Sergen Yalçın neden başaramadı?

Ülkemizde futbol üzerine düşünen kişi sayısının azlığı ile konuşanların çokluğu arasındaki açıklığı nasıl tanımlayacağımı kestiremem. Birincisi, işi bu olanlar dâhil birkaç binle sınırlı olsa gerek; ikincisi ise on milyonlarla ifade edilebilir.

Gerçekten bilmek ile biliyormuş gibi yapmak arasında çok uzun bir yol ve derin bir uçurum var. Birincisi zahmetli. Araştırmak, okumak, öğrenmek, bu yolda sürekli bir çaba göstermek gerekiyor. İkincisinin ne kadar kolay olduğunu anlatmak ise sıkıcı olur.

Elbette ki bizde ikinci yol yeğleniyor. Her şeyi biliyormuş gibi görünmenin cazibesine dayanabilmek zor. Kaldı ki bundan dolayı herhangi bir sıkıntı da yaşamıyorsunuz. Çünkü çevrenizde sizin gibi yapan bir yığın insan var. Körler sağırlar birbirini ağırlar, düsturunca yaşayıp gidiyorsunuz.

Dar kadro – Sergen Yalçın örneği

Ülkemizde üzerinde en çok konuşulan konulardan biridir futbol. Bu konuşmalar inceleme-araştırma ürünü bilgilere dayalı, zihin açıcı, zekice değerlendirmeler olmaktan çok, basmakalıp birtakım lafların değişik biçimlerde tekrarlanmasıdır. Aslında hiçbir geçerliliği olmayan birtakım laflar, mutlak gerçek olarak kabul edilir. Bu anlamsız gevezeliklerin, kimi zaman çok ağır maliyetleri de olabilir.

Bunlardan biri de, herhangi bir takımın başarılı olabilmesi için geniş kadroya sahip bulunması gerekliliği görüşüdür. Bu, düşünenler arasında bile tek kişinin itiraz etmediği bir futbol doğrusudur. Oysa gerçek, bunun tam tersidir; uygulamada defalarca böyle olduğu görülmüştür.

En yakın örnek, Beşiktaş ve Sergen Yalçın’dır. Geçen sezon daha dar bir kadro ile şampiyon olan Beşiktaş, bu yaz çok önemli takviyeler yapılmış olmasına karşın Şampiyonlar Ligi’nde tarihi bir fiyasko yaşadı, Süper Lig’deki durum da hiç parlak değil. Bunun sonucu da, şampiyon teknik direktörün, izleyen sezonun ilk devresini bile bitiremeden ayrılmak zorunda kalışı oldu.

Oysa siyah-beyazlı takım sezona fırtına gibi girmiş, ilk 5 maç sonunda güle oynaya şampiyon olacağı yolunda görüşler ortaya konulmuştu. Gelgelelim, önce sakatlık sorunu takımı epeyce hırpalamış, taşlar fena halde yerinde oynamış, bir daha da yerlerine koymak mümkün olamamıştı.

Üstelik neler olduğunu, bu takımın nasıl bu kadar düştüğünü teknik direktörü de açıklayamıyor. O kadar ki, Alanyaspor maçından sonra artık söylenecek bir şey kalmadığını düşünen Sergen Yalçın, futbolcularını suçluyor. Söyledikleri yapılmıyor, yani sözü dinlenmiyormuş.

İşte bu, ciddi bir kırılma noktası oldu. Sergen Yalçın’ın, hangi nedenle olursa olsun, oyuncuları suçlanmaması gerektiği ilkesinden habersiz olmadığını biliyoruz elbette. Ancak, tekraren kaybedilen bir maçın ardından ne diyeceğini bilememek de, aynı ölçüde büyük sorunlara yol açabiliyor.

Böyle bir ortamda yönetimin ‘hocamızın arkasındayız, sonuna kadar onunla devam edeceğiz’ söylemlerinin herhangi bir geçerliliğinin olamayacağını, bu işleri yakından izleyenler biliyordu. Nitekim, işin yürümeyeceğine iki taraf da kanaat getirdi ve ayrılık gerçekleşti. Aslında Borussia Dortmund’a farklı yenilmenin pek yıkıcı bir yanı yoktu, ama oyuncularla Sergen Yalçın arasındaki bağın tamamen kopmuş olduğu bu karşılaşmada açıkça görüldü.

İnsana doğruymuş gibi gelen yanlışlar

Sergen Yalçın bu sezon değişik türden sıkıntılar yaşadı. Sakatlıklar elbette ki bunların başında geliyordu. Ancak bütün oyuncular iyileştikten sonra da işleri toparlamak mümkün olamadı. Çünkü kadro çok genişlemiş ve bununla ilgili sorunlar da artmıştı. Özellikle dünya çapında ünlü birtakım oyuncuları yönetmek zorlaşmıştı.

İşte bu da, anlatılması çok zor bir durumun kim bilir kaçıncı kez ortaya çıkışıydı. Efendim, özellikle Şampiyonalar Ligi’nde oynayacaksanız kadronuz geniş olacak, her mevkide hazır iki adamınız bulunacak, hatta daha fazlası da olacak türünden palavralar bu ülkede çok tekrarlandı.

Üstelik insana doğruymuş gibi de geliyor, ama hiç de öyle değil. Zaten her mevkide iki iyi adam bulmak hiçbir durumda mümkün değil. Bunu dünyanın en güçlü kulüpleri bile yapamıyor. Çünkü aynı değerdeki adam çoğu zaman kulübede beklemek zorunda kaldığında elbette ki çekip gidiyor.

Bu nedenle siz de kadroyu genişletmek uğruna, elinizdekilerden hiçbir fazlası olmayan bir yığın adama dünyanın parasını ödüyorsunuz. Çok geçmeden de bu adamları nasıl göndereceğiz diye düşünmeye başlıyorsunuz. Bu süreçte hem başarılı olamazsınız hem de kendi yarattığınız sorunların içinde boğulur, kulübü de batırırsınız.

Bunu son 10 yıllık dönemde Trabzonspor yaptı. İbrahim Hacıosmanoğlu (2013-2015) döneminde çılgın transferler yapıldı, 40’a yakın adam alındı. Muharrem Usta (2015-2018) döneminde de pek frene basılmadı. Bordo-mavili takım o dönemde hiçbir başarı kazanamadığı gibi kendini borç batağı içinde buldu. Yakın dönem olmasına karşın, o yıllarda alınan oyuncuların hiçbiri şu an takımda değil. Gelip gidenler arasında başka takımlarda başarılı olan ve halen oynayanlar bulunuyor ama.

Kiralık yıldızlara söz geçmiyor

Bu kapsamda Sergen Yalçın’ın özellikle kiralık ünlü yıldızlara söz geçiremeyişi, çok bilinen bir durum. İşler iyi giderken sorun yok. Herkes mutlu. Teknik direktör de, yönetim de rahat. Ancak işler tersine döndüğünde işler karışıyor, ne yapılacağı bilinemiyor.

Böyle bir durumda kadronuzdaki oyuncu çokluğu da en büyük sorunlardan biri olarak karşınıza çıkıyor.

Beşiktaş bunu başka bir açıdan da yaşıyor. Örneğin, Oğuzhan Özyakup geçmişte bu takımın çok daha dar bir kadrosu varken milli takım kaptanlığına kadar yükselmişti. Şimdi Beşiktaş’ın rotasyonlu kadrolarına bile giremiyor. Üstelik sözleşmesinde yazılı ücreti dudak uçuklatacak boyutta.

Dar kadro-geniş kadro boyutunda daha söylenebilecek dünya kadar söz var, ama yerimiz yetmez. Bir küçük örnekle yetinelim: Fenerbahçe Ali Koç döneminde 60’ın üzerinde oyuncu transfer etti. Takımın bütün kulvarlarda aldığı sonuçları biliyorsunuz. Peki, aynı dönemde sarı-lacivertli takıma tek bir oyuncu bile alınmamış olsa sonuç daha kötü olabilir miydi?

Ben size söyleyeyim: Geride kalan 3 sezonda Fenerbahçe 1 şampiyonluk, 1 ikincilik, 1 de üçüncülükten aşağı düşmezdi. Fenerbahçe’nin aldığı kadar çok futbolcuyla değil Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde hiçbir teknik adam başarılı olamaz. Çünkü bir takım kurmaya çalışırken sezon biter!

Gençleştirme hareketi

Galatasaray 1971-72-73’te 3 sezon üst üste şampiyon olurken bu yükü taşıyan 14-15 oyuncu idi. 1996-2000 arasındaki 4 şampiyonluk ve UEFA Kupası başarısında da durum çok farklı sayılmazdı. Trabzonspor’un kazandığı 6 şampiyonluktaki posterlere baktığınızda, orada bile 15-16 oyuncu görürsünüz. Daha bunun gibi bir yığın örnek gösterebilirim.

Şu anda Fenerbahçe ile birlikte Galatasaray’ın çektiği sıkıntının da temel nedeni bu. Fatih Terim gençleştirme hareketine giriştiğine inanmamızı istiyor, ama gerçekte ne yaptığından çok da emin değil. Kadroda çok ağır maliyetli bir yığın yaşlı oyuncu bulunuyor ve bunlarla nasıl bir denge oluşturabileceğini kestiremiyor. Bu nedenle de, en az 5 kat daha maliyetli kadrosuyla Hatayspor, Konyaspor, Alanyaspor gibi rakiplerin gerisinde kalabiliyor.

Bugün dünyanın en güçlü takımlarının kadrolarında elbette bir yığın futbolcu var, ama sahaya genellikle aynı 14-15 adamla çıkıyorlar. Çünkü iyi bir takım oluşturup başarılı olmanın temel koşulu bu. Her hafta değişen 11’lerle çuvallar, rotasyon ve başka masallarla da kimseyi ikna edemezsiniz.

Dar kadronun psikolojisi daha güçlü olur, oyuncular arasında dayanışma daha üst düzeye çıkar. Böyle bir ortamda sorumluluk duygunuz gelişir, sakatlanmamak ve başka şekillerde takımdan uzak kalmamak için çok daha özenli davranırsınız. Kazanılacak maddi değerden de daha fazla pay alma şansınız olur. Hepsi bir araya geldiğinde, takımın başarısını artıran etkenler çıkar karşımıza.

Sonuç: Geniş kadro ile başarılı olunacağı futbol üzerine söylenmiş en doğru sözlerden biri gibi görünür, ama gerçek bunun tam tersidir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.

Ahmet Çakır
Ahmet Çakır
Ahmet Çakır - Spor yazarı, edebiyatla da ilgileniyor. Sporla ilgili 13 kitabı var. Edebiyatla ilgili Dostun Ölümü (Öykü) ve Bana Derler Balatlı (Anlatı) kitapları bulunuyor. 1980’de Dünyada ve Türkiye’de Sansür çalışması ile Yunus Nadi Ödülü kazandı. 1982’de Akademi Kitabevi Öykü ödülünü aldı. 12 yıl TRT’de ve sonrasında aralarında Hürriyet’in de bulunduğu çeşitli gazetelerde çalıştı. Radyo oyunları yazdı ve uyguladı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanını hem radyo oyunu hem sahne oyunu olarak uyarladı. Türkiye Spor Yazarları Derneği’nde başkan yardımcısı ve genel sekreter olarak iki dönem görev yaptı. TGC üyesi. Sportstv kanalında Sporsever programını yapıyor. Sürekli basın kartı sahibi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Sergen Yalçın neden başaramadı?

Ülkemizde futbol üzerine düşünen kişi sayısının azlığı ile konuşanların çokluğu arasındaki açıklığı nasıl tanımlayacağımı kestiremem. Birincisi, işi bu olanlar dâhil birkaç binle sınırlı olsa gerek; ikincisi ise on milyonlarla ifade edilebilir.

Gerçekten bilmek ile biliyormuş gibi yapmak arasında çok uzun bir yol ve derin bir uçurum var. Birincisi zahmetli. Araştırmak, okumak, öğrenmek, bu yolda sürekli bir çaba göstermek gerekiyor. İkincisinin ne kadar kolay olduğunu anlatmak ise sıkıcı olur.

Elbette ki bizde ikinci yol yeğleniyor. Her şeyi biliyormuş gibi görünmenin cazibesine dayanabilmek zor. Kaldı ki bundan dolayı herhangi bir sıkıntı da yaşamıyorsunuz. Çünkü çevrenizde sizin gibi yapan bir yığın insan var. Körler sağırlar birbirini ağırlar, düsturunca yaşayıp gidiyorsunuz.

Dar kadro – Sergen Yalçın örneği

Ülkemizde üzerinde en çok konuşulan konulardan biridir futbol. Bu konuşmalar inceleme-araştırma ürünü bilgilere dayalı, zihin açıcı, zekice değerlendirmeler olmaktan çok, basmakalıp birtakım lafların değişik biçimlerde tekrarlanmasıdır. Aslında hiçbir geçerliliği olmayan birtakım laflar, mutlak gerçek olarak kabul edilir. Bu anlamsız gevezeliklerin, kimi zaman çok ağır maliyetleri de olabilir.

Bunlardan biri de, herhangi bir takımın başarılı olabilmesi için geniş kadroya sahip bulunması gerekliliği görüşüdür. Bu, düşünenler arasında bile tek kişinin itiraz etmediği bir futbol doğrusudur. Oysa gerçek, bunun tam tersidir; uygulamada defalarca böyle olduğu görülmüştür.

En yakın örnek, Beşiktaş ve Sergen Yalçın’dır. Geçen sezon daha dar bir kadro ile şampiyon olan Beşiktaş, bu yaz çok önemli takviyeler yapılmış olmasına karşın Şampiyonlar Ligi’nde tarihi bir fiyasko yaşadı, Süper Lig’deki durum da hiç parlak değil. Bunun sonucu da, şampiyon teknik direktörün, izleyen sezonun ilk devresini bile bitiremeden ayrılmak zorunda kalışı oldu.

Oysa siyah-beyazlı takım sezona fırtına gibi girmiş, ilk 5 maç sonunda güle oynaya şampiyon olacağı yolunda görüşler ortaya konulmuştu. Gelgelelim, önce sakatlık sorunu takımı epeyce hırpalamış, taşlar fena halde yerinde oynamış, bir daha da yerlerine koymak mümkün olamamıştı.

Üstelik neler olduğunu, bu takımın nasıl bu kadar düştüğünü teknik direktörü de açıklayamıyor. O kadar ki, Alanyaspor maçından sonra artık söylenecek bir şey kalmadığını düşünen Sergen Yalçın, futbolcularını suçluyor. Söyledikleri yapılmıyor, yani sözü dinlenmiyormuş.

İşte bu, ciddi bir kırılma noktası oldu. Sergen Yalçın’ın, hangi nedenle olursa olsun, oyuncuları suçlanmaması gerektiği ilkesinden habersiz olmadığını biliyoruz elbette. Ancak, tekraren kaybedilen bir maçın ardından ne diyeceğini bilememek de, aynı ölçüde büyük sorunlara yol açabiliyor.

Böyle bir ortamda yönetimin ‘hocamızın arkasındayız, sonuna kadar onunla devam edeceğiz’ söylemlerinin herhangi bir geçerliliğinin olamayacağını, bu işleri yakından izleyenler biliyordu. Nitekim, işin yürümeyeceğine iki taraf da kanaat getirdi ve ayrılık gerçekleşti. Aslında Borussia Dortmund’a farklı yenilmenin pek yıkıcı bir yanı yoktu, ama oyuncularla Sergen Yalçın arasındaki bağın tamamen kopmuş olduğu bu karşılaşmada açıkça görüldü.

İnsana doğruymuş gibi gelen yanlışlar

Sergen Yalçın bu sezon değişik türden sıkıntılar yaşadı. Sakatlıklar elbette ki bunların başında geliyordu. Ancak bütün oyuncular iyileştikten sonra da işleri toparlamak mümkün olamadı. Çünkü kadro çok genişlemiş ve bununla ilgili sorunlar da artmıştı. Özellikle dünya çapında ünlü birtakım oyuncuları yönetmek zorlaşmıştı.

İşte bu da, anlatılması çok zor bir durumun kim bilir kaçıncı kez ortaya çıkışıydı. Efendim, özellikle Şampiyonalar Ligi’nde oynayacaksanız kadronuz geniş olacak, her mevkide hazır iki adamınız bulunacak, hatta daha fazlası da olacak türünden palavralar bu ülkede çok tekrarlandı.

Üstelik insana doğruymuş gibi de geliyor, ama hiç de öyle değil. Zaten her mevkide iki iyi adam bulmak hiçbir durumda mümkün değil. Bunu dünyanın en güçlü kulüpleri bile yapamıyor. Çünkü aynı değerdeki adam çoğu zaman kulübede beklemek zorunda kaldığında elbette ki çekip gidiyor.

Bu nedenle siz de kadroyu genişletmek uğruna, elinizdekilerden hiçbir fazlası olmayan bir yığın adama dünyanın parasını ödüyorsunuz. Çok geçmeden de bu adamları nasıl göndereceğiz diye düşünmeye başlıyorsunuz. Bu süreçte hem başarılı olamazsınız hem de kendi yarattığınız sorunların içinde boğulur, kulübü de batırırsınız.

Bunu son 10 yıllık dönemde Trabzonspor yaptı. İbrahim Hacıosmanoğlu (2013-2015) döneminde çılgın transferler yapıldı, 40’a yakın adam alındı. Muharrem Usta (2015-2018) döneminde de pek frene basılmadı. Bordo-mavili takım o dönemde hiçbir başarı kazanamadığı gibi kendini borç batağı içinde buldu. Yakın dönem olmasına karşın, o yıllarda alınan oyuncuların hiçbiri şu an takımda değil. Gelip gidenler arasında başka takımlarda başarılı olan ve halen oynayanlar bulunuyor ama.

Kiralık yıldızlara söz geçmiyor

Bu kapsamda Sergen Yalçın’ın özellikle kiralık ünlü yıldızlara söz geçiremeyişi, çok bilinen bir durum. İşler iyi giderken sorun yok. Herkes mutlu. Teknik direktör de, yönetim de rahat. Ancak işler tersine döndüğünde işler karışıyor, ne yapılacağı bilinemiyor.

Böyle bir durumda kadronuzdaki oyuncu çokluğu da en büyük sorunlardan biri olarak karşınıza çıkıyor.

Beşiktaş bunu başka bir açıdan da yaşıyor. Örneğin, Oğuzhan Özyakup geçmişte bu takımın çok daha dar bir kadrosu varken milli takım kaptanlığına kadar yükselmişti. Şimdi Beşiktaş’ın rotasyonlu kadrolarına bile giremiyor. Üstelik sözleşmesinde yazılı ücreti dudak uçuklatacak boyutta.

Dar kadro-geniş kadro boyutunda daha söylenebilecek dünya kadar söz var, ama yerimiz yetmez. Bir küçük örnekle yetinelim: Fenerbahçe Ali Koç döneminde 60’ın üzerinde oyuncu transfer etti. Takımın bütün kulvarlarda aldığı sonuçları biliyorsunuz. Peki, aynı dönemde sarı-lacivertli takıma tek bir oyuncu bile alınmamış olsa sonuç daha kötü olabilir miydi?

Ben size söyleyeyim: Geride kalan 3 sezonda Fenerbahçe 1 şampiyonluk, 1 ikincilik, 1 de üçüncülükten aşağı düşmezdi. Fenerbahçe’nin aldığı kadar çok futbolcuyla değil Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde hiçbir teknik adam başarılı olamaz. Çünkü bir takım kurmaya çalışırken sezon biter!

Gençleştirme hareketi

Galatasaray 1971-72-73’te 3 sezon üst üste şampiyon olurken bu yükü taşıyan 14-15 oyuncu idi. 1996-2000 arasındaki 4 şampiyonluk ve UEFA Kupası başarısında da durum çok farklı sayılmazdı. Trabzonspor’un kazandığı 6 şampiyonluktaki posterlere baktığınızda, orada bile 15-16 oyuncu görürsünüz. Daha bunun gibi bir yığın örnek gösterebilirim.

Şu anda Fenerbahçe ile birlikte Galatasaray’ın çektiği sıkıntının da temel nedeni bu. Fatih Terim gençleştirme hareketine giriştiğine inanmamızı istiyor, ama gerçekte ne yaptığından çok da emin değil. Kadroda çok ağır maliyetli bir yığın yaşlı oyuncu bulunuyor ve bunlarla nasıl bir denge oluşturabileceğini kestiremiyor. Bu nedenle de, en az 5 kat daha maliyetli kadrosuyla Hatayspor, Konyaspor, Alanyaspor gibi rakiplerin gerisinde kalabiliyor.

Bugün dünyanın en güçlü takımlarının kadrolarında elbette bir yığın futbolcu var, ama sahaya genellikle aynı 14-15 adamla çıkıyorlar. Çünkü iyi bir takım oluşturup başarılı olmanın temel koşulu bu. Her hafta değişen 11’lerle çuvallar, rotasyon ve başka masallarla da kimseyi ikna edemezsiniz.

Dar kadronun psikolojisi daha güçlü olur, oyuncular arasında dayanışma daha üst düzeye çıkar. Böyle bir ortamda sorumluluk duygunuz gelişir, sakatlanmamak ve başka şekillerde takımdan uzak kalmamak için çok daha özenli davranırsınız. Kazanılacak maddi değerden de daha fazla pay alma şansınız olur. Hepsi bir araya geldiğinde, takımın başarısını artıran etkenler çıkar karşımıza.

Sonuç: Geniş kadro ile başarılı olunacağı futbol üzerine söylenmiş en doğru sözlerden biri gibi görünür, ama gerçek bunun tam tersidir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.

Ahmet Çakır
Ahmet Çakır
Ahmet Çakır - Spor yazarı, edebiyatla da ilgileniyor. Sporla ilgili 13 kitabı var. Edebiyatla ilgili Dostun Ölümü (Öykü) ve Bana Derler Balatlı (Anlatı) kitapları bulunuyor. 1980’de Dünyada ve Türkiye’de Sansür çalışması ile Yunus Nadi Ödülü kazandı. 1982’de Akademi Kitabevi Öykü ödülünü aldı. 12 yıl TRT’de ve sonrasında aralarında Hürriyet’in de bulunduğu çeşitli gazetelerde çalıştı. Radyo oyunları yazdı ve uyguladı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanını hem radyo oyunu hem sahne oyunu olarak uyarladı. Türkiye Spor Yazarları Derneği’nde başkan yardımcısı ve genel sekreter olarak iki dönem görev yaptı. TGC üyesi. Sportstv kanalında Sporsever programını yapıyor. Sürekli basın kartı sahibi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x