İdlib korona dinlemiyor: Yeni çatışma kapıda

Korona salgını Suriye’yi de vuruyor ama bu yeni çatışma dinamikleri gelişmesine engel olmuyor. Bu seferki çatışmaların temel dinamiği ne olacak? İran’ın İdlib’deki yeni rolü ne? İdlib’de radikal gruplar nasıl davranacak? Türkiye ne yapacak? Doç. Serhat Erkmen yazdı.

Koronavirüs salgını nedeniyle birçok yerde hayat durma noktasına gelmiş gibi gözükse de durum İdlib için hiç de öyle değil. Hatta İdlib’in yeni bir çatışma dalgasına süreklendiğini söylemek de mümkün. Bu yazı o çatışma dalgasına nasıl sürüklenmeye devam ettiğimizi anlamak için bir öncü olacak. Çünkü bir sonraki aşama öncekinden nitel ve nicel farklar içerecek gibi duruyor.

Ateşkesten sonra ne oldu?

İdlib’de 34 Türk askerinin şehit edilmesinden sonra Rusya ve Türkiye bölgede rejim ve muhalifler arasında ateşkes yapılması için anlaşmıştı. Bu ateşkese göre, İdlib’in doğu bölgesi ve güneyi rejim kontrolünde, merkezi ve batısı da muhalefette kalmıştı. İdlib’i doğu-batı ekseninde kat eden M4 otoyolunda Türk ve Rus askerlerinin ortak devriye yapması kararlaştırılmıştı.

Ateşkesten hemen sonra bu sürecin işlemeyeceğini söyleyen ve kırılgan olduğunu belirtenler çoğunluktaydı. O günlerde aynı fikirde olmadığımı yazmıştım. Hâlâ aynı noktadayım. Evet, İdlib’de bir çatışma dalgası daha geliyor. Fakat bu dalga ateşkesin bozulması değil de tamamlayıcı parçası gibi. Yeni olası çatışmada, bir önceki gibi Türkiye ve Rusya’nın kıyasıya karşı karşıya olduğu bir aşama olacağa benzemiyor. Elbette, iki temel güç Rusya ve Türkiye olmaya devam edecek fakat süreç kontrollü devam edebilirse olası çatışma, iki ülke arasındaki iş birliğini yok edecek bir nitelik taşımayacak. Karşımızda yeni aktörler, yeni dengeler ve yeni hesaplaşmalar bulacağız.

Öncelikle şunun altını çizelim; yaşanan ihlaller ateşkesin sonunu getirmeyecek. Nereden mi biliyoruz? Mart’ın 6’sında, yani ateşkesin ertesi günü ilk ihlal gerçekleşti. 7 Mart’ta Suriye Ordusu, ateşkes metninde bir çeşit “gri” alan olarak kalan M4’ün güneyini vurmaya başladı bile. İdlib’deki muhalif gruplar da Şam’dan geri kalmadı. Henüz ortak devriyelere ilişkin müzakereler tamamlanmadan M4’ün üzerindeki 1 köprüyü bombayla kullanılamaz hale getirerek tavırlarını ortaya koydular. Yine aynı gün Rusya’nın Hımeym Hava Üssü’ne başarısız bir drone saldırısı düzenlediler. Ertesi gün ise İran yanlısı milis gruplar Atarib civarında Türk konvoyuna ateş açtı. Yani, ilk günden itibaren ateşkes ihlalleri hiç kesilmedi.

Fakat, bunların hiçbiri müzakereleri ve uygulama safhasına geçilmesini engellemedi. İhlaller 2-3 günle de sınırlı kalmadı. Yazının yazıldığı gün dahi karşılıklı saldırılar gerçekleşti. Ancak, yeni bir çatışma dalgasının habercisi olan işaret, bu ihlaller değil. Bunlar maalesef Suriye şartları düşünüldüğünde “sıradanlaşan” olaylar. Örneğin, YPG’nin 2018 Mart’ından sonra kaç kez Tel Rifat’tan Azez ve Afrin’e, 2019 Ekim’inden sonra Tel Tamir, Ayn Al Arap ve Ayn İsa’dan Barış Pınarı’na yaptığı saldırıları izlerseniz ne demek istediğimi anlarsınız. Ateşkesi bozan ya da çatışma dalgasına neden olan irili ufaklı saldırılar ya da karşılıklı sinir harbi yaratan vur-kaçlar değil. Çatışma dalgasının arkasında daha ciddi dinamikler bulunuyor.

Yeni dinamikler ve savaşan taraflar

Karşımızda iki temel olgu var. Birincisi, yeniden bir çatışma olacağı açık ve bu kez sadece Rusya ve Suriye Ordusu değil, İran ve Türkiye de tam bir hazırlık içinde. Yani çatışma çok hassas dengelere bağlı olarak devam edecek. Kontrolü zor, her türlü tırmanmaya, genişlemeye ve provokasyona açık bir süreç bizi bekliyor.

Başlayacağı alanı kestirmek güç değil. Suriye Ordusu ve iş birliği yaptığı gruplar, M4 yolunun güneyinde Maarat El Numan’ın batısında kalan köylerden başlayarak Cebel Zaviye, Şeşhabo Dağı ve bunların kontrol ettiği çevreyi ele geçirmeye çalışacak. Bu nedenle olaylar başladığında adını ilk önce öğreneceğimiz yerleri şimdiden not edelim: El Bara, Kansafra, Kafar Uveyd. Sonrası, çatışmanın gidişatına bağlı.

Olayın başlayacağı yer belli olsa da nerede duracağını kestirmek zor. Çünkü, aşağıda ele alacağımız gibi yeni dengeler ve faktörler ortaya çıktı. Eğer, 5 Mart Mutabakatı’na uyumlu bir biçimde sadece M4’ün güneyinde kalan alanlarla sınırlı kalırsa çatışma yaklaşık 600 km2lik bir alanda gerçekleşecek. Yine de çatışmanın sertliğini küçümsemeyiniz. Alan son derece sert, Batı Halep’in düzlüklerine Güney İdlib’in yol hatlarına benzemiyor.

“Helikopter varil bombaları atar; olmadı uçak gelir vurur; halk çekilir; muhalifler dayanamaz; Suriye Ordusu ve müttefikleri ilerler” şeklinde yürüdüğü düşünülen senaryosu bu hatta işlemez. Operasyon öncesi siyasi dengeler ve Ortadoğu denklemindeki değişikliklere göre bir köyün alınması haftalar ya da saatler sürebilir. Şu anda beklenti, çatışmanın bu bölgeyle sınırlı kalması. Ancak çatışmanın tüm olası tarafları her türlü ihtimale, yani çatışma sahasının genişlemesi olasılığına dayalı olarak aralıksız bir biçimde askeri pozisyonlarını güçlendiriyor.

Çatışacak gruplar: Kimler var? Ne değişti?

İkinci olgu ise, çatışmanın olası taraflarının kendi iç dengelerindeki önemli bir değişim yaşanmış olması. Önce Suriye tarafını ele alalım. İdlib Operasyonu’nun ilk aşamasında (Mayıs – Ağustos 2019) İran ve onun Suriye’deki vekillerinin rolü son derece sınırlıydı. Çatışmanın sonlarında Batı Halep kırsalında görülseler de, tüm kritik hamleler Rusya tarafından yapıldı. Açık bir biçimde Rusya, İran’ı İdlib Operasyonu’ndan uzak tutmak istiyordu.

Bunun muhtemelen en önemli nedeni, İran ve Rusya arasında Suriye’nin tamamını kapsayan çapta bir güç mücadelesinin sürmesiydi. Nitekim 2011’den beri Esad Yönetimi’ni koruma hususunda uzlaşan ve Rejim’in ayakta kalmasını sağlayan bu iki devlet 2017’den beri artan bir biçimde Suriye’de el altından rekabet halindeler. Rusya’nın İran’ı Suriye’nin geleceğinde bir ortak olarak görmediği açık. İç savaşa mezhepsel boyut katarak radikal grupların önce kök salmasını sonra da güçlenmesini sağlayan İran’dı.

Suriye’de İran’ın rolü nasıl değişti? Bu durum İdlib’e nasıl yansıyor?

Şimdi, Suriye saflarında İran’ın oynadığı rolde bir değişim yaşanıyor. Mayıs-Ağustos arasındaki operasyonda dışlanan İran, son çatışmada dar bir alanda (Batı Halep kırsalında) işin içindeydi. Şimdi ise göstergeler durumun değiştiğini ortaya koyuyor.

8 Mart’tan itibaren İran yanlısı gruplar Halep’in batısı ve yakında patlayacak çatışma bölgesine büyük bir yığınak yaptılar. Önce Rejim yanlısı Ulusal Savunma Güçleri’nin yerini Batı Halep’te Fatimi Tugayları aldı. Bir hafta kadar sonra İran Suriye’de çoğu güneyde toplamış olduğu milislerden oluşan 9 bin kişilik yeni bir birim kurdu. Aynı günlerde Batı Halep’te bir kısmı Atarib bir kısmı Serakib civarına olmak üzere Zeynebiyun Tugayı, Fatimi Tugayı ve Nuceba Milisleri’ni yerleştirdi. Hatta, İran, sahadaki vekillerinin yönetilmesinde önemli bir rol oynayan kritik askeri karargahlarından birisini Halep yakınlarındaki bir askeri akademiye taşıdı. Son olarak, 2019 boyunca Lazkiye Cephesi’nde aldığı darbelerle neredeyse savaşamaz hale gelen Suriye Ordusu 4. Tümeni’ne Rusya’nın desteğiyle çok sayıda zırhlı, tank ve ağır silah takviyesi yapıldı.

Şimdi, bütün bu detaylar ne anlama geliyor diye aklınızdan geçiriyorsunuz muhtemelen. O zaman sırayla gidelim ve durumu biraz daha netleştirelim.

Fatimi Tugayları, İran’ın Afganistan’daki Şiiler ile ülkesindeki Afgan mülteciler arasından topladığı Şiiler arasından oluşturduğu ve 2012’den beri çatışmanın içinde olan bir grup. Zeynebiyun ise Pakistanlı Şiilerden devşirdiği militanlardan oluşuyor. Nuceba Milisleri ise Iraklı Şiilerden ibaret. Uzun bir süredir başta Suriye’nin doğusu olmak üzere faaliyet gösteren en aktif gruplardan birisi. Yani, Suriye’nin her yerinde görmeye “alışkın” olduğumuz Lübnan Hizbullah’ının dışında gruplardan bahsediyoruz.

Bu grupları nereden mi tanıyoruz? Şubat ayı sonlarında Serakib’teki çatışmaya katılan bu milis gruplar kanlı eylemlere imza atınca, Halep’in batısındaki karargahları TSK tarafından vurulmuştu. Üst düzey komutanları dâhil 50 kadar kayıp vermişlerdi. Şimdi bu gruplar yeniden ve daha kalabalık olarak geliyorlar.

Peki, 4. Tümen’in bu gruplarla ne ilişkisi var? Aslında gruplarla yok. Fakat, bu birimin komutanı Mahir Esad İran’a yakınlığıyla bilinir. Geçen yıl, Ruslar tarafından en zor cepheye gönderilip, büyük bir başarısızlığa uğrayınca cephe gerisinde önemsiz bir yere çekildi. Lazkiye Cephesi’nde Cisr Es Şughr yani M4’ün en kritik bölgesine ulaşan cephenin kilit noktası olan Kibbene taraflarında TİP(Türkistan İslami Partisi) , HTŞ ve İmam Buharı Ketibesi karşısında tam anlamıyla harap olmuştu, çatışma kapasitesini yitirmişti. Şimdi, takviye edilerek sahaya sürülmesi anlamlı.

Sorulması gereken bir diğer mantıklı soru da şu: İran’ın vekilleri neden sahaya yeniden indi?

5 Mart öncesi Suriye Ordusu’nun kritik birimleri ağır kayıplar verdi. Bu kayıplar öyle bir ayda toparlanacak gibi değil. Hele son günlerde koronavirüsünün Suriye Ordusu ve milisleri de etkilediği haberleri ışığında salgının Suriye Ordusu üzerindeki etkisi dikkate alınırsa toparlanma daha da zor. Şimdi dar alanda başlayacak çatışma için daha çok asker gerekiyor. Çünkü, eğer çatışma sertleşirse dar bir alanda çok fazla kayıp vermeye hazır olması lazım. İşte burada İran’ın kullandığı kalabalık grupların insan gücü olarak oynadığı rol devreye giriyor. Ayrıca, bir süredir Rusya, İran’ın Suriye’nin güneyinden çekilmesi için baskı yapıyor; İran ve Hizbullah bunu dinlemiyordu. Bu durum, İsrail’in hava saldırılarına Rusya’nın tepki göstermemesinin en önemli nedeniydi. Bir anlamda İran, militanları kuzeye kaydırarak İsrail’in önünden çekiyor. Ancak bu şimdilik kısmi bir çekilme. Irak-Lübnan bağlantısını kaybettikten sonra İran’ın Suriye’deki çatışmaya dahil olmasının anlamı çok azalacağından uzun süreli olması beklenmemeli.

Türkiye-Ilımlı Muhalefet-Radikaller arasında değişen denge

İç dengelerdeki değişim sadece Suriye-Rusya-İran arasında gerçekleşmedi. Türkiye ve muhalif gruplar arasında da önemli bir değişim süreci var. Öncelikle şunun altını çizelim; Suriye Milli Ordusu (SMO) ve Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne bağlı gruplarla Türkiye arasındaki yakın iş birliği devam ediyor. Hatta bu iş birliği derinleşiyor. İdlib’de yeni bir birliğin kurulması, daha çok SMO unsurunun bölgeye gelmesi ve daha önce bulunmadıkları bölgelere konuşlanmaları dikkat çekici. Bu durum önceki yazılarımda bahsettiğim “güvenli bölge” seçeneğinin sessizce hayata geçtiğini gösteriyor.

Fakat, daha önemli bir süreç yaşanıyor. Radikal-muhalif ayrımı ve bu sorunun nasıl çözüleceği meselesi yavaş yavaş Türkiye’nin omuzlarına kalıyor. 5 Mart Mutabakatı çerçevesinde anlaşılan ortak devriyenin gerçekleşmemesi için HTŞ, El Kaide bağlantılı Huraseddin Örgütü ve diğer küçük radikal gruplar her türlü zorluğu çıkarıyor. Önce gösteri düzenlediler, sonra oturma eylemi. Yetmeyince yolları bozdular, bazı yerleri patlattılar. 19 Mart tarihinde TSK’ya Muhambel civarında gerçekleştirilen ve 2 askerimizin şehit olduğu saldırıyı “radikaller”in düzenlediği açıklandı. 5 gün sonra 24 Mart’ta da Sfuhen köyü civarındaki konvoyumuza aynı gruplar mayınlı saldırı düzenledi.

Radikaller denilince ne anlamalıyız?

“Radikal”, aslında son derece göreceli bir kavram. HTŞ radikal bir örgüt. Lideri, Ebu Muhammed Culani örgütü dönüştürme arayışında. Ancak, HTŞ gerek ateşkese gerekse sonrasındaki devriyelere karşı olduğunu açıkça gösterdi. Elbette, ılımlılaşarak meşruiyet arayışında olan bir örgüt Türkiye’yi hedef alarak bunu yapamaz. Fakat, HTŞ, üniter ve güçlü bir hiyerarşiye dayalı bir örgüt olmaktan ziyade çok sayıda küçük grubu barındırıyor.

Böyle olunca “lider ne derse o olur” yaklaşımı geçersiz. Bir bölgedeki güçlü bir komutan ya da “emir” olarak adlandırılan bir kişinin yaptıkları birçok şeyi değiştirebiliyor. Bunu son dönemde M4’ün güneyinde birkaç kez gördük. HTŞ’den ılımlı bir yapı çıkar mı? Bence çıkmaz. Fakat, anlaşılan önümüzdeki aylarda bunu daha detaylı konuşacağız. Şu anda ise öncelikli sorun onlar değil.

Şu anda asıl gündem Huraseddin. Kendisini Suriye’de El Kaide’nin gerçek temsilcisi olarak niteliyor. En önemli liderlerinden bazıları bir süre önce ABD operasyonunda öldürüldü. Fakat hâlâ güçlü bir lideri var. El Kaide’ye biatlı çok sayıda küçük grubun birleşiminden oluşan bu örgütün “ketibe” denilen yapıları zaman zaman kendi liderliğinin bile dışında hareket edebiliyor. Fakat burada mesele şu; örgütler bu gevşek yapılanmayı “biz yapmadık, şuradaki radikal grup” yaptı şeklinde kullanma yoluna gidiyorlar. Oysa, şurası açık, Türkiye’nin İdlib’e bu kadar büyük bir askeri güçle girmesinden ne HTŞ ne de Huraseddin benzeri yapılar hiç de memnun değil.

Türkiye ne yapacak?

Daha önce de belirtmiştim. Türkiye’nin İdlib’deki yeni askeri yapılanması sadece saldırıları gözlemlemek amacıyla oluşturulup, tertiplenmiş değil. Çatışmaya hazır, son derece güçlü birliklerden oluşuyor. Bu askeri güç, Suriye Ordusu’nun İdlib halkına saldırılarına karşı olabileceği gibi, İdlib’de düzeni bozan ve Türkiye’nin güvenliği ve çıkarlarına aykırı hareket eden gruplara karşı da kullanılabilir. Hatta orta vadede İdlib’de düzen sağlanması planlanıyorsa, kullanılacaktır da.

Ancak, bu radikal grupların son dönemdeki en önemli sorunu ve M4’teki devriyeyi bozmalarının temel nedeni, ekonomik. M5’in denetimini kaybeden HTŞ ve bağlı grupları; M4 üzerindeki denetimlerini de yitirince yol kontrolünden sağladıkları büyük gelirleri kaybedecekler. Kısa bir süre öncesine kadar Rejim tarafıyla yapılan ticaret, sınır kapılarının ve yolların denetiminden gelir elde eden gruplar sınırın ve yolların denetimini kaybetmeleri nedeniyle oluşan bu yeni durumu kabul edilemez buluyor. Bu durumda, Türkiye’nin İdlib’deki etkinliğinin artmasıyla SMO ve benzerlerinin güçlenmesi halinde İdlib’deki kontrolü zora girecek olan bu grupların yakın gelecekte daha büyük bir sorun haline gelmesi mümkün. Fakat henüz değil, çünkü çatışma bu kadar yakınken, İdlib’in iç bölgelerinde kıyasıya bir mücadele zamanı henüz gelmemiş gibi duruyor.

Özetle, İdlib’de yeni bir çatışma yaklaşıyor. Fakat bu çatışma, öncekinden farklı olarak, ateşkesin sürmesinde Rusya ve Türkiye’nin hemfikir olması ve çatışacak tarafların kendi arasındaki iç dengeleri nedeniyle çok büyük ve geniş çaplı olmayacaktır. Hatta, yaşanacak çatışma ateşkesin ihlali değil, belki de tamamlayıcı parçası olacak. Çatışmanın süresi ve sertliği coğrafya ile yakından ilintili görünüyor. Fakat, ağır darbeler alan taraf, çatışma bölgesini genişletmek isterse işte o zaman şubat ayına geri dönebiliriz.

Twitter: @SerhatErkmen

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 6 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İdlib korona dinlemiyor: Yeni çatışma kapıda

Korona salgını Suriye’yi de vuruyor ama bu yeni çatışma dinamikleri gelişmesine engel olmuyor. Bu seferki çatışmaların temel dinamiği ne olacak? İran’ın İdlib’deki yeni rolü ne? İdlib’de radikal gruplar nasıl davranacak? Türkiye ne yapacak? Doç. Serhat Erkmen yazdı.

Koronavirüs salgını nedeniyle birçok yerde hayat durma noktasına gelmiş gibi gözükse de durum İdlib için hiç de öyle değil. Hatta İdlib’in yeni bir çatışma dalgasına süreklendiğini söylemek de mümkün. Bu yazı o çatışma dalgasına nasıl sürüklenmeye devam ettiğimizi anlamak için bir öncü olacak. Çünkü bir sonraki aşama öncekinden nitel ve nicel farklar içerecek gibi duruyor.

Ateşkesten sonra ne oldu?

İdlib’de 34 Türk askerinin şehit edilmesinden sonra Rusya ve Türkiye bölgede rejim ve muhalifler arasında ateşkes yapılması için anlaşmıştı. Bu ateşkese göre, İdlib’in doğu bölgesi ve güneyi rejim kontrolünde, merkezi ve batısı da muhalefette kalmıştı. İdlib’i doğu-batı ekseninde kat eden M4 otoyolunda Türk ve Rus askerlerinin ortak devriye yapması kararlaştırılmıştı.

Ateşkesten hemen sonra bu sürecin işlemeyeceğini söyleyen ve kırılgan olduğunu belirtenler çoğunluktaydı. O günlerde aynı fikirde olmadığımı yazmıştım. Hâlâ aynı noktadayım. Evet, İdlib’de bir çatışma dalgası daha geliyor. Fakat bu dalga ateşkesin bozulması değil de tamamlayıcı parçası gibi. Yeni olası çatışmada, bir önceki gibi Türkiye ve Rusya’nın kıyasıya karşı karşıya olduğu bir aşama olacağa benzemiyor. Elbette, iki temel güç Rusya ve Türkiye olmaya devam edecek fakat süreç kontrollü devam edebilirse olası çatışma, iki ülke arasındaki iş birliğini yok edecek bir nitelik taşımayacak. Karşımızda yeni aktörler, yeni dengeler ve yeni hesaplaşmalar bulacağız.

Öncelikle şunun altını çizelim; yaşanan ihlaller ateşkesin sonunu getirmeyecek. Nereden mi biliyoruz? Mart’ın 6’sında, yani ateşkesin ertesi günü ilk ihlal gerçekleşti. 7 Mart’ta Suriye Ordusu, ateşkes metninde bir çeşit “gri” alan olarak kalan M4’ün güneyini vurmaya başladı bile. İdlib’deki muhalif gruplar da Şam’dan geri kalmadı. Henüz ortak devriyelere ilişkin müzakereler tamamlanmadan M4’ün üzerindeki 1 köprüyü bombayla kullanılamaz hale getirerek tavırlarını ortaya koydular. Yine aynı gün Rusya’nın Hımeym Hava Üssü’ne başarısız bir drone saldırısı düzenlediler. Ertesi gün ise İran yanlısı milis gruplar Atarib civarında Türk konvoyuna ateş açtı. Yani, ilk günden itibaren ateşkes ihlalleri hiç kesilmedi.

Fakat, bunların hiçbiri müzakereleri ve uygulama safhasına geçilmesini engellemedi. İhlaller 2-3 günle de sınırlı kalmadı. Yazının yazıldığı gün dahi karşılıklı saldırılar gerçekleşti. Ancak, yeni bir çatışma dalgasının habercisi olan işaret, bu ihlaller değil. Bunlar maalesef Suriye şartları düşünüldüğünde “sıradanlaşan” olaylar. Örneğin, YPG’nin 2018 Mart’ından sonra kaç kez Tel Rifat’tan Azez ve Afrin’e, 2019 Ekim’inden sonra Tel Tamir, Ayn Al Arap ve Ayn İsa’dan Barış Pınarı’na yaptığı saldırıları izlerseniz ne demek istediğimi anlarsınız. Ateşkesi bozan ya da çatışma dalgasına neden olan irili ufaklı saldırılar ya da karşılıklı sinir harbi yaratan vur-kaçlar değil. Çatışma dalgasının arkasında daha ciddi dinamikler bulunuyor.

Yeni dinamikler ve savaşan taraflar

Karşımızda iki temel olgu var. Birincisi, yeniden bir çatışma olacağı açık ve bu kez sadece Rusya ve Suriye Ordusu değil, İran ve Türkiye de tam bir hazırlık içinde. Yani çatışma çok hassas dengelere bağlı olarak devam edecek. Kontrolü zor, her türlü tırmanmaya, genişlemeye ve provokasyona açık bir süreç bizi bekliyor.

Başlayacağı alanı kestirmek güç değil. Suriye Ordusu ve iş birliği yaptığı gruplar, M4 yolunun güneyinde Maarat El Numan’ın batısında kalan köylerden başlayarak Cebel Zaviye, Şeşhabo Dağı ve bunların kontrol ettiği çevreyi ele geçirmeye çalışacak. Bu nedenle olaylar başladığında adını ilk önce öğreneceğimiz yerleri şimdiden not edelim: El Bara, Kansafra, Kafar Uveyd. Sonrası, çatışmanın gidişatına bağlı.

Olayın başlayacağı yer belli olsa da nerede duracağını kestirmek zor. Çünkü, aşağıda ele alacağımız gibi yeni dengeler ve faktörler ortaya çıktı. Eğer, 5 Mart Mutabakatı’na uyumlu bir biçimde sadece M4’ün güneyinde kalan alanlarla sınırlı kalırsa çatışma yaklaşık 600 km2lik bir alanda gerçekleşecek. Yine de çatışmanın sertliğini küçümsemeyiniz. Alan son derece sert, Batı Halep’in düzlüklerine Güney İdlib’in yol hatlarına benzemiyor.

“Helikopter varil bombaları atar; olmadı uçak gelir vurur; halk çekilir; muhalifler dayanamaz; Suriye Ordusu ve müttefikleri ilerler” şeklinde yürüdüğü düşünülen senaryosu bu hatta işlemez. Operasyon öncesi siyasi dengeler ve Ortadoğu denklemindeki değişikliklere göre bir köyün alınması haftalar ya da saatler sürebilir. Şu anda beklenti, çatışmanın bu bölgeyle sınırlı kalması. Ancak çatışmanın tüm olası tarafları her türlü ihtimale, yani çatışma sahasının genişlemesi olasılığına dayalı olarak aralıksız bir biçimde askeri pozisyonlarını güçlendiriyor.

Çatışacak gruplar: Kimler var? Ne değişti?

İkinci olgu ise, çatışmanın olası taraflarının kendi iç dengelerindeki önemli bir değişim yaşanmış olması. Önce Suriye tarafını ele alalım. İdlib Operasyonu’nun ilk aşamasında (Mayıs – Ağustos 2019) İran ve onun Suriye’deki vekillerinin rolü son derece sınırlıydı. Çatışmanın sonlarında Batı Halep kırsalında görülseler de, tüm kritik hamleler Rusya tarafından yapıldı. Açık bir biçimde Rusya, İran’ı İdlib Operasyonu’ndan uzak tutmak istiyordu.

Bunun muhtemelen en önemli nedeni, İran ve Rusya arasında Suriye’nin tamamını kapsayan çapta bir güç mücadelesinin sürmesiydi. Nitekim 2011’den beri Esad Yönetimi’ni koruma hususunda uzlaşan ve Rejim’in ayakta kalmasını sağlayan bu iki devlet 2017’den beri artan bir biçimde Suriye’de el altından rekabet halindeler. Rusya’nın İran’ı Suriye’nin geleceğinde bir ortak olarak görmediği açık. İç savaşa mezhepsel boyut katarak radikal grupların önce kök salmasını sonra da güçlenmesini sağlayan İran’dı.

Suriye’de İran’ın rolü nasıl değişti? Bu durum İdlib’e nasıl yansıyor?

Şimdi, Suriye saflarında İran’ın oynadığı rolde bir değişim yaşanıyor. Mayıs-Ağustos arasındaki operasyonda dışlanan İran, son çatışmada dar bir alanda (Batı Halep kırsalında) işin içindeydi. Şimdi ise göstergeler durumun değiştiğini ortaya koyuyor.

8 Mart’tan itibaren İran yanlısı gruplar Halep’in batısı ve yakında patlayacak çatışma bölgesine büyük bir yığınak yaptılar. Önce Rejim yanlısı Ulusal Savunma Güçleri’nin yerini Batı Halep’te Fatimi Tugayları aldı. Bir hafta kadar sonra İran Suriye’de çoğu güneyde toplamış olduğu milislerden oluşan 9 bin kişilik yeni bir birim kurdu. Aynı günlerde Batı Halep’te bir kısmı Atarib bir kısmı Serakib civarına olmak üzere Zeynebiyun Tugayı, Fatimi Tugayı ve Nuceba Milisleri’ni yerleştirdi. Hatta, İran, sahadaki vekillerinin yönetilmesinde önemli bir rol oynayan kritik askeri karargahlarından birisini Halep yakınlarındaki bir askeri akademiye taşıdı. Son olarak, 2019 boyunca Lazkiye Cephesi’nde aldığı darbelerle neredeyse savaşamaz hale gelen Suriye Ordusu 4. Tümeni’ne Rusya’nın desteğiyle çok sayıda zırhlı, tank ve ağır silah takviyesi yapıldı.

Şimdi, bütün bu detaylar ne anlama geliyor diye aklınızdan geçiriyorsunuz muhtemelen. O zaman sırayla gidelim ve durumu biraz daha netleştirelim.

Fatimi Tugayları, İran’ın Afganistan’daki Şiiler ile ülkesindeki Afgan mülteciler arasından topladığı Şiiler arasından oluşturduğu ve 2012’den beri çatışmanın içinde olan bir grup. Zeynebiyun ise Pakistanlı Şiilerden devşirdiği militanlardan oluşuyor. Nuceba Milisleri ise Iraklı Şiilerden ibaret. Uzun bir süredir başta Suriye’nin doğusu olmak üzere faaliyet gösteren en aktif gruplardan birisi. Yani, Suriye’nin her yerinde görmeye “alışkın” olduğumuz Lübnan Hizbullah’ının dışında gruplardan bahsediyoruz.

Bu grupları nereden mi tanıyoruz? Şubat ayı sonlarında Serakib’teki çatışmaya katılan bu milis gruplar kanlı eylemlere imza atınca, Halep’in batısındaki karargahları TSK tarafından vurulmuştu. Üst düzey komutanları dâhil 50 kadar kayıp vermişlerdi. Şimdi bu gruplar yeniden ve daha kalabalık olarak geliyorlar.

Peki, 4. Tümen’in bu gruplarla ne ilişkisi var? Aslında gruplarla yok. Fakat, bu birimin komutanı Mahir Esad İran’a yakınlığıyla bilinir. Geçen yıl, Ruslar tarafından en zor cepheye gönderilip, büyük bir başarısızlığa uğrayınca cephe gerisinde önemsiz bir yere çekildi. Lazkiye Cephesi’nde Cisr Es Şughr yani M4’ün en kritik bölgesine ulaşan cephenin kilit noktası olan Kibbene taraflarında TİP(Türkistan İslami Partisi) , HTŞ ve İmam Buharı Ketibesi karşısında tam anlamıyla harap olmuştu, çatışma kapasitesini yitirmişti. Şimdi, takviye edilerek sahaya sürülmesi anlamlı.

Sorulması gereken bir diğer mantıklı soru da şu: İran’ın vekilleri neden sahaya yeniden indi?

5 Mart öncesi Suriye Ordusu’nun kritik birimleri ağır kayıplar verdi. Bu kayıplar öyle bir ayda toparlanacak gibi değil. Hele son günlerde koronavirüsünün Suriye Ordusu ve milisleri de etkilediği haberleri ışığında salgının Suriye Ordusu üzerindeki etkisi dikkate alınırsa toparlanma daha da zor. Şimdi dar alanda başlayacak çatışma için daha çok asker gerekiyor. Çünkü, eğer çatışma sertleşirse dar bir alanda çok fazla kayıp vermeye hazır olması lazım. İşte burada İran’ın kullandığı kalabalık grupların insan gücü olarak oynadığı rol devreye giriyor. Ayrıca, bir süredir Rusya, İran’ın Suriye’nin güneyinden çekilmesi için baskı yapıyor; İran ve Hizbullah bunu dinlemiyordu. Bu durum, İsrail’in hava saldırılarına Rusya’nın tepki göstermemesinin en önemli nedeniydi. Bir anlamda İran, militanları kuzeye kaydırarak İsrail’in önünden çekiyor. Ancak bu şimdilik kısmi bir çekilme. Irak-Lübnan bağlantısını kaybettikten sonra İran’ın Suriye’deki çatışmaya dahil olmasının anlamı çok azalacağından uzun süreli olması beklenmemeli.

Türkiye-Ilımlı Muhalefet-Radikaller arasında değişen denge

İç dengelerdeki değişim sadece Suriye-Rusya-İran arasında gerçekleşmedi. Türkiye ve muhalif gruplar arasında da önemli bir değişim süreci var. Öncelikle şunun altını çizelim; Suriye Milli Ordusu (SMO) ve Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne bağlı gruplarla Türkiye arasındaki yakın iş birliği devam ediyor. Hatta bu iş birliği derinleşiyor. İdlib’de yeni bir birliğin kurulması, daha çok SMO unsurunun bölgeye gelmesi ve daha önce bulunmadıkları bölgelere konuşlanmaları dikkat çekici. Bu durum önceki yazılarımda bahsettiğim “güvenli bölge” seçeneğinin sessizce hayata geçtiğini gösteriyor.

Fakat, daha önemli bir süreç yaşanıyor. Radikal-muhalif ayrımı ve bu sorunun nasıl çözüleceği meselesi yavaş yavaş Türkiye’nin omuzlarına kalıyor. 5 Mart Mutabakatı çerçevesinde anlaşılan ortak devriyenin gerçekleşmemesi için HTŞ, El Kaide bağlantılı Huraseddin Örgütü ve diğer küçük radikal gruplar her türlü zorluğu çıkarıyor. Önce gösteri düzenlediler, sonra oturma eylemi. Yetmeyince yolları bozdular, bazı yerleri patlattılar. 19 Mart tarihinde TSK’ya Muhambel civarında gerçekleştirilen ve 2 askerimizin şehit olduğu saldırıyı “radikaller”in düzenlediği açıklandı. 5 gün sonra 24 Mart’ta da Sfuhen köyü civarındaki konvoyumuza aynı gruplar mayınlı saldırı düzenledi.

Radikaller denilince ne anlamalıyız?

“Radikal”, aslında son derece göreceli bir kavram. HTŞ radikal bir örgüt. Lideri, Ebu Muhammed Culani örgütü dönüştürme arayışında. Ancak, HTŞ gerek ateşkese gerekse sonrasındaki devriyelere karşı olduğunu açıkça gösterdi. Elbette, ılımlılaşarak meşruiyet arayışında olan bir örgüt Türkiye’yi hedef alarak bunu yapamaz. Fakat, HTŞ, üniter ve güçlü bir hiyerarşiye dayalı bir örgüt olmaktan ziyade çok sayıda küçük grubu barındırıyor.

Böyle olunca “lider ne derse o olur” yaklaşımı geçersiz. Bir bölgedeki güçlü bir komutan ya da “emir” olarak adlandırılan bir kişinin yaptıkları birçok şeyi değiştirebiliyor. Bunu son dönemde M4’ün güneyinde birkaç kez gördük. HTŞ’den ılımlı bir yapı çıkar mı? Bence çıkmaz. Fakat, anlaşılan önümüzdeki aylarda bunu daha detaylı konuşacağız. Şu anda ise öncelikli sorun onlar değil.

Şu anda asıl gündem Huraseddin. Kendisini Suriye’de El Kaide’nin gerçek temsilcisi olarak niteliyor. En önemli liderlerinden bazıları bir süre önce ABD operasyonunda öldürüldü. Fakat hâlâ güçlü bir lideri var. El Kaide’ye biatlı çok sayıda küçük grubun birleşiminden oluşan bu örgütün “ketibe” denilen yapıları zaman zaman kendi liderliğinin bile dışında hareket edebiliyor. Fakat burada mesele şu; örgütler bu gevşek yapılanmayı “biz yapmadık, şuradaki radikal grup” yaptı şeklinde kullanma yoluna gidiyorlar. Oysa, şurası açık, Türkiye’nin İdlib’e bu kadar büyük bir askeri güçle girmesinden ne HTŞ ne de Huraseddin benzeri yapılar hiç de memnun değil.

Türkiye ne yapacak?

Daha önce de belirtmiştim. Türkiye’nin İdlib’deki yeni askeri yapılanması sadece saldırıları gözlemlemek amacıyla oluşturulup, tertiplenmiş değil. Çatışmaya hazır, son derece güçlü birliklerden oluşuyor. Bu askeri güç, Suriye Ordusu’nun İdlib halkına saldırılarına karşı olabileceği gibi, İdlib’de düzeni bozan ve Türkiye’nin güvenliği ve çıkarlarına aykırı hareket eden gruplara karşı da kullanılabilir. Hatta orta vadede İdlib’de düzen sağlanması planlanıyorsa, kullanılacaktır da.

Ancak, bu radikal grupların son dönemdeki en önemli sorunu ve M4’teki devriyeyi bozmalarının temel nedeni, ekonomik. M5’in denetimini kaybeden HTŞ ve bağlı grupları; M4 üzerindeki denetimlerini de yitirince yol kontrolünden sağladıkları büyük gelirleri kaybedecekler. Kısa bir süre öncesine kadar Rejim tarafıyla yapılan ticaret, sınır kapılarının ve yolların denetiminden gelir elde eden gruplar sınırın ve yolların denetimini kaybetmeleri nedeniyle oluşan bu yeni durumu kabul edilemez buluyor. Bu durumda, Türkiye’nin İdlib’deki etkinliğinin artmasıyla SMO ve benzerlerinin güçlenmesi halinde İdlib’deki kontrolü zora girecek olan bu grupların yakın gelecekte daha büyük bir sorun haline gelmesi mümkün. Fakat henüz değil, çünkü çatışma bu kadar yakınken, İdlib’in iç bölgelerinde kıyasıya bir mücadele zamanı henüz gelmemiş gibi duruyor.

Özetle, İdlib’de yeni bir çatışma yaklaşıyor. Fakat bu çatışma, öncekinden farklı olarak, ateşkesin sürmesinde Rusya ve Türkiye’nin hemfikir olması ve çatışacak tarafların kendi arasındaki iç dengeleri nedeniyle çok büyük ve geniş çaplı olmayacaktır. Hatta, yaşanacak çatışma ateşkesin ihlali değil, belki de tamamlayıcı parçası olacak. Çatışmanın süresi ve sertliği coğrafya ile yakından ilintili görünüyor. Fakat, ağır darbeler alan taraf, çatışma bölgesini genişletmek isterse işte o zaman şubat ayına geri dönebiliriz.

Twitter: @SerhatErkmen

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 6 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x