Bankalara otomatik ödeme talimatı vermediğimiz günleri düşünelim. Faturalarımızı elden ödediğimiz günleri…
Son ödeme tarihi ayın 5’i ise hiç 3’ünde, 4’ünde girdiğimiz oldu mu o kuyruklara? Hani ödeyeceğiniz miktar (o günün parasıyla) 1 milyar olur da, gecelik repodan 50 lira kazanırsınız. Böyle bir durum da olmazdı pek. Ama bir sebeple son güne bırakırdık ödemeyi…
Ya da evinizin penceresinden sokağınıza baktığınızda önünüze gelen manzara… Elbette şehirler kalabalıklaştı, elbette otomobiller çoğaldı. Ancak düzgün park etme, trafik akışının düzenine tabi olma, kurallara riayet… Çok gördüğünüz haller mi günlük yaşamda?
İnanın futbolda da hal böyle… Diğer spor dallarında da…
Gerçi hakkını yemeyelim. Son 10 yılda futbol dışı branşlarda, bilhassa kadın voleybolunda, jimnastikte gözle görülür bir yükseliş sözkonusu. Basketbolumuz geriye gitse de, güreş ve halter gibi geleneksel sporlarda geçmişi arasak da Mete Gazoz’lar, Meryem Boz’lar gözümüzün pasını alıyor.
Son dakikacılık, son güncülük
Girişte sözünü ettiğim kaotik ortamın aynısı futbolda yaşanmakta. Son güncülük, son dakikacılık, düzensizliğin düzeni, olmazların olması, oldurulması…
Vaktiyle 2-3 gazeteci dostumla Amsterdam’daki Ajax tesislerine gitmiştim. 9 çim sahayı falan geçtim. Sporcu ve personele verilen Mercedes marka arabaların ip gibi nizami bir şekilde park edildiğini gördüm. Kimse tesiste bırakın farklı arabaya binmeyi, lalettayin bir şekilde arabasını şuraya buraya bırakmayı aklından bile geçirmemiş.
Adına sistem sorunu dediğimiz bir düzen sorunsalı var ülkemiz futbolunda. O sebeptendir ki, yapılan resmi-sivil tüm yatırımlar da heba oluyor. Hevesler sönüyor.
Eğiticinin eğitilmesi en büyük ve ilk ciddi sorun. Oyuncu yetiştiremiyoruz; yetiştireni hiç yetiştiremiyoruz. Sebebi sosyolojik. Futbolun içine giren istisnasız herkes ‘görülür olmak’ istiyor. Basamakları üçer beşer çıkmak!
Bundandır ki sporcu, sistemin kendine dayattığı birtakım ‘ödün vermelere’, ‘nepotizmlere’,[efn_note]Akraba kayırma veya adam kayırma, öznel ve adil olmayan şekilde yapılan ayrımcılık.[/efn_note] ‘boş vermelere’, ‘görmemelere’ doyamıyor! Gerek öne çıkma arzusu, gerek para kazanma duygusu, gerekse başarılı olma şehvetiyle, kendi niteliklerini geliştirmekten ziyade ‘bir yerlere’ biteviye gelmek istiyor. Geldiği zaman da makine dairesi umumiyetle arıza veriyor.
Anadolu üretim ihtilali
Sorunun temeli ‘görünmek ve kazanmak’…
Elbette ki oyuncunun ve/veya hocanın gelişiminde önemli bir kriter de büyük şehirler! Ne demek istiyorsun, dediğinizi duyar gibi oluyorum!
Tabii istisnaları vardır, ama zannımca Türkiye şartlarında metropollerden oyuncu çıkması güç. Halı sahadan bozma altyapı kafasıyla, okul-ev-kulüp denklemi çokça kurulamıyor büyük şehirlerde. Bunun nedenlerini, niçinleri epeyi uzun bir yazıyla anlatmak kabil! Ben sorunun değil, çözümün ‘söyleyicisi’ olmak niyetindeyim. Çözüm de Anadolu’dadır.
İstanbul’da 10-16 yaş arasında asla kurulamayacak olan okul-ev-kulüp üçgeni Anadolu’da rahatça tesis olunabilir. İstanbul’da bu üçgen 15.30 ile 20.00 arasında adeta “pestil” üretirken, taşrada 15.30’da okuldan çıkan bir çocuğun antrenmana çıkması 15.45, evine dönmesi 18.30’lara çekilebilir. Sadece basit bir akşam trafiği ve ulaşım lojistiğine kafa yorulması bile bu konudaki çaresizliği ortaya koyar.
Peki, bu Anadolu üretim ihtilalini nasıl gerçekleştireceğiz?
İnanın o da kolay. 75 kadar vilayetteki eski milli ve/veya profesyonel futbolculara görev vereceğiz. Yaşları 45 ile 70 arasındaki ağabeylere gönüllü ‘scout’, yani keşfeden rolü vererek. Onların yıpranmış, unutulmuş, eskimiş gönüllerini alarak yapacağız bunu. Onların gözlerini kullanacağız, deneyimlerinden yararlanacağız.
Onlara eskiliklerini, bir ‘eksiklik’ gibi değil, bir ‘kıymet’ gibi görüp, onların da öyle düşünmesini sağlamalıyız.
Anadolu’dan bu yöntemle her yıl “Made in Turkey”, yani bu topraklara özgü en az 50-60 futbolcu bulmak mümkün.
Bir şahane hüzün tablosu olarak Bursa…
2019’da Fitbol dergisi için “Bursaspor Altyapısındaki Yetenekli Oyuncuların Nesi var? Yetenekleri doğrultusunda niçin daha da yükselmiyorlar?” konulu bir yazı kaleme almıştım. Ve şunu sormuştum: “En üretebildiğimiz yerde nasıl çuvallamaktaydık?”
Yakın dönemdeki birçok örneğin ortak özelliği şu: Futbolcu, yeteneklerinin götüreceği yerlere, mental dertleri sebebiyle gidemiyor!
Elbette İstanbul’dan tespitlerimiz vardı, ama Bursa’dan araştırmıştım kendimce. Özlüce-Vakıfköy hattını iyi bilenlerden görüş almıştım. Bu kardeşlerin, evlatların dertleri neydi?
Çarpıcı tespitler çıkmıştı ortaya. Siz değerli okurlarla da 2 yıl sonra bu tespitleri paylaşmak isterim. (Asla derdim Bursa’yı, Bursaspor’u yermek değil; tam tersine ‘potansiyeli hayata geçirme konusunda nasıl yapamıyoruz’ konusuna tümel bir yanıt bulmak. Bursa altyapı ve üretim konusunda ülkenin hâlâ ilk üçündedir. Takdirle karşılıyorum.)
- Doğru ve akademik koordinatör yahut UEFA üst düzey lisanslı hocalar yerine, başta eski oyuncular ve şehrin ileri gelenlerinin telkinleriyle var olan hocalarla altyapı eğitimi vermek!
- Bursa dışından gelen oyunculara takınılan tavır. Genç futbolcunun gördüğü davranışlarda bizden/bizden değil ayrımına tabi tutulduğunu hissetmesi. (Çok yakından tanıdığım ve oğlu Bursaspor altyapısından çıkan bir futbol adamı, “Oğluma Bursa’lı değil diye ayrımcılık yapıldı.” demişti bana.)
- Şehir tarafından Vakıfköy’den filizlenen gençlere sosyal medyanın kullanılarak erkenden yıldız muamelesi yapılması.
- Erkenden yıldız havasına sokulan gencin etrafına üşüşen, popülaritenin çoğalttığı ‘çıkar temalı’ arkadaş çevresi.
- Ailelerin sosyo-ekonomik ve demografik yapısının ürettiği sorunlar. Oyuncuların çoğu kentin gelir düzeyi düşük mahallelerinde yetişiyor. Futbolda yükseldikçe aile ile geçirilen vakit azalıyor. Ne yazık ki her yıldız adayına, dar gelirli aile çocuklarında görüldüğü gibi, ‘hayatımızı kurtaracak adam’ gözüyle bakılıyor. (Uzağa gitmeyin, İlyas Salman’ın Ya-Ya-Ya Şa-Şa-Şa filmine 90 dakikanızı ayırın!)
- Kentin futbol kültürünün yüksek olması sebebiyle neredeyse tüm aile bireylerinin altyapı maçlarında, oyunculara hocalardan çok talimat yağdırması!
- Birçok genç oyuncunun kariyer katili, ilgisiz/yetkili oyuncu temsilcileri… Bu temsilcilerin yeteneğe sırtını dayamasını salık verdiği oyuncunun kısa sürede Bursaspor aidiyetinden kopması…
- Ödenemeyen filiz lisans[efn_note]Bir tür “gençlik lisansı”… Maça çıkmak için gereken amatör futbolcu lisansı.[/efn_note] ve yetiştirme bedelleri sonucunda yerel kulüplerin isyanı ve elit oyuncuları Bursaspor altyapısına göndermemesi…
- 7’ince ve 8’inci maddelerin ürettiği zorluklar neticesinde sadece Vakıfköy çıkışlı oyuncularda görülen rekabetsizlik ve oyuncu gelişiminin tam tekamül etmemesi.
- Trabzon’da tribün tepkisine ağlayan Volkan Şen, vücuduna bir dönem gerekli özeni göstermeyen Ozan Tufan, kariyerinin önemli bölümünü sakat geçiren Serdar Aziz örneklerinde olduğu gibi oyuncuların kalıcı olabilecek arazlarının erken tespit edilip onarılamaması.
- Cezalı olduğu maçta tribünde davul çalan kaptan Ertuğrul Ersoy’un (haklı olarak da olsa) birkaç ay sonra alacakları için kulübe ihtar çekecek gel-gitlerinin olmasına yol açılması. Bu kadar büyük ‘futbol karakteri değişimi’ gösterebilecek bir kişiye kaptanlık pazubandının ne zaman verileceğini tahkik ve tespit edememek!
Hepsi pırlanta gibi – ama…
Hiç kuşku yok ki, bu 11 maddeye itiraz gelebileceği gibi, en az 11 madde daha olumsuzluk yazabilecek Bursaspor’lular vardır. Bir futbolsever olarak çıkışlarını bildiğim, yeteneklerini gördüğüm şu oyunculardan daha fazlasını beklemek hakkım değil mi?
Eren Albayrak, Muhammet Demir, Volkan Şen, Serdar Aziz, Sercan Yıldırım, Serkan Kurtuluş, Serdar Kurtuluş, Ozan Tufan, Enes Ünal, Batuhan Altıntaş, Kubilay Kanatsızkuş, Ertuğrul Ersoy…
Hiçbiri Sedat Özden, Beyhan Çalışkan, Taygun Erdem, Ahmet Suphi Evke, Semih Yuvakuran seviyesinde olamaz belki… Ama hepsinin, en az bizim bu küçüklük kahramanlarımız kadar yetenekli olduğunu söylesek yanlış olmaz! Yetenekliler ve beklenen seviyeyi bulamıyorlar. Bir yere gelip duruyorlar! Tahmin ederim, hepsi pırlanta gibi çocuklardır, ancak sportif mantalitelerinde sorun yok diyebiliyor muyuz?
Bakın, derdim Bursaspor şampiyon olması yahut küme düşmesi falan değil. Düştüyse çıkar. Belki bir daha şampiyon olur. Derdim, otomobil kadar yıldız, şeftali kadar futbolcu çıkaran bu şehrin yeni SEDAT-3’leri niye olmuyor? 17 yaşında kentten ayrılan ve başka bir kariyer planı ile hareket eden Enes Ünal dışında bir jenerasyon adeta yok oldu. (Şimdi de umudumuz Ali Akman.)
Okan Kocuk, Muhammet Şengezer, Atabek Dadakdeniz, Burak Kapacak, Ramazan Keskin, Furkan Soyalp, Çağatay Yılmaz, Rüştü Hanlı, Sedat Dursun…
Bu çocukları kaybetmeyelim n’olur! (Ali Akman erkenden yurtdışına gitti; galiba onu kurtardık! Gerçi onun gidişi de dertli oldu ya!) Derdin yetenek olmadığı kesin. Dakika almak, maç oynamak… Oraları aşmış Bursa… Oyuncuyu olduruyor; onduramıyor. Bu kadim futbol şehri elindeki bu cevherlerle çok daha iyisini hak ediyor. Potansiyeli de fazlasıyla var!
Bursa, Eskişehir, Trabzon ve benzeri, geliştirilebilir projelerle inanın ülke futbolunda yerli/yabancı tartışması saçmalığı da kalmaz. Maaşların makuliyeti bilançoları düzenler. Yetiştirici kulüplerin, bonservis/yetiştirme bedelleriyle futbol ekonomisinden hakkı olan payı almalarıyla yeni oyuncu üretiminde ‘özendirici’ olurlar. Mahalle, bucak, ilçe, şehir futbolu güçlenir. İnanın gelecek çok güzel olur!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 24 Kasım 2021’de yayımlanmıştır.