2017 Mayıs’ında Amerikan Başkanı Donald Trump, ilk resmi yurtdışı ziyaretini Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiğinde ve Mısır ile Suud liderleriyle birlikte ışıklı küre önünde poz verdiğinde bu, yeni bir bölgesel ittifakın doğuşu olarak yorumlanmıştı. İttifakın ana aktörleri Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve ABD idi. Ana hedefleri ise İran, siyasal İslam ve radikal silahlı hareketlerdi. Görünüşte, bölgeye yeni bir ‘nizam’ vermek için ellerinde para da, planlar da, teknolojik ve askeri imkânlar da en ileri düzeyde mevcuttu.
Bu heyecanlı anın üzerinden 2,5 yıla yakın bir süre geçti. Artık o heyecandan eser kalmadığı gibi, bütün taraflar güçlerinin sınırlarını gördü. Daha da önemlisi, bölgeye ‘nizam’ verecek aktörler kendi dertlerine düştü. Hedef tahtasına oturttukları İran, iktisadi olarak ciddi bir şekilde sarsılsa da elinde tuttuğu asimetrik güç unsurları sayesinde kendisine yönelik her adımın maliyetini artırıyor.
Bu durumun analizini yapan yazılardan biri de Amos Harel imzasıyla 3 Ekim’de Haaretz gazetesinde yayınlandı.
İsrail’de yayınlanan gazetede 12 yıldır savunma analisti olarak makaleler kaleme alan Harel, “Netanyahu, Trump ve Muhammed bin Selman Kendi Dertlerine Odaklanmışken İran Karşıtı İttifak Sarsılıyor” başlıklı yazısında, İran karşıtı çizgiye öncülük eden üç liderin son günlerde kendi ülkelerindeki krizlere daldığını hatırlatıyor.
Bölgeye ‘nizam’ verecek aktörler kendi dertlerine düştü. Hedef tahtasına oturtmaya çalıştıkları İran, iktisadi olarak ciddi bir şekilde sarsılsa da elinde tuttuğu asimetrik güç unsurları sayesinde kendisine yönelik her adımın maliyetini artırıyor.
Trump, Netenyahu ve Bin Salman’ın başı dertte
Harel’in bahsettiği liderlerden ABD Başkanı Donald Trump, siyasi rakibi Joe Biden’ın oğlu hakkında Ukrayna’da bir soruşturma açtırmaya çalışması sebebiyle azil talebiyle karşı karşıya. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun da başı üç ayrı yolsuzluk davasıyla dertte. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ise bir yandan babası Kral Selman’ın yakın korumasının gizemli ölümüyle sıkıntı yaşarken, diğer yandan Cemal Kaşıkçı suikastının yıldönümü nedeniyle ülkesi yeniden küresel bir eleştiri bombardımanı altında.
Buna mukabil İran’ın liderleri, Harel’e göre, Amerikan yaptırımları ve ülkenin iktisadi sıkıntılarına rağmen daha rahat günler geçiriyorlar.
Eylül ayında Suudi petrol tesislerine yönelik Yemenli Husilerin üstlendiği karmaşık ve yıkıcı saldırıdan İran sorumlu tutulmuş olsa da, Riyad veya Washington’dan herhangi bir askeri karşılık gelmedi. Tam tersine, Suudi Arabistan, Tahran’la diyalogu desteklediğini belli etmek durumunda kaldı.
Harel, yazısında Politico web sitesinde yayınlanan bir haberi de aktarıyor. Sözü geçen haber, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yürüttüğü mekik diplomasisi sayesinde Trump ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin, nükleer müzakerelere yeniden başlamanın temeli olarak dört maddelik bir belge üzerinde anlaştığını öne sürüyor. Haberin başka bir iddiası da Trump ve Ruhani’nin az kalsın buluşacağı ama bu buluşmadan son anda Trump’ın değil, Ruhani’nin vazgeçtiği yönünde.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yürüttüğü mekik diplomasisi sayesinde Trump ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin, nükleer müzakerelere yeniden başlamanın temeli olarak dört maddelik bir belge üzerinde anlaştığı öne sürülüyor.
İran’ın İsrail karşısında eli güçleniyor
Harel, yazısında son dönemde dengeleri değiştirici diğer gelişmelere de değiniyor:
“Bu arada Yemen’deki iç savaşta, Birleşik Arap Emirlikleri’nin müdahilliğini azaltma kararı almasından kısa bir süre sonra, Suudilerin ve müttefiklerinin İran destekli Husi isyancılar eliyle bir yenilgi aldığına dair haberler var. Dahası, 30 Eylül Pazartesi günü Irak ile Suriye arasında kilit önemdeki bir hudut kapısı yeniden açıldı. Bu, Tahran’ın İran’dan Lübnan’a uzanan ‘kara köprüsü’nün kontrolünü canlandıracak.”
Yazar, Tahran’ın Mayıs 2018’de Trump’ın tartışmalı nükleer anlaşmadan çekilme kararından sonra kendisini dip bir pozisyonda bulduğuna dikkat çekiyor. O dönemde iktisadi krizin tahammül edilemez göründüğünü ve Amerikan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo İran’a azami baskı uygulamak üzere 12 maddelik planı sunduğunda birçoklarının bunu, sonunda rejim değişikliğini hedefleyen bir adım olarak algıladığını hatırlatıyor.
Ancak yazara göre, aşağı yukarı 1,5 yıl sonra işler daha farklı görünüyor:
“Trump, -Ortadoğu’da bölgesel bir savaşa tutuşmaktan haklı olarak korkarak ve yeniden nükleer müzakerelere yol açabilecek bir buluşma ümidiyle Ruhani’yi kazanmaya çalışarak- İran’a karşı askeri bir hareketi engelledi. Amerikan kafa karışıklığına eşlik eden bir de Avrupa’nın zafiyeti ve Suud’un güçsüzlüğü söz konusu.“
“Trump, -Ortadoğu’da bölgesel bir savaşa tutuşmaktan haklı olarak korkarak ve yeniden nükleer müzakerelere yol açabilecek bir buluşma ümidiyle Ruhani’yi kazanmaya çalışarak- İran’a karşı askeri bir hareketi engelledi. Amerikan kafa karışıklığına eşlik eden bir de Avrupa’nın zafiyeti ve Suud’un güçsüzlüğü söz konusu.
Harel, Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilmesinden sonra Netanyahu’nın ABD Başkanı’yla yakın ilişkisiyle iftihar ettiğini hatırlatıyor.
“Hayranları, onun Amerikan Başkanı üzerindeki nüfuzunu göklere çıkardılar, Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin’le gerçekleştirdiği sayısız buluşmayla coştular ve Esed rejimi güney Suriye’nin kontrolünü yeniden ele geçirdikten sonra, Moskova’nın İranlıları İsrail-Suriye sınırından uzak tutma taahhüdünü aralarındaki ilişkinin gücüne bir kanıt olarak sundular” diyor ve ekliyor:
“Pratikte ise bu başarının oldukça sınırlı olduğu ortaya çıktı. Son birkaç haftadır Netanyahu, Trump’ın İranlılarla müzakereleri yeniden başlatmaya yöneldiğini kısmen itiraf etti. (…). Suriye’de İran birlikleri İsrail sınırından tamamen uzaklaştırılmadı. Dahası Hizbullah, Golan Tepeleri’nin Suriye tarafında nüfuzunu derinleştiriyor. İran Devrim Muhafızları’nın, Hizbullah’a gizlice silah kaçırmalarının ve Lübnan’da hassas güdümlü füze seri üretim hatları inşa etmeye kalkışmalarının yanı sıra, Suriye’nin dört bir yanına askeri olarak yerleşme çabaları hâlâ devam ediyor.”
Soğuk resim
Yazar Amos Harel, İsrail’in önde gelen askeriye muhabirlerinden birisi. Yazısında, İsrail askeri istihbaratının araştırma birimi komutanı Tuğgeneral Dror Şalom’un Israel Hayom gazetesine verdiği mülakatın önemli kısımlarını da aktarıyor.
Buna göre, Şalom “Resim çok daha iç karartıcı” tespitini yapıyor ve şunları söylüyor: “Her şey İran yörüngesinde dönüyor. (…) Tehlikeli bir virajda İran’la karşı karşıyayız ve direksiyona sımsıkı sarılmamız lazım.”
Uzun süredir yaygın kabul gören ‘Netanyahu savaştan sakınan biri olduğundan statüko devam edecektir’ varsayımı aşınmaya başladı.
Tuğgeneral Şalom, nükleer anlaşmayla ilgili birkaç muhtemel senaryodan bahsediyor: (i) ABD-İran müzakereleri, (ii) İsrail’i de içine çekebilecek sürekli bir askeri tırmanma, (iii) anlaşmanın İran tarafından daha ciddi ihlali.
Şalom, İran’ın Suriye’ye ve Irak’a kruz/seyir füzeleri sevk ettiğini ima ederken, Tahran’ın kendisine yönelik son saldırıların intikamını almak için Irak’ın batısından İsrail’e seyir füzeleri, karadan karaya füzeler veya insansız hava araçları yollama ihtimalini “son derece makul bir seçenek” olarak niteliyor.
Yazara göre, İranlıların Suudi Arabistan’a [Aramco tesislerine yönelik] son saldırılarında gösterdikleri kapasite ışığında, bu son derece yerinde bir ikaz gibi görünüyor.
Harel yazısının sonunda, İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in geçen hafta Netanyahu’ya hükümeti kurma görevi verdiğinde Netanyahu’nun ulusal birlik hükümeti kurma gerekliliğini İran’la gerginliğe değinerek meşrulaştırdığını da hatırlatıyor.
Netanyahu’nun, İran tehdidini “inanılmaz bir hızda yaklaşan ve kapımıza çoktan ulaşan muazzam bir güvenlik meydan okuması” olarak tanımlamasına ve “İran tehdidiyle baş etmek için güçlerimizi birleştirmemiz lazım, çünkü halkımızın birliğe ihtiyacı var” sözlerine atıfta bulunan Harel yazısını şu cümleyle bitiriyor:
“Uzun süredir yaygın kabul gören ‘Netanyahu savaştan sakınan biri olduğundan statüko devam edecektir’ varsayımı aşınmaya başladı.”
Bu yazı ilk kez 9 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.