Bir süreden beri Sudan, Cezayir, Irak ve Lübnan başta olmak üzere, Arap ülkelerinde halklar yeniden sokaklarda. Arttırılan vergileri ya da genç işsizliğini protesto eden eylemler olarak başlayan gösteriler kısa sürede sistem değişikliği isteyen süresiz protestolara dönüştü.
Bu eylemlerin, Arap Baharı’nın geri dönüşü olduğunu iddia edenler de var; onlara göre, ilk Arap Baharı’ndan dersler çıkaran göstericiler, daha barışçıl ve mezhepsel farklılıklardan uzak hareket ediyorlar.
Ancak özellikle İran ve Lübnan’daki gösterilerin bölgedeki İran etkisini kırmaya yönelik dış kaynaklı olduğunu da dillendirenler var.
Faslı şair ve yazar Muhammed Ahmed Bennis ise, meselenin Batı dünyası tarafından nasıl görüldüğüne odaklanan yazısında “Batı, Arap Dünyası’ndaki hesaplarını hiç gözden geçirmeyecek mi?” sorusuna yanıt vermeye çalışıyor. Ona göre de, bu ikinci dalga ayaklanmalar daha olgun ve dikkatli:
“Batı’daki karar alıcı merciler, Ortadoğu bölgesinde yaşanan halk ayaklanmalarının akıbetini merakla izliyor. Zira Arap dünyasının şahit olduğu bu ikinci dalga ayaklanmalar, 2011 yılında zirveyi gören, 2013 ortasında ise iyice zayıflayan birinci dalga ayaklanmalara göre daha olgun ve tuzakları atlatmak konusunda daha başarılı görünüyor.
Tıpkı ilk dalgada da olduğu gibi, ayaklanmaların ikinci perdesi de Batı’nın karar alıcı mercilerini şaşırttı ve onların hesaplarını karıştırdı. Zira öyle görünüyor ki bu ayaklanmalar, ne bağlam açısından ne de taşıdıkları anlam açısından beklendik ayaklanmalar.”
Avrupa’nın açmazı
Bu durum, Batı için siyasi kazançlar sağladı. Bölgedeki durumu, çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanmaya çalıştılar, bu amaca hizmet etmek için de despotizmin, derin devletin, eski muhafızların ve karşı devrimlerin tarafını tuttular.
Faslı yazar, Batılı ülkelerin istikrar sağlama adına despot rejimleri destekleyerek, Arap Baharı’nın başarısızlığa uğramasında pay sahibi olduklarını anlatıyor:
“Batılı karar odakları, Arap ülkelerindeki devrimlerin trajik akıbetlerinde pay sahibi. Zira despot rejimleri destekleyerek ve karşı devrimlerle iş birliği yaparak, bölgede demokrasi düşmanı bir ortam yaratılmasına katkıda bulundular. Zira Batı’nın bölgedeki geniş kapsamlı çıkarları, demokrasi kuruluncaya kadar yaşanacak olan siyasi ve toplumsal istikrarsızlığa tahammül edebilecek durumda değil.
Bu Batılı odaklar, Mısır’daki demokratikleşme çabalarının karşılaştığı zorlu sürece hiç ilgi göstermedi. Ülkedeki tüm siyasi güçlerin taraf olabileceği, askerlerin yolunu kesecek ve sivil yönetimi koruyacak, ulusal bir konsensüse ulaşılmasını sağlamaya çalışmaktan ziyade kendi çıkarlarının yanı sıra İsrail’in çıkarlarını da korumayı amaçlayan, ne pahasına olursa olsun siyasi istikrar vaat eden süreçleri ve yöneticileri desteklediler.
Tunus, çiçeği burnunda olan demokrasisini canla başla korumaya çalışırken, Batı ve özellikle ülkenin burnunun dibindeki Avrupa, gerekli ekonomik desteği sağlamakla ve demokratikleşme sürecinden sonra artan halk taleplerini karşılama konusunda Tunus’a yardımcı olmakla hiç ilgilenmedi.
Suriye ve Libya başta olmak üzere devrimlerin başarısız kaldığı diğer Arap Baharı ülkelerinde ise, halkların demokrasiye, özgürlüğe ve haysiyete özlemi, yaşanan bölgesel ve küresel nüfuz yarışı ışığında, Batı’daki karar alıcıların ilgi alanının dışındaydı.
Bu durum, Batı için siyasi kazançlar sağladı. Bölgedeki durumu, çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanmaya çalıştılar, bu amaca hizmet etmek için de despotizmin, derin devletin, eski muhafızların ve karşı devrimlerin tarafını tuttular.
Ekonomik etkenler, terörle mücadele, göç, petrol ve silah satışı, söz konusu çıkarların en önemli başlıklarını temsil ediyor. Bütün bunlar Batı’nın, Arap rejimlerin baskıcılığına, işlediği ihlallere ve özgürlükleri kısıtlamasına göz yummasını sağladı. Tabii bu durumun bir ön koşulu da var; baskıcı Arap rejimleri sözde uluslararası terörle mücadele konusundaki yükümlülüklerini yerine getirdikleri sürece Batı onları desteklemeye devam edecek.”
Batı’nın hesapları tehlikede
Yazar, bununla birlikte Sudan, Cezayir, Irak ve Lübnan’da şu anda halk ayaklanmalarının Batı’nın hesaplarını yeniden karıştırdığını söylüyor. Zira ona göre, bu ayaklanmalarının kendi ülkelerindeki yöneticilere ve onları destekleyen Batılı güçlere verdiği mesaj çok açık: Suriye korkuluğu etkisini kaybetti.
Lübnan, Sudan, Irak gibi Arap ülkelerinde yaşanan ayaklanmaların kendi ülkelerindeki yöneticilere ve onları destekleyen Batılı güçlere verdiği mesaj çok açık: Suriye korkuluğu etkisini kaybetti, “ayaklanırsanız iç savaş çıkar” korkutması işe yaramıyor.
Arap ülkelerinde, Suriye Savaşı ile birlikte gelişen ‘ayaklanırsak iç savaşa sürükleniriz” psikolojisine Suriye korkuluğu olarak atıfta bulunan yazar, bu endişenin azaldığına işaret ediyor:
“Artık ezilen Arap vatandaş, despot ve yolsuz rejimlerin devam etmesini kabul edemiyor. Zira, demokrasi ve sivil yaşam bilincinin artmasıyla bu rejimlerin alanı gittikçe daralıyor ve ellerindeki kartlar tükenmeye doğru gidiyor.”
Yazara göre, Arap halkları yolsuzlukları gizleyen ve geri kalmışlığı saklayan resmi medyanın yalanlarına inanmıyor. Rejimlerin, bazı çevreleri yanında tutmak için çıkar dağıtma aracı olarak kullandığı kurumların da çöktüğünün farkında. Kendisine anlatılan dış mihrakların komplosu teorilerine inanmakta da güçlük çekiyor:
“Hiç şüphesiz ki Arap Baharı’nda ikinci perdenin başka ülkelere de sıçraması, gerek ABD, İngiltere, Fransa ve AB gibi Batı’nın büyük aktörleri için, gerek Arap bölgesinin borç ve yolsuzluk nedeniyle zayıf düşmüş ekonomisinin büyük bir kısmını kontrol eden Batılı kurumlar için, eşi görülmemiş stratejik bir meydan okuma teşkil ediyor.
Bu odakların Arap rejimlerini desteklemeye devam etmesi, onlara çok ağır bedellere mal olabilir. Çünkü bu rejimlerin siyasi ve toplumsal alanlarda gerçek reformlar yapmayı reddetmeleri, çıkmaz bir sokağa varıldığı anlamına geliyor. Bu da iç savaş ya da çekişme ihtimalini beraberinde getiriyor. Sonuç olarak toplumsal dokunun çözülmesi kaçınılmaz olacak. Bunun anlamı da, Avrupa’nın kapısında güveni ve istikrarı arayan sığınmacıların sayısında artış demek ki bunun Batı toplumlarda sayısız sonuçları olması kaçınılmaz.
Sonuç olarak birçok gösterge Sudan, Cezayir, Lübnan ve Irak’ta yaşanan gelişmelerin başka Arap ülkelere de sıçrayabileceğine işaret ediyor. Batının, ‘çıkarlarını garantilemek karşılığında despotizmi desteklemesi’ şeklindeki geleneksel yaklaşımından yola çıkarak Arap rejimleri korumaya devam etmesi, bölgedeki durumu daha da karmaşıklaştıracak.
Bu yazı ilk kez 26 Kasım 2019’da yayımlanmıştır.