Mutlu olmanın yolu

Harvard’ın 1938 yılından beri yaptığı bir araştırmaya göre, emek harcanan ilişkiler kişiyi sağlığa ve mutluluğa götürüyor. Peki, siz en çok değer verdiğiniz insanlarla mı vakit geçiriyorsunuz?

COVID-19 pandemisi tüm dünyayı vurduğundan bu yana üst üste yaşanan krizler nedeniyle pek çok insan izole hayatlar sürmeye başladı. Hayatta kalma dürtüsü mutluluğun önüne geçti. Daha az insan görüyor ve çoğu zaman ekran başında mutluluğu değil, oyalanmanın veya küçük eğlencelerin peşinde koşuyoruz. Sosyal medyada belki yüzlerce, hatta binlerce takipçimiz/takip ettiğimiz kişiler var, ama bunlar gerçekten “eşimiz, dostumuz” mu?

Harvard Üniversitesi’nde 85 yıldır yürütülen ve binlerce kişinin hayat boyunca izlenmesiyle gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarını The Atlantic için kaleme alan Robert Waldinger ve Marc Schulz, gerçek mutluluğa ve sağlığa iyi insan ilişkilerine sahip olunduğunda ulaşıldığını, bunun içinse insanların ilişkilerini sorgulaması gerektiğini savunuyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

Harvard Yetişkin Gelişimi Araştırması, 1938’den beri insanları neyin geliştirdiğini araştırıyor. Araştırma Boston’daki dezavantajlı ve sorunlu ailelerden gelen çocuklar ile Harvard lisans öğrencilerinden oluşan 724 katılımcıyla başladı. Daha sona ilk gruptakilerin eşleri, çocukları ve hatta sayıları 1300’ü bulan torunları da araştırmaya dâhil edildi. Araştırmacılar, katılımcılarla periyodik olarak görüşüyor, onlardan anket doldurmalarını istiyor ve fiziksel sağlıkları hakkında bilgi topluyor.

Çalışmanın direktörü (Robert Waldinger) ve direktör yardımcısı (Marc Schulz) olarak, katılımcıların ilişkilere girip çıkmalarını, işlerinde başarılı veya başarısız olmalarını, anne ve baba olmalarını izleyebildik. Bu, insan yaşamı üzerine şimdiye kadar yapılmış en uzun çalışma, bizi basit ve derin bir sonuca götürdü: İyi ilişkiler, kişiyi sağlıklı ve mutlu kılar. İşin püf noktası, bu ilişkilerin beslenmesi gerektiğidir.

Her zaman ilişkilerimizi ilk sıraya koymuyoruz. 2018’de ortalama bir Amerikalı her gün 11 saatini televizyon izlemek ve radyo dinlemek gibi tek başına yaptığı etkinliklerde geçiriyordu. Bir de arkadaşlarınızla geçirdiği süreyi düşünün: Mutlaka arkadaşlarınıza çok daha az vakit ayırıyorsunuzdur. Eğlendirici ve oyalayıcı şeylerden kaçınmak zordur.

Bu sayıları düşünmek, kendi ilişkilerimizi bir perspektife oturtmamıza yardımcı olabilir. İyi bir arkadaş veya aile üyesiyle ne kadar zaman geçirdiğinizi hesaplamaya çalışın. Her saatimizi arkadaşlarımızla geçirmek zorunda değiliz. Ayrıca bazı ilişkiler, idareli bir şekilde kullanıldıkları için yürür. Ama hemen hemen hepimizin hayatında daha çok görmek istediğimiz insanlar vardır. En çok değer verdiğiniz insanlarla mı vakit geçiriyorsunuz? Birlikte daha fazla zaman geçirebilseydiniz, her ikinize de daha fazla fayda sağlayabilecek ilişkileriniz var mı? Bu ilişkileri zenginleştirmek, karşılığında zihinlerimizi ve bedenlerimizi besleyebilir.

Öz-yansıtma yapabilir misiniz?

İlişkilerin sizi fiziksel olarak etkilediğini anlamak için bilimsel bulguları incelemenize gerek yok. Tek yapmanız gereken, iyi bir sohbet sırasında birinin sizi gerçekten anladığına inandığınızda hissettiğiniz canlanmayı, bir tartışmadan sonra hissettiğiniz gerginliği ve sıkıntıyı ya da romantik bir ilişkiniz olan kişiyle sürtüştükten sonra ne kadar az uyuduğunuzu fark etmektir.

Dolayısıyla sağlıklı, tatmin edici ilişkilere sahip olmak, kendine özgü bir sosyal ve fiziksel zindelik türüdür. Bunu sürdürmek için çalışmak gerekir. Tartıya çıkmanın, aynaya hızlıca bakmanın ya da tansiyon veya kolesterol ölçtürmenin aksine, sosyal zindeliğimizi değerlendirebilmek için biraz daha öz-yansıtmaya, yani kişinin kendi bilişsel, duygusal ve davranışsal süreçlerimize tanık olma ve değerlendirme yeteneğine ihtiyaç vardır. Bu, modern hayatın eziyetlerinden bir adım geride durup ilişkilerimizin değerlendirmesini yapabilmeyi, zamanımızı nereye ayırdığımız ve gelişmemize yardımcı olan bağlantılara yönelip yönelmediğimiz konusunda kendimize karşı dürüst olmayı gerektirir. Öz-yansıtma için zaman bulmak zor ve bazen rahatsız edici olabilir. Ancak çok büyük faydalar sağlayabilir.

İyimserliğinizi de sorgulayın

Aynaya bakmak ve hayatınızın nerede durduğunu dürüstçe düşünmek, iyi bir hayat yaşamaya çalışmanın ilk adımıdır. Nerede olduğunuzun farkına varmak, nerede olmak istediğinizi fark etmenize yardımcı olabilir. Bu tür bir öz-yansıtma hakkında bazı çekincelerin olması anlaşılabilir. Çalışmamıza katılanlar her zaman anketlerimizi doldurmaya veya hayatlarının daha büyük resmini düşünmeye hevesli değildi. Bazıları zor soruları atlıyor, hatta bazıları anketleri yanıtlamayı tümüyle reddediyor. Bazılarının anketlerinin kenarlarına, “Bunlar nasıl sorular böyle?” diye yazdıkları bile oldu. Pek çok yararlı veri ve değerli deneyimler hayatlarının gölgeli köşelerine gömüldü. Onları yeniden gün ışığına çıkarmak için biraz daha fazla çaba sarf etmek zorunda kaldık.

Bunlardan biri, Sterling Ainsley takma adını verdiğimiz denekti. Ainsley umutlu bir adamdı. 1940’larda Harvard’dan mezun oldu ve ardından 2. Dünya Savaşı’nda görev yaptı. Ordudan ayrıldıktan sonra bilim insanı olarak iş hayatına atıldı ve 60’lı yaşlarında emekli oldu. Zor zamanları atlatmak için felsefesi sorulduğunda, “Hayatın seni üzmesine izin vermemeye çalışıyorsun. Zaferlerini hatırlıyorsun ve olumlu bir tutum sergiliyorsun” diyordu.

1986’da Sterling en son ankete yanıt vermemişti. Sterling teknik olarak evliydi, ama karısı uzakta yaşıyordu ve sadece birkaç ayda bir konuşuyorlardı.

Neden boşanmadıkları sorulduğunda, çocukları büyümüş ve ona torunlar vermiş olmasına rağmen, “Çocuklara bunu yapmak istemem” dedi. Çocuklarıyla gurur duyuyordu ve onlardan bahsettiğinde, onların hayatındaki en önemli şeyler olduklarını söyleyerek gülümsüyordu. Ancak onları nadiren görüyordu. Sterling, bazı korkularını uzaklaştırmak ve hayatındaki zorluklardan kaçınmak için iyimserliği kullanıyordu. Her konuya olumlu bir bakış açısı getirerek, hiçbir şeyin yanlış olmadığına, iyi olduğuna, mutlu olduğuna, çocuklarının ona ihtiyacı olmadığına inanıyordu.

Oğlunun yurtdışındaki yeni evini görmek için yeni bir dil bile öğrenmeye başladı, ama seyahat etmedi, çünkü “yük olmak istemiyordu.” Daha yakınlarda yaşayan başka bir çocuğu vardı, ama bir yıldan uzun süredir onu da ziyaret etmemişti. Torunlarıyla bir ilişkisi yoktu. Herhangi bir arkadaşıyla da iletişim halinde değildi.

İlişkiler hakkında düşünmemeye çalışıyoruz

Sterling, ilişkileri hakkında düşünmemeye çalışıyordu ve bunlar hakkında konuşmaya niyetli de değildi. Bu yaygın bir tutum. Bir şeyi neden yaptığımızı ya da neden yapmadığımızı her zaman bilemeyiz ve bizi hayatımızdaki insanlardan neyin uzaklaştırdığını anlayamayabiliriz. Aynaya bakmak için biraz zaman ayırmak yardımcı olabilir. Bazen bir ses, bir çıkış yolu arayan ihtiyaçlar vardır içimizde. Hiç görmediğimiz veya kendimize ifade etmediğimiz şeyler olabilirler.

Sterling için durum böyle görünüyordu. Akşamlarını nasıl geçirdiği sorulduğunda, yakındaki bir karavanda oturan yaşlı bir kadınla vakit geçirdiğini söyledi. Her gece yanına gidiyordu, televizyon izleyip konuşuyorlardı. Sonunda kadının uykusu gelince eve yürümeden önce onun yatağına girmesine, bulaşıklarını yıkamasına ve perdeleri kapatmasına yardım ediyordu. Hayatındaki sırdaşa benzer tek kişi oydu. Bir keresinde yaşlı kadın hakkında, “Ölürse ne yapacağımı bilmiyorum” dedi.

Yalnızlık erken ölüm riskini dörtte bir artıyor

Yalnızlığın vücut üzerinde fiziksel bir etkisi vardır. İnsanları acıya karşı daha duyarlı hale getirebilir, bağışıklık sistemlerini baskılayabilir, beyin fonksiyonlarını azaltabilir ve uykuyu bozabilir. Bu da zaten yalnız olan bir insanı daha da yorgun ve sinirli hale getirebilir. Araştırmalar, yaşlı yetişkinler için yalnızlığın obeziteden çok daha tehlikeli olduğunu tespit etti. Devam eden yalnızlık, herhangi bir yılda bir kişinin ölüm olasılığını yüzde 26 artırıyor.

İngiltere’de yapılan bir araştırma, genç yetişkinlerde yalnızlık ile sağlığın daha kötü olması ve öz bakıma önem verilmemesi arasındaki bağlantılar olduğunu ortaya çıkardı. İngiltere ve Galler’de 1994-1995 yıllarında doğmuş 2 bin 200’den fazla kişiyi kapsayan bu araştırma halen devam ediyor. Araştırmacılar onlara 18 yaşına geldiklerinde ne kadar yalnız olduklarını sormuşlardı. Daha yalnız olduklarını bildirenlerin zihinsel sağlık sorunlarıyla karşılaşma, güvenli olmayan fiziksel sağlık davranışlarına katılma ve stresle olumsuz şekillerde baş etme şansları daha yüksekti. Buna, modern toplumlarda bir yalnızlık dalgasının sel gibi aktığı gerçeğini de eklerseniz, ciddi bir sorunumuz var demektir.

“Yalnızlık Bakanlığı” kurmak işe yarar mı?

Yalnızlık tahmin edildiğinden de büyük bir sorun olabilir. Dünyanın dört bir yanından 55 bin katılımcının katıldığı çevrimiçi bir çalışmada, her üç kişiden biri kendini genellikle yalnız hissettiğini bildirmişti. Bunlar arasında en yalnız grup, yüzde 40’ı “sık ya da çok sık” yalnız hissettiğini bildiren 16-24 yaş arası kişilerdi.

İngiltere’de yapılan bir hesaplamaya göre, yalnız insanlar daha az üretken olduğu ve daha sık iş değiştirdiği için yalnızlığın ekonomik maliyetinin yılda 2,5 milyar sterlini aşıyor. Bu durum hükümetin, medya tarafından “Yalnızlık Bakanlığı” olarak adlandırılan bir komisyonun kurulmasına ve bir ‘Yalnızlık Azaltma Stratejisi’ni hazırlanmasına yol açtı. Koronavirüs pandemisinin insanların yalnızlaşmasında uzun vadeli etkileri hâlâ inceleniyor.

Bu “yalnızlık salgınını” dindirmek zordur, çünkü bir insanı yalnız hissettiren şey, bir başkasını etkilemeyebilir. Kişinin yalnız yaşayıp yaşamadığı gibi kolayca gözlemlenen göstergelere tamamen güvenemeyiz, çünkü yalnızlık öznel bir deneyimdir. Bir kişinin hayatında romantik bir ilişkisi ve sayılamayacak kadar çok arkadaşı olabilir, ama yine de kendini yalnız hissedebilir. Bir başkası ise yalnız yaşaması veya sadece birkaç yakın ilişkisi olmasına rağmen kendini çok bağlı hissedebilir.

Bir insanın hayatındaki nesnel gerçekler, birinin neden yalnız olduğunu açıklamak için yeterli değildir. Yalnızlık duygusu, istediğiniz sosyal temas türü ile gerçekte sahip olduğunuz sosyal temas arasındaki farkta yatar.

İlişkilerinizi düşünün ve not alıp saklayın

İlişkilerinizin nasıl ilerlediğini ve onlarda farklı olmasını dilediğiniz şeyleri düşünmek için bir dakikanızı ayırmanın zararı olmaz. Mevcut sosyal evreninizi çizmek için birkaç dakikanızı ayırın ve ne aldığınızı ne verdiğinizi ve bir sonraki yılda nerede olmak istediğinizi düşünün. Grafiğinizi veya ilişki değerlendirmenizi özel bir yerde saklayabilirsiniz. Böylece bir dahaki sefere işlerin nasıl değiştiğini görmek için ona bakmak istediğinizde nereye bakacağınızı bilirsiniz.

Hiç değilse, bunu yapmak bize neyin en önemli olduğunu hatırlatır. Çalışmamızdaki katılımcılar yaşlandıklarında, en çok değer verdikleri şeyin ilişkileri olduğunu söylüyorlardı. Sterling Ainsley de bunu demişti. En güzel anılarından bazıları, hiç temas kurmadığı arkadaşlarıyla ilgiliydi. Dışardan öyle görünse de nadiren gördüğü çocuklarından daha fazla umursadığı hiçbir şey yoktu. Sterling, en değer verdiği ilişkilerini anlatırken oldukça duygusaldı ve bazı anket sorularını yanıtlama konusundaki isteksizliği, yıllar boyunca mesafesini korumanın ona verdiği acıyla açıkça bağlantılıydı. Sterling, ilişkilerini nasıl yürütebileceğini veya en çok sevdiği insanlara uygun şekilde yaklaşmak için ne yapabileceğini gerçekten oturup düşünmedi.

Sterling’in hayatı bize bağlantılarımızın kırılganlığını hatırlatıyor ve bilimin derslerini yansıtıyor: İlişkiler, yaşam süremiz boyunca bizi daha mutlu ve sağlıklı tutuyor. Başkalarıyla olan bağlantılarımızı riske atarak ihmal ederiz. Sosyal zindeliğimize yatırım yapmak hayatımızın her günü, her haftası mümkündür. Bugün başkalarıyla ilişkilerimizde yaptığımız küçük yatırımlar bile uzun vadede refah getirebilir.”

Bu yazı ilk kez 2 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

 

Robert Waldinger ile Marc Schulz’un The Atlantic’te yayınlanan “İnsan Mutluluğuna İlişkin En Uzun Araştırmaya Göre İyi Bir Yaşamanı Anahtarı” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2023/01/harvard-happiness-study-relationships/672753/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Mutlu olmanın yolu

Harvard’ın 1938 yılından beri yaptığı bir araştırmaya göre, emek harcanan ilişkiler kişiyi sağlığa ve mutluluğa götürüyor. Peki, siz en çok değer verdiğiniz insanlarla mı vakit geçiriyorsunuz?

COVID-19 pandemisi tüm dünyayı vurduğundan bu yana üst üste yaşanan krizler nedeniyle pek çok insan izole hayatlar sürmeye başladı. Hayatta kalma dürtüsü mutluluğun önüne geçti. Daha az insan görüyor ve çoğu zaman ekran başında mutluluğu değil, oyalanmanın veya küçük eğlencelerin peşinde koşuyoruz. Sosyal medyada belki yüzlerce, hatta binlerce takipçimiz/takip ettiğimiz kişiler var, ama bunlar gerçekten “eşimiz, dostumuz” mu?

Harvard Üniversitesi’nde 85 yıldır yürütülen ve binlerce kişinin hayat boyunca izlenmesiyle gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarını The Atlantic için kaleme alan Robert Waldinger ve Marc Schulz, gerçek mutluluğa ve sağlığa iyi insan ilişkilerine sahip olunduğunda ulaşıldığını, bunun içinse insanların ilişkilerini sorgulaması gerektiğini savunuyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

Harvard Yetişkin Gelişimi Araştırması, 1938’den beri insanları neyin geliştirdiğini araştırıyor. Araştırma Boston’daki dezavantajlı ve sorunlu ailelerden gelen çocuklar ile Harvard lisans öğrencilerinden oluşan 724 katılımcıyla başladı. Daha sona ilk gruptakilerin eşleri, çocukları ve hatta sayıları 1300’ü bulan torunları da araştırmaya dâhil edildi. Araştırmacılar, katılımcılarla periyodik olarak görüşüyor, onlardan anket doldurmalarını istiyor ve fiziksel sağlıkları hakkında bilgi topluyor.

Çalışmanın direktörü (Robert Waldinger) ve direktör yardımcısı (Marc Schulz) olarak, katılımcıların ilişkilere girip çıkmalarını, işlerinde başarılı veya başarısız olmalarını, anne ve baba olmalarını izleyebildik. Bu, insan yaşamı üzerine şimdiye kadar yapılmış en uzun çalışma, bizi basit ve derin bir sonuca götürdü: İyi ilişkiler, kişiyi sağlıklı ve mutlu kılar. İşin püf noktası, bu ilişkilerin beslenmesi gerektiğidir.

Her zaman ilişkilerimizi ilk sıraya koymuyoruz. 2018’de ortalama bir Amerikalı her gün 11 saatini televizyon izlemek ve radyo dinlemek gibi tek başına yaptığı etkinliklerde geçiriyordu. Bir de arkadaşlarınızla geçirdiği süreyi düşünün: Mutlaka arkadaşlarınıza çok daha az vakit ayırıyorsunuzdur. Eğlendirici ve oyalayıcı şeylerden kaçınmak zordur.

Bu sayıları düşünmek, kendi ilişkilerimizi bir perspektife oturtmamıza yardımcı olabilir. İyi bir arkadaş veya aile üyesiyle ne kadar zaman geçirdiğinizi hesaplamaya çalışın. Her saatimizi arkadaşlarımızla geçirmek zorunda değiliz. Ayrıca bazı ilişkiler, idareli bir şekilde kullanıldıkları için yürür. Ama hemen hemen hepimizin hayatında daha çok görmek istediğimiz insanlar vardır. En çok değer verdiğiniz insanlarla mı vakit geçiriyorsunuz? Birlikte daha fazla zaman geçirebilseydiniz, her ikinize de daha fazla fayda sağlayabilecek ilişkileriniz var mı? Bu ilişkileri zenginleştirmek, karşılığında zihinlerimizi ve bedenlerimizi besleyebilir.

Öz-yansıtma yapabilir misiniz?

İlişkilerin sizi fiziksel olarak etkilediğini anlamak için bilimsel bulguları incelemenize gerek yok. Tek yapmanız gereken, iyi bir sohbet sırasında birinin sizi gerçekten anladığına inandığınızda hissettiğiniz canlanmayı, bir tartışmadan sonra hissettiğiniz gerginliği ve sıkıntıyı ya da romantik bir ilişkiniz olan kişiyle sürtüştükten sonra ne kadar az uyuduğunuzu fark etmektir.

Dolayısıyla sağlıklı, tatmin edici ilişkilere sahip olmak, kendine özgü bir sosyal ve fiziksel zindelik türüdür. Bunu sürdürmek için çalışmak gerekir. Tartıya çıkmanın, aynaya hızlıca bakmanın ya da tansiyon veya kolesterol ölçtürmenin aksine, sosyal zindeliğimizi değerlendirebilmek için biraz daha öz-yansıtmaya, yani kişinin kendi bilişsel, duygusal ve davranışsal süreçlerimize tanık olma ve değerlendirme yeteneğine ihtiyaç vardır. Bu, modern hayatın eziyetlerinden bir adım geride durup ilişkilerimizin değerlendirmesini yapabilmeyi, zamanımızı nereye ayırdığımız ve gelişmemize yardımcı olan bağlantılara yönelip yönelmediğimiz konusunda kendimize karşı dürüst olmayı gerektirir. Öz-yansıtma için zaman bulmak zor ve bazen rahatsız edici olabilir. Ancak çok büyük faydalar sağlayabilir.

İyimserliğinizi de sorgulayın

Aynaya bakmak ve hayatınızın nerede durduğunu dürüstçe düşünmek, iyi bir hayat yaşamaya çalışmanın ilk adımıdır. Nerede olduğunuzun farkına varmak, nerede olmak istediğinizi fark etmenize yardımcı olabilir. Bu tür bir öz-yansıtma hakkında bazı çekincelerin olması anlaşılabilir. Çalışmamıza katılanlar her zaman anketlerimizi doldurmaya veya hayatlarının daha büyük resmini düşünmeye hevesli değildi. Bazıları zor soruları atlıyor, hatta bazıları anketleri yanıtlamayı tümüyle reddediyor. Bazılarının anketlerinin kenarlarına, “Bunlar nasıl sorular böyle?” diye yazdıkları bile oldu. Pek çok yararlı veri ve değerli deneyimler hayatlarının gölgeli köşelerine gömüldü. Onları yeniden gün ışığına çıkarmak için biraz daha fazla çaba sarf etmek zorunda kaldık.

Bunlardan biri, Sterling Ainsley takma adını verdiğimiz denekti. Ainsley umutlu bir adamdı. 1940’larda Harvard’dan mezun oldu ve ardından 2. Dünya Savaşı’nda görev yaptı. Ordudan ayrıldıktan sonra bilim insanı olarak iş hayatına atıldı ve 60’lı yaşlarında emekli oldu. Zor zamanları atlatmak için felsefesi sorulduğunda, “Hayatın seni üzmesine izin vermemeye çalışıyorsun. Zaferlerini hatırlıyorsun ve olumlu bir tutum sergiliyorsun” diyordu.

1986’da Sterling en son ankete yanıt vermemişti. Sterling teknik olarak evliydi, ama karısı uzakta yaşıyordu ve sadece birkaç ayda bir konuşuyorlardı.

Neden boşanmadıkları sorulduğunda, çocukları büyümüş ve ona torunlar vermiş olmasına rağmen, “Çocuklara bunu yapmak istemem” dedi. Çocuklarıyla gurur duyuyordu ve onlardan bahsettiğinde, onların hayatındaki en önemli şeyler olduklarını söyleyerek gülümsüyordu. Ancak onları nadiren görüyordu. Sterling, bazı korkularını uzaklaştırmak ve hayatındaki zorluklardan kaçınmak için iyimserliği kullanıyordu. Her konuya olumlu bir bakış açısı getirerek, hiçbir şeyin yanlış olmadığına, iyi olduğuna, mutlu olduğuna, çocuklarının ona ihtiyacı olmadığına inanıyordu.

Oğlunun yurtdışındaki yeni evini görmek için yeni bir dil bile öğrenmeye başladı, ama seyahat etmedi, çünkü “yük olmak istemiyordu.” Daha yakınlarda yaşayan başka bir çocuğu vardı, ama bir yıldan uzun süredir onu da ziyaret etmemişti. Torunlarıyla bir ilişkisi yoktu. Herhangi bir arkadaşıyla da iletişim halinde değildi.

İlişkiler hakkında düşünmemeye çalışıyoruz

Sterling, ilişkileri hakkında düşünmemeye çalışıyordu ve bunlar hakkında konuşmaya niyetli de değildi. Bu yaygın bir tutum. Bir şeyi neden yaptığımızı ya da neden yapmadığımızı her zaman bilemeyiz ve bizi hayatımızdaki insanlardan neyin uzaklaştırdığını anlayamayabiliriz. Aynaya bakmak için biraz zaman ayırmak yardımcı olabilir. Bazen bir ses, bir çıkış yolu arayan ihtiyaçlar vardır içimizde. Hiç görmediğimiz veya kendimize ifade etmediğimiz şeyler olabilirler.

Sterling için durum böyle görünüyordu. Akşamlarını nasıl geçirdiği sorulduğunda, yakındaki bir karavanda oturan yaşlı bir kadınla vakit geçirdiğini söyledi. Her gece yanına gidiyordu, televizyon izleyip konuşuyorlardı. Sonunda kadının uykusu gelince eve yürümeden önce onun yatağına girmesine, bulaşıklarını yıkamasına ve perdeleri kapatmasına yardım ediyordu. Hayatındaki sırdaşa benzer tek kişi oydu. Bir keresinde yaşlı kadın hakkında, “Ölürse ne yapacağımı bilmiyorum” dedi.

Yalnızlık erken ölüm riskini dörtte bir artıyor

Yalnızlığın vücut üzerinde fiziksel bir etkisi vardır. İnsanları acıya karşı daha duyarlı hale getirebilir, bağışıklık sistemlerini baskılayabilir, beyin fonksiyonlarını azaltabilir ve uykuyu bozabilir. Bu da zaten yalnız olan bir insanı daha da yorgun ve sinirli hale getirebilir. Araştırmalar, yaşlı yetişkinler için yalnızlığın obeziteden çok daha tehlikeli olduğunu tespit etti. Devam eden yalnızlık, herhangi bir yılda bir kişinin ölüm olasılığını yüzde 26 artırıyor.

İngiltere’de yapılan bir araştırma, genç yetişkinlerde yalnızlık ile sağlığın daha kötü olması ve öz bakıma önem verilmemesi arasındaki bağlantılar olduğunu ortaya çıkardı. İngiltere ve Galler’de 1994-1995 yıllarında doğmuş 2 bin 200’den fazla kişiyi kapsayan bu araştırma halen devam ediyor. Araştırmacılar onlara 18 yaşına geldiklerinde ne kadar yalnız olduklarını sormuşlardı. Daha yalnız olduklarını bildirenlerin zihinsel sağlık sorunlarıyla karşılaşma, güvenli olmayan fiziksel sağlık davranışlarına katılma ve stresle olumsuz şekillerde baş etme şansları daha yüksekti. Buna, modern toplumlarda bir yalnızlık dalgasının sel gibi aktığı gerçeğini de eklerseniz, ciddi bir sorunumuz var demektir.

“Yalnızlık Bakanlığı” kurmak işe yarar mı?

Yalnızlık tahmin edildiğinden de büyük bir sorun olabilir. Dünyanın dört bir yanından 55 bin katılımcının katıldığı çevrimiçi bir çalışmada, her üç kişiden biri kendini genellikle yalnız hissettiğini bildirmişti. Bunlar arasında en yalnız grup, yüzde 40’ı “sık ya da çok sık” yalnız hissettiğini bildiren 16-24 yaş arası kişilerdi.

İngiltere’de yapılan bir hesaplamaya göre, yalnız insanlar daha az üretken olduğu ve daha sık iş değiştirdiği için yalnızlığın ekonomik maliyetinin yılda 2,5 milyar sterlini aşıyor. Bu durum hükümetin, medya tarafından “Yalnızlık Bakanlığı” olarak adlandırılan bir komisyonun kurulmasına ve bir ‘Yalnızlık Azaltma Stratejisi’ni hazırlanmasına yol açtı. Koronavirüs pandemisinin insanların yalnızlaşmasında uzun vadeli etkileri hâlâ inceleniyor.

Bu “yalnızlık salgınını” dindirmek zordur, çünkü bir insanı yalnız hissettiren şey, bir başkasını etkilemeyebilir. Kişinin yalnız yaşayıp yaşamadığı gibi kolayca gözlemlenen göstergelere tamamen güvenemeyiz, çünkü yalnızlık öznel bir deneyimdir. Bir kişinin hayatında romantik bir ilişkisi ve sayılamayacak kadar çok arkadaşı olabilir, ama yine de kendini yalnız hissedebilir. Bir başkası ise yalnız yaşaması veya sadece birkaç yakın ilişkisi olmasına rağmen kendini çok bağlı hissedebilir.

Bir insanın hayatındaki nesnel gerçekler, birinin neden yalnız olduğunu açıklamak için yeterli değildir. Yalnızlık duygusu, istediğiniz sosyal temas türü ile gerçekte sahip olduğunuz sosyal temas arasındaki farkta yatar.

İlişkilerinizi düşünün ve not alıp saklayın

İlişkilerinizin nasıl ilerlediğini ve onlarda farklı olmasını dilediğiniz şeyleri düşünmek için bir dakikanızı ayırmanın zararı olmaz. Mevcut sosyal evreninizi çizmek için birkaç dakikanızı ayırın ve ne aldığınızı ne verdiğinizi ve bir sonraki yılda nerede olmak istediğinizi düşünün. Grafiğinizi veya ilişki değerlendirmenizi özel bir yerde saklayabilirsiniz. Böylece bir dahaki sefere işlerin nasıl değiştiğini görmek için ona bakmak istediğinizde nereye bakacağınızı bilirsiniz.

Hiç değilse, bunu yapmak bize neyin en önemli olduğunu hatırlatır. Çalışmamızdaki katılımcılar yaşlandıklarında, en çok değer verdikleri şeyin ilişkileri olduğunu söylüyorlardı. Sterling Ainsley de bunu demişti. En güzel anılarından bazıları, hiç temas kurmadığı arkadaşlarıyla ilgiliydi. Dışardan öyle görünse de nadiren gördüğü çocuklarından daha fazla umursadığı hiçbir şey yoktu. Sterling, en değer verdiği ilişkilerini anlatırken oldukça duygusaldı ve bazı anket sorularını yanıtlama konusundaki isteksizliği, yıllar boyunca mesafesini korumanın ona verdiği acıyla açıkça bağlantılıydı. Sterling, ilişkilerini nasıl yürütebileceğini veya en çok sevdiği insanlara uygun şekilde yaklaşmak için ne yapabileceğini gerçekten oturup düşünmedi.

Sterling’in hayatı bize bağlantılarımızın kırılganlığını hatırlatıyor ve bilimin derslerini yansıtıyor: İlişkiler, yaşam süremiz boyunca bizi daha mutlu ve sağlıklı tutuyor. Başkalarıyla olan bağlantılarımızı riske atarak ihmal ederiz. Sosyal zindeliğimize yatırım yapmak hayatımızın her günü, her haftası mümkündür. Bugün başkalarıyla ilişkilerimizde yaptığımız küçük yatırımlar bile uzun vadede refah getirebilir.”

Bu yazı ilk kez 2 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

 

Robert Waldinger ile Marc Schulz’un The Atlantic’te yayınlanan “İnsan Mutluluğuna İlişkin En Uzun Araştırmaya Göre İyi Bir Yaşamanı Anahtarı” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2023/01/harvard-happiness-study-relationships/672753/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x