYD iki büyük darbe aldı. İlkinde Zeytin Dalı Operasyonu ile Afrin’i, ikincisindeyse Barış Pınarı Operasyonuyla Tel Abyad-Ras El Ayn arasındaki bölgeyi kaybetti. Başlangıçta PYD, Türkiye-Suriye sınırı boyunca kesintisiz, Kürtlerin çoğunlukta olduğu ve bütüncül bir bölge hedeflerken, günümüze geldiğinde Fırat’ın doğusunda Şam’ın etkisine açık, Arap nüfusun yer yer ezici yoğunlukta olduğu ve görece bütüncül ancak denize çıkışı olmayan bir alanı kontrol etmeye devam ediyor.

PYD’nin kontrol ettiği bölgelerde avantajları ve dezavantajları

Sanırım söze şöyle başlamak gerek; PYD, PKK’nın tarihinde ulaşamadığı bir coğrafi alana, doğal kaynaklar üzerinde idari bir teşkilatlanmaya ve uluslararası ölçekte kabul edilen bir “hikâyeye” sahip. Bu bağlamda bakıldığında; PKK terör örgütünün uzun yıllar önce kendisine hedef koyduğu dört ‘ülkeden toprak kopararak devlet kurma projesine’ en çok PYD yaklaştı. Ancak, dünya siyasi tarihi “kalıcı görünen büyük başarıların” travmalarla yüklü geçmişlere döndüğü hayal kırıklıkları çöplüğüdür.

IŞİD adlı terör yuvasının sözde hilafet ilanını ve Avrupa’da birçok ülkeden daha büyük bir coğrafi alanda, 8 milyon insanı 3 yıla yakın bir süre yönettiğini hatırlarsak, bu çöplüğü karıştırmak için on yıllarca önceye geri dönmemize gerek olmadığını görebiliriz. Yine de PYD’nin kontrol ettiği ve bugün için onu Suriye’nin geleceğinde dikkate alınması gereken bir aktör yapan bölgenin temel özelliklerini incelememiz gerekir.

PYD’yi Suriye’nin geleceğinde aktör yapan etmenler

Öncelikle sınırlarla başlayalım. PYD’nin kontrol ettiği bölgede sadece Kürtlerin çoğunlukta olduğu Ayn El Arap, Kamışlı, Malikiye, Amuda ve Dirbesiye gibi ilçe, kasaba, belde ve köyler yok; bölge aynı zamanda Haseke merkez ve Irak sınırı boyunca uzanan yerleşimleri, Şeddadi, Yarubiye, Rakka merkezi, Menbiç, Deir ez Zor’un kuzey ve doğu bölgeleri de kapsıyor.

Bu bölgelerin nüfus yapısına bakıldığında Arap nüfusun toplamda Kürt nüfustan daha fazla olduğu görülür. Dolayısıyla PYD yola Suriye Kürtlerinin temsilcisi olarak çıkmış olsa da kontrol ettiği bölgede etnik kimlik üzerine politika inşa etmesi pek kolay görünmüyor.

Petrol var ama su yok

İkinci olarak bölgedeki kaynaklara bakalım. Muhaliflerin kontrol ettiği bölgeden farklı olarak PYD bölgesinde, Suriye’nin petrol rezervlerinin çok önemli bir kısmı bulunuyor. Suriye petrol zengini bir ülke değil. Fakat ülkenin kıt yer altı zenginliğini elde tutmak da küçümsenemez.

Ancak petrol nedeniyle elde ettiği avantaj, su söz konusu olunca tersine dönüyor. Fırat’a yakın bölgelerde sulama devam ediyor. Ancak nehirden uzaklaştıkça hem içme suyu hem sulama suyu hem de elektrik büyük bir soruna dönüşüyor. Tarımsal üretim ise belli bölgelerle sınırlı. Normalde iyi bir alt yapıyla bırakın birkaç şehri, tüm ülkeyi doyurabilecek kadar verimli topraklara sahip olsa da bölgede tarımsal üretim sınırlı ve gıdaya erişim dış kaynaklara bağımlı.

Ekonomik altyapı

PYD’nin kontrol ettiği bölgenin diğer bir temel özelliği, ekonomik alt yapısı. Bölgenin gelir kaynakları büyük ölçüde illegal olarak çıkarılan ve satılan petrolden geliyor. Petrolü kim, nereye satıyor?

Petrolün bir kısmı kaçak olarak Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin kontrol ettiği bölgeye gönderiliyor ve orada el altından piyasaya sokuluyor. Diğer kısmı ise “aracılar” yoluyla Suriye Hükümeti’nin denetimindeki bölgelere, muhaliflerin kontrol ettiği alanlara, hatta İdlib’e kadar gidiyor. Oradan da gıda maddeleri buralara geliyor. Yani savaş sürse de ticaret kesilmiş değil.

Ayrıca bölgenin diğer bir temel kaynağı da dış yardımlar. Başta ABD olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinden STK projelerini desteklemek çatısı altında milyonlarca dolar bölgeye aktarılıyor.

ABD desteği

Bölgenin dördüncü ve en önemli özelliği ise ABD’nin desteği. ABD desteği IŞİD’e karşı bir yerel silahlı güç olarak başlamıştı. Ancak 2016’dan sonra bu destek PYD eliyle bir de facto “devlet” inşasına dönüştü. ABD’nin desteği başta askerî alanla sınırlı olsa da zaman içinde bir devletsi yapı kurulmasına dair tüm adımları içerecek şekilde genişledi. Bugün gelinen noktada, bölgede yasama, yürütme, yargı faaliyetlerini yürüten kurumları; silahlı birimlerin eğitim, donatım ve lojistiğini; toplumsal yapıyı dönüştürecek yerel STK’ların eğitim, finans ve örgütlenmesini; temel hizmetler ve yerel yönetim kurumlarının kurulmasını ve geliştirilmesini; Suriye’nin geleceğini belirlemesi beklenen Anayasa Komitesi’ne hazırlık eğitimlerini; seçim organize etme ve partilerin hazırlanmasına yönelik programları; medyanın geliştirilmesine ilişkin atölye çalışmalarını ve yerelde tesis edilmesi gereken alt yapı hizmetlerinin örgütlenmesini finanse eden kaynakların büyük bir kısmı ABD’den ve bir kısmı da Avrupa’daki STK’lar tarafından karşılanıyor.

Yani, daha az ayrıntıyla söyleyecek olursak; ABD, PYD’nin kontrolündeki bölgeye sadece askerî bir koruma kalkanı sağlamıyor, aynı zamanda gelecekte devlete dönüşebilecek bir yapının gereksinim duyabileceği ekonomik, siyasi ve idari alt yapısını hazırlayacak programları da baştan aşağı destekliyor.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki temel çelişkiler

Yukarıda sayılanlara bakınca her şey bitmiş, PYD önce federal bölge sonra da ilk fırsatta devleti kuracak diye düşünebilirsiniz. Fakat hiçbir şey o kadar basit değil. PYD’nin ve kontrol ettiği bölgelerin çok büyük çelişkileri ve önemli sorunları bulunuyor.

İlk olarak, temelde PKK, ideolojisinin post modern (ya da post mortem) bir haline dönüştürülmüş bir yanıyla “yeşil hareketlere” diğer yanıyla “laik milliyetçi” duruşlara göz kırpan söylemleriyle halk arasında tutunmaya çalışsa da çoğunluğu hâlâ göçebelikten feodaliteye geçiş aşamasında olan bir toplumsal yapı içinde bu söylemlerin kalıcı olma şansı yok.

Bugün, Arapların PYD’nin hükmünü kabul etmesinin sebebi, ABD’nin maddi yardımlarından faydalanmak ve gazabından uzak durmak. Aşiretçiliğin hâlâ ana kural olduğu Rakka, Deir ez Zor ve Haseke civarındaki Sünni Arap aşiretler, IŞİD’in başına gelenleri unutmuş değil. Hatta bu aşiretlerin çoğunun akrabaları örgütün üyesiydi. Bugün hayatta kalabilmek için PYD’yle işbirliği yapıyor görünseler de halen IŞİD’in birkaç yüz militanla Rakka’nın güneyi ile Deir ez Zor arasında kalan bölgeyi terörize ettiği düşünülecek olursa bu işbirliğinin sorgulanması gerekir.

Şam ve Moskova ile ilişkiler

PYD’nin kontrol ettiği bölgenin ikinci temel sorunu, Şam ile ilişkileri. ABD’nin desteği (henüz) PYD’nin Suriye’den kopacağı bir ortam yaratacak kadar ileri gitmiyor. Bu nedenle, PYD mecburen geleceğini Suriye’nin içinde görüyor. Fakat bu onu ciddi bir ikileme itiyor. Çözümün adresi ister Cenevre ister Astana olsun, Şam ile masaya oturmak zorunda. Bu durum onu sadece ABD’yle ilişki kurmanın yeterli olmadığı bir denkleme sürüklüyor.

Varlığının devamı için CENTCOM’un ve Washington’un desteği ne kadar şartsa, Şam’da bir statü elde edebilmek için Moskova’nın “olur”u da o kadar gerekli. Bu nedenle, Suriye Hükümeti ile PYD (örgütün tabiriyle Suriye Demokratik Konseyi) arasındaki diyalog hiç kesilmedi. Ancak Şam, 2012’deki ya da 2014’teki gibi zayıf değil. 2019’dan bu yana PYD’ye karşı sürekli avantaj elde ediyor. Bu avantajın ana faktörlerinden birisi de Türkiye’nin PYD’yi köşeye sıkıştıran politikası. Bu da bizi üçüncü temel soruna götürüyor.

Türkiye faktörü

PYD’nin en büyük sorunlarından birisi Türkiye. Türkiye’nin PYD’nin varlığını kabul etmemesi ve onun kurduğu yapıyı ortadan kaldırma hedefi, PYD için çok büyük bir açmaz. Çünkü, Türkiye’nin politikası sadece söylemden ibaret değil. Tehdit algıladığı bölgede PYD’nin varlığına son vermek için uluslararası politikanın kuvvet kullanmak dâhil tüm araçlara başvuruyor. Mesela, PYD’nin bütünleşik bir bölge kurma hedefini engelleyen Türkiye oldu. Ayrıca PYD’nin kontrol ettiği iki bölgeyi onun elinden alarak Suriyeli muhaliflere veren de Türkiye. Hal böyle olunca, PYD, Türkiye’den gerçekten tehdit algılıyor. Çünkü, Türkiye’nin her operasyonu PYD’yi daha fazla köşeye sıkıştırıyor.

Peki, bunun yukarıdaki faktörle ilişkisi nedir diyeceksiniz? Türkiye’nin PYD’ye yönelik her askerî operasyonunda ya da operasyon tehdidinde Şam, PYD’nin kontrolündeki bölgelerde bir adım daha ilerliyor. Hatırlatayım, “Suriye Ordusu bölgelerimize giremez” diyen PYD liderleri, Türkiye’nin operasyonundan kurtulabilmek için binaların üzerine Suriye bayrakları çektiler. Hatta, Suriye Ordusu’nun bazı bölgelerde askerî üsler kurmasını ve devriye atmasını da kabul ettiler. Yani, PYD’nin Türkiye’den korkusu onu Şam’a ve dolayısıyla Moskova’ya yakınlaştırıyor. Eh varlığını ABD’ye borçlu olan bir yapının hayatta kalabilmek için Rusya’ya yakınlaşma çabasına çelişki denilmez de, ne denir?

Örgütsel sorunlar

PYD’nin dördüncü temel çelişkisi ise örgütsel düzeyde. Şöyle ki; PYD, PKK’nın içinden doğdu. 2011’de Suriye’deki iç savaşın kendisine fırsat doğurabileceği tahlilini yapan PKK’nın lider kadrosu, küçük gruplar halinde Kuzey Irak’tan militanlarını ve orta seviye lider kadrosu içinden Suriyeli olanları bölgeye gönderdi. Böylece hedeflerini büyüterek daha geniş bir alanda kontrol elde edeceğini düşünüyordu. 2017’e kadar bu plan büyük ölçüde işledi. Hatta, PKK’nın, Türkiye içinde tarihin en kanlı eylemleriyle Güneydoğu Anadolu’da isyan çıkarma provası yapması neticesinde, Türkiye güvenlik güçleri iç güvenliğe odaklanınca PYD, Suriye’deki etki ve kontrol alanını genişletti. Ancak, bu süreçte Kandil’in ummadığı bir şey oldu.

ABD’nin desteği “eski PKK”nın dışlandığı “yeni PKK”nın hoş karşılandığı yeni bir durum ortaya çıkardı. PYD, HTŞ’nin El Kaide’den açıkça kopması gibi bir açıklama yapmadı. Bununla birlikte tescilli PKK militanı olan Ferhat Abdi Şahin’in ismini değiştirmesi (Mazlum Kobani) sadece bir görüntü değişikliği olarak görülmemeli. ABD’yle ilişkilerin getirdiği avantajlardan yararlanmanın bedeli, ABD’nin terör örgütü kabul ettiği ve arananlar listesine koyduğu PKK liderleri ile ters düşmekse, Şahin’in bunu yapmakta tereddüt etmediği açıkça görülüyor. Örneğin, PYD petrolü Amerikalı şirketlerle işbirliğiyle çıkarıp satma anlaşmaları yaparken, PKK terör örgütü liderleri bundan haberleri olmadığını açıklamıştı. PKK, Şam’ı çözümün ana adresi olarak gösterirken, PYD ABD’nin yol göstericiliğini tercih ediyordu.

PYD, PKK’ya katılmak isteyenlerin çekim merkezi haline gelirken onun ideolojisini kullanarak yola çıkmış olabilir. Fakat, gelinen noktada PKK’nın söylemleri ve hedefleriyle kendisine bir gelecek bulamayacağını gördüğünden Batı’yı ikna etmeyi amaçlayan bir söylem ve hedefler silsilesine yönelmiş durumda. Oysa, Kandil, kendi içinden çıkan “yeni ekibe” meydanı boş bırakmak niyetinde değil. Halen YPG’nin üst düzey kadroları ile PYD’nin siyasi faaliyetlerinin sıklet merkezi olan TEV-DEM’in belkemiği PKK kadrolarından yetişenlerden oluşuyor. O yüzden ister ABD telkiniyle ister bireysel ikbal gerekçesiyle PYD’nin liderliği Kandil’den gelen talimatları göz ardı etmek istese bile örgütün kendi çelişkileri buna izin vermiyor.

Bilanço ne gösteriyor?

Yukarıdaki dört temel çelişki, PYD’nin elinde tuttuğu bölgenin avantajlarını tamamen bir zayıflığa çevirmiyor. Fakat bunların da ötesinde bir açmaz bulunuyor.

PYD’nin en büyük avantajı, dünyanın ekonomik ve askerî anlamdaki en güçlü ülkesinin desteğini alması. PYD’yi Türkiye, Rusya ve Suriye ordularının gazabından koruyan, iç güvenlik personeli dâhil 100 bini bulduğunu iddia ettiği militan gücü değil. Avantaj, ABD’nin Fırat’ın doğusunda PYD’ye dokunulması halinde vereceği sert tepkiden diğer aktörlerin çekinmesi. Fakat bu devasa avantaj paradoksal bir biçimde PYD’nin en temel açmazı. ABD’nin bir nedenle Suriye’ye ilgisini yitirmesi veya PYD’ye desteğini çekmesi halinde yukarıdaki çelişkiler çok hızlı bir çöküşün ana nedenleri olacaktır. Olmaz, “ABD, Suriye’den çıkmaz, PYD’ye desteğini kesmez, de facto devlet projesi bitmez…” demeyin. Yıllarca Vietnam’da sürdürdüğü savaştan sonra bu ülkeden çekildiğini; 20 yıl boyunca Afganistan’da harcanan milyarlarca dolardan ve siyasi sermayeden sonra ülkeyi buradaki “düşman”ı Taliban’ın eline bıraktığını unutmayın. Şartlar değiştiğinde Suriye’nin kuzeydoğusunun aynı kalmaması için herkes tetikte bekleyecektir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Eylül 2022’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

PYD kontrolündeki devlet inşasının dünü-bugünü-yarını

PYD neyi amaçlıyordu, şimdi hangi noktada? PYD’nin kontrolü altındaki bölgelerde ekonomik ve sosyal yapı nasıl? PYD’nin avantajları, dezavantajları, açmazları neler? Bütün bunlar bölgenin geleceği hakkında ne söylüyor? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Suriye’nin kuzeyini mercek altına alan analizlerimin ilkinde, eskiden Özgür Suriye Ordusu diye bildiğimiz şimdiki Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) hâkim olduğu alanı incelemiştim. Analizlerimin ikincisinin odak noktasıysa PYD kontrolündeki bölge olacak.

Öncelikle Kuzey Doğu Suriye’den kastın neresi olduğundan başlayayım. Suriye’nin kuzeydoğusu ve kısmen de doğusunda PYD’nin kontrolündeki bölgeleri tanımlamak için kullanılan en genel ifade Suriye’nin kuzeydoğusudur. Bölge için “Rojava” ve “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” gibi politik içerikli ifadeler kullanılsa da bunlar PKK/PYD terör örgütünün politik çizgisine yakın olanları tercihi… Şu ana değin anılan bölgeyi özerk veya federal bir siyasi birim olarak kabul eden bir devlet yok. Üstelik, Suriye Anayasası’nda özerklik ya da federalizm de yok. Dolayısıyla, bölgeyi tanımlamak için Suriye’nin kuzeydoğusu demek en doğrusu.

Suriye’nin kuzeydoğusunda bugüne nasıl gelindi?

Suriye’deki isyanın iç savaşa dönüştüğü 2012 yılının ortalarında isyanla askerî olarak başa çıkmakta zorluk yaşayan Suriye Hükümeti, muhaliflere karşı yeni bir cephe yaratmak için ülkenin kuzeyindeki üç bölgeden çekildi. Bu bölgeler Halep’in Afrin ve Ayn El Arap ile Cezire vilayetinin Haseke ilçeleriydi. Tam da Şam’ın beklediği ve istediği gibi PYD kısa sürede hükümetin çekildiği yerlerde kontrolü sağladı. Hatta, kısa süre içinde yukarıdaki ilçe merkezlerinin çevresinde kalan yerleri de ele geçirdi. Bunu yaparken önce Suriye’de Kürtlerin çoğunlukta olduğu ve/veya nüfusun tamamını oluşturduğu yerlere yöneldi. Ancak bu bölgelerin bir kısmı o dönemde muhalif grupların elinde olduğundan, 2013’ten itibaren PYD ile rejim muhalifleri arasında çatışmalar başladı.

Bu çatışmaların sonucunda PYD özellikle Türkiye – Suriye sınır hattındaki bazı bölgeleri kontrol altına aldı. Aynı süreçte PYD, Suriye Kürtleri arasında uzun süredir faaliyet gösteren Irak’taki KDP ve KYB’ye yakın olan partileri de güç kullanarak elimine etti. 2014’e kadar PYD, Suriye Hükümeti’nin çekildiği ancak birbiriyle doğrudan bağlantılı olmayan üç bölgede hâkim konuma gelmişti. Fakat bölgeler arasında coğrafi süreklilik olmaması, PYD’yi mecburen “kanton” biçiminde bir yapı ilan etmeye itti.

Bu sırada IŞİD’in tüm muhalif grupları teker teker ezmesiyle birlikte, PYD de IŞİD tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Nitekim, IŞİD 2014 yılında birkaç ay içinde Suriye’nin kuzeydoğusunda PYD’nin elindeki bölgelerin çok önemli bir kısmını ele geçirdi. Ancak Ayn El Arab ya da kamuoyunda bilinen diğer ismiyle Kobani kuşatması, PYD’nin ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki dengeleri tamamen değiştirdi.

PYD’nin yükselişi

ABD’nin 2014 Ekim ayında Ayn El Arab’da IŞİD’a karşı hava operasyonlarını başlatması bu örgüt için sonun başlangıcı oldu. IŞİD’in düşüşe geçmesi ise PYD’nin yükselişinin önünü açtı. Çünkü bu tarihten itibaren ABD, PYD’yi ve ona bağlı olan silahlı grupları (başta YPG olmak üzere) Suriye’deki temel askerî ortağı haline getirdi. 2014-2016 arasında Suriye’nin kuzeydoğusunda ve Rakka’nın kuzeyinde IŞİD’den arındırılan her yeri PYD almaya başladı. Bu durum PYD için tarihsel bir stratejik fırsat ortaya çıkardı.

IŞİD ile mücadele çerçevesinde aldığı destekle önce Ayn el Arab ve Haseke arasındaki bölgeyi birleştirdi. Sonra Afrin’den bir kol ve Fırat’ın doğusundan gelen bir kol şeklinde Halep’in kuzeyini ele geçirerek Suriye’nin kuzeyinde bütünleşik bir bölge kurma stratejisini hayata geçirdi. Ancak PYD, bu planın en önemli parçalarından olan Menbiç’i ele geçirdikten kısa bir süre sonra Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’nu (FKO) başlatması, PYD’nin bütünleşik bir kuşak kurmasını engelledi. Fakat, FKO, PYD’nin sadece batıya doğru genişlemesinin önüne geçebildi. ABD’nin desteğiyle IŞİD’den Rakka’yı ve Deir ez Zor’un kuzey ve doğu bölgelerini kontrol alına alan PYD kısa süre içinde kendisinin bile tahmin etmediği ölçüde genişledi.

2019’un başlarına kadar bu genişleme süreci IŞİD’den arındırılan bölgeleri ele geçirerek devam etti. Ancak bu süreçte PYD iki büyük darbe aldı. İlkinde Zeytin Dalı Operasyonu ile Afrin’i, ikincisindeyse Barış Pınarı Operasyonuyla Tel Abyad-Ras El Ayn arasındaki bölgeyi kaybetti. Başlangıçta PYD, Türkiye-Suriye sınırı boyunca kesintisiz, Kürtlerin çoğunlukta olduğu ve bütüncül bir bölge hedeflerken, günümüze geldiğinde Fırat’ın doğusunda Şam’ın etkisine açık, Arap nüfusun yer yer ezici yoğunlukta olduğu ve görece bütüncül ancak denize çıkışı olmayan bir alanı kontrol etmeye devam ediyor.

PYD’nin kontrol ettiği bölgelerde avantajları ve dezavantajları

Sanırım söze şöyle başlamak gerek; PYD, PKK’nın tarihinde ulaşamadığı bir coğrafi alana, doğal kaynaklar üzerinde idari bir teşkilatlanmaya ve uluslararası ölçekte kabul edilen bir “hikâyeye” sahip. Bu bağlamda bakıldığında; PKK terör örgütünün uzun yıllar önce kendisine hedef koyduğu dört ‘ülkeden toprak kopararak devlet kurma projesine’ en çok PYD yaklaştı. Ancak, dünya siyasi tarihi “kalıcı görünen büyük başarıların” travmalarla yüklü geçmişlere döndüğü hayal kırıklıkları çöplüğüdür.

IŞİD adlı terör yuvasının sözde hilafet ilanını ve Avrupa’da birçok ülkeden daha büyük bir coğrafi alanda, 8 milyon insanı 3 yıla yakın bir süre yönettiğini hatırlarsak, bu çöplüğü karıştırmak için on yıllarca önceye geri dönmemize gerek olmadığını görebiliriz. Yine de PYD’nin kontrol ettiği ve bugün için onu Suriye’nin geleceğinde dikkate alınması gereken bir aktör yapan bölgenin temel özelliklerini incelememiz gerekir.

PYD’yi Suriye’nin geleceğinde aktör yapan etmenler

Öncelikle sınırlarla başlayalım. PYD’nin kontrol ettiği bölgede sadece Kürtlerin çoğunlukta olduğu Ayn El Arap, Kamışlı, Malikiye, Amuda ve Dirbesiye gibi ilçe, kasaba, belde ve köyler yok; bölge aynı zamanda Haseke merkez ve Irak sınırı boyunca uzanan yerleşimleri, Şeddadi, Yarubiye, Rakka merkezi, Menbiç, Deir ez Zor’un kuzey ve doğu bölgeleri de kapsıyor.

Bu bölgelerin nüfus yapısına bakıldığında Arap nüfusun toplamda Kürt nüfustan daha fazla olduğu görülür. Dolayısıyla PYD yola Suriye Kürtlerinin temsilcisi olarak çıkmış olsa da kontrol ettiği bölgede etnik kimlik üzerine politika inşa etmesi pek kolay görünmüyor.

Petrol var ama su yok

İkinci olarak bölgedeki kaynaklara bakalım. Muhaliflerin kontrol ettiği bölgeden farklı olarak PYD bölgesinde, Suriye’nin petrol rezervlerinin çok önemli bir kısmı bulunuyor. Suriye petrol zengini bir ülke değil. Fakat ülkenin kıt yer altı zenginliğini elde tutmak da küçümsenemez.

Ancak petrol nedeniyle elde ettiği avantaj, su söz konusu olunca tersine dönüyor. Fırat’a yakın bölgelerde sulama devam ediyor. Ancak nehirden uzaklaştıkça hem içme suyu hem sulama suyu hem de elektrik büyük bir soruna dönüşüyor. Tarımsal üretim ise belli bölgelerle sınırlı. Normalde iyi bir alt yapıyla bırakın birkaç şehri, tüm ülkeyi doyurabilecek kadar verimli topraklara sahip olsa da bölgede tarımsal üretim sınırlı ve gıdaya erişim dış kaynaklara bağımlı.

Ekonomik altyapı

PYD’nin kontrol ettiği bölgenin diğer bir temel özelliği, ekonomik alt yapısı. Bölgenin gelir kaynakları büyük ölçüde illegal olarak çıkarılan ve satılan petrolden geliyor. Petrolü kim, nereye satıyor?

Petrolün bir kısmı kaçak olarak Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin kontrol ettiği bölgeye gönderiliyor ve orada el altından piyasaya sokuluyor. Diğer kısmı ise “aracılar” yoluyla Suriye Hükümeti’nin denetimindeki bölgelere, muhaliflerin kontrol ettiği alanlara, hatta İdlib’e kadar gidiyor. Oradan da gıda maddeleri buralara geliyor. Yani savaş sürse de ticaret kesilmiş değil.

Ayrıca bölgenin diğer bir temel kaynağı da dış yardımlar. Başta ABD olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinden STK projelerini desteklemek çatısı altında milyonlarca dolar bölgeye aktarılıyor.

ABD desteği

Bölgenin dördüncü ve en önemli özelliği ise ABD’nin desteği. ABD desteği IŞİD’e karşı bir yerel silahlı güç olarak başlamıştı. Ancak 2016’dan sonra bu destek PYD eliyle bir de facto “devlet” inşasına dönüştü. ABD’nin desteği başta askerî alanla sınırlı olsa da zaman içinde bir devletsi yapı kurulmasına dair tüm adımları içerecek şekilde genişledi. Bugün gelinen noktada, bölgede yasama, yürütme, yargı faaliyetlerini yürüten kurumları; silahlı birimlerin eğitim, donatım ve lojistiğini; toplumsal yapıyı dönüştürecek yerel STK’ların eğitim, finans ve örgütlenmesini; temel hizmetler ve yerel yönetim kurumlarının kurulmasını ve geliştirilmesini; Suriye’nin geleceğini belirlemesi beklenen Anayasa Komitesi’ne hazırlık eğitimlerini; seçim organize etme ve partilerin hazırlanmasına yönelik programları; medyanın geliştirilmesine ilişkin atölye çalışmalarını ve yerelde tesis edilmesi gereken alt yapı hizmetlerinin örgütlenmesini finanse eden kaynakların büyük bir kısmı ABD’den ve bir kısmı da Avrupa’daki STK’lar tarafından karşılanıyor.

Yani, daha az ayrıntıyla söyleyecek olursak; ABD, PYD’nin kontrolündeki bölgeye sadece askerî bir koruma kalkanı sağlamıyor, aynı zamanda gelecekte devlete dönüşebilecek bir yapının gereksinim duyabileceği ekonomik, siyasi ve idari alt yapısını hazırlayacak programları da baştan aşağı destekliyor.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki temel çelişkiler

Yukarıda sayılanlara bakınca her şey bitmiş, PYD önce federal bölge sonra da ilk fırsatta devleti kuracak diye düşünebilirsiniz. Fakat hiçbir şey o kadar basit değil. PYD’nin ve kontrol ettiği bölgelerin çok büyük çelişkileri ve önemli sorunları bulunuyor.

İlk olarak, temelde PKK, ideolojisinin post modern (ya da post mortem) bir haline dönüştürülmüş bir yanıyla “yeşil hareketlere” diğer yanıyla “laik milliyetçi” duruşlara göz kırpan söylemleriyle halk arasında tutunmaya çalışsa da çoğunluğu hâlâ göçebelikten feodaliteye geçiş aşamasında olan bir toplumsal yapı içinde bu söylemlerin kalıcı olma şansı yok.

Bugün, Arapların PYD’nin hükmünü kabul etmesinin sebebi, ABD’nin maddi yardımlarından faydalanmak ve gazabından uzak durmak. Aşiretçiliğin hâlâ ana kural olduğu Rakka, Deir ez Zor ve Haseke civarındaki Sünni Arap aşiretler, IŞİD’in başına gelenleri unutmuş değil. Hatta bu aşiretlerin çoğunun akrabaları örgütün üyesiydi. Bugün hayatta kalabilmek için PYD’yle işbirliği yapıyor görünseler de halen IŞİD’in birkaç yüz militanla Rakka’nın güneyi ile Deir ez Zor arasında kalan bölgeyi terörize ettiği düşünülecek olursa bu işbirliğinin sorgulanması gerekir.

Şam ve Moskova ile ilişkiler

PYD’nin kontrol ettiği bölgenin ikinci temel sorunu, Şam ile ilişkileri. ABD’nin desteği (henüz) PYD’nin Suriye’den kopacağı bir ortam yaratacak kadar ileri gitmiyor. Bu nedenle, PYD mecburen geleceğini Suriye’nin içinde görüyor. Fakat bu onu ciddi bir ikileme itiyor. Çözümün adresi ister Cenevre ister Astana olsun, Şam ile masaya oturmak zorunda. Bu durum onu sadece ABD’yle ilişki kurmanın yeterli olmadığı bir denkleme sürüklüyor.

Varlığının devamı için CENTCOM’un ve Washington’un desteği ne kadar şartsa, Şam’da bir statü elde edebilmek için Moskova’nın “olur”u da o kadar gerekli. Bu nedenle, Suriye Hükümeti ile PYD (örgütün tabiriyle Suriye Demokratik Konseyi) arasındaki diyalog hiç kesilmedi. Ancak Şam, 2012’deki ya da 2014’teki gibi zayıf değil. 2019’dan bu yana PYD’ye karşı sürekli avantaj elde ediyor. Bu avantajın ana faktörlerinden birisi de Türkiye’nin PYD’yi köşeye sıkıştıran politikası. Bu da bizi üçüncü temel soruna götürüyor.

Türkiye faktörü

PYD’nin en büyük sorunlarından birisi Türkiye. Türkiye’nin PYD’nin varlığını kabul etmemesi ve onun kurduğu yapıyı ortadan kaldırma hedefi, PYD için çok büyük bir açmaz. Çünkü, Türkiye’nin politikası sadece söylemden ibaret değil. Tehdit algıladığı bölgede PYD’nin varlığına son vermek için uluslararası politikanın kuvvet kullanmak dâhil tüm araçlara başvuruyor. Mesela, PYD’nin bütünleşik bir bölge kurma hedefini engelleyen Türkiye oldu. Ayrıca PYD’nin kontrol ettiği iki bölgeyi onun elinden alarak Suriyeli muhaliflere veren de Türkiye. Hal böyle olunca, PYD, Türkiye’den gerçekten tehdit algılıyor. Çünkü, Türkiye’nin her operasyonu PYD’yi daha fazla köşeye sıkıştırıyor.

Peki, bunun yukarıdaki faktörle ilişkisi nedir diyeceksiniz? Türkiye’nin PYD’ye yönelik her askerî operasyonunda ya da operasyon tehdidinde Şam, PYD’nin kontrolündeki bölgelerde bir adım daha ilerliyor. Hatırlatayım, “Suriye Ordusu bölgelerimize giremez” diyen PYD liderleri, Türkiye’nin operasyonundan kurtulabilmek için binaların üzerine Suriye bayrakları çektiler. Hatta, Suriye Ordusu’nun bazı bölgelerde askerî üsler kurmasını ve devriye atmasını da kabul ettiler. Yani, PYD’nin Türkiye’den korkusu onu Şam’a ve dolayısıyla Moskova’ya yakınlaştırıyor. Eh varlığını ABD’ye borçlu olan bir yapının hayatta kalabilmek için Rusya’ya yakınlaşma çabasına çelişki denilmez de, ne denir?

Örgütsel sorunlar

PYD’nin dördüncü temel çelişkisi ise örgütsel düzeyde. Şöyle ki; PYD, PKK’nın içinden doğdu. 2011’de Suriye’deki iç savaşın kendisine fırsat doğurabileceği tahlilini yapan PKK’nın lider kadrosu, küçük gruplar halinde Kuzey Irak’tan militanlarını ve orta seviye lider kadrosu içinden Suriyeli olanları bölgeye gönderdi. Böylece hedeflerini büyüterek daha geniş bir alanda kontrol elde edeceğini düşünüyordu. 2017’e kadar bu plan büyük ölçüde işledi. Hatta, PKK’nın, Türkiye içinde tarihin en kanlı eylemleriyle Güneydoğu Anadolu’da isyan çıkarma provası yapması neticesinde, Türkiye güvenlik güçleri iç güvenliğe odaklanınca PYD, Suriye’deki etki ve kontrol alanını genişletti. Ancak, bu süreçte Kandil’in ummadığı bir şey oldu.

ABD’nin desteği “eski PKK”nın dışlandığı “yeni PKK”nın hoş karşılandığı yeni bir durum ortaya çıkardı. PYD, HTŞ’nin El Kaide’den açıkça kopması gibi bir açıklama yapmadı. Bununla birlikte tescilli PKK militanı olan Ferhat Abdi Şahin’in ismini değiştirmesi (Mazlum Kobani) sadece bir görüntü değişikliği olarak görülmemeli. ABD’yle ilişkilerin getirdiği avantajlardan yararlanmanın bedeli, ABD’nin terör örgütü kabul ettiği ve arananlar listesine koyduğu PKK liderleri ile ters düşmekse, Şahin’in bunu yapmakta tereddüt etmediği açıkça görülüyor. Örneğin, PYD petrolü Amerikalı şirketlerle işbirliğiyle çıkarıp satma anlaşmaları yaparken, PKK terör örgütü liderleri bundan haberleri olmadığını açıklamıştı. PKK, Şam’ı çözümün ana adresi olarak gösterirken, PYD ABD’nin yol göstericiliğini tercih ediyordu.

PYD, PKK’ya katılmak isteyenlerin çekim merkezi haline gelirken onun ideolojisini kullanarak yola çıkmış olabilir. Fakat, gelinen noktada PKK’nın söylemleri ve hedefleriyle kendisine bir gelecek bulamayacağını gördüğünden Batı’yı ikna etmeyi amaçlayan bir söylem ve hedefler silsilesine yönelmiş durumda. Oysa, Kandil, kendi içinden çıkan “yeni ekibe” meydanı boş bırakmak niyetinde değil. Halen YPG’nin üst düzey kadroları ile PYD’nin siyasi faaliyetlerinin sıklet merkezi olan TEV-DEM’in belkemiği PKK kadrolarından yetişenlerden oluşuyor. O yüzden ister ABD telkiniyle ister bireysel ikbal gerekçesiyle PYD’nin liderliği Kandil’den gelen talimatları göz ardı etmek istese bile örgütün kendi çelişkileri buna izin vermiyor.

Bilanço ne gösteriyor?

Yukarıdaki dört temel çelişki, PYD’nin elinde tuttuğu bölgenin avantajlarını tamamen bir zayıflığa çevirmiyor. Fakat bunların da ötesinde bir açmaz bulunuyor.

PYD’nin en büyük avantajı, dünyanın ekonomik ve askerî anlamdaki en güçlü ülkesinin desteğini alması. PYD’yi Türkiye, Rusya ve Suriye ordularının gazabından koruyan, iç güvenlik personeli dâhil 100 bini bulduğunu iddia ettiği militan gücü değil. Avantaj, ABD’nin Fırat’ın doğusunda PYD’ye dokunulması halinde vereceği sert tepkiden diğer aktörlerin çekinmesi. Fakat bu devasa avantaj paradoksal bir biçimde PYD’nin en temel açmazı. ABD’nin bir nedenle Suriye’ye ilgisini yitirmesi veya PYD’ye desteğini çekmesi halinde yukarıdaki çelişkiler çok hızlı bir çöküşün ana nedenleri olacaktır. Olmaz, “ABD, Suriye’den çıkmaz, PYD’ye desteğini kesmez, de facto devlet projesi bitmez…” demeyin. Yıllarca Vietnam’da sürdürdüğü savaştan sonra bu ülkeden çekildiğini; 20 yıl boyunca Afganistan’da harcanan milyarlarca dolardan ve siyasi sermayeden sonra ülkeyi buradaki “düşman”ı Taliban’ın eline bıraktığını unutmayın. Şartlar değiştiğinde Suriye’nin kuzeydoğusunun aynı kalmaması için herkes tetikte bekleyecektir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Eylül 2022’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x