Soul City: ‘Siyah beyaz’ bir Amerikan ütopyasının hikayesi

ABD ırkçılık sorununu yıllar önce çözebilir miydi? Tarihi fırsat nasıl kaçırıldı? Bir başka Floyd’un ve yarım kalan hayalinin hikayesi…

19 Haziran, ABD’de köleliğin kaldırılışının yıl dönümüydü. Tam 155 yıl sonra ABD’de siyahi vatandaş George Floyd’un beyaz bir polis memuru tarafından öldürülmesi ülke çapında büyük protesto gösterilerine sebep oldu. Başkent Washington’da Beyaz Saray yakınlarındaki bir caddeye gösterilerdeki sloganlardan biri olan ‘Black Lives Matter’ (Siyahların Hayatı Önemlidir) adı verildi.

ABD başta olmak üzere tarihinde sömürgecilik ve kölelik olan pek çok ülkede eski defterler yeniden açılırken, ırkçılık, ayrımcılık ve ekonomik eşitsizlik gibi konular da yeniden gündeme geldi. Yaşananlar, ABD tarihinde bir başka Floyd’un hikayesini hatırlattı: Floyd McKissick’in hikayesini…

Floyd’un bilinmeyen hikayesi

1922 yılında North Carolina’nın Asheville kentinde dünyaya gelen Floyd McKissick, henüz 13 yaşında beyaz polis şiddeti ile tanıştı. Bu olayın sağladığı hızlı siyasal bilinçlenme ile olsa gerek, kendini o yaşlarda siyahi sivil haklar hareketi içinde buldu. Atlanta’da üniversite okurken, İkinci Dünya Savaşı sırasında orduya katıldı ve bizzat cephede görev yaptı.

McKissick savaştan sonra North Carolina Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’ne başvurdu. Başvurusu siyahi olduğu için reddedilen McKissick, sadece siyahilerin okuyabildiği North Carolina Koleji’nde hukuk okumaya başladı. Floyd McKissick buradan mezun olmadan kısa bir süre önce, ABD Danıştay’ında süregiden dava lehlerine sonuçlandı ve hukuk eğitimini North Carolina Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’nde tamamlamayı başardı. McKissick böylelikle bu okula siyahilerden ilk kaydı yapılan ve ilk mezun olan kişi oldu.

Mezun olduktan sonra kendi hukuk bürosunu açtı ve kendisinden beklenebileceği üzere hep sivil haklarla ilişkili davalar aldı. McKissick 1966 yılında, siyahi haklar aktivisti James Meredith’in başlattığı, ancak bir beyaz tarafından yaralandığı için devam edemediği yürüyüşe efsanevi siyahi lider Martin Luther King ile katıldı ve geri kalan 300 kilometreyi tamamladı.

‘Siyah beyaz’ film gibi şehir

Hep ırkçılıkla mücadeleyle geçen yıllar boyunca Floyd McKissick önce bir hayal kurmaya sonra da bir proje geliştirmeye başladı. Hayali, ABD’de sadece siyahilerin yaşayacağı bir ütopya şehir kurmaktı. Önyargının, fakirliğin, gecekonduların olmadığı, sanayinin ve ekonominin coştuğu, yepyeni ve parlayan bir şehir…

Martin Luther King’in 1968 yılında suikast sonucu hayatını kaybetmesinden sonra, McKissick, bu hayalini gerçekleştirmek üzere kolları sıvadı ve şehrine Amerikan İngilizcesinin ‘black’ kelimesinden sonra belki de en siyahi kelimesini verdi: ‘Soul’

Soul City’nin amacı, siyahilerin ırksal bir eşitsizliğe ve ayrımcılığa maruz kalmayacakları, kendi siyasi ve ekonomik kaderlerini dilediklerince tayin edecekleri bir ortam yaratmaktı.

McKissick, 1969’da Richard Nixon Beyaz Saray’ı devraldığında şehir planını Başkan’a sundu. Aynı yıl 14 milyon dolar fon sözü almayı başaran avukat ve aktivist, böylece federal finansman ile yeni bir şehir inşa edecek ilk Afro Amerikalı olarak tarihe de geçmiş oldu.

Söz konusu destek programı, ülke genelinde toplam 14 ayrı şehir kurulmasını öngörüyordu. Bu şehirlerin amacı, aynı zamanda büyük şehirlerdeki nüfusu azaltarak daha küçük köy ve kasabalara insan çekmek ve buralarda üretimi teşvik etmekti. İş, eğitim, barınma, sağlık ve diğer sosyal hizmetler sayesinde ülke genelinde büyük kentlere göçün de önlenmesi amaçlanıyordu.

Floyd McKissick, kısa süre içinde Soul City için projeye inanan yerel kurumlardan toplamda 6 milyon dolar daha ek bütçe bulmayı da başardı.

Öte yandan yalnızca siyahiler için tasarlanmış, onların yaşayacağı ve çalışacağı bir şehir projesi de bir çeşit ırkçılık ve ayrımcılık olarak görülerek tepki çekebilir düşüncesiyle, Floyd McKissick önceleri biraz daha sert olan tonunu yumuşatarak, “beyazların yaptığını biz yapmayacağız, kapılarımız herkese açık olacak” şeklinde bir söylem geliştirdi.

Nitekim ‘önyargının, yoksulluğun olmayacağı’ vaat edilen şehrin tanıtım afişlerinde ‘aile’ vurgusu öne çıkarken şu ifadeler göze çarpıyordu: “18 bin iş… İnsanlar bir yandan çalışırken aynı zamanda bir köyde yaşayacak. Burada her ırktan, dinden, yaştan insan bir arada çalışacak, oynayacak, öğrenecek…”

Neden başarılı olamadı?

Buraya kadar her şey güzeldi, ancak Soul City ne yazık ki hiçbir zaman tam anlamıyla hayal edildiği gibi hayata geçirilemedi. Bu durumun temel olarak ekonomik ve siyasi iki sebebi vardı. İlki, gereken finansmanın tam anlamıyla sağlanamamış olması ve dönemin başkanı Nixon’ın görev süresinden sonra federal hükümetin daha önce açıklanan desteği geri çekmesiydi. Projenin özel yatırımları istediği gibi çekmekte başarısız olmasında şüphesiz 1970’lerdeki ekonomik durgunlukla birlikte o dönem medyada çıkan olumsuz haberler de büyük rol oynadı.

1979 yılında şehrin 2 bin civarında olması öngörülen nüfusu 150 kişiden daha azdı. Sadece 35 konut, bir sağlık kliniği, bir tenis kortu ve bir yüzme havuzu bulunuyordu.

Başkan Nixon 1974 yılında Watergate skandalı sonrası görevden alınınca şehrin akıbeti iyice şüpheli bir hal aldı. Ayrılıkçı tavrıyla bilinen Cumhuriyetçi Senatör Jesse Helms’in, Soul City projesine karşı harekete geçerek şehrin finansmanının vergi verenlerin cebinden karşılandığını ve boşa harcandığını iddia etmesiyle işler daha da kötüye gitti.

Her ne kadar şehirle ve finansmanıyla ilgili resmi bir usulsüzlük bulunmasa da yaşananlar projeye gölge düşürerek yatırımcıların ve finansörlerin tadını kaçırdı.

Daha önce şehirde faaliyet göstermeyi planlayan General Motors, Perdue gibi büyük şirketler birer birer çekilmeye başladı. Bu durum, McKissick açısından şehrin ekonomik gelişimini sağlamak ve istihdam yaratmak için gereken kapitalden mahrum kalmak demekti.

Bu ve benzeri gelişmelerin sonucunda 1979’da ABD İskan ve Kentsel Kalkınma Bakanlığı (Department of Housing and Urban Development) projeye verdiği finansmanı durdurarak ertesi yıl şehri satışa çıkardı.

Kurumu dava eden avukat McKissick, birkaç binayı kendi mülkü olarak tutmaya devam etti. Kendini 1980’ler boyunca Soul City’yi geliştirmeye adayan Floyd McKissick, 1991 yılında 69 yaşında yaşamını yitirdi ve hayalini kurduğu Soul City’de defnedildi.

‘Şehir’ gitti ‘Ruh’u kaldı…

Efsanevi sivil haklar aktivisti, siyahi lider Martin Luther King, 28 Ağustos 1963 günü ABD’nin başkenti Washington DC’de ünlü Amerikan Başkanı Abraham Lincoln mozolesinin önünde verdiği meşhur konuşmasında şöyle söyler:

“Bir hayalim var…
Amerikan rüyasına derinden kök salmış bir hayal…
Bir hayalim var. Bir gün bu millet ayağa kalkacak ve kendi inancının gerçek anlamına uygun yaşayacak. Şunun apaçık bir gerçek olduğuna inanırız: Bütün insanlar eşit yaratılmıştır.

Bir hayalim var. Bir gün eski kölelerin çocuklarıyla eski köle sahiplerinin çocukları, Georgia’nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasında beraber oturacaklar.

Bir hayalim var. Bir gün adaletsizliğin ateşi ile, zulmün ateşi ile bunalan Mississippi eyaleti bile özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek.

Bir hayalim var. Gün gelecek dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil karakterlerine göre değerlendirildikleri bir millette yaşayacaklar.

Bugün bir hayalim var benim.

Bir hayalim var. Gün gelecek, Alabama’da küçük siyah oğlanlarla küçük siyah kızlar, küçük beyaz oğlanlarla ve küçük beyaz kızlarla kardeş gibi el ele tutuşacak…”

King’in bu tarihi konuşması üzerinden yarım asırdan fazla bir süre geçmesine rağmen Amerika’da halen daha ırkçılık ve ırkçılıkla bağlantılı eşitsizlikler büyük bir sorun olmaya devam ediyor. George Floyd’un Minnesota’da beyaz bir polis tarafından katledilmesinin ardından patlayan öfke, bu kronik sorunun yalnızca bir neticesi.

Floyd McKissick’in Soul City’si, King’in hayalinin somut bir şekilde hayata geçirilebileceği tarihi bir fırsattı aslında. Şehrin şimdilerde daha çok meraklısının gidip gezeceği turistik ve nostaljik bir mekan halini almış olması, sadece şehir için değil ırkçılığın izlerini hâlâ silememiş Amerika için de büyük bir talihsizlik. Şehrin başarısızlığı, tıpkı King’in gerçekleşmeyen hayali gibi ABD’de ırkçılık temelli eşitsizliğin tarihinin yaşayan bir örneği.

Soul City’nin city (şehir) kısmı yarıda kalmış olabilir, ama şüphe yok ki soul (ruh) kısmı hâlâ ve belki de eskisinden çok daha güçlü bir biçimde hayatta. Yarım kalan hayalet şehir, aslında bir bakıma Afro Amerikalıların yarım kalan rüyalarını ve hayalini de yansıtıyor: George Floyd, Floyd McKissick ve daha nicelerinin, siyahilerin yaşamının sözde değil özde ve sahiden değerli olduğu, siyah beyaz eski fotoğraflardaki gibi değil renkli bir Amerika hayalini…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24 Haziran 2020’de yayımlanmıştır.

Feyza Gümüşlüoğlu
Feyza Gümüşlüoğlu
Feyza Gümüşlüoğlu - İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden 2009 yılında mezun oldu. Katar Üniversitesi’nde Körfez Çalışmaları alanında yüksek lisansa başladı. 2011’den itibaren Anadolu Ajansı Körfez temsilcisi ve Doha muhabiri olarak görev yaptı. 2013’te Suriyeli muhaliflerin hayat hikayelerini kaleme aldığı Suriye’de Muhalif Olmak adlı ilk kitabını çıkardı. Katar’ın The Peninsula gazetesinde haftalık röportajlar yaptı. Washington DC’deki Middle East Institute isimli düşünce kuruluşunda bir dönem araştırma asistanı olarak bulundu. 2017 yılında Türkiye’ye döndü. Marmara Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi bölümünde yüksek lisansını tamamladı. 2019 yılı sonunda Körfez’den Notlar isimli ikinci kitabını çıkardı. Katar başta olmak üzere Körfez ülkeleri üzerine çalışan Gümüşlüoğlu’nun yazıları Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak çeşitli gazete, dergi ve düşünce kuruluşlarında yayınlanıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Soul City: ‘Siyah beyaz’ bir Amerikan ütopyasının hikayesi

ABD ırkçılık sorununu yıllar önce çözebilir miydi? Tarihi fırsat nasıl kaçırıldı? Bir başka Floyd’un ve yarım kalan hayalinin hikayesi…

19 Haziran, ABD’de köleliğin kaldırılışının yıl dönümüydü. Tam 155 yıl sonra ABD’de siyahi vatandaş George Floyd’un beyaz bir polis memuru tarafından öldürülmesi ülke çapında büyük protesto gösterilerine sebep oldu. Başkent Washington’da Beyaz Saray yakınlarındaki bir caddeye gösterilerdeki sloganlardan biri olan ‘Black Lives Matter’ (Siyahların Hayatı Önemlidir) adı verildi.

ABD başta olmak üzere tarihinde sömürgecilik ve kölelik olan pek çok ülkede eski defterler yeniden açılırken, ırkçılık, ayrımcılık ve ekonomik eşitsizlik gibi konular da yeniden gündeme geldi. Yaşananlar, ABD tarihinde bir başka Floyd’un hikayesini hatırlattı: Floyd McKissick’in hikayesini…

Floyd’un bilinmeyen hikayesi

1922 yılında North Carolina’nın Asheville kentinde dünyaya gelen Floyd McKissick, henüz 13 yaşında beyaz polis şiddeti ile tanıştı. Bu olayın sağladığı hızlı siyasal bilinçlenme ile olsa gerek, kendini o yaşlarda siyahi sivil haklar hareketi içinde buldu. Atlanta’da üniversite okurken, İkinci Dünya Savaşı sırasında orduya katıldı ve bizzat cephede görev yaptı.

McKissick savaştan sonra North Carolina Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’ne başvurdu. Başvurusu siyahi olduğu için reddedilen McKissick, sadece siyahilerin okuyabildiği North Carolina Koleji’nde hukuk okumaya başladı. Floyd McKissick buradan mezun olmadan kısa bir süre önce, ABD Danıştay’ında süregiden dava lehlerine sonuçlandı ve hukuk eğitimini North Carolina Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’nde tamamlamayı başardı. McKissick böylelikle bu okula siyahilerden ilk kaydı yapılan ve ilk mezun olan kişi oldu.

Mezun olduktan sonra kendi hukuk bürosunu açtı ve kendisinden beklenebileceği üzere hep sivil haklarla ilişkili davalar aldı. McKissick 1966 yılında, siyahi haklar aktivisti James Meredith’in başlattığı, ancak bir beyaz tarafından yaralandığı için devam edemediği yürüyüşe efsanevi siyahi lider Martin Luther King ile katıldı ve geri kalan 300 kilometreyi tamamladı.

‘Siyah beyaz’ film gibi şehir

Hep ırkçılıkla mücadeleyle geçen yıllar boyunca Floyd McKissick önce bir hayal kurmaya sonra da bir proje geliştirmeye başladı. Hayali, ABD’de sadece siyahilerin yaşayacağı bir ütopya şehir kurmaktı. Önyargının, fakirliğin, gecekonduların olmadığı, sanayinin ve ekonominin coştuğu, yepyeni ve parlayan bir şehir…

Martin Luther King’in 1968 yılında suikast sonucu hayatını kaybetmesinden sonra, McKissick, bu hayalini gerçekleştirmek üzere kolları sıvadı ve şehrine Amerikan İngilizcesinin ‘black’ kelimesinden sonra belki de en siyahi kelimesini verdi: ‘Soul’

Soul City’nin amacı, siyahilerin ırksal bir eşitsizliğe ve ayrımcılığa maruz kalmayacakları, kendi siyasi ve ekonomik kaderlerini dilediklerince tayin edecekleri bir ortam yaratmaktı.

McKissick, 1969’da Richard Nixon Beyaz Saray’ı devraldığında şehir planını Başkan’a sundu. Aynı yıl 14 milyon dolar fon sözü almayı başaran avukat ve aktivist, böylece federal finansman ile yeni bir şehir inşa edecek ilk Afro Amerikalı olarak tarihe de geçmiş oldu.

Söz konusu destek programı, ülke genelinde toplam 14 ayrı şehir kurulmasını öngörüyordu. Bu şehirlerin amacı, aynı zamanda büyük şehirlerdeki nüfusu azaltarak daha küçük köy ve kasabalara insan çekmek ve buralarda üretimi teşvik etmekti. İş, eğitim, barınma, sağlık ve diğer sosyal hizmetler sayesinde ülke genelinde büyük kentlere göçün de önlenmesi amaçlanıyordu.

Floyd McKissick, kısa süre içinde Soul City için projeye inanan yerel kurumlardan toplamda 6 milyon dolar daha ek bütçe bulmayı da başardı.

Öte yandan yalnızca siyahiler için tasarlanmış, onların yaşayacağı ve çalışacağı bir şehir projesi de bir çeşit ırkçılık ve ayrımcılık olarak görülerek tepki çekebilir düşüncesiyle, Floyd McKissick önceleri biraz daha sert olan tonunu yumuşatarak, “beyazların yaptığını biz yapmayacağız, kapılarımız herkese açık olacak” şeklinde bir söylem geliştirdi.

Nitekim ‘önyargının, yoksulluğun olmayacağı’ vaat edilen şehrin tanıtım afişlerinde ‘aile’ vurgusu öne çıkarken şu ifadeler göze çarpıyordu: “18 bin iş… İnsanlar bir yandan çalışırken aynı zamanda bir köyde yaşayacak. Burada her ırktan, dinden, yaştan insan bir arada çalışacak, oynayacak, öğrenecek…”

Neden başarılı olamadı?

Buraya kadar her şey güzeldi, ancak Soul City ne yazık ki hiçbir zaman tam anlamıyla hayal edildiği gibi hayata geçirilemedi. Bu durumun temel olarak ekonomik ve siyasi iki sebebi vardı. İlki, gereken finansmanın tam anlamıyla sağlanamamış olması ve dönemin başkanı Nixon’ın görev süresinden sonra federal hükümetin daha önce açıklanan desteği geri çekmesiydi. Projenin özel yatırımları istediği gibi çekmekte başarısız olmasında şüphesiz 1970’lerdeki ekonomik durgunlukla birlikte o dönem medyada çıkan olumsuz haberler de büyük rol oynadı.

1979 yılında şehrin 2 bin civarında olması öngörülen nüfusu 150 kişiden daha azdı. Sadece 35 konut, bir sağlık kliniği, bir tenis kortu ve bir yüzme havuzu bulunuyordu.

Başkan Nixon 1974 yılında Watergate skandalı sonrası görevden alınınca şehrin akıbeti iyice şüpheli bir hal aldı. Ayrılıkçı tavrıyla bilinen Cumhuriyetçi Senatör Jesse Helms’in, Soul City projesine karşı harekete geçerek şehrin finansmanının vergi verenlerin cebinden karşılandığını ve boşa harcandığını iddia etmesiyle işler daha da kötüye gitti.

Her ne kadar şehirle ve finansmanıyla ilgili resmi bir usulsüzlük bulunmasa da yaşananlar projeye gölge düşürerek yatırımcıların ve finansörlerin tadını kaçırdı.

Daha önce şehirde faaliyet göstermeyi planlayan General Motors, Perdue gibi büyük şirketler birer birer çekilmeye başladı. Bu durum, McKissick açısından şehrin ekonomik gelişimini sağlamak ve istihdam yaratmak için gereken kapitalden mahrum kalmak demekti.

Bu ve benzeri gelişmelerin sonucunda 1979’da ABD İskan ve Kentsel Kalkınma Bakanlığı (Department of Housing and Urban Development) projeye verdiği finansmanı durdurarak ertesi yıl şehri satışa çıkardı.

Kurumu dava eden avukat McKissick, birkaç binayı kendi mülkü olarak tutmaya devam etti. Kendini 1980’ler boyunca Soul City’yi geliştirmeye adayan Floyd McKissick, 1991 yılında 69 yaşında yaşamını yitirdi ve hayalini kurduğu Soul City’de defnedildi.

‘Şehir’ gitti ‘Ruh’u kaldı…

Efsanevi sivil haklar aktivisti, siyahi lider Martin Luther King, 28 Ağustos 1963 günü ABD’nin başkenti Washington DC’de ünlü Amerikan Başkanı Abraham Lincoln mozolesinin önünde verdiği meşhur konuşmasında şöyle söyler:

“Bir hayalim var…
Amerikan rüyasına derinden kök salmış bir hayal…
Bir hayalim var. Bir gün bu millet ayağa kalkacak ve kendi inancının gerçek anlamına uygun yaşayacak. Şunun apaçık bir gerçek olduğuna inanırız: Bütün insanlar eşit yaratılmıştır.

Bir hayalim var. Bir gün eski kölelerin çocuklarıyla eski köle sahiplerinin çocukları, Georgia’nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasında beraber oturacaklar.

Bir hayalim var. Bir gün adaletsizliğin ateşi ile, zulmün ateşi ile bunalan Mississippi eyaleti bile özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek.

Bir hayalim var. Gün gelecek dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil karakterlerine göre değerlendirildikleri bir millette yaşayacaklar.

Bugün bir hayalim var benim.

Bir hayalim var. Gün gelecek, Alabama’da küçük siyah oğlanlarla küçük siyah kızlar, küçük beyaz oğlanlarla ve küçük beyaz kızlarla kardeş gibi el ele tutuşacak…”

King’in bu tarihi konuşması üzerinden yarım asırdan fazla bir süre geçmesine rağmen Amerika’da halen daha ırkçılık ve ırkçılıkla bağlantılı eşitsizlikler büyük bir sorun olmaya devam ediyor. George Floyd’un Minnesota’da beyaz bir polis tarafından katledilmesinin ardından patlayan öfke, bu kronik sorunun yalnızca bir neticesi.

Floyd McKissick’in Soul City’si, King’in hayalinin somut bir şekilde hayata geçirilebileceği tarihi bir fırsattı aslında. Şehrin şimdilerde daha çok meraklısının gidip gezeceği turistik ve nostaljik bir mekan halini almış olması, sadece şehir için değil ırkçılığın izlerini hâlâ silememiş Amerika için de büyük bir talihsizlik. Şehrin başarısızlığı, tıpkı King’in gerçekleşmeyen hayali gibi ABD’de ırkçılık temelli eşitsizliğin tarihinin yaşayan bir örneği.

Soul City’nin city (şehir) kısmı yarıda kalmış olabilir, ama şüphe yok ki soul (ruh) kısmı hâlâ ve belki de eskisinden çok daha güçlü bir biçimde hayatta. Yarım kalan hayalet şehir, aslında bir bakıma Afro Amerikalıların yarım kalan rüyalarını ve hayalini de yansıtıyor: George Floyd, Floyd McKissick ve daha nicelerinin, siyahilerin yaşamının sözde değil özde ve sahiden değerli olduğu, siyah beyaz eski fotoğraflardaki gibi değil renkli bir Amerika hayalini…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24 Haziran 2020’de yayımlanmıştır.

Feyza Gümüşlüoğlu
Feyza Gümüşlüoğlu
Feyza Gümüşlüoğlu - İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden 2009 yılında mezun oldu. Katar Üniversitesi’nde Körfez Çalışmaları alanında yüksek lisansa başladı. 2011’den itibaren Anadolu Ajansı Körfez temsilcisi ve Doha muhabiri olarak görev yaptı. 2013’te Suriyeli muhaliflerin hayat hikayelerini kaleme aldığı Suriye’de Muhalif Olmak adlı ilk kitabını çıkardı. Katar’ın The Peninsula gazetesinde haftalık röportajlar yaptı. Washington DC’deki Middle East Institute isimli düşünce kuruluşunda bir dönem araştırma asistanı olarak bulundu. 2017 yılında Türkiye’ye döndü. Marmara Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi bölümünde yüksek lisansını tamamladı. 2019 yılı sonunda Körfez’den Notlar isimli ikinci kitabını çıkardı. Katar başta olmak üzere Körfez ülkeleri üzerine çalışan Gümüşlüoğlu’nun yazıları Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak çeşitli gazete, dergi ve düşünce kuruluşlarında yayınlanıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x