“Son Avrupalı” Merkel’den sonra Avrupa’yı neler bekliyor?

Merkel sonrası Avrupa’nın yeni dengelerini kimler ve hangi konular belirleyecek? AB’nin lokomotifi değişecek mi? Avrupa için kabus senaryosu ne olabilir? AB’nin karşı karşıya olduğu riskleri ve fırsatları Doç. Dr. Çiğdem Nas yazdı.

Federal Almanya’nın 16 yıllık şansölyesi Angela Merkel, sadece Almanya için değil, tüm dünya ve AB için önemli ve saygın bir liderdi. Almanya’nın ılımlı ve soğukkanlı siyaset sahnesinin ve krizlerden geçen AB’nin sembol ismi oldu.

New York Times’da yayınlanan bir makalede söylendiği gibi Merkel karizması ile öne çıkan bir lider olmadı. Başlangıçta hafife alınsa da, hafife alınması Merkel’in süper gücü oldu. Arkasına Avrupa ekonomisinin lokomotifi olan ve COVID-19 öncesi 2019’da AB GSYİH’sının %25’ini sağlayan Alman ekonomisini de alan Merkel kararlı duruşu, sabırlı ve sağduyulu yaklaşımı, bilime dayalı ve sakin söylemi ile kendi ülkesinin önceliklerini ihmal etmeden, AB’nin bütünlüğünü de sağlamayı başardı.

Merkel’in iktidarda olduğu 16 yıl içinde AB Anayasal kriz, mali kriz, mülteci krizi, Gürcistan, Ukrayna ve Kırım krizleri, Transatlantik ilişkilerde kriz, Brexit ve COVID-19 krizi gibi farklı alanlarda çoklu krizlerden geçti.

AB üyesi devletlerde, siyasetçilerin en önemli niteliklerinden biri iç siyasetteki denge ve kısıtlar ile AB siyasetinin gerekleri arasında bir denge bulmak ve zaman zaman ayrışan ve çatışan bu öncelikleri ortak zeminde buluşturmaktır. Merkel zor da olsa iç siyasetin öncelikleri ve Avrupa siyasetinin gereklerini dengelemeyi başardı ve 1990’da Almanya’nın birleşmesi sırasında, siyasete başlamasında etkisi olan Şansölye Helmut Kohl’ın “Bütünleşmiş Avrupa içinde Birleşik Almanya” mottosunu devam ettirmiş oldu.

Merkel sonrası Almanya

Almanya’daki seçim sonuçları mutlaka bir koalisyon hükümetinin kurulmasını gerektiriyor, olası senaryolar arasında kırmızı renkle sembolize edilen SPD, sarı renkle ifade edilen Hür Demokratlar ve Yeşillerin oluşturacağı ‘trafik ışığı koalisyonu’ en muhtemel olan hükümet formülü olarak öne çıkıyor. Üç parti resmen koalisyon görüşmeleri aşamasına geçme kararı aldılar, oluşturmayı hedefledikleri hükümeti “ilerici bir koalisyon” olarak tanımladılar. Koalisyon görüşmeleri başarıya ulaşırsa Merkel’in yerine SPD lideri ve önceki hükümette maliye bakanı olan Olaf Scholz’un Şansölye olması bekleniyor.

Partilerin üzerinde uzlaştıkları konular arasında, asgari ücretin artırılması, kömür santrallerinin durdurulma tarihinin 2030’a alınması, gelir ve kurumlar vergisinin artırılmaması ve iklim ve dijitalleşme konularında cesur adımlar atılması gibi hedefler var.

Merkel hükümetinde görev yapan ve ılımlı ve kapsayıcı yaklaşımı ile siyasi üslubu ve tarzı Merkel’e en fazla benzeyen lider olarak öne çıkan Scholz’un diğer koalisyon ortaklarının öncelikleri arasında denge bulma ve uzlaşı sağlamada oldukça zorlanacağı görülüyor.

Özellikle AB’de de gündem oluşturan ve ikiz dönüşümler olarak adlandırılan iklim ve dijital dönüşüm konusunda yeni hükümetin daha iddialı ve kapsamlı adımlar atması gerekiyor, hükümetin değişim gündemini ön plana alması bekleniyor.

Her durumda, Merkel’in sağladığı devamlılık ve istikrarın yeniden inşa edilmesinin oldukça zor olacağını ve hem Almanya, hem de Avrupa’nın, iç meselelerle daha fazla meşgul olan ve kendi ülkesi dışında da arabulucu, müzakereci ve dengeleyici işlevini yerine getirmeyi Merkel dönemindeki kadar öncelemeyen bir Alman hükümeti ile karşı karşıya kalacağını tahmin edebiliriz.

Merkel sonrası Avrupa dengeleri ve meydan okumalar

Merkel sonrası Scholz’un şansölye olması, Scholz’un COVID-19 sonrası AB ekonomilerini desteklemek için ortaya koyulan “Yeni Nesil Avrupa” programının oluşturulmasında etkili olması Avrupa yönelimli siyaset uygulaması açısından iyi haber olarak görülebilir. Ancak olası üçlü koalisyonun diğer üyeleri kendi önceliklerini gerçekleştirmek ve bir sonraki seçimleri düşünerek, seçmenlerinin beklentilerini karşılamak için daha dar ve partizan politikalar uygulayabilir. Hür demokratlar iş dünyasının yararını öncelerken, Yeşillerin iklim ajandası zaman zaman iş dünyasını zorlayabilir. SPD ise COVID-19 sonrası sosyal devleti yeniden güçlendirmeye çalışırken ekonomik kısıtlar ve yukarıda söz ettiğimiz dönüşümlerin maliyeti ile karşı karşıya kalabilir.

Güçlü bir Almanya’nın ancak güçlü bir Avrupa içinde sağlanabileceği ve ABD ve Çin rekabeti karşısında Avrupa entegrasyonunun devamı ihtiyacı da yapılacak analizlere temel oluşturmalı. Yeni koalisyonun AB entegrasyon sürecini desteklemekte çıkarı olacağını teslim etmekle birlikte, uyumlu bir koalisyon oluşturmakta yaşanacak zorlukların en azından bir süre ayak bağı olabileceği de beklenebilir.

AB dengelerini neler sarsabilir?

Bu yeni dönemde AB dengelerini sarsma potansiyeli olan en önemli konuların çözümlenmesinde Almanya’da yeni hükümetin öncelikli politikaları, AB içindeki ortaklara yaklaşımı ve denge kurmaktaki isteği ve yeteneği belirleyici olacak. Bu konular arasında şunları sayabiliriz:

COVID-19 sonrası ekonomik iyileşme

COVID-19 sonrası normalleşmede Avrupa ekonomisinin toparlanması, enerji, konteynır ve çip krizlerinin aşılması ve tekrar büyüme ve ticaretin yükselişe geçmesi süreçleri belirleyici olacak.

Son yıllarda küreselleşmenin giderek daha fazla sorgulanması ve milliyetçi içe kapanma ve korumacılığın ön plana çıkması karşısında, AB’nin de bu trende rağmen adil ve düzenli bir küreselleşmeyi destekleyip desteklemeyeceği ve olumlu dönüşümü tetikleyen bir aktör olup olamayacağı önem kazanıyor.

Bölgeselleşmenin ön plana çıktığı ve ABD ve Çin arasındaki ayrışmanın jeoekonomik gelişmeleri belirlediği bu dönemde, Brexit sonrası AB’nin kendi pazarını koruması ve dijital ve yeşil dönüşümlere liderlik yapması küresel güçlerin rekabeti arasında sıkışmasını önleyecek. Bu yeni dönemde Merkel sonrası Almanya’nın güçlü bir ortak Avrupa vizyonu sunması ve bunun gerçekleşmesi için gerekirse fedakarlık da yaparak, daha zayıf durumdaki üye devletlere destek olması gerekecek.

Dijital – yeşil dönüşümün hızlanması ve gerilim riski

AB’nin 2019’un sonunda benimsediği ve bugüne kadar temel stratejilerini oluşturduğu Avrupa Yeşil Mutabakatı ve AB dijital pazarına hazırlık süreçlerinin hızlanması, AB’nin rakipleri karşısında avantajlı konuma geçmesini sağlayacak.

Ancak dönüşüm baskısının yaratacağı stres AB içi gerilimleri artırabilir. Avrupa ekonomisi kabuk değiştirirken, bu dönüşüme uyum sağlamakta finansal, idari ve teknik olarak zorlanabilecek bazı üye devletlerin olması ve ikiz dönüşümlere uyum sağlamakta daha hazır ve kapasiteli olan bazı üye devletlerin diğerleri tarafından hızlarının kesildiği yönündeki sabırsızlıkları AB içindeki ayrışmayı hızlandırabilir.

Fransa-Almanya ilişkilerinin geleceği ve kabus senaryosu

Avrupa entegrasyonunun her ileriye yönelik aşamasında Fransa ve Almanya’nın öncelikle aralarında uzlaşı sağlayarak ortak hedefler etrafından birleşmesi etkili olmuştur.

Macron’un AB içinde entegrasyonu ileriye taşıyacak bir kademeli entegrasyon fikrini savunması, Avrupa’nın ortak savunmasını güçlendirmesi gibi konularda daha ısrarcı olmasına rağmen, Almanya’nın çekimserliği bu süreçlerde mesafe alınmasını geciktirmişti. Özellikle ABD’de Donald Trump döneminin öğrettiği dersler ve ABD’nin Pasifik havzasına yönelmesi AB savunmasının güçlendirilmesi ihtiyacını daha da ön plana çıkardı.

Almanya’da yeni hükümetin 2021 sonuna kadar kurulacağını varsayarsak, bu yeni hükümetin Fransa ile ilişkisini oluştururken, nisanda yapılacak seçim sonuçlarını beklemesi gerekiyor. Bu seçimlerde Macron’un işi yine zor gözüküyor. Özellikle aşırı sağ adayların varlığı Macron’u zorlayacak.

Almanya ve Fransa arasındaki ortaklığın yeniden tesisinde seçim sonuçlarının önemi büyük olacak. Özellikle bir aşırı sağ galibiyeti AB için kabus senaryosunu uygulamaya sokabilir.

ABD ile ilişkiler ve Avrupa savunmasının geleceği

ABD’de Joe Biden’ın Başkan olarak seçilmesi, transatlantik ilişkilere büyük zarar veren Trump dönemi sonrasında ilişkilerin yeniden iyileşmesi umudunu doğurmuştu. Ancak Biden yönetiminin Çin ile rekabete ve Pasifik havzasına öncelik vermesi Avrupa ile ilişkilere yansırken, Birleşik Krallık, ABD ve Avustralya’nın oluşturduğu AUKUS isimli yeni güvenlik paktı gibi gelişmeler transatlantik ilişiklerdeki yıpranmanın devam edeceğini gösteriyor.

Bu durum Avrupa’nın kendi önceliklerine konsantre olması ve kendi çıkarları doğrultusunda dış ve güvenlik politikalarına şekil vermesi ihtiyacını doğuruyor. Ancak AB’nin bunu ne kadar gerçekleştirebileceği başka unsurların yanında, yeni kurulacak Alman hükümetinin tutumuna bağlı olacak.

Çin ve Rusya ile ilişkiler

Bir diğer meydan okuma, ekonomik ve stratejik güçleri ile Avrupa coğrafyasında etki alanlarını genişleten Rusya ve Çin’e yönelik politikaların şekillendirilmesinde yatıyor.

Rusya’nın AB’nin doğu sınırlarındaki etkisi artarken tehdit algısı da yükseliyor. Özellikle doğal gaz tedarikinde Rusya’nın bu kartı zaman zaman Avrupa’yı destabilize etmek için kullanması da AB’nin Rusya’ya karşı kararlı bir strateji izlemesini zorlaştırıyor. Putin genelde Batı’nın uluslararası sisteme yaklaşımını eleştirerek ve Kırım’ın ilhakı gibi konularda uluslararası düzeni güç kullanarak değiştirmesi ile AB’nin normatif bir güç olarak etkinliğini zora sokuyor.

Çin ise Avrasya, Balkanlar ve Doğu Avrupa’da etkinliğini artırırken, ekonomik gücü ve Kuşak Ve Yol gibi projeleri ile AB’nin temsil etiği değerlere alternatif oluşturuyor. Bunlara ilaveten bu iki aktörün yakınlaşması da AB tarafından endişe ile izleniyor. Uzun soluklu ve gerçekçi bir strateji oluşturulmasında Almanya’nın liderliği ve bütünlüklü bir yaklaşım benimsemesi çok önemli.

AB değerlerinin Birlik içindeki aykırı üyelere karşı korunması

AB’nin geleceğini zora sokan önemli bir konu, son günlerde Polonya Anayasa mahkemesinin verdiği kararla tekrar gündeme gelen AB değerleri ve ilkelerine ters düşen üyelerin durumunda karşımıza çıkıyor.

Polonya ve Macaristan’da Orban ve Kaczyński gibi liderler kendi iktidarlarını pekiştirmek için yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler, cinsiyet eşitliği, ayrımcılığın önlenmesi, LGBTQ+ hakları ve sivil toplumun özerkliği gibi alanlarında AB değerlerine aykırı uygulamalar içinde oldular. Son aşamada Polonya Anayasa Mahkemesinin AB hukukunun üstünlüğüne karşı çıktığı karar, AB’nin en temel ilkelerinden birini hedef alıyor. Buna karşı bu gibi üyelerin AB bütçesinden aldığı fonların askıya alınması, yaptırım uygulanması söz konusu.

Yeni dönemde bu ülkelere taviz verilmeye devam edip etmeyeceği ise AB değerlerindeki çatlağın durumunu belirleyecek. Olası koalisyon hükümetindeki partilerin insan hakları ve demokrasi konusundaki hassasiyetleri bu sürecin hızlanmasına yol açabilir.

AB’nin reformu ve genişleme süreci

Son önemli konu ise geçtiğimiz Mayıs ayında başlayan Avrupa’nın Geleceği konferansı bağlamında kurumsal olarak AB’nin reforme edilmesi ve yeni üye alımları ile ilerlemesi beklenen genişleme sürecinin gidişatında somutlaşıyor.

AB’nin kurumsal mekanizmalarının ve karar alma süreçlerinin var olduğu şekliyle devam edemeyeceği ve Kurucu Antlaşmaların revizyonuna dayalı bir reform süreci ihtiyacı genel olarak kabul görse de, bu reformlar konusunda anlaşmaya varılması ve birçok üye devlette gerçekleşmesi muhtemel referandumlarda onaylanması oldukça zorlu bir süreç olarak AB’nin karşısında duruyor.

AB’nin reform hamleleri ile eş zamanlı ilerleyen genişleme sürecinde bir tıkanıklık yaşanıyor. Türkiye’nin adaylığı sürmesine rağmen, müzakereler fiili olarak durmuş durumda. Batı Balkanlar için ise güçlü bir Avrupa vurgusu yapılırken, üyeliğin gerçekleşme olasılığı en azından AB kendi içinde reformlarını yaprak uygulamaya koyana kadar ertelenmiş gibi gözüküyor. Hollanda ve Danimarka gibi bazı üye devletler genişlemenin artık durması gerektiği konusunda ısrarcı davranıyor.

Avrupa’nın geleceği Almanya’ya mı bağlı?

Son olarak, Almanya kritik bir seçimi geride bırakırken, belirsiz ve sancılı olabilecek bir geleceğin kapısında bekliyor.

AB’nin sözünü ettiğimiz meydan okumalara karşı durabilmesi ve güçlü bir ses oluşturması ise Almanya’nın ekonomik liderliğinin siyasi liderlik ile de pekişmesi, iklim ve dijital dönüşümde itici güç oluşturması, ortak savunma gibi konularda daha istekli ve destekleyici olması ve Bütünleşik Avrupa idealine inanması ile gerçekleşebilecek.

“Son Avrupalı” Merkel’in yerini alacak Şansölye sadece Almanya’nın değil, Avrupa’nın da önderi olacak mı, Merkel’in yaptığı gibi ulusal öncelikler ve ihtiyaçlar ile Avrupa gündemini örtüştürmeyi başarabilecek mi ve güçlü Avrupalı liderler serisini devam ettirebilecek mi? Küreselleşmenin sorgulandığı, bölgeselleşme ve içe kapanmanın, ülkelerarası uyuşmazlık ve gerginliklerin yoğunlaştığı günümüzde bütünleşik Avrupa’nın geleceği Almanya’da kurulacak yeni hükümetin kaderine de bağlı olacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Ekim 2021’de yayımlanmıştır.

Çiğdem Nas
Çiğdem Nas
Doç. Dr. Çiğdem Nas, İktisadi Kalkınma Vakfı Genel Sekreteri ve Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim görevlisi. 1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünü tamamladı, daha sonra London School of Economics'de Avrupa Sosyal Politikası alanında yüksek lisans ve Marmara Üniversitesi AB Enstitüsü'nde AB siyaseti ve Uluslararası İlişkiler alanında doktora yaptı. Akademik ilgi alanları arasında Avrupa birliği, AB-Türkiye ilişkileri, Avrupa siyaseti ve demokratikleşme konuları bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

“Son Avrupalı” Merkel’den sonra Avrupa’yı neler bekliyor?

Merkel sonrası Avrupa’nın yeni dengelerini kimler ve hangi konular belirleyecek? AB’nin lokomotifi değişecek mi? Avrupa için kabus senaryosu ne olabilir? AB’nin karşı karşıya olduğu riskleri ve fırsatları Doç. Dr. Çiğdem Nas yazdı.

Federal Almanya’nın 16 yıllık şansölyesi Angela Merkel, sadece Almanya için değil, tüm dünya ve AB için önemli ve saygın bir liderdi. Almanya’nın ılımlı ve soğukkanlı siyaset sahnesinin ve krizlerden geçen AB’nin sembol ismi oldu.

New York Times’da yayınlanan bir makalede söylendiği gibi Merkel karizması ile öne çıkan bir lider olmadı. Başlangıçta hafife alınsa da, hafife alınması Merkel’in süper gücü oldu. Arkasına Avrupa ekonomisinin lokomotifi olan ve COVID-19 öncesi 2019’da AB GSYİH’sının %25’ini sağlayan Alman ekonomisini de alan Merkel kararlı duruşu, sabırlı ve sağduyulu yaklaşımı, bilime dayalı ve sakin söylemi ile kendi ülkesinin önceliklerini ihmal etmeden, AB’nin bütünlüğünü de sağlamayı başardı.

Merkel’in iktidarda olduğu 16 yıl içinde AB Anayasal kriz, mali kriz, mülteci krizi, Gürcistan, Ukrayna ve Kırım krizleri, Transatlantik ilişkilerde kriz, Brexit ve COVID-19 krizi gibi farklı alanlarda çoklu krizlerden geçti.

AB üyesi devletlerde, siyasetçilerin en önemli niteliklerinden biri iç siyasetteki denge ve kısıtlar ile AB siyasetinin gerekleri arasında bir denge bulmak ve zaman zaman ayrışan ve çatışan bu öncelikleri ortak zeminde buluşturmaktır. Merkel zor da olsa iç siyasetin öncelikleri ve Avrupa siyasetinin gereklerini dengelemeyi başardı ve 1990’da Almanya’nın birleşmesi sırasında, siyasete başlamasında etkisi olan Şansölye Helmut Kohl’ın “Bütünleşmiş Avrupa içinde Birleşik Almanya” mottosunu devam ettirmiş oldu.

Merkel sonrası Almanya

Almanya’daki seçim sonuçları mutlaka bir koalisyon hükümetinin kurulmasını gerektiriyor, olası senaryolar arasında kırmızı renkle sembolize edilen SPD, sarı renkle ifade edilen Hür Demokratlar ve Yeşillerin oluşturacağı ‘trafik ışığı koalisyonu’ en muhtemel olan hükümet formülü olarak öne çıkıyor. Üç parti resmen koalisyon görüşmeleri aşamasına geçme kararı aldılar, oluşturmayı hedefledikleri hükümeti “ilerici bir koalisyon” olarak tanımladılar. Koalisyon görüşmeleri başarıya ulaşırsa Merkel’in yerine SPD lideri ve önceki hükümette maliye bakanı olan Olaf Scholz’un Şansölye olması bekleniyor.

Partilerin üzerinde uzlaştıkları konular arasında, asgari ücretin artırılması, kömür santrallerinin durdurulma tarihinin 2030’a alınması, gelir ve kurumlar vergisinin artırılmaması ve iklim ve dijitalleşme konularında cesur adımlar atılması gibi hedefler var.

Merkel hükümetinde görev yapan ve ılımlı ve kapsayıcı yaklaşımı ile siyasi üslubu ve tarzı Merkel’e en fazla benzeyen lider olarak öne çıkan Scholz’un diğer koalisyon ortaklarının öncelikleri arasında denge bulma ve uzlaşı sağlamada oldukça zorlanacağı görülüyor.

Özellikle AB’de de gündem oluşturan ve ikiz dönüşümler olarak adlandırılan iklim ve dijital dönüşüm konusunda yeni hükümetin daha iddialı ve kapsamlı adımlar atması gerekiyor, hükümetin değişim gündemini ön plana alması bekleniyor.

Her durumda, Merkel’in sağladığı devamlılık ve istikrarın yeniden inşa edilmesinin oldukça zor olacağını ve hem Almanya, hem de Avrupa’nın, iç meselelerle daha fazla meşgul olan ve kendi ülkesi dışında da arabulucu, müzakereci ve dengeleyici işlevini yerine getirmeyi Merkel dönemindeki kadar öncelemeyen bir Alman hükümeti ile karşı karşıya kalacağını tahmin edebiliriz.

Merkel sonrası Avrupa dengeleri ve meydan okumalar

Merkel sonrası Scholz’un şansölye olması, Scholz’un COVID-19 sonrası AB ekonomilerini desteklemek için ortaya koyulan “Yeni Nesil Avrupa” programının oluşturulmasında etkili olması Avrupa yönelimli siyaset uygulaması açısından iyi haber olarak görülebilir. Ancak olası üçlü koalisyonun diğer üyeleri kendi önceliklerini gerçekleştirmek ve bir sonraki seçimleri düşünerek, seçmenlerinin beklentilerini karşılamak için daha dar ve partizan politikalar uygulayabilir. Hür demokratlar iş dünyasının yararını öncelerken, Yeşillerin iklim ajandası zaman zaman iş dünyasını zorlayabilir. SPD ise COVID-19 sonrası sosyal devleti yeniden güçlendirmeye çalışırken ekonomik kısıtlar ve yukarıda söz ettiğimiz dönüşümlerin maliyeti ile karşı karşıya kalabilir.

Güçlü bir Almanya’nın ancak güçlü bir Avrupa içinde sağlanabileceği ve ABD ve Çin rekabeti karşısında Avrupa entegrasyonunun devamı ihtiyacı da yapılacak analizlere temel oluşturmalı. Yeni koalisyonun AB entegrasyon sürecini desteklemekte çıkarı olacağını teslim etmekle birlikte, uyumlu bir koalisyon oluşturmakta yaşanacak zorlukların en azından bir süre ayak bağı olabileceği de beklenebilir.

AB dengelerini neler sarsabilir?

Bu yeni dönemde AB dengelerini sarsma potansiyeli olan en önemli konuların çözümlenmesinde Almanya’da yeni hükümetin öncelikli politikaları, AB içindeki ortaklara yaklaşımı ve denge kurmaktaki isteği ve yeteneği belirleyici olacak. Bu konular arasında şunları sayabiliriz:

COVID-19 sonrası ekonomik iyileşme

COVID-19 sonrası normalleşmede Avrupa ekonomisinin toparlanması, enerji, konteynır ve çip krizlerinin aşılması ve tekrar büyüme ve ticaretin yükselişe geçmesi süreçleri belirleyici olacak.

Son yıllarda küreselleşmenin giderek daha fazla sorgulanması ve milliyetçi içe kapanma ve korumacılığın ön plana çıkması karşısında, AB’nin de bu trende rağmen adil ve düzenli bir küreselleşmeyi destekleyip desteklemeyeceği ve olumlu dönüşümü tetikleyen bir aktör olup olamayacağı önem kazanıyor.

Bölgeselleşmenin ön plana çıktığı ve ABD ve Çin arasındaki ayrışmanın jeoekonomik gelişmeleri belirlediği bu dönemde, Brexit sonrası AB’nin kendi pazarını koruması ve dijital ve yeşil dönüşümlere liderlik yapması küresel güçlerin rekabeti arasında sıkışmasını önleyecek. Bu yeni dönemde Merkel sonrası Almanya’nın güçlü bir ortak Avrupa vizyonu sunması ve bunun gerçekleşmesi için gerekirse fedakarlık da yaparak, daha zayıf durumdaki üye devletlere destek olması gerekecek.

Dijital – yeşil dönüşümün hızlanması ve gerilim riski

AB’nin 2019’un sonunda benimsediği ve bugüne kadar temel stratejilerini oluşturduğu Avrupa Yeşil Mutabakatı ve AB dijital pazarına hazırlık süreçlerinin hızlanması, AB’nin rakipleri karşısında avantajlı konuma geçmesini sağlayacak.

Ancak dönüşüm baskısının yaratacağı stres AB içi gerilimleri artırabilir. Avrupa ekonomisi kabuk değiştirirken, bu dönüşüme uyum sağlamakta finansal, idari ve teknik olarak zorlanabilecek bazı üye devletlerin olması ve ikiz dönüşümlere uyum sağlamakta daha hazır ve kapasiteli olan bazı üye devletlerin diğerleri tarafından hızlarının kesildiği yönündeki sabırsızlıkları AB içindeki ayrışmayı hızlandırabilir.

Fransa-Almanya ilişkilerinin geleceği ve kabus senaryosu

Avrupa entegrasyonunun her ileriye yönelik aşamasında Fransa ve Almanya’nın öncelikle aralarında uzlaşı sağlayarak ortak hedefler etrafından birleşmesi etkili olmuştur.

Macron’un AB içinde entegrasyonu ileriye taşıyacak bir kademeli entegrasyon fikrini savunması, Avrupa’nın ortak savunmasını güçlendirmesi gibi konularda daha ısrarcı olmasına rağmen, Almanya’nın çekimserliği bu süreçlerde mesafe alınmasını geciktirmişti. Özellikle ABD’de Donald Trump döneminin öğrettiği dersler ve ABD’nin Pasifik havzasına yönelmesi AB savunmasının güçlendirilmesi ihtiyacını daha da ön plana çıkardı.

Almanya’da yeni hükümetin 2021 sonuna kadar kurulacağını varsayarsak, bu yeni hükümetin Fransa ile ilişkisini oluştururken, nisanda yapılacak seçim sonuçlarını beklemesi gerekiyor. Bu seçimlerde Macron’un işi yine zor gözüküyor. Özellikle aşırı sağ adayların varlığı Macron’u zorlayacak.

Almanya ve Fransa arasındaki ortaklığın yeniden tesisinde seçim sonuçlarının önemi büyük olacak. Özellikle bir aşırı sağ galibiyeti AB için kabus senaryosunu uygulamaya sokabilir.

ABD ile ilişkiler ve Avrupa savunmasının geleceği

ABD’de Joe Biden’ın Başkan olarak seçilmesi, transatlantik ilişkilere büyük zarar veren Trump dönemi sonrasında ilişkilerin yeniden iyileşmesi umudunu doğurmuştu. Ancak Biden yönetiminin Çin ile rekabete ve Pasifik havzasına öncelik vermesi Avrupa ile ilişkilere yansırken, Birleşik Krallık, ABD ve Avustralya’nın oluşturduğu AUKUS isimli yeni güvenlik paktı gibi gelişmeler transatlantik ilişiklerdeki yıpranmanın devam edeceğini gösteriyor.

Bu durum Avrupa’nın kendi önceliklerine konsantre olması ve kendi çıkarları doğrultusunda dış ve güvenlik politikalarına şekil vermesi ihtiyacını doğuruyor. Ancak AB’nin bunu ne kadar gerçekleştirebileceği başka unsurların yanında, yeni kurulacak Alman hükümetinin tutumuna bağlı olacak.

Çin ve Rusya ile ilişkiler

Bir diğer meydan okuma, ekonomik ve stratejik güçleri ile Avrupa coğrafyasında etki alanlarını genişleten Rusya ve Çin’e yönelik politikaların şekillendirilmesinde yatıyor.

Rusya’nın AB’nin doğu sınırlarındaki etkisi artarken tehdit algısı da yükseliyor. Özellikle doğal gaz tedarikinde Rusya’nın bu kartı zaman zaman Avrupa’yı destabilize etmek için kullanması da AB’nin Rusya’ya karşı kararlı bir strateji izlemesini zorlaştırıyor. Putin genelde Batı’nın uluslararası sisteme yaklaşımını eleştirerek ve Kırım’ın ilhakı gibi konularda uluslararası düzeni güç kullanarak değiştirmesi ile AB’nin normatif bir güç olarak etkinliğini zora sokuyor.

Çin ise Avrasya, Balkanlar ve Doğu Avrupa’da etkinliğini artırırken, ekonomik gücü ve Kuşak Ve Yol gibi projeleri ile AB’nin temsil etiği değerlere alternatif oluşturuyor. Bunlara ilaveten bu iki aktörün yakınlaşması da AB tarafından endişe ile izleniyor. Uzun soluklu ve gerçekçi bir strateji oluşturulmasında Almanya’nın liderliği ve bütünlüklü bir yaklaşım benimsemesi çok önemli.

AB değerlerinin Birlik içindeki aykırı üyelere karşı korunması

AB’nin geleceğini zora sokan önemli bir konu, son günlerde Polonya Anayasa mahkemesinin verdiği kararla tekrar gündeme gelen AB değerleri ve ilkelerine ters düşen üyelerin durumunda karşımıza çıkıyor.

Polonya ve Macaristan’da Orban ve Kaczyński gibi liderler kendi iktidarlarını pekiştirmek için yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler, cinsiyet eşitliği, ayrımcılığın önlenmesi, LGBTQ+ hakları ve sivil toplumun özerkliği gibi alanlarında AB değerlerine aykırı uygulamalar içinde oldular. Son aşamada Polonya Anayasa Mahkemesinin AB hukukunun üstünlüğüne karşı çıktığı karar, AB’nin en temel ilkelerinden birini hedef alıyor. Buna karşı bu gibi üyelerin AB bütçesinden aldığı fonların askıya alınması, yaptırım uygulanması söz konusu.

Yeni dönemde bu ülkelere taviz verilmeye devam edip etmeyeceği ise AB değerlerindeki çatlağın durumunu belirleyecek. Olası koalisyon hükümetindeki partilerin insan hakları ve demokrasi konusundaki hassasiyetleri bu sürecin hızlanmasına yol açabilir.

AB’nin reformu ve genişleme süreci

Son önemli konu ise geçtiğimiz Mayıs ayında başlayan Avrupa’nın Geleceği konferansı bağlamında kurumsal olarak AB’nin reforme edilmesi ve yeni üye alımları ile ilerlemesi beklenen genişleme sürecinin gidişatında somutlaşıyor.

AB’nin kurumsal mekanizmalarının ve karar alma süreçlerinin var olduğu şekliyle devam edemeyeceği ve Kurucu Antlaşmaların revizyonuna dayalı bir reform süreci ihtiyacı genel olarak kabul görse de, bu reformlar konusunda anlaşmaya varılması ve birçok üye devlette gerçekleşmesi muhtemel referandumlarda onaylanması oldukça zorlu bir süreç olarak AB’nin karşısında duruyor.

AB’nin reform hamleleri ile eş zamanlı ilerleyen genişleme sürecinde bir tıkanıklık yaşanıyor. Türkiye’nin adaylığı sürmesine rağmen, müzakereler fiili olarak durmuş durumda. Batı Balkanlar için ise güçlü bir Avrupa vurgusu yapılırken, üyeliğin gerçekleşme olasılığı en azından AB kendi içinde reformlarını yaprak uygulamaya koyana kadar ertelenmiş gibi gözüküyor. Hollanda ve Danimarka gibi bazı üye devletler genişlemenin artık durması gerektiği konusunda ısrarcı davranıyor.

Avrupa’nın geleceği Almanya’ya mı bağlı?

Son olarak, Almanya kritik bir seçimi geride bırakırken, belirsiz ve sancılı olabilecek bir geleceğin kapısında bekliyor.

AB’nin sözünü ettiğimiz meydan okumalara karşı durabilmesi ve güçlü bir ses oluşturması ise Almanya’nın ekonomik liderliğinin siyasi liderlik ile de pekişmesi, iklim ve dijital dönüşümde itici güç oluşturması, ortak savunma gibi konularda daha istekli ve destekleyici olması ve Bütünleşik Avrupa idealine inanması ile gerçekleşebilecek.

“Son Avrupalı” Merkel’in yerini alacak Şansölye sadece Almanya’nın değil, Avrupa’nın da önderi olacak mı, Merkel’in yaptığı gibi ulusal öncelikler ve ihtiyaçlar ile Avrupa gündemini örtüştürmeyi başarabilecek mi ve güçlü Avrupalı liderler serisini devam ettirebilecek mi? Küreselleşmenin sorgulandığı, bölgeselleşme ve içe kapanmanın, ülkelerarası uyuşmazlık ve gerginliklerin yoğunlaştığı günümüzde bütünleşik Avrupa’nın geleceği Almanya’da kurulacak yeni hükümetin kaderine de bağlı olacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Ekim 2021’de yayımlanmıştır.

Çiğdem Nas
Çiğdem Nas
Doç. Dr. Çiğdem Nas, İktisadi Kalkınma Vakfı Genel Sekreteri ve Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim görevlisi. 1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünü tamamladı, daha sonra London School of Economics'de Avrupa Sosyal Politikası alanında yüksek lisans ve Marmara Üniversitesi AB Enstitüsü'nde AB siyaseti ve Uluslararası İlişkiler alanında doktora yaptı. Akademik ilgi alanları arasında Avrupa birliği, AB-Türkiye ilişkileri, Avrupa siyaseti ve demokratikleşme konuları bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x